tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü uluslararası ilişkiler ana

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE SÜRYANİLER VE SÜRYANİLERİN
TÜRKİYE’YE ETKİLERİ: İDİL ÖRNEĞİ
DOKTORA TEZİ
Hazırlayan
Gökhan SARI
Tez Danışmanı
Doç. Dr. Canan Ateş EKŞİ
Ankara-2011
ONAY
Gökhan
SARI
taraf›ndan
haz›rlanan
“GEÇMİŞTEN
GÜNÜMÜZE
SÜRYANİLER VE SÜRYANİLERİN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ: İDİL ÖRNEĞİ”
başl›kl› bu çal›şma 20.04.2011 tarihinde yap ›lan savunma s›nav› sonucunda
oybirliği ile başar›l› bulunarak jürimiz taraf›ndan Uluslararas› İ lişkiler Ana
Bilim Dal›’nda Doktora tezi olarak kabul edilmiştir.
Sertaç BAŞEREN
Prof. Dr. (Başkan)
Haydar ÇAKMAK
Prof. Dr.
Mehmet Emin ÇAĞIRAN
Prof. Dr.
Mesut Hakk› CAŞİN
Prof. Dr.
Canan Ateş EKŞİ
Doç. Dr.
ÖNSÖZ
Son yıllarda sosyal bilimler literatüründe ve Türkiye’de en çok ilgi
duyulan konulardan birisi olan etnisite (etnik grup, etnik kimlik, kültürel kimlik
ve azınlık) ve azınlıklar kavramı ile bu kavramlarla ilintili Türkiye’nin
uluslararası nitelik kazanan sorunları akademik platformlarda en fazla
gündeme gelen konulardan biri olmaktadır. Türkiye ve halkını inceleyen yerli
ve yabancı akademisyen sayısı da çeşitli sebeplerden dolayı da her geçen
gün artmaktadır. Objektif yaklaşımlar yanında siyasi gerekçelerle ortaya
atılan birçok iddia, gri kalan bu konuları daha da anlaşılmaz bir sarmala
dönüştürmektedir. Türkiye’nin uluslararası toplumla ilişkilerine ve konumuna
da etki eden bu durumun aydınlığa kavuşturulması, ulusal bir sorun olarak
objektif araştırmalara ihtiyaç duyar niteliktedir.
Türkiye'de daha çok Hristiyan kimliği ile tanınan Süryaniler, dünyadaki
dağılımları göz önüne alındığında sayısal olarak dikkat çekici bir rakama
ulaşmasalar da taşıdıkları kimlik ve bulundukları coğrafyalardaki konumları
itibariyle dikkate alınması gereken bir topluluktur. Özellikle Ermeni meselesi
kapsamında uluslararası bir yalnızlığa itilmeye çalışılan Türkiye için
Süryanilerin konumu, daha da önemli bir hal almaktadır.
Süryani kavramı ve kökeni her ne kadar antropolojik ve etnografik bir
konu olsa da günümüzde siyasal bir tartışmanın özünü oluşturması
açısından
bu
araştırma
içinde
öncelikle
ele
alınması gereken
bir
konumdadır.
Batı Süryanileri ile Doğu Süryanilerinin buluştuğu noktada, en eski
Süryani yerleşim yerlerinden biri olan Şırnak’ın İdil ilçesinde, Süryanilere
yönelik olarak yürütülen alan araştırmasını da kapsayan doktora tezim, Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalına
sunulmuştur.
ii
Yapmış olduğum çalışmalarda bana eşlik eden tüm dostlarıma, bu
çalışmada benden her türlü desteklerini esirgemeyen, bilgi ve deneyimleriyle
beni yönlendiren tez danışmanım Doç. Dr. Canan Ateş EKŞİ'ye ve
saygıdeğer hocalarım Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK, Prof. Dr. Sertaç
BAŞEREN ve Prof. Dr. Çınar ÖZEN’e teşekkürlerimi sunuyorum. Bunun
yanında tez çalışmam süresince beni yalnız bırakmayıp cesaretlendiren
sevgili eşim Yeşim ve canım kızım Ece’ye, tez çalışmama başladığımda
varlığı bile olmayan ama şimdi kocaman olan oğlum Efe’ye sabırlarından
dolayı çok teşekkür ederim.
iii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ........................................................................................................... i
İÇİNDEKİLER ............................................................................................... iii
SİMGELER VE KISALTMALAR................................................................... xi
TABLOLAR .................................................................................................xiii
ŞEKİLLER ...................................................................................................xiv
HARİTALAR .................................................................................................xv
GİRİŞ ..............................................................................................................1
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE
1.1. KAVRAMSAL OLARAK ETNİSİTE (ETNİKLİK) ...................................11
1.1.1. Etnisite ve Etnik Gruplar ....................................................................11
1.1.2. Etnik ve Kültürel Kimlik ......................................................................17
1.1.3. Etnik ve Kültürel Sınırlar ....................................................................20
1.1.4. Kuramsal Olarak Etnisite ve Etnisite Teorileri ...................................21
1.1.4.1. İlkselci (Primordialist) Yaklaşım ..................................................21
1.1.4.2. Yapısalcı (Construction) Yaklaşım ..............................................23
1.1.4.3. Araçsalcı (Instrumentalist) Yaklaşım...........................................24
1.1.4.4. İcracı (Transactional) Yaklaşım ..................................................25
1.2. AZINLIK KAVRAMI VE KRİTERLER ....................................................27
1.2.1. Kavramsal Olarak Azınlık ve Tanımlaması........................................27
1.2.2. Azınlık Kavramının Tarihsel Gelişimi .................................................31
1.2.2.1. Birleşmiş Milletler (BM) Çerçevesinde Azınlıkların Korunması ...33
1.2.2.2. Avrupa Konseyi Çerçevesinde Azınlıkların Korunması ...............35
1.2.2.3. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT/AGİK)Çerçevesinde
Azınlıkların Korunması ............................................................................37
1.2.2.4. Avrupa Birliği (AB) Çerçevesinde Azınlıkların Korunması...........40
iv
1.2.3.Azınlık Ölçütleri ..................................................................................44
1.2.4.Azınlık Türleri .....................................................................................45
1.2.5.Azınlık Hakları ....................................................................................48
İKİNCİ BÖLÜM
SÜRYANİLER VE SÜRYANİLİK
2.1. SÜRYANİLER VE SÜRYANİLİK KAVRAMLARINA ETİMOLOJİK
YAKLAŞIM ...................................................................................................52
2.1.1. Süryani Kelimesinin Anlam Yönünden İncelenmesi ..........................53
2.1.2. Süryani Kelimesinin Kökeni Yönünden İncelenmesi .........................56
2.1.3. Süryani Kadim Tabiri .........................................................................61
2.2. SÜRYANİ KİMLİK ARAYIŞLARI VE KİMLİK TANIMLAMALARI .........62
2.2.1. Süryani Kimlik Arayışları ...................................................................62
2.2.2. Etnik Yaklaşım Çerçevesinde Kimlik Tanımlamaları .........................65
2.2.2.1 Süryanilerin Arami Kökenli Olduğu İddiası...................................66
2.2.2.1.1. Kilise Eksenli Siyasal Söylem .............................................67
2.2.2.1.2. Filolojik Yaklaşım Kapsamında Süryani Kimliği ..................69
2.2.2.2. Süryanilerin Asurî Kökenli Olduğu İddiası...................................72
2.2.2.2.1. Milliyetçilik Eksenli Siyasal Söylem ....................................73
2.2.2.2.2. Arkeoloji ve Coğrafya Temelli Süryani Kimliği ....................78
2.2.2.3. Süryanilerin Kökeni İle İlgili Diğer İddialar ...................................81
2.2.3. Dinsel Yaklaşım Çerçevesinde Süryani Kimliği .................................84
2.3. SÜRYANİ GELENEĞİNDEN GELEN KİLİSELER VE SÜRYANİLER İLE
İLİŞKİLİ OLAN TOPLULUKLAR..................................................................90
2.3.1. Nasturiler ...........................................................................................93
2.3.2. Melkitler (Melkoye) ............................................................................95
2.3.3. Maruniler ...........................................................................................97
2.3.4. Keldaniler ..........................................................................................98
2.3.5. Süryani Katolikler ............................................................................101
2.3.6. Süryani Protestanlar ........................................................................104
v
2.3.7. Hindistan Süryanileri .......................................................................104
2.4. SÜRYANİ KILISESINDE ÖRGÜTLENME VE HIYERARŞIK YAPI .....109
2.4.1. Episkoposluk ...................................................................................111
2.4.1.1. Patriklik .....................................................................................111
2.4.1.2. Mafiryanlık (Mafiryono-Catliklik) ................................................114
2.4.1.3. Metropolitlik (Matranlık) ............................................................114
2.4.1.4. Episkoposluk(Başrahiplik).........................................................115
2.4.2. Papazlık ..........................................................................................116
2.4.3. Diyakozluk .......................................................................................117
2.5. SÜRYANİLERDE İBADET VE İNANÇ ESASLARI .............................117
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TARİHSEL VE KÜLTÜREL ARKA PLAN
3.1. OSMANLI HÂKİMİYETİNE KADAR SÜRYANİLER ............................122
3.1.1. Hristiyanlık ve Süryaniliğin Doğuşu .................................................123
3.1.2. Antakya Kilisesinin Ortaya Çıkışı ....................................................124
3.1.3. Konsüller ve Anlaşmazlıklar ............................................................125
3.1.3.1. İznik Konsülü (MS 325) ............................................................127
3.1.3.2. İstanbul Konsülü (MS 381) .......................................................127
3.1.3.3. Efes Konsülü (MS 431) ............................................................128
3.1.3.4. Kadıköy Konsülü (MS 451) ......................................................128
3.1.4. Müslüman İdaresine Giren Süryaniler .............................................131
3.1.4.1. Haçlı Seferleri ve Süryaniler .....................................................134
3.1.4.2. Selçuklular Dönemi ...................................................................135
3.2. OSMANLI HÂKİMİYETİNDE SÜRYANİLER .......................................137
3.2.1. Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi ..................................................139
3.2.1.1. Değişen Düzen ve Yeni Hukuk .................................................142
3.2.2. Millet Sistemi içinde Süryaniler ........................................................145
3.2.3. Osmanlı Devletinde Misyonerlik ve Süryaniler ................................148
3.2.3.1. Katolik Misyonerler ...................................................................153
vi
3.2.3.1.1. Papalık Misyonerleri ve Keldani Kilisesinin Ortaya Çıkışı .154
3.2.3.1.2. Fransız Katolik Misyonerleri ve Süryani Katolik Kilisesi....157
3.2.3.2. Ortodoks Misyonerler................................................................158
3.2.3.3. Protestan Misyonerler ve Süryaniler .........................................160
3.2.3.3.1. İngiliz Protestan Misyonerleri............................................161
3.2.3.3.2. ABD Protestan Misyonerleri .............................................163
3.2.3.3.3. Alman Protestan Misyonerleri...........................................166
3.2.3.4. Misyonerlik Faaliyetlerinin Süryaniler Üzerindeki Etkileri ..........167
3.2.3.4.1. İç Çatışmalar ve Bölünmeler ............................................170
3.2.3.4.2. Kimlik Sorunu ...................................................................172
3.2.3.4.3. Entegrasyon ve Adaptasyon ............................................173
3.2.3.4.4. Toplumsal Çatışma ve Türk Düşmanlığı ..........................174
3.2.4. Birinci Dünya Savaşında Süryaniler ................................................176
3.2.4.1. Sevr, Azınlıklar ve Süryaniler ....................................................181
3.2.5 Osmanlı Dönemi Süryani Sorunsalı ve İsyanlar ...............................183
3.2.5.1. Bedirhan Bey Olayı ...................................................................184
3.2.5.2. Nasturi İsyanları ........................................................................186
3.3. CUMHURİYET DÖNEMİNDE SÜRYANİLER ......................................190
3.3.1. Millî Mücadele Dönemi ....................................................................192
3.3.2. İnkılaplar ve Uygulamaları ...............................................................196
3.3.3. Lozan Antlaşması ve Süryaniler ......................................................197
3.3.2.2. Patriklik Merkezinin Türkiye’yi Terk Etmesi ...............................205
3.3.2.3. İkinci Dünya Savaşı ve Varlık Vergisi .......................................206
3.3.2.4. 6-7 Eylül Olayları ve Kıbrıs Sorunu ...........................................208
3.3.2.5. 1980’den Günümüze ................................................................210
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ERMENİ MESELESİ IŞIĞINDA SÜRYANİLER
4.1. KISACA ERMENİ MESELESİ .............................................................213
4.1.1.Ermeni Meselesini Hazırlayan Sebepler...........................................216
4.1.2.Tehcir Kanunu ve Uygulaması .........................................................217
vii
4.1.3. Ermeni Meselesine Yönelik Görüşler ..............................................219
4.1.3.1. Atatürk’ün Ermeni Meselesine Bakışı .......................................220
4.1.3.2. Türkiyeli Ermeniler ....................................................................222
4.1.3.3. Türkiyeli Süryaniler ...................................................................223
4.1.3.4. Batı’nın Ermeni Meselesine Bakışı ...........................................224
4.1.3.5. Ermeni Meselesinin Bugüne Gelişinde Türk Aydını ..................225
4.2. ERMENİ-SÜRYANİ İLİŞKİSİ ...............................................................226
4.2.1. Misyonerlik Faaliyetleri ....................................................................229
4.2.2. İhtilaflı Mal ve Araziler .....................................................................230
4.2.3. Propaganda ve Dünya Kamuoyu ....................................................231
4.3. ORTAK PAYDA: SOYKIRIM ...............................................................235
4.3.1.Tarihsel Olarak Süryanilerin Maruz Kaldığı Katliamlar .....................238
4.3.2. Sözde Süryani Soykırımı (Seyfo) ....................................................240
4.3.2.1. Soykırım Etkinlikleri ..................................................................245
4.3.2.1.1. Konferanslar, Seminerler ve Toplantılar ...........................246
4.3.2.1.2. Sözde Soykırım Anıtları ....................................................248
4.3.2.1.3. Legal ve İllegal Örgütlenmeler ..........................................249
4.4. ERMENİ SÜRYANİ ETKİLEŞİMİ .........................................................251
4.4.1. Psikolojik Yönden Etkileşim.............................................................253
4.4.2. Maddi Yönden Etkileşim ..................................................................255
4.4.2.1. Tanıtım, Tanınma, Tazminat, Toprak, (4T planı) ......................256
4.4.2.2. Mevzuat Yönünden ...................................................................257
4.4.3. Tarihsel Etkileşim ............................................................................258
4.4.4. Dinsel Yönden Etkileşim..................................................................258
BEŞİNCİ BÖLÜM
DÜNYADA SÜRYANİLER VE TÜRKİYE AÇISINDAN ÜLKESEL
KONUMLARI
5.1. SÜRYANİ GÖÇÜ VE DİASPORA .......................................................261
5.1.1. Göç ve Göçün Nedenleri .................................................................262
viii
5.1.1.1. Göçün Kuramsal Nedenleri .......................................................263
5.1.1.2. Göç ve Göçmen Psikolojisi .......................................................264
5.1.1.3. Süryani Göçünün Nedenleri ......................................................266
5.1.1.3.1. Ekonomik Sebepler ..........................................................269
5.1.1.3.2. Siyasi Sebepler ................................................................271
5.1.1.3.3. Güvenlik ve Terör .............................................................272
5.1.1.3.4. Sosyo-Kültürel Sebepler ...................................................274
5.1.2. Göçten Dönüş ve Yeniden Yerleşim ...............................................276
5.1.3. Göçün Önlenmesine Yönelik Tedbirler ............................................279
5.2. SÜRYANİ ORTODOKS KİLİSESİ'NİN DÜNYADAKİ YAPILANMASI 282
5.3. SÜRYANİLERİN DEMOGRAFİK DAĞILIMLARI ................................287
5.3.1. Amerika ...........................................................................................291
5.3.2. Avrupa .............................................................................................293
5.3.2.1. Avrupa Birliği ............................................................................294
5.3.2.2. Almanya....................................................................................300
5.3.2.3. İngiltere .....................................................................................301
5.3.2.4. Hollanda ...................................................................................304
5.3.2.5. Belçika ......................................................................................305
5.3.2.6. Fransa ......................................................................................305
5.3.2.7. İsveç .........................................................................................308
5.3.3. Asya ................................................................................................309
5.3.3.1. Ortadoğu Ülkeleri ......................................................................309
5.3.3.1.1. Irak ...................................................................................311
5.3.3.1.2. Suriye ...............................................................................314
5.3.3.1.3. İran ...................................................................................316
5.3.3.2. Hindistan...................................................................................316
5.3.4. Avustralya .......................................................................................320
ALTINCI BÖLÜM
TÜRKİYE SÜRYANİLERİ VE TÜRKİYE’DEKİ DURUMLARI
6.1. DEMOGRAFİK YAPI VE KİLİSE TEŞKİLATLANMASI ......................323
ix
6.1.1. İstanbul Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler .....................................326
6.1.2. Mardin Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler.......................................329
6.1.3. Turabdin Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler ...................................332
6.1.4. Adıyaman Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler .................................333
6.2. TOPLUMSAL İLİŞKİLERİ ...................................................................334
6.2.1. Süryani-Müslüman İlişkileri..............................................................334
6.2.2. Süryanilerin Diğer Hristiyanlarla İlişkileri .........................................338
6.2.2.1. Süryani-Süryani Katolik İlişkileri ................................................340
6.2.2.2. Süryani-Nasturi İlişkileri ............................................................343
6.2.2.3. Süryani-Keldani İlişkileri...........................................................344
6.2.2.4. Süryani-Süryani Protestan İlişkileri ...........................................345
6.2.2.5. Süryani-Rum İlişkileri ................................................................346
6.3. SOSYO-KÜLTÜREL DURUMLARI .....................................................347
6.3.1. Aile ve Evlilik ...................................................................................348
6.3.2. Süryani Dayanışması: Vakıflar ve Dernekler ...................................349
6.3.3. Süryaniler ve Eğitim Kurumları ........................................................352
6.3.4. Süryani Basın-Yayın Organları ve İletişim .......................................355
6.4. EKONOMİK DURUMLARI, SÜRYANİ MESLEK VE SANATLARI .....358
6.4.1. El Sanatları......................................................................................359
6.4.1.1. Telkâricilik ve Kuyumculuk ........................................................359
6.4.1.2. Diğer El Sanatları......................................................................360
6.4.3. Bağcılık ve Şarapçılık ......................................................................360
6.4.4. Taş İşçiliği ve Süryani Mimarisi .......................................................361
6.5. SÜRYANİLER VE SİYASAL HAYAT ..................................................363
6.5.1. Siyaset, Seçimler ve Süryaniler .......................................................364
6.5.2. İllegal Örgütlenmeler ve Terörizm ...................................................365
6.5.2.1. Süryani Örgütleri .......................................................................367
6.5.2.1.1. Beth Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü-BYDÖ ................369
6.5.2.1.2. Asurîstan Kurtuluş Partisi-GFA.........................................373
6.5.3. Etnik Milliyetçilik Çerçevesinden Süryaniler ....................................373
x
6.6. SÜRYANİLERİN TOPLUMSAL HAYATTA KARŞILAŞTIKLARI
SORUNLAR................................................................................................377
6.6.1. İsim Verme ......................................................................................378
6.6.2. Din Değiştirme (İrtidâd ve İhtida) .....................................................379
6.6.3. Saldırı ve Gasp ...............................................................................380
6.6.4. Din Eğitimi .......................................................................................380
6.6.5. Gelir ve Gayrimenkuller ...................................................................381
6.6.6. Nüfus Cüzdanlarında Din Hanesi ....................................................383
6.6.7. Yabancı Düşmanlığı (Ksenofobi) .....................................................383
6.6.8. Sorunlara Yönelik Çözüm Çabaları .................................................384
6.7. İDİL SÜRYANİLERİ ÖRNEĞİNDEN TÜRKİYE SÜRYANİLERİ ..........386
6.7.1. Araştırma Alanı Olarak İdil ..............................................................386
6.7.2. İdil İlçesinin Sosyo-Kültürel Durumu ve Süryaniler İçin Önemi ........388
6.7.3. Anketin Uygulanması ......................................................................390
6.7.4. Anket Sonuçlarının Değerlendirilmesi .............................................391
6.7.4.1. Kişisel ve Genel Bilgilerin Değerlendirilmesi .............................391
6.7.4.2. Süryaniler ve Süryanilik Hakkında Bilgilerin Belirlenmesi .........393
6.7.4.3. Süryanilerin Türkiye Cumhuriyeti İçindeki Konumlarının
Belirlenmesi ...........................................................................................397
6.7.4.3. Türkiye Cumhuriyetinin Bugüne Gelişinde Süryanilerin Etkileri 402
SONUÇ .......................................................................................................408
KAYNAKÇA................................................................................................419
EKLER ........................................................................................................456
ÖZET ..........................................................................................................469
ABSTRACT ................................................................................................471
xi
SİMGELER VE KISALTMALAR
AB
Avrupa Birliği
ABCFM
American Board of Commissioners for Foreign Mission
ABD
Amerika Birleşik Devletleri
a.g.e.
adı geçen eser
AGİK
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı
AGİT
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
a.g.m.
adı geçen makale
a.g.t.
adı geçen tez
AİHS
İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına
İlişkin Sözleşme
AK
Avrupa Konseyi
ASALA
Armée Secrétr la Libération de l'Arménie
Bkz.
Bakınız
BM
Birleşmiş Milletler
BYDÖ
Beth Nahrin Yurtsever Devrimcı Örgütü
çev.
çeviren
ECOSOC Ekonomik ve Sosyal Konsey
Ed.
Editör
EMBNET Ethnic Minority Business Network
Fy/Cy
Fikri veya cevabı yok
GFA
Gabo D'Furqono D'Othur
GKK
Geçici Köy Korucuları
haz.
hazırlayan
JCAG
Justice Commandos against Armenian Genocide
MS
Milattan Sonra
MSHS
Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesidir
NGOs
Non-Government Organisations (Hükümet Dışı Kuruluşlar)
s.
sayfa
UNESCO United
Nations
Educational,
Scientific
and
Cultural
xii
Organization (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü)
UNHCR
United Nations High Commissioner for Refugees (Birleşmiş
Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği)
UP
Ulusal Program
vd.
ve diğerleri
yy.
yayın yeri yok/yayımcı yok
4T
Tanıtım, Tanınma, Tazminat, Toprak
xiii
TABLOLAR
Tablo 1. 1906 ve 1914 Osmanlı Nüfusunun Dinlere Göre Dağılımı……
178
Tablo 2. Güneydoğu'da Süryani Nüfusu Tablosu………………………….
269
Tablo 3. Karşılaştırmalı Dünya Süryani Mevcudu (Antakya Süryani
Kilisesi Geleneğinden Gelen Cemaatler)………………………..
288
Tablo 4. Ortadoğu’daki Hristiyanların Mezheplere Göre Dağılımı………
309
Tablo 5. Hindistan’da Süryani Geleneğinden Gelen Kilise ve Cemaat
Sayısı……………………………………………………………….
Tablo 6. Mardin'in
İlçelerinde
Yaşayanların
1891
Yılında
318
Dini
Özelliklerine Göre Sınıflaması……………………………………
330
Tablo 7. 1980-2001 Yılları Arasında İdil ve Turabdin’de Süryani
Nüfusu………………………………………………………………
388
Tablo 8. 1985-2000 Yılları Arasında İdil’in Köylerinde Süryani Nüfusu..
388
xiv
ŞEKİLLER
Şekil 1. Süryani Ortodoks Kilisesi ve Bölünmeler………………………… 92
Şekil 2. Hindistan Süryani Geleneğinden Gelen Kiliselerin Oluşum
Diyagramı……………………………………………………………. 107
Şekil 3. Süryani Kilise Hiyerarşisi…………………………………………... 111
Şekil 4. Patriklerin Tarihi Görev Çizelgesi………………………………… 113
Şekil 5. 1 Nisan 2005 Süryani Bahar Festivali Davetiyesi Kapak
Sayfası………………………………………………………………... 272
Şekil 6. Turabdin Metropolitliğinin Antetli Kağıt Örneği…………………… 332
xv
HARİTALAR
Harita 1. Dünyada Yoğunluğuna Göre Süryani Geleneğinden Gelen
Toplulukların Dağılımı……………………………………………… 289
Harita 2. Türkiye Metropolitlikleri…………………………………………….. 325
GİRİŞ
" Akıllı insan düşündüğü her
şeyi söylemez, ama her söylediğini
düşünür."
(A r i s t o t a l e s )
Sosyologlar tarafından toplum ve insanın etkileşimi, insanların neden
ve nasıl bir toplum içinde düzenli yaşadıkları, bireylerin, grup ya da kurum
üyelerinin nasıl yaşadıkları ele alınarak incelenirken, antropologlar tarafından
insan
toplulukları
arasındaki
farklılıkların
nedenleri
ele
alınmaktadır.
Uluslararası ilişkiler kapsamında ise bu sürecin devletin politikalarına
etkisinin ne olduğu sorunsalı öne çıkmaktadır. Bu sebeple konuyu ele
alabilmek
için
öncelikle
sosyolojik
ve
antropolojik
incelemelerden
faydalanılması gerekmektedir. Ayrıca özellikle göç kavramına maruz kalmış
toplulukların davranış kalıplarını ortaya koyması ve bu kapsamda birbiri ile
yakından ilişkilendirebileceğimiz Ermeni meselesi ışığında yurt dışındaki
Süryanileri anlayabilmemiz adına politik psikoloji de önem kazanmaktadır.
İnsanlık tarihi göz önüne getirildiğinde, bugün için saf bir ırktan
bahsetmek neredeyse mümkün değildir. Bu gerçekten hareketle; ulus
devletler dâhil tüm devletler için homojen bir toplum yapısından ziyade
heterojen bir toplum yapısından bahsetmek daha akılcı görülmektedir.
Toplumu oluşturan kitlelerin kendilerini farklı görüp böyle adlandırması da bu
anlamada olağan görülmektedir. Fakat toplum içindeki bu farklılıkların devlet
yapısına etkileri ve devletlerarası ilişkilere etkileri genellikle karanlık kalan
veya dolaylı olarak değinilen konulardan olmaktadır. İnsan topluluklarında, ait
olduğu grubun farklılıklarını üstünlük, kendi grubu dışındakilerin farklılıklarını
aşağılama şeklinde bir değerlendirme eğilimi vardır. Toplumsal çatışmalara
veya çıkar çatışmalarına sebep olmadığı sürece sorun olmayan ve folklorik
nitelik taşıyan farklılıklar üzerine yapılacak akademik ve bilimsel çalışmalar
aynı zamanda olası çatışmaları da engelleyebilir niteliktedir.
2
Antropoloji ile uluslararası ilişkiler arasındaki etkileşim; antropolojinin
topluluk kimliğine yönelirken elde ettiği bulguların ulus ötesinde yarattığı etki
açısından düşünülmelidir. Yani antropolojinin yöneldiği topluluk kimliğine
yönelik köken araştırmalarının sonuçları,1 ulus kavramının ötesine geçerek
uluslararası bir etki yaratabilmektedir. Bu yönü ile uluslararası ilişkiler ile
antropoloji bilimi etkileşim halindedir.
Bu bağlamda Türkiye'deki topluluklara yönelik yapılan antropolojik ve
sosyolojik çalışmalar bizim çalışmamızın tabanını teşkil edecek, Ermeni
meselesi çalışmamıza ışık tutacak ve yaptığımız alan araştırması da kalan
boşlukları doldurarak Süryaniler üzerine daha önce yapılan çalışmaların farklı
bir yönünü ortaya koymuş olacaktır. Çalışmamızda ele aldığımız Süryanilerin,
Türkiye’nin ulusal ve uluslararası konumuna etkilerinin incelenmesi açısından
bir başlangıç niteliğinde değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Türkiye’de azınlıklar, etnik grup, etnisite gibi kavramların bir tabu
yaklaşımı içinde ele alındığı görülmektedir. Bu yaklaşımdan kaynaklanan
insanların birbirini, sorunlarını, ihtiyaçlarını ve beklentilerini anlayamadıkları,
birbirlerine ithamlarda bulundukları da görülmektedir. Bir sarmal haline gelen
bu toplum içi yabancılaşma ve ötekileşmenin tarihsel, toplumsal ve siyasal
nedenlerinin olduğu da bilinmelidir.
İç içe yaşayan topluluklar, bazı siyasal amaçlar doğrultusunda
birbirlerinden uzaklaşmıştır. Bu durum insan hayatını zenginleştiren 'kültürel
farklılıklara' ideolojik ve siyasal anlamlar yüklenerek, çoğu zaman bir grubun
yaşaması için diğerinin öteki’, ‘yabancı’ ve giderek ‘düşman’, dolayısıyla
engel olarak algılanması sonucunu doğurmuştur.2 Bu süreçte, diğer ideolojik
1
Sibel Özbudun, Şafak Balkı, Antropoloji: Kuramlar/Kuramcılar, Ankara, Dipnot Yayınları, 2005,
s.9.
2
Prof. Safran’ın araştırmasına göre, “Osmanlı Devleti’nin yıkılışında azınlıkların büyük etkisi
vardır.” önermesini, Ortadoğu Teknik Üniversitesi öğrencilerinin yüzde 77’si , Gazi Üniversitesi
öğrencilerinin yüzde 83’ü desteklemiştir. Her iki grubun yüzde 9’u bu görüşe katılmadığını
bildirmiştir. Bkz. Mustafa Bülbül, Türkiye’nin Süryanileri, İstanbul, Tasam Yayınları, 2005, s.21.
3
ve siyasal aygıtlarla birlikte din, en önemli etken olmuştur.3 Türkiye gibi
dinlerin, dillerin, yolların buluştuğu coğrafyalarda farklılıkların özellikle dış
etkilere açık olması bu onu, bu konularda hassas yapmaktadır. Süryaniler
için emik (içerden bakış) veya etik bakış (dışarıdan bakış) açısından “din”,
Süryani kimliğini belirleyici ana argüman olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer
taraftan kimlik belirleme sürecini, azınlık psikolojisi ve devlet politikaları da
etkilemektedir. Özellikle göç sonrası karşılaşılan yeni ortam bu duruma
katalizör etkisi yaratmaktadır. Süryaniler için durum, bu kapsamda
düşünülmelidir.
Devletler açısından etnisite ve azınlık kavramları ulusal bütünlüğe
karşı bir tehdit olarak algılanmaktadır. Devletleri bu şekilde düşünmeye
zorlayan çeşitli nedenler vardır. Bunların başında etnik karşıtlıkların millet
olgusuna darbe indirmek üzere kışkırtıldığı ve düşmanlıklar yaratıldığı
endişesidir. Bu durum devletleri etnisite gibi kavramlar üzerine yapılan
çalışmalara karşı temkinli olmaya zorlamaktadır. Aslında etnisite üzerine
yapılan çalışmaların amacı “farklı kültürlerin birbirlerini anlayarak bir arada
yaşamalarını kolaylaştırmak ve kültürel farklılıkları yönetmek için stratejilerin
geliştirilmesine
yardımcı
olmak”
olmalıdır.4
Bu
amaç
dışındaki
uygulamalardan kaynaklanan sorunlar, devletleri kısmen haklı bir konuma
taşımaktadır.
Devletleri bu şekilde düşünmeye iten gelişmelerden birisi de 'etnik
bağların', 'etnik farklılıkların' ve 'etnik çatışmaların', ekonomik modernleşme
ve kültürel dünyevileşme çerçevesinde önemini yitireceği beklentisine
rağmen; ne gelişmiş modern toplumda bireyin bağımsızlaşmasıyla birlikte
bölgesel etnik gruplar çökmüş (liberal beklenti), ne de etnik çatışmaların
3
Devletlerin siyasal sürekliliklerinin devam etmesinde dinin üstlendiği rol yeni bir durum olmayıp
sadece Ortadoğu’ya özgü de değildir. "Toplumun dirliği, esenliği ve güçlü bir devlet olgusu için"
din ile devletin içiçeliğinin gerekliliği Hobbes ve Makyavel tarafından da vurgulamışlardır. Bunun
yanında A. Comte da "şu veya bu şekilde bir ruhbanlığın bulunmadığı bir toplumun kendini idame
ettirmesine de, gelişmesine de imkân yoktur" diye yazmıştır. Bkz. Nur Vergin, "Din ve Devlet
İlişkileri: Düşüncenin 'Bitmeyen Senfoni'si", Türkiye Günlüğü, Sayı 29, 1994, s. 11.
4
Klaus Roth, "Folklor and Nationalism: The German Example and Its Implications for the
Balkans", Ethnologia Balkanica, Publisher Waxmann Verlag, Issue 2, s. 76.
4
yerini rasyonel çıkar çatışmaları almıştır (Marksist beklenti). Yani etnisite tüm
dünyada sosyal ve siyasal alandaki en önemli sorunlarından birisi haline
gelmiştir.5 Ayrıca azınlık konumunda olan etnik grupların devlet ile ilişkisi ve
geçmişte yaşanan olumsuz gelişmelerin etkisi de yadsınamamaktadır.
Bu çalışmamızda, kimlik kargaşası içinde olan ve bugün akademik
camiada dahi tanımlanma çelişkisi yaşayan Süryanileri, tarihi perspektif
içinde Anadolu topraklarında yaşadıkları etkileşim ve bu etkileşime bağlı
olarak dünyaya dağılmışlıklarını, Ermeni meselesi ışığında ele alarak,
Türkiye’ye etkilerinin ne olduğunu ortaya koymaya çalıştık.
Bu tez çalışmasının asli amacı, mümkün olduğunca bilimsel veriler
ışığında, Hristiyanlığı ilk kabul eden topluluk olan Süryanilere yönelik,
özellikle 1980 sonrasında Ermeni diasporasının etkisine girerek millî bir kimlik
ve millî bir devlet yaratma gayesi çerçevesinde yapılmış olan çalışmaları,
hem Süryaniler hem de Türkiye’ye etkileri açısından ele alarak, verilen karar
ve izlenen politikaların belirlenmesine esas bilimsel bir taban oluşturmaktır.
Süryaniler
üzerine
yapılan
mevcut
çalışmalara
baktığımızda;
Süryanilerin kökeni ve tarihi üzerine yapılan yayınlar,6 Süryanilerin dini ve
5
Wolfram Stender, "Etnik Uyanışlar", Varlık, çev. Yeşim Tükel, Sayı 120, 2001, s. 18-23.
Bu tür yayınlar daha çok Süryaniler tarafından yapılmış ve konuyu ele alırken dinsel temaları ön plana
çıkaran bazen siyasal nitelik de taşıyan yayınlardır. Bu özelliği taşıyan örnek çalışmalar için bkz
Cebrail Aydın, Tarihte Süryaniler, İstanbul, Cilt I, Sıralar Matbaası, 1964; Aziz Günel, Türk
Süryaniler Tarihi, Diyarbakır, Oya Matbaası, 1970; Hanna Dolapönü, Tarihte Mardin, İstanbul,
Hilal Matbaası 1972; Yakup Bilge, Süryaniler: Anadolu’nun Solan Rengi, İstanbul, Yeryüzü
Yayınları, 1996; Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, İstanbul, Zvi-Geyik Yayınları,
2001; Gabriyel Akyüz, Mardin İli’nin Merkezinde ve Civar Köylerinde ve İlçelerinde Bulunan
Kiliselerin ve Manastırların Tarihi, İstanbul,yy. 1998; Hans Hollerweger, Canlı Kültür Mirası
Turabdin, çev. Sevil Gülçur, Avusturya, Linz: Trauner Press, 1999; Muzaffer İris, Bütün Yönleriyle
Süryaniler, İstanbul, Ekol Yayımcılık, 2003; Kenan Altınışık, 5500 Yılın Tanıkları Süryaniler,
Altan Matbaacılık, İstanbul, 2004. Ayrıca batılı gezgin veya bürokratların Süryaniler üzerine yazdıkları
yazılar da bu kapsamda ele alınabilir. Bkz. Austen Henry Layard, Ninova ve Kalıntıları, çev. Zafer
Avşar, İstanbul, Avesta, 2000; W. A. Wigram ve T. A. Wigram, İnsanlığın Beşiği: Kürdistan'da
Yaşam, çav. İbrahim Bingöl, İstanbul, Avesta Yayınevi, 2004. Bu gruba bilimselliği tartışmalı olan
Süryanilerin baskı altında olduğu temasını tarihsel sürece taşıyan çalışmalara örnek olarak Surma
Hanım, Ninova ve Yakarışı Doğu Asur Kilisesi Gelenekleri ve Patrik Mar Şamun'un Katli,
İstanbul, Avesta Yayınları, 1996; Gabriele Yonan, Asur Soykırımı Unutulan Bir Holocaust, çev.Erol
Sever, İstanbul, Pencere Yayınları, 1999; Hacer Yıldırım Foggo, Kırmızı Püskül: 1843-1846 Nesturi
Katliamı, İstanbul, Chiviyazıları, 2002; Fr. Hyac. Simon des Fr. Precheurs, 1915: Bir Papazın
6
5
Süryani din adamları üzerine hazırlanan yayınlar7 ve Türkiye Süryanilerinin
durumları ve kültürü üzerine hazırlanan yayınlar8 olarak gruplandırılabilir.
Süryaniler üzerine yapılan çalışmalar özellikle daha çok Süryanilerin dinsel
niteliğini ön plana çıkarır niteliktedir. Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde
devamlı önüne çıkarılan Ermeni meselesinin önemi ortadayken, uluslararası
arenada ısıtılmaya başlanan Süryani meselesinin bilimsel anlamda ele
alınması ve Türkiye’ye etkilerinin neler olduğunun bilimsel olarak ortaya
konulması bugün üzerimize düşen bir görevdir. Türkiye’de yaşayan ve bugün
bir “mozaikten” ziyade “ebru” görünümü içindeki tüm topluluklar gibi
Süryanilerin de bu sanatsal tablonun bir rengi olarak tabloda görülmesi ve
bilinmesi ayrıca önem arz etmektedir.
Sosyal bir konu olan Süryaniler, Göle’nin dediği gibi “İçinde
yaşadığımız toplumsal tarihten ve buna gösterdiğimiz kişisel duyarlılıklardan
bağımsız” değildir.9 Bu konuyu ele alırken sıradan, toplumsal sorunlardan
bağımsız
ölçütlerle
ele
almaya
çalışmamıza
rağmen
tarafsızlığımız
sorgulanabilir niteliktedir. Tüm bunlara rağmen içinde yaşanılan toplumun
sorunlarına duyarlı, bir bilimsel yaklaşım içinde girilmeye çalışılmıştır.
Günlüğü, çev. Mehmet Baytimur, İstanbul, Peri Yayınları, 2008 verilebilir. Ayrıca bu gruba tarihsel ve
siyasal niteliği sebebiyle Stefan Andersson, Asurlar, çev. Erol Sever, İstanbul, Kaynak Yayınları,
1992; Erol Sever, Asur Tarihi, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1993; K. P. Matiyef (Bar Matay), Asurlar
ve Modern Çağda Asur Sorunu, çev.Vahap Kelat, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1996; Aziz Suryal
Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi çev. Nurettin Hiçyılmaz, İstanbul, Doz Yayınları, 2005 gibi
yazarların eserleri de dâhil edilmelidir.
7
Bu konudaki çalışmalar ayrıca Hıristiyanlık içindeki dinsel ayırımlara yönelmiştir. Yakup Bilge,
Süryaniler: Anadolu’nun Solan Rengi, İstanbul, Yeryüzü Yayınları, 1996; Yakup Bilge, Geçmişten
Günümüze Süryaniler, İstanbul, Zvi-Geyik Yayınları, 2001; Mehmet Çelik, Ortadoğu Mozayiği
Süryaniler-Nasturiler Elazığ, Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Yayınları, 1996;
Mehmet Çelik, Süryani Tarihi, Ankara, Cilt I, Ayraç Yayınları, 1996; Muzaffer İris, Bütün
Yönleriyle Süryaniler, İstanbul, 2003; Kenan Altınışık, 5500 Yılın Tanıkları Süryaniler, İstanbul,
Altan Matbaacılık, 2004.
8
Süryanilerin “Türk” veya “Türko-semitik” olduklarını açıklamaya çalışan Günel, Türk Süryaniler
Tarihi, Diyarbakır, Oya Matbaası, 1970; Mehlika Aktok Kaşgarlı, Mardin ve Yöresi Halkından
Türko-Semitler, Kayseri, Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1991; Midhat Sertoğlu, Süryani
Türklerinin Siyasi ve İçtimai Tarihi, İstanbul, Baha Matbaası, 1974; Aziz Koluman, Ortadoğu’da
Süryanilik (Dini-Sosyal-Kültürel Hayat), Ankara, ASAM Yayınları, 2001, Süryanileri kaybolan
değer olarak gören Yakup Bilge, Süryaniler: Anadolu’nun Solan Rengi, İstanbul, Yeryüzü
Yayınları, 1996; B.Murat, Öztemir, Yezidiler Ve Süryaniler, İstanbul, Ekin Yayınları, 1988; Yelda,
İstanbul’da ve Diyarbakır'da Azalırken, İstanbul, 3. Baskı, Belge Yayınları, 1996 v.b. siyasi amaçlı
olarak değerlendirilebilecek çalışmalardır.
9
Nilüfer Göle, Mühendisler ve İdeoloji, İstanbul, Metis Yayınları, 1998, s.7.
6
Süryanilerin kim olduğu konusu, esasında meselesinin en önemli ve
ilk ayağını oluşturmaktadır. Konumuz anlamında Süryani kimliğinin kökeni,
siyasal bir anlam ifade ettiği için çok önemlidir. Kökenin bağlandığı noktaya
göre konu farklı şekiller alabilmektedir. Diğer taraftan Süryani kelimesi ile
kimlerin kast edildiği de ayrı bir sorun olarak görülmektedir. Mesela, Süryani
denildiği zaman bazen Keldaniler, bazen Nasturiler, bazen Asurîler
kastedilirken bazen de bunun tam tersi olarak, Asurî denildiğinde de
diğerlerinin kastedildiği görülmektedir.
Bu
çalışmada
temel
olarak
‘planlama-yönelme’,
‘toplama’,
‘değerlendirme-analiz’ ve ‘sonuç’ döngüsü olacak şekilde dört safhalı bir
yöntem izlenmiştir. Başlangıçta sorun ve soruna yönelik çözüm kanalları
belirlenerek hazırlanan plana göre literatür taramasına başlanmış, Süryaniler
ile ilgili tezler, kitaplar, makaleler, haberler, internet portalları gibi tüm bilgi
kanallarından konuya ilişkin bilgiler toplanmış, yapılan değerlendirme sonrası
konularına göre tasnif edilmiştir. Tasnif edilen kaynaklar konu gruplarına göre
incelenerek yapılan değerlendirme ve analiz sonucunda elde edilen bulgular
teze aktarılmıştır.
Elde edilen bulgular ve niceliksel bilgiler konunun bütünlüğüne yeterli
olmayacağından nitel veriye gereksinim duyulmuş ve bu amaçla tez
çalışmasında
alan
araştırması
yapılmaya
karar
verilmiştir.
Alan
araştırmasında anketin dışında sözlü tarih yöntemi olarak mülakat ve
gözlemsel bulgular da değerlendirmeye alınmıştır.
Alan araştırması Temmuz 2005-Ağustos 2007 yılları arasında
yapılmış olup bu çalışmada sunulan bilgiler sadece, söz konusu süre
içerisinde elde edilen bilgilerle sınırlı değildir. Başlangıcı 2005 yılı olmakla
beraber günümüze kadar devam eden süreçte mevcut ilişki etik bir süreçte
devam edegelmiştir.
7
Alan araştırmasına, görev ilişkisi ile başlanmış olması sebebiyle
başlangıçta grubun, lider görünümündeki kişiler ile temas edilmiş, daha
sonra diğer kişiler ile temas kurulmaya çalışılmıştır. Görev ilişkisi ile
sürecin başlamış olması, önceleri grup ile ilişkilerde tereddüt doğurmuş
fakat ilerleyen süreçte ilişkiler samimi bir platforma taşınmıştır. Ayrıca
ankete verilecek cevaplarda samimiyeti ve gerçek düşünceleri temin
edebilmek için anket uygulaması öncesinde Öğündük köyünden lise
mezunu bir kişi ile birlikte çalışılmış, anket uygulamasının bir kısmı onun
vasıtasıyla yapılmıştır. Böylece anketin geçerlilik ve güvenirliği arttırılmaya
çalışılmıştır. Bazı dinî liderler ile görüşme yapılırken kamera ve kayıt
cihazının kullanılmasını istememeleri, kendilerinin bir endişe içinde
olduklarını hissetmeme neden olmuştur. Ayrıca kendilerinin güvendikleri
kişiler
eşliğinde
görüşmeler
yapılarak
düşüncelerin
objektif
dile
getirilmesine çalışılmıştır. Başlangıçta karşılaşılan bu sorun ilerleyen
süreçte aşılarak görüşmeler daha rahat olarak yapılmıştır.
Çalışmamızı desteklemek için uyguladığımız anket soruları önce
“Microsoft Excel” programı ile incelenmiş, daha sonra da elde edilen
bulguların güvenirliği, Sonar Danışmanlık ve Araştırma Limited Şirketi
vasıtasıyla yeniden değerlendirilmiştir.
Alan araştırmaları göreceli bir süreç olması sebebiyle, elde edilen
bilgilerin de yanıltıcı olma ihtimali vardır. Alan araştırmalarıyla elde edilen
bilgilerin doğruluğu ve güvenilirliğinin kişilere göre göreceli olması, her
kültürün
kendi
içindeki
belirli
oranda
farklılığı
ve
değişkenliği,
araştırmacıların da farklı kültürlerden geliyor olması, alan araştırmalarını
bilimsellik adına zorlamaktadır. Ancak alan araştırmalarının aşamalarının
açık bir şekilde anlatılması ve hangi koşullarda yapıldığının belirtilmesi elde
edilen
bilginin
güvenilirliğini
arttırmaktadır.10 Bu
kapsamda
yapılan
görüşmeler daha çok onların kendi mekânlarında (manastır, kilise, köy, ev)
10
E. Paul Durrenberger, " Ethnography ", ed. David Levinson ve Melvin Ember, Encyclopedia of
Cultural Anthropology, New York, Vol. 2, Henry Holt and Company, 1996, s.418.
8
günübirlik olacak şekilde sohbet ortamında yapılmıştır. Önceleri çekinceli
olarak sorulara verilen tereddütlü yanıtlar ilerleyen zamanlarda samimi bir
şekil
almıştır.
Bu
sohbet
anlarında,
kendilerini
baskı
altında
hissettiklerinden dolayı nadir olarak kamera, ses kayıt cihazı, defter ve
kalem kullanılmıştır. Görüşmelerde elde edilen bilgi ve bulgular görüşme
sonrasında yazıya geçirilmiştir.
Ayrıca alan araştırması sırasında, bölgede yaşayan Süryani olmayan
gruplarla Süryaniler hakkında da görüşmeler yapılmıştır. Ancak bu
görüşmelerde dikkatimi çeken hususların başında bölgede yaşayan
grupların birbirleri hakkında yeterli bilgilerinin olmadığı gibi çoğu hurafelere
dayanan bilgilere itibar ettikleri ve hatta kendileri hakkında da yeterli
bilgilerinin olmadığıdır.
Alan
araştırmalarında
araştırmacıların
karşılaştığı
en
önemli
sorunlardan birisi dil (lisan) olsa da bölgedeki grupların hepsinin ortak
kullandığı dilin Türkçe olması sebebiyle, araştırma esnasında iletişim dili
olarak kullandığım Türkçe bir sorun yaratmamıştır.
Tezimiz altı bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde kuramsal ve
kavramsal çerçevenin oluşturularak özellikle etnisite ve azınlık kavramları
üzerinde durulmuştur.
İkinci bölümünde Süryani ve Süryanilik kavramlarına etimolojik
çerçeveden başlayarak yaklaşılmış, bu kavramlar üzerine inşa edilen siyasi
söylemlerin
temeli
ortaya
çıkarılmaya
çalışılmıştır.
Ayrıca
Süryani
geleneğinden veya ekolünden gelen diğer topluluklar ele alınarak Süryaniler
ile olan ilişkileri ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Üçüncü bölümde tarihsel ve kültürel arka plan, üç dönem olarak ele
alınarak, bugün sorun olduğu düşünülen konuların geçmişi mümkün
olduğunca tarihsel sıraya uygun olarak ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.
9
Dördüncü bölümde Ermeni Meselesinin gelişimi penceresinden Süryani
meselesine bakılarak, aralarındaki ilişkinin seviyesi neden sonuç ilişkisi
içinde belirlenmeye çalışılmıştır.
Beşinci bölümde dünyadaki Süryanilerin göç ve göçle ortaya çıkan
demografik değişimi ele alınmış ve bu kapsamda göçün ortaya çıkardığı
toplumsal travma belirlenerek Türkiye’ye etkileri incelenmeye çalışılmıştır.
Son bölümde Türkiye Süryanilerinin ülke içi kilise yapılanması, diğer
toplumlar ile ilişkileri, sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasi durumları ele
alınarak
karşılaştıkları
sorunlar
ve
çözüm
yöntemleri
belirlenmeye
çalışılmıştır. Ayrıca tezin bu bölümünde, İdil ilçesinde uygulanan anket
sonuçları aktarılarak konunun emik yönü yansıtılmaya çalışılmıştır.
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE
‘’Her insan kendi görüş sahasının
sınırlarını, dünyanın sınırları olarak
kabul eder.’’
(Arthur Schopenhauer)
Dünyada bilim adamlarının etnisite konusuna ilgisi 1950'lerden sonra
artmaya başlamış olmasına rağmen, bu ilgi Türkiye'de ancak 1990'lardan
itibaren artmaya başlamıştır. Diğer taraftan azınlık kavramı ise 16’ncı
yüzyılda siyasi gerekçelerle Katolik veya Protestanlar için dinî nitelikte
kullanılmaya başlamış ve zamanla “millî azınlık” kavramı ön plana çıkmaya
başlamıştır.1
Osmanlı devletinin yönetim sistemi olan “millet” kavramını oluşturan
dinî topluluklar Osmanlı siyasetinin zayıfladığı son dönemlerde Batılı
devletlerin siyasi metası olmuş ve bu topluluklar aynı zamanda uluslaşma
sürecinin de çekirdeğini oluşturmuştur. Birbirinden ayrı düşünülmesi
neredeyse imkânsız olan etnisite ve azınlık kavramları, çalışmamızdaki
kavramsal ve kuramsal çerçevenin özünü oluşturmaktadır.
Etnisite ve azınlık konusu, Türkiye açısından Ermeni meselesi
çerçevesinde şekillenen dış boyutlu ve etnik ayrılıkçı terör eylemleri
çerçevesinde şekillenen iç boyutlu akademik çalışmalar olmak üzere iki
boyutta da ele alınabilir. Son yıllarda akademik çalışmalardaki artışa
rağmen, Türkiye'deki etnik gruplara ve etnik sorunlara yoğunlaşan yayınlar,
daha çok akademik camia dışındaki kişiler tarafından yapılmakta ve bu
durum pek çok sorunu da beraberinde getirmektedir. Konunun hassas
1
Bu konuyu örnekleyen çalışmalar için bkz. Nuri Bilgin, Cumhuriyet, Demokrasi ve Kimlik Sorunu,
İstanbul, Bağlam Yayınları, 1997.
11
olması ve istismara açık olması, Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumu
da göz önüne alındığında ciddiyet ile ele alınması gerektiği anlaşılmaktadır.
Etnisite somut bir kavram gibi algılansa da kimi zaman içinde yaşadığı
toplum tarafından, kimi zaman devlet tarafından, kimi zamansa dil, din,
hukuk, siyaset, ekonomi tarafından belirlenen soyut ve akışkan bir kavram
olarak da karşımıza çıkmaktadır.
1.1. KAVRAMSAL OLARAK ETNİSİTE (ETNİKLİK)
Özellikle heterojen bir toplum yapısına sahip ülkelerde tanımlanması
zor bir kavram olan etnisite (etniklik), genelde topluluklar arasında kimi
zaman dil, kimi zaman din, kimi zaman dış görünüş, kimi zamansa geçim
biçimi şeklinde tezahür eden farklılıklarla ilgilidir. Bu liste tarihsel, toplumsal
ve siyasal koşullara bağlı olarak da uzatılabilir.2 Bu gruplar arası farklılıklar,
herhangi bir gruba üye olma ve ortaklık için her isteyenin o gruba üye
olamayacağını da beraberinde getirmektedir.
1.1.1. Etnisite ve Etnik Gruplar
Alışılageldik biçimde kullandığımızda insan olmanın iki hali; ya “biri”
olmak ya da “öteki” olmak3 olarak algılanan etnisite teriminin kökeni Grekçe
“ (ethnos)” kelimesi olup, bu dönemde ethnos kelimesi ile kesin bir
siyasallıktan çok dil, din, gelenek ve kan bağını da içeren gevşek bir birliktelik
türünü ifade etmek için kullanılmış4 ve bütün kullanımlarında “genos” ile
birlikte var olmuştur. Grekler için “Genos” genellikle akrabalık anlamında
kullanılırken “ethnos” ise Grek olmayanları tanımlamak için kullanılmıştır.
Genos terimi ethnos'tan daha fazla aynı soya dayalı gruplar için
kullanılmıştır.
2
Ethnos
terimi
ise
Grekçe
“yapılaşmamış”,
“kabilesel”
Thomas Hylland Eriksen, Kültür Terörizmi: Kültürel Arınma Düşüncesi Üzerine Bir Deneme,
çev. A. Önder Otçu, İstanbul, Avesta, 2001, s.29.
3
Hakan Aytekin, “Aynı Ağacın Altında Buluşmak”, I’nci Uluslararası Süryani Sempozyumu,
Midyat, 30-31 Mart 2007.
4
Sibel Özbudun, Kültür Hâlleri, Ankara, Ütopya, 2002, s.316.
12
anlamında kullanılmış ve çevresel halklara gönderme yapmıştır. İlk anlamı,
"birlikte yaşayan insan grubu, topluluk" olan ethnos kelimesi, Homeros'tan
sonra "ulus, halk" anlamında kullanılmaya başlanmıştır. İlerleyen süreçte
etnisite; yabancı, barbar halklar için kullanılmaya başlanmıştır. İncil'in
içinden doğduğu, Yeni Ahit'i yazanlara göre, ta ethnê, Yahudi veya Hristiyan
olmayan halkları, yani kafirleri ve paganları kastetmek için kullanılmıştır.5
İngilizce'de de “ethnic”; (etnik) Hristiyan ya da Musevi olmayan, diğer
bir ifade ile yine “kafir” ya da “pagan” olanları işaret etmek için kullanılmıştır.
Etnik terimi bu durumda daha çok “dinsel ötekiliğe” işaret edecek biçimde
kullanılmıştır.6 Kafir ya da pagan anlamını 14’üncü yüzyıldan 19’uncu
yüzyılın ortalarına kadar koruyan terim, bu dönemden itibaren giderek ırksal
bir nitelikte kullanılmaya başlanmıştır. 1950'lerden itibaren ise hızla
yaygınlaşmaya başlayan etnik grup, etnik cemaat, etnik kimlik, etnisite gibi
kelimeler genel anlamda göçmenleri işaret etmek için kullanılmıştır.7 Terim
daha sonra akademik kullanımda genel olarak ortak kültürel mirası paylaşan
bir grubu göstermek için kullanılmıştır.8 Ethnos kökünden türeyen terimlerin
tarih içinde geçirdiği değişim kapsamında; bu kelimenin biyolojik ve soya
dayalı farklılıklardan çok, kültürel farklılıkları ifade etmek ve bir siyasallıktan
ziyade bir tür beşeri birlik biçimi ile kendinden farklı olanı, yani “ötekini” ifade
etmek için kullanıldığını söyleyebiliriz.9 Etnisite, siyasi iktidara ya da maddi
bir mülkiyete doğrudan sahip olmaktan daha çok mitlere, belleğe,
değerlere, sembollere ve bunların iktidar ve maddi mülkiyete yüklediği
5
Henry George Liddell, Robert Scott, A Greek-English Lexicon, Oxford, Trustees of Tufts
University, 1940, (Erişim) http://artfl.uchicago.edu , 11 Ekim 2008.
6
Stephen Cornell, Douglas Hartmann, Ethnicity and Race-Making Identities in a Changing
World, London, Pine Forge, 1998, s.16; Elizabeth Tonkin, Maryon McDonald, Malcolm Chapman,
History and Ethnicity, London ve New York, Routledge, 1989, s.13.
7
Thomas Hylland Eriksen, Etnisite ve Milliyetçilik: Antropolojik Bir Bakış, çev. Ekin Uşaklı,
İstanbul, Avesta, 2004, s.4.
8
Anthony D. Smith, Millî Kimlik, çev. B. Sina Şener, İstanbul, İletişim Yayınları, 1994, s.42-43; C.
F. Marden, "Azınlıklar Sosyolojisine Giriş", Ed. O. Türkdoğan, Etnik Sosyoloji-Türk Etnik
Sosyolojisi, İstanbul, Timaş, 1997, s. 34.
9
Suavi Aydın, Kimlik Sorunu, Ulusallık ve Türk Kimliği, Ankara, Öteki Yayınevi, 1998, s.53;
Anthony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, çev. S. Bayramoğlu ve H. Kendir, Ankara, Dost
Kitabevi Yayınları, 2002, s.46.
13
anlamlara ilişkin bir fenomendir.10 Etnik ideolojinin, insanları kan bağına
dayalı kültürel açıklamalar yoluyla ikna etmeye çalışmasına rağmen,
dayanışmanın temelinde kan bağının bulunması gerektiği düşüncesi aslında
o kadar da evrensel değildir.11 Keza Smith bu kapsamda, etnisiteyi dışsal
nitelikleri ön planda olarak yorumlamakta ve tarihselliği en önemli nitelik
olarak değerlendirmektedir.12
Etnisite ile ilgili birçok kişi tarafından da kabul edilen “kolektif isim,
ortak soy miti, ortak tarih, ortak kültür, belirli bir bölge/mêkan/toprak parçası
ile özdeşleşme, dayanışma duygusu” gibi kavramlar her zaman bu kavram
içinde nitelendirilebilecek tüm topluluklarda aynı zamanda ve bir arada
bulunamayabilir.13 Bu özelliklerden hangilerinin, hangi zamanlarda daha
belirgin
veya
baskın
olabileceği
topluluktan
topluluğa
farklılık
gösterebilmektedir. Bu özelliklerin varolma veya etkinlik dereceleri de gerek
aynı etnik grupta gerekse farklı gruplarda zamana, mêkana, gruplar arası
ilişkilere ve diğer toplumsal koşullara göre değişebilmektedir.
10
Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.53-55.
Eriksen, Kültür Terörizmi:, s.64.
12
Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.46.
13
1. Kolektif İsim: "Etnik toplulukların kesin bir işareti ve simgesi"olan isimler, topluluklara
'öz'lerini hatırlatır ve topluluklar bu isimlerle kendilerini diğerlerinden ayırır. Bu isimler grubun
kendisi tarafından veya başkaları tarafından da verilmiş olabilir.
2. Ortak Soy Miti: Bir etnik grup üyeleri için "etnik bağlam ve duygudaşlığın temelini oluşturan
anlamlar bütününün anahtar öğeleri yaradılışa ve soya ilişkin mitlerdir". "Bir soy miti; neden
birbirimize benziyoruz?" Neden bir topluluk halindeyiz? Sorularına yanıt vermek durumundadır.
Burada dikkat edilmesi gereken mitlerin bilimsel gerçek gibi sunulması hatasıdır.
3. Ortak Tarih: Ortak bir tarihsel anlayış, birbirini izleyen kuşaklar ortak birikime eklenmesini ve
deneyimlerin birleştirilmesini sağlar. Böylece 'paylaşılan bir bellek' üzerine topluluklar inşa
edilmiş olur.
4. Ortak Kültür: dil, din, görenekler, gelenekler, kurumlar, yasalar, folklorik öğeler, mimari, giyim,
beslenme, müzik ve sanat, hatta ten rengi ve fiziksel görünüş de farklılıkları gibi toplulukların
benzerlik veya farklılıkları ortaya çıkar.
5. Belirli Bir Bölge/Mêkan/Toprak Parçası ile Özdeşleşme: Etnisitenin veya bir etnik grubun kendisini
özdeşleştirdiği bir toprak parçası, ülke ya da 'anavatan' her zaman vardır. Bu anavatan, üzerinde
yaşanılan yer olabileceği gibi bellekteki uzak bir yer de olabilir. Bir toprak parçasının anavatan olması
için hem 'özdeşlik' hem 'tanınma' olmalıdır
6. Dayanışma Duygusu: Tehlikeli zamanlarda topluluk içindeki sınıfa, cinsiyete, gruba ve bölgeye
dayanan bölünmeleri en aza indirecek güçlü bir aidiyet ve etkin bir dayanışma duygusu da olmalıdır.
Detaylı bilgi için Bkz. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.46-58.
11
14
Bir grubu diğer gruplardan ya da çoğunluktan ayırt etmek ve
farklılığını belirlemek için hafızasında yer bırakacak tehcir gibi toplumsal
olaylar yaratılması bu bakımdan önemlidir.14 Ermeni meselesi ile gündeme
gelen ve Süryaniler tarafından da son dönemde dillendirilmeye başlanan
tehcir ve buna bağlı sözde soykırım iddialarının nedeni bu kavram içinde
mütalaa edilebilir.
Bu açıklamanın yanında, etnik kimlik ve etnik grubu biçimlendiren ve
sürekliliğini sağlayan etmenler ise; yerleşiklik ve nostalji, kurumlaşmış din ve
devletlerarası savaş olarak adlandırılabilir.15
Bu kavramlardan “Yerleşiklik ve Nostalji” ile kaybedilmiş bir geçmişe
duyulan özlem ifade edilmektedir. Nostalji bazen uzun yıllar önce
ataların göç edip geldiği bir uzak coğrafyaya ya da şu anda yaşanılan
coğrafyanın eski ve aslında bilinmeyen ama mitlerle yeniden yaratılan
veya “hayal edilen” yaşam biçimine yönelik olabilir. Bu yaklaşım, geçmişi;
özlenen ve paylaşılan bir öyküde birleştirmek için “Asur” kimliğinin ön plana
çıkarılmaya çalışılmasının nedeni olarak düşünülebilir.
Dinin temel kaide ve söylemlerinden doğan tarikat veya yeni inanış
kalıpları, zamanla belirli bazı etnik gruplarla özdeşleşmektedir. Yani
Süryani denildiğinde teolojik anlamda farklı ritüelleri olan Hristiyan
topluluğun akla gelmektedir. Zamanla din ile kimliğin bir topluluk adı
altında birleşerek oluşturduğu etno-dinsel gruplar, “Kurumlaşmış Din”
kavramı içinde açıklanmaktadır. Süryaniler için bu, çok yönlü bir anlam ifade
etmektedir. İlerleyen bölümlerde detaylı açıklanacak olmakla beraber
Süryaniler ile ilişkilendirilen tüm toplumların ayrışma nedeni ve hatta Süryani
ismi üzerine yapılan değerlendirmelerin de kaynağı, bu yaklaşım içinde ele
alınabilir.
14
15
Suavi Aydın, Kimlik Sorunu, Ulusallık ve Türk Kimliği, s.55.
Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.58-68.
15
Ayrıca “Devletlerarası Savaş” sırasında üretilmiş destan, balad,
ilahî vb. sözlü ürünler, savaş sonucunda topluluk dağılsa bile bu sırada
üretilen
kahramanlık mitleri, düşmanlıklar daha sonraki zamanlarda
topluluğun dayanışma duygusunu güçlendirir. Bu anlamda Nasturi isyanı ve
Levi’lerin Irak’ta yaptıkları16, kahramanlaştırılarak dayanışma duygusu
güçlendirilmeye çalışılmaktadır.
Etniklik; iktidar, sosyal eşitsizlik ve çıkar sorunlarının da etkisinde
olan, aynı zamanda ötekini algılayış ve yargılayış biçimidir. İnsanların
etnisitelerinin
özelliklerine
yönelik
vurguları
veya
inkârlarındaki
değişkenlikten dolayı sosyal bilimlerde “kaygan kimlik ya da bağlamsal
etnisiteden” de söz edilir.17 Bu yaklaşımın yansıması, Süryanileri kökeninin
Asurî veya Arami olduğu yönündeki iddiaların altında yatan siyasal
gerekçelerde aranmalıdır.
Bir kişi veya grup, durup dururken, kendini diğerlerinden ayırmak
için kendini kimliklendirme gereği duymaz. Bu gereksinim yerel şartlara
ve karşılaşmalara bağlıdır. Bir başka deyişle, doğanın kendi işleyişinin
değil, insanların eylem ve özdeşleştirilmelerinin bir ürünü olan etnisite,
temelde bir grup özelliği değil, bir ilişki boyutudur ve toplumsal bir
sözleşmeyle oluşturulur.18 Süryanilerin göç sonucu karşılaştıkları yeni
ortam, doğal olarak kendilerini kimliklendirme için ortam yaratmıştır.
Etnik grubu tanımlamada üç temel yaklaşım vardır. Bir grubun
kendisini, kendi değerleriyle algılayışı olan emik yaklaşım, o grubun dışarıdan,
yani başkaları tarafından algılanışına işaret eden etik yaklaşım ve bu iki
16
Colonial Office, The National Archives, “The Situation In Regard To The Iraq Levies”,
Memorandum, C.P. 204 (32), Copy No 43, 12th June 1932, Catalogue Reference:CAB/24/231.
ayrıca 30 Ekim 1920 tarihinde Şigago Fransız konsülü tarafından Süryani cemaati kilise lideri Paul
Newey‘e gönderilen mektupta; 1916-1917 yıllarında Türk askerlerine karşı yapılan muharebelerde
üstün hizmet göstermeleri ve ordudaki hizmetlerinden dolayı savaş bakanı adına Kurmay Başkanı
General H. Penet tarafından ödüllendirilen Süryani-Keldani subaylarının isimleri verilmektedir. Bkz.
(Erişim) http://www.edessa.com , 11 Aralık 2007.
17
Gerd Baumann, The Multicultural Riddle: Rethinking National, Ethnic, and Religious
Identities, New York-London, Routledge, 1999, s.21.
18
Baumann, a.g.e., s.59-63; Eriksen, Etnisite ve Milliyetçilik:, s.25-27.
16
unsur arasında etkin bir denge kuran bir uzlaşma alanının varlığıdır.
Doğrudan kültür kimliğiyle ilişkili olan emik yön, kişilerin kendini hangi gruba
dâhil olarak algıladığı ve kendilerini ne olarak hissettiği noktasında tamamen
öznel bir yüklemdir. Etik yön ise, başkalarının bu grubun varlığına dair
yerleşik ve yaygın kanaatlerini kapsar.19 Etik bakış, ülkenin etnik yapısının
değerlendirilmesinde önem taşımasa da, çoğunluğun bakışı olarak etnik
gruplar
arası
ilişkilerde
etkindir.
Özellikle,
devlet
politikalarının
belirlenmesinde etkin olabilen etik bakış, ayrıca grupların kimlik değişiminde
de rol oynayabilir.
Etnisite, genellikle dil, din, ırk ve/veya soyun karışımı, sonrasında
grup içinde bölüşülen etkinlikler ve kimlik sonucu ortaya çıkan ortak köken ve
kültür olarak da tanımlanabilir. Kurumsal koşullara bağlı olarak pek çok
biçim alabilir ve yoğun olarak politik ve ekonomik kurum, olay ve
süreçlerle bir sarmal halindedir. Hem “kurgu”lanan hem bir “temele
dayanan”, hem “maddi” hem de “sembolik” olan etnisite ve etnik grup
"bireyin kendisini kendisi gibi olan diğerlerinden biri" veya kendinden farklı
olan "öteki"lerin dışında biri olarak görmesini sağlayan "sosyal kimlik
oluşumu"na karşılık gelmektedir. Bunun yanında etnisite "ilişkiler içinde
ortaya çıkan sosyal sınıflandırmalarla" da ilgilidir. 20
Etnisite ve etnik grupları her yerde aynı olguymuş gibi görmek yanlış
bir değerlendirmedir. Değişen koşullar, değişik etnik grupların veya etnisite
modellerinin oluşmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, etnik grupların,
19
Suavi Aydın, "Türkiye'de Etnik Yapı", Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi, İstanbul, İletişim Yayınları, Cilt 12, 1996, s. 496; Suavi Aydın, Kimlik Sorunu,
Ulusallık ve Türk Kimliği, s.54-55.
20
Milton J. Yinger, "Ethnicity", Annual Review of Sociology, Oiho,Department of Sociology and
Anthropology, Vol.11, 1985, s. 151-180; Charles C. Ragin, Jeremy Hein, "The Comparative Study
of Ethnicity: Methodological and Conceptual Issues", ed. John H. Stanfield ve Rutledge M. Dennis,
Race and Ethnicity in Research Methods, London, Sage Publications, 1993, s.254-272; Steve
Fenton, Etnisite: Irkçılık, Sınıf ve Kültür, çev. Nihat Şad, Ankara, Phoneix Yayınları, 2001, s.9.;
Eriksen, Etnisite ve Milliyetçilik; Suavi Aydın, "Türkiye'de Etnik Yapı", Yüzyıl Biterken
Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, İletişim Yayınları, Cilt 12, 1996, s. 496-497;
Suavi Aydın, Kimlik Sorunu, Ulusallık ve "Türk Kimliği, s. 55-56; Abdurrahim Özmen, “Tur Abdin
Süryanileri Örneğinde Etno-Kültürel Sınırlar”, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2006, s.54.
17
paylaştıkları kadar ayrıldıkları kültürel özellikleri vardır.21 Burada dikkat
edilmesi gereken, dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan, farklı tarihsel ve
toplumsal
koşulları
paylaşan,
farklı
konumlarda
bulunan
ve
farklı
sebeplerden dolayı etnik grup olarak nitelendirilen toplulukları, belirli
bazı ölçütlere sıkıştırmak ve tüm grupları bir bakış açısıyla açıklamaya
çalışmak hatalı olacaktır. Etnik grupların analizinde, içinde bulunan
toplumsal koşullara göre tüm yaklaşımlardan (primordialist, araçsalcı ya
da yapısalcı gibi) yararlanmak daha açıklayıcı olacaktır.22
1.1.2. Etnik ve Kültürel Kimlik
Bir taraftan küreselleşmenin diğer taraftan değer yargılarındaki
değişimin etkisi ile ortaya çıkan kültürel değişim23; ırk, dil, din birliği ve bir
olma ülküsü gibi kimlik tanımlamalarını da yeniden ele almayı zorunlu
kılmıştır. Etnik kimlik teşekkül ettirilirken ortaya konan kriterler ne kadar
önemli olursa olsun hatta bu din bile olsa24, sonsuza kadar devam edeceği
iddiasında bulunulamaz.25 Tarihsel süreçte kendi dönemlerine damgasını
vurmuş Hunlar, Hititler, Sümerler, İskitler gibi etnik gruplar bugün "kimlik"
olarak silinmiştir. Bu isimlerle anılmış olan bu topluluklar tabii ki yok
olmamışlardır. Sadece kimlik olarak yok olmuşlardır. Süryani kimliğini
tanımlarken bu gerçek göz önünde tutulmalıdır.
Etnisite kavramını ele aldığımızda etnik kültürden de bahsetmek
gerekir. Kültür etkileşimdir. Bu sebeple o kültürün çevresindeki kültürlere de
bakılması gerekmektedir.26 Hiç bir kültür diğer kültürlerden bağımsız olarak
21
Fenton, a.g.e., s.15.
Özmen, a.g.t., s.58.
23
Fredrik Barth, Ed. Etnik Gruplar ve Sınırları: Kültürel Farklılığın Toplumsal
Organizasyonu, çev.A. Kaya ve S. Gürkan, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2001, s.28.
24
Eliot, dinin kültürel kimliği tanımlamadaki önemini “Kültür aslında, herhangi bir toplumun dininin
vücut bulmuş şeklidir.” diyerek açıklamaktadır. Bkz. Thomas Stearns Eliot, Kültür Üzerine
Düşünceler, çev. Sevim Kantarcıoğlu, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1987, s.20
25
Baumann, a.g.e., s.137.
26
Barth, a.g.e., s.11; Malory Nye, "A Place for Our Gods: Tradition and Change among Hindus in
Edinburgh", Religion and Ethnicity: Minorities and Social Change in the Metropolis, ed.
Rohit Barot, Kampen-Hollanda, Kok Pharos, 1993, s. 123
22
18
düşünülemez. Doğal olarak tüm kültürler diğer kültürlerle etkileşim halinde
bulunmaktadır.27 Bireyin gruba aidiyetini belirleyen de bu etkileşimin sonucu
olarak kendinden daha çok başkalarıdır. Bu süreç dışlama veya kabul
şeklinde olabilir.28 Bu nedenle etnik kimliklerin oluşumundan ziyade “bu
kimliklerin oluşum koşullarını anlamaya çalışmak" daha çok önem
taşımaktadır.29
Bu
düşünce
doğrultusunda
konuyu
ele
aldığımızda
'kimliklerden' daha çok 'kimliklendirmelerden' söz etmek daha açıklayıcı
olacaktır.30 Bugüne gelene kadar Süryanilerin yaşadığı coğrafyadaki
toplumların geçişkenliği ve etkileşimi göz önüne alındığında Süryani
kimliklendirmesindeki teorileri anlamlandırmak daha kolay olacaktır.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi etnik kimlikler genellikle değişmeye,
yeniden tanımlanmaya ve doğruluğu tartışılmaya mahkum soy, kültür ve dil
gibi özellikler etrafında tartışılmaktadır. Etnik değerler ve kolektif kimlikler,
koşullar değiştikçe şekil ve içerik bakımından değişebilirler. Etnik kimliklerin
inşası bazen başarılı bir şekilde gerçekleşmekle beraber başarısızlıkla da
sonuçlanabilmektedir.31 Bugün bu anlamda Süryani kimliği üzerine Asurî
kimliği giydirilmeye çalışıldığı, özellikle Süryani kilisesi tarafından da dile
getirilmektedir.
İnsan toplumsallaşırken, diğer insanlarla paylaştığı kültür sayesinde
bağ kurmaktadır. Aynı kültürü paylaşan insanlar arasındaki bu uyum,
“kimlik” denilen öğe ile sağlanmaktadır. Kimlik, bu bakımdan kültürden
ayrı değil, ona bitişiktir. Bu süreçte adlanma ilk adımdır. Yani kimlik, çıkış
noktasında ve sosyal yaşamda tezahür ediş biçimleriyle, kişisel ve kazanılan
bir şeydir.32
27
Barth, a.g.e., s.11-12.
Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, çev. Aysel Bora, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2000, s.26.
29
Barth a.g.e., s.32.
30
Özmen, a.g.t., s.60.
31
Fenton, a.g.e., s.34.
32
Eriksen, Kültür Terörizmi:, s.12.
28
19
Kimlik kavramı ulusal sınırları aşarak cemaatlere, halklara, dil
gruplarına, hatta cinsel gruplaşmalara, kurgusal ya da somut küçük gruplara
doğru boyutunu küçültürken çoğullaşmaktadır. Bütün bu çeşitliliğe rağmen
kimliğin iki temel bileşeni vardır: “tanımlama ve tanınma” ile “aidiyet”.33
Kendini tanımlama ve toplumsal tanınma ihtiyacı insana özgü bir
ihtiyaçtır. Etnik kimlikler, kendi kabulleri dışında dayatma ile verilmiş kimlikler
de olabilir. İnsan psikolojisinde toplumun beklentilerine göre kendine kalıp
yaratma ve yarattığı kalıp içinden bakma eğilimi vardır. Yani biz toplumun
olmamızı istediği kişiler oluruz. Bu nedenle, 'dışlama' ve 'dâhil etme' gibi
sosyal süreçlerle belirlenmiş olan etnik kimlikler, her zaman olumlu bir
yapı oluşturmazlar veya aynı sürecin aktörleri olan farklı gruplar için farklı
anlamlar taşıyabilecekleri gibi farklı etkilerde de bulunabilirler.34
Tüm kimlikler, kendi kökenlerinin doğal olduğunu ve bunun kan bağı
ilişkisi içinde anlaşılması gerektiğini iddia ederken sık sık üyelerinden de
bağlılık talep etmektedirler.35 Süryaniler için bu yaklaşım, bir taraftan Asurî
diğer taraftan da Arami kökenine dayandıranlar için farklı anlamlarda
değerlendirilmelidir.
Kimlik, “ben” ile “öteki”nin karşılıklı ilişkisinin somut yansımasıdır.
Asla sabit ya da istikrarlı olmayan kimlik, "öteki”nin kimliğini tanımlayan
farklılıklara cevap olarak değişir. Yani, kimlikler, birbirleriyle bir "farklılık"
ilişkisi içindedirler ve bu ilişkiyi tanımlayan farklılıklar sistemindeki değişime
uygun olarak değişirler. Kimliklendirme bu anlamda Asurî-Süryani ilişkisi
içinde düşünülmelidir. Diğer taraftan bütün devletlerin yaratmak istediği
resmî kimlik ile o devlet içinde yaşayan etnik grupların kendi kimliklerini
koruma arzusunun daima çatışma halinde olduğu ve bu durumun bazen
göçleri de beraberinde getirdiği göz ardı edilmemelidir.
33
Suavi Aydın, Kimlik Sorunu, Ulusallık ve Türk Kimliği, s.11-12.
Özmen, a.g.t., s.62.
35
Eriksen, Kültür Terörizmi:, s.23.
34
20
1.1.3. Etnik ve Kültürel Sınırlar
Etnisiteyi anlamak için etnik grupların kendilerini tanımlamakta
kullandıkları giyim, yaşam, dil, mutfak, müzik, ritüel, dinsel inanışlar ya da
bir grubu diğerlerinden ayırdığı düşünülen sembolik içerikli düşünsel
tasarılar gibi kültürel kaynakların/sınırların doğasına bakmak gerekir.36 Etnik
sınırlar bir grubun kendi üyeleriyle diğer gruplar arasında çizilen
sınırlardır.37 “Ben” ve “öteki” arasındaki farklılık ise grup üyeleri ve diğer
gruplar tarafından çizilerek biçim alır.38
Sınır, tanımı gereği bir topluluğun nerede başlayıp nerede bittiğine
işaret eder. Sınırların bazıları ırksal, dilsel ya da dinsel olabilir ama tüm
sınırlar ve herhangi bir sınırın tüm bileşenleri bu denli nesnel biçimde ortaya
çıkmaz. Daha çok bu sınırların, kendilerini gözlemleyenlerin zihinlerinde
varolduklarını düşünmek olasıdır. Bu durumda sınır, yalnızca sınırın karşı
yakalarında yer alanlar tarafından değil, aynı yakada yer alan insanlar
tarafından da oldukça farklı terimler çerçevesinde algılanabilir. Süryani
kimliğinin sınırları bu anlamda transparan bir nitelik taşır.
Sınırlar bir grup insanın diğer insanlarla ya da gruplarla girdikleri
ilişki sonucu oluştuğu için, grubun ilişkisi değişip geliştikçe sınırlar da
değişir. Bu nedenle de sabit sınırlardan söz etmek mümkün değildir.
Sembolik anlam ve görünümlerinin dışında nesnel açıdan baktığımızda da
sınırların göçler ya da teknoloji yoluyla delinmedik hiçbir yerinin kalmadığı
görülür.39 Süryaniler için yıllara yayılarak devam eden göç, dayandığı
sebepler ve karşılaştığı kültürel ortama bağlı olarak değişik seviyelerde
etnik ve kültürel sınırları etkilemiştir.
36
Simon Harrison, "Cultural Boundaries", Anthropology Today, No. 15, 1999, s.10-14.
Barth, a.g.e.
38
Harrison, a.g.m., s.10-12.
39
Eriksen, Kültür Terörizmi:, s.19-20.
37
21
Etnik ve kültürel sınırlar, etnik grupları ve kültürü niteleyen
bileşenlerin (tarih, ekonomi, dil, din, akrabalık, cinsiyet, folklor vb.) tümünden
oluşur. Ancak, söz konusu bileşenler ya da öğeler her zaman grupları
birbirlerinden kesin çizgilerle ayıran etkenler değildirler. Bu öğelerin
konumlarının, her kültürde her zaman aynı veya benzer olduğunu düşünmek
yanlıştır. Türkiye’de yaşayan Süryanilere baktığımızda; herhangi bir
Süryani’yi toplum içinde ayrıştıracak (dinî kıyafetleri ile dolaşan ruhanîler
hariç), sınırlarını belirleyecek görsel bir tema dikkat çekmemektedir. Daha
çok sınırlar din yani ibadet ve aşiret yapısı ile belirginleşmektedir. Kültürün
bu coğrafyasal birleştiriciliği Süryanileri de toplumun diğer grupları ile iç içe
geçişken hale getirmiştir. Kısaca Süryanilerin etnik ve kültürel sınırları daha
çok ibadetlerini yerine getirmedeki dindarlık çizgisi ile veya kendini yakın
gördüğü aşiret yapısı içinde şekillenmektedir.
1.1.4. Kuramsal Olarak Etnisite ve Etnisite Teorileri
Teorisyenler tarafından etnikliğin tanımından yola çıkılarak belirli
sınırlar içinde çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Etnisite ile ilgili karşılaşılan
temel sorulara aranan cevaplara göre oluşturulan bu teoriler; ilkselcilik
(primordializm), yapısalcı lık (constructionism), araçsalcılık (instrumentalism)
ve icracılık (transactionalism) olarak dört temel düşünce akımı içinde
gruplandırılabilir. Bu teorilerin Amerika ve Avrupa’nın şartları esas alınarak
ortaya çıkmaları sebebiyle Türkiye’nin de bulunduğu diğer coğrafyalarda aynı
girdiler ile aynı çıktıların elde edilebileceği düşüncesi bizi yanılgılara
düşürebileceği de akılda tutulmalıdır. Süryanilere yaklaşım bu gerçek göz
önüne alınarak olmalıdır.
1.1.4.1. İlkselci (Primordialist) Yaklaşım
Daha çok milliyetçi söylemler içinde yer bulan ve özellikle 1970'lere
kadar en önemli yaklaşım kabul edilen ilkselci yaklaşımın, üç temel argümanı
22
vardır. 40 Kan bağı ile gelen etnisite, etnistenin değişmezliği ve etnisitenin
ilkselliğidir.
Kan bağı ile gelen etnisite ile; atalarınız kimlerse ya da kim oldukları
varsayılıyorsa siz de onlardansınızdır. Çünkü, siz fiziksel ve kültürel
özelliklerinizi onlardan almışsınızdır. Kısaca etnisite, atalara ait ilksel kan
bağlarından kaynaklanmaktadır. Ayrıca bir etnik grubun üyelerini üye
olmayanlardan ayıran kimliğin sabit ve değişmez olmasıdır. Eğer siz
Arabistan'da doğmuşsanız, Arapsınızdır ve siz grup üyeliğinizi başka bir
grupla değiştiremezsiniz. Ortak atalar tarafından belirlenen ortak biyolojik ve
kültürel köken, grubun tüm üyeleri tarafından ortak payda olarak kabul
edilmektedir. Buna göre, etnisitenin belirlenmesinde soy ve kültürel bağlar
gibi ilksel faktörlere vurgu yaptığı için “ilksel” olarak nitelendirilmektedir.41
İlkselci düşünce biçiminde; sosyobiyolojik bakış açısı ile etnisitenin
belirlenmesinde akrabalığın (çekirdek aile, geniş aile, etnik grup açılımı)
önemine ve kültür birliği ile de ortak kültüre (örneğin ortak bir dil, ortak bir
din) vurgu yapılmaktadır. Kültür birliğine göre aynı ülkede olup farklı
soylardan
geldiklerine
inanan
bazı
gruplar,
ortak
biyolojik
bağları
olmamalarına rağmen ortak bir etnik kültür oluşturabilmektedirler.42
Bu yaklaşım bugün Süryanilerin yaşadıkları coğrafyadaki etkileşen
topluluklar anlamında homojen bir ırktan bahsetmenin zorluğu nedeni ile
eleştirilebilmektedir. Diğer taraftan Keldani, Maruni, Yakubi, Melkit, Nasturi,
Asurî gibi kavramların bugün aynı etnik grup içinde bir araya getirilmeye
çalışılması,
etnisitenin
değişmezliği
kavramı
ile
de
bir
paradoks
doğurmaktadır. Bu anlamda söz konusu yaklaşımın Süryaniler için geçerliliği
tartışmalıdır.
40
Ufuk Şimşek, “Milliyetçilikler ve Milletin Oluşumu Üzerine Bir İnceleme”, Atatürk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 13, Sayı 2, 2009, s.82-84.
41
Pierre van den Berghe, The Ethnic Phenomenon, Elsevier, New York, 1981’den aktaran Özmen,
a.g.t., s.64.
42
Berghe, a.g.e., s.64.
23
1.1.4.2. Yapısalcı (Construction) Yaklaşım
Özellikle 1970’li yıllardan itibaren önem kazanan bu yaklaşımın üç
temel argümanı vardır. Birincisi, “etnisitenin inşa edilebilirliği”dir. Buna göre,
etnisite sosyal olarak inşa edilen bir kimlik, yaratılan bir şeydir ve daha çok
toplum
tarafından
inşa
edilmektedir.
Etnik
sınıflandırma
kuralları
toplumdan topluma değişir ve bu nedenle aynı birey, farklı bir toplumda
farklı bir etnik sınıflamaya tabi tutulabilir. Örnek olarak Avrupa’ya
Türkiye’den göç etmiş olan Süryaniler dahil tüm grupların bulundukları bu
ülkelerde “Türk” olarak adlandırıldıkları sıkça karşılaşılan bir durumdur.
Bu örnekten hareketle, grupların etnik kimliğinin, bulundukları ortama
göre de şekillendiği çıkarımında bulunulabilir.
Diğer taraftan etnisitenin toplum tarafından sosyal inşası için örnek
olarak Asurî kimliğinin ortaya çıkışı ele alınabilir. 1900’lü yılların başı ile
birlikte öne çıkarılan Asur kimliği, sosyal koşulların yeni etnik grup ya da
etnik kimlik yaratabileceğinin bir göstergesi olarak da kabul edilebilir. 43
İkincisi, “etnisitenin dinamikliği”dir. İnşa edilmiş kimliğin bir uzantısı
olarak etnik sınırlar esnek veya değişken olması nedeniyle etnisite dinamiktir.
Üçüncüsü, “etnisitenin tepkiselliği”dir. Etnik kimlik, toplum tarafından belirlenir
ya da inşa edilir. Yani etnisite toplumdaki yapısal değişmelere verilen bir
tepkidir.44
Yapısalcı
ekole getirilen 'etnikleştirme teorisi' denilen bir bakış
açısına göre; hükümetler, kiliseler, okullar, medya, yerliler ve diğer
göçmenler gibi yabancılar, bireyleri belirli etnik gruplardan ayırmaya
referans
olur
veya
önyargı,
ayrımcılık,
düşmanlık
gibi
yaklaşımlar
etnikleştirme sürecini belirler. Kısaca bu görüş, güç şartların aynı grup
43
Philip Q. Yang, Ethnic Studies: Issues and Approaches, New York, State University of New
York Press, 2000, s.47-56.
44
William Yancey, Eugene Erikson ve Richard Juliani, "Emergent Ethnicity: A Review and
Reformulation", American Sociological Review, Vol. 41, No.3, 1976, s.391-403.
24
üyelerini
birleşmeye
zorladığını,
grup
yaratılmasına yardımcı olduğunu iddia eder.
kimliği
ve
dayanışmanın
45
Bu yaklaşıma ait diğer bir bakış açısı ise, göçmenlerin gelenek ve
kültürlerine, sevgi ve gururdan kaynaklanan sembolik sadakat ile bağlı
olduklarıdır. Sembolik etnisite olarak adlandırılan bu durum, “olunan
etniklik”ten daha çok “hissedilen etniklik” olarak da tanımlanmaktadır.46
Nagel, etnisitenin iç güçler (örneğin, etnik grupların kendileri
tarafından devredilen, yeniden tanımlanan ve yeniden inşa edilen etnik
sınırlar) ve dış güçlerin (örneğin, sosyal, ekonomik, politik süreçler ve
yabancılar) birleşimiyle sosyal olarak inşa edildiğini; etnisitenin birey kimliği
ve grup örgütlenmesinin kararlı bir şekilde değişen özeliğinin bir dinamiği
olduğunu ileri sürmektedir.47
Bu yaklaşım kapsamında bugün Süryaniler ile etnik bağları olan
gruplara yönelik Asur kimliği altında yeniden inşa edilmeye çalışıldığı ve
bunun konjenktürel değişime bağlı tepkisel bir hareket olarak yeni bir dinamik
kimlik oluşturduğu sonucu çıkarılabilir.
1.1.4.3. Araçsalcı (Instrumentalist) Yaklaşım
Araçsalcı ekole göre etnisite, kaynaklara ulaşmak için bir araçtır.
Aynı zamanda fayda ve kâr ile ilişkilidir. Etnisite, sınıf ve milliyet gibi grubun
45
Jonathan Sarna, "From Immigrants to Ethnics: A New Teory of Ethnicization", Ethnicity, Issue 5,
1978, s.370-378.
46
Herbert Gans, "Symbolic Ethnicity: The Future of Ethnic Groups and Culture in America" Making
Sense of America: Sociological Analyses And Essays, Oxford-İngiltere, Rowman&Littlefield
Publishers, 1999, s.164-189.
47
Joane Nagel, "Constructing Ethnicity: Creating and Recreating Ethnic Identity and Culture", Social
Problems, No. 41, 1994, s.152-168.
25
menfaatlerini yükseltmek için politik bir araç olarak görülmektedir. Aynı
zamanda bu yaklaşıma göre etnik gruplar da birer menfaat grubudurlar.48
Bu yaklaşım, etnik üyeliğin maliyet ve yararlarının rasyonel hesaplar
üzerine temellendiğini iddia ederler. Buna göre etnisite bir tercihtir. Yani bazı
insanlar, yararlı olduğu için bir etnik üyeliği tercih ederken, kimi insanlar
da, bazı dezavantajlar içerdiği için bir etnik kimliği inkâr eder ya da
gizlerler.49
Söz konusu yaklaşım etnisiteyi kaynaklara ulaşmada bir araç olarak
değerlendirmektedir. Bu durum bazen grup üyeleri tarafından etnisitenin
seçilebilir bir nitelik taşıdığı anlamındadır. Kişilerin menfaat ilişkisi bu
seçenekte önemli bir rol oynar. Bu menfaat beklentisi her zaman tek başına
etnik tercih üzerinde etkisini sürdürmez. Sık sık diğer sosyal faktörlerle
birlikte işlev görür. İnsanlar genellikle, kayıplarını en aza indirmek ve
kârlarını en üste çıkarmak üzere bir etnik grup ile ilgili bir kurumu tercih
ederler ya da kaçınırlar. Kişisel ilgiler de bir oranda etnik tercihi belirler.
Kendilerini bazen Süryani, bazen Ermeni, bazen Asurî, bazen de Türk olarak
niteleyenlerin gerekçesi bu şekilde açıklanabilmektedir.
1.1.4.4. İcracı (Transactional) Yaklaşım
İcracı yaklaşım, etnisitenin sosyal koşulların bir ürünü olduğunu ileri
sürmektedir. Bu yaklaşım, ilgisini etnik grupların farklılaşmasını sağlayan
kültürel özelliklere değil, etnik gruplar arasındaki ilişkilere çevirmiştir. İcracı
yaklaşım, ortak kültürün paylaşılmasının etnik grubun oluşum sürecinde
belirleyici bir unsur değil, tam tersine bir ürünü olduğunu savunmaktadır. Bu
yaklaşım taraftarlarına göre, herhangi bir etnik grubun ortak kültür
oluşturmasının
48
temel
nedeni,
grubun
farklı
çevresel
faktörlerle
Eugeen E. Roosens, Creating Ethnicity: The Process of Ethnogenesis, Newbury Park, California,
Sage Publications, 1989, s.13.; Fenton, a.g.e., s.131.
49
Michael Hechter, "Racional Choice and the Study of Race and Ethnic Relations", Theories of
Race and Ethnic Relations, ed. John Rex ve David Mason, Cambridge, Cambridge University Press,
1986, s.264-279.
26
karşılaşmasıdır. Bunun sonucunda farklı yaşama biçimleri ve davranış
kalıpları gelişmektedir. 50
Bu yaklaşım içinde etnisiteye baktığımızda etnik sınırların zamanla
değişebilir nitelikte olduğu görülebilir. Sınırların dağılmasının birkaç özgün
biçimi vardır. Etnik sınırlar bir şemsiye kimlik olarak daha küçük ve dışlanmış
grupları
kapsayacak
şekilde
genişleyebilir,
büzülebilir,
kendi
içinde
değerlendirmeye bağlı olarak seviye değiştirebilir veya yok olabilir. Yok
olma tabiri ile sadece bir ırkın kısa vadede yol olması değil, aynı zamanda
uzun vadede asimilasyon ile de yok olabileceği kast edilmektedir.51
Ayrıca icracı yaklaşıma göre, grup üyelerinin kendi kimliklerini açık
olarak sergilemek amacıyla kullandıkları giysi, dil, yerleşim tarzı veya genel
yaşam tarzları ile temel değerler olarak ele alınabilen ahlaki standartlar
etnik kimliğin kültürel unsurlarını oluşturmaktadır.52
Yukarıda açıklanan etnisite teorileri açısından Süryani kavramını
değerlendirdiğimizde; her ne kadar tartışmalı bir konu olsa da emik bakış
açısı ile Süryanilerin kendilerini ilkselci teori kapsamında ele alınarak kan
bağına dayalı ırksal bir yaklaşımın öne çıkarıldığı görülür. Buna mükabil
Asur kavramı ile Süryani, Keldani, Maruni, Nasturi gibi farklı kimlikler
yapısalcı bir yaklaşım ile yeniden bir kimlik altında inşa edilmeye
çalışılmaktadır. Yani Asur kimliği; dinamik ve tepkisel bir süreç ile inşa
edilmeye çalışılmaktadır. Diğer taraftan kendilerini çeşitli beklentiler ile
Süryani kimliği içinde veya dışında bir kimlik ile tanımlamaya çalışanlar
ancak araçsalcı teori ile açıklanabilmektedir. Yani menfaatlerine göre kimlik
belirleyebilmektedirler. Son olarak da icracı teori ile bugün kendini Asuri
olarak adlandıranların bir kısmının çevresel faktörlerin etkisi ile bugün bu
kimlik altında toplanmaya çalıştığı şeklinde değerlendirmek mümkündür.
50
Barth, a.g.e. s.13-15.
Yang, a.g.e., s.47-56.
52
Barth, a.g.e. s.17-18.
51
27
Sonuç olarak etnisite teorilerinin Süryaniler ile ilişkisi açıklanmış
olmakla birlikte kavramsal bütünlüğü anlayabilmek için azınlık kavramının da
açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Zira azınlık kavramı, özellikle son
yıllarda etnisite veya etnik grup kavramlarıyla birlikte anılmaya başlanmış,
hatta birbirinin yerine dahi kullanılır olmuştur.53
1.2. AZINLIK KAVRAMI VE KRİTERLER
Dünya üzerinde hâlen 600’den fazla dil grubu ve 5000 kadar da etnik
grup
bulunması,
homojen
olarak
nitelenebilecek
ülkelerin
sayısının
neredeyse yok denecek kadar az olması, her ülke içinde bir veya daha çok
azınlığı karşımıza çıkarmaktadır.54 Bu durum azınlık kavramının özellikle son
yüzyıl boyunca dünya siyasetini ve dolayısıyla uluslararası hukuku oldukça
meşgul eden konulardan birisi olmasına ve karşımıza daha çok bir sorun
olarak çıkmasına neden olmuştur. Gerek devletler, gerek uluslararası
kuruluşlar ve gerekse hükümet dışı kuruluşlar (NGOs) azınlık konularıyla
ciddi bir etkileşim içindedirler.55
Ayrıca etnisite ve azınlık kavramları, “ben kimim?” ve “benim
konumum ne?” sorularındaki ilişkisellik gibi ardışık olarak birbirinin içine
girmiş durumdadır.
1.2.1. Kavramsal Olarak Azınlık ve Tanımlaması
Son yıllarda azınlıklara ilişkin oluşturulan uluslararası sözleşmelerde
ve uluslararası organların bağlayıcı nitelikte olmayan kararlarının çoğunda
azınlık tanımı yapılmaktan kaçınılmaktadır. Tanıma yer veren kimi belgeler
53
Aytekin Yılmaz, Etnik Ayrımcılık, Türkiye, İngiltere, Fransa, İspanya, Ankara, Vadi Yayınları,
1994, s.20.
54
Erol Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya, Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve
Avrupa Yaklaşımı, Ankara, Asil Yayın Dağıtım, 2004, s.6.
55
BM’in azınlık konuları üzerine yaptığı foruma, 40 ülke temsilcisi katılırken 90 NGO’nun katılması,
NGO’ların azınlık konularına olan ilgi ve sonucunda da etkisini göstermesi adına önemlidir. Bkz.
Office of the United Nations High Commissioners For Human Rights, “United Nations Forum on
Minority Issues” 15 ve 16 Aralık 2008, (Erişim) http://www2.ohchr.org/english/bodies/hrcouncil/
minority/inaugural_session.htm , 17 Aralık 2008.
28
ise
devletlerden
yeterince
onay
almadıkları
için
bağlayıcı
hale
gelememişlerdir. Devletlerin bu konulardaki hassasiyeti ve farklı algılayışları,
şüphesiz ki tanım oluşturulmasını engelleyen esas unsurlardır.56
Azınlıklar konusu ulus, ulusçuluk, ulusal egemenlik, etnik grup,
etnisite, kendi kaderini tayin hakkı, yurttaşlık ve insan hakları gibi
kavramlarla doğrudan ilgilidir. Kuşkusuz azınlıklar sorununun, hukuk
düzenine yansıdığından çok daha önemli tarihsel, siyasal, toplumsal,
ekonomik, kültürel ve ideolojik boyutları da vardır.57
Azınlık kavramı yerli ve yabancı kaynaklarda birbirinden farklı
şekillerde tanımlanmakta ve farklı anlaşılmaktadır. Türkçe sözlükte kavram
“bir topluluk herhangi bir nitelik bakımından ayrı ve ötekilerden sayıca az
olanlar ya da bunların bu durumu, çoğunluk karşıtı, ekalliyet…Bir ülkede
egemen ulusa göre ayrı soydan ve sayıca az olan topluluk…”58 şeklinde;
Büyük Larousse’de “Bir ülkede egemen çoğunluktan soy, din, dil vb.
bakımlardan ayrılan küçük topluluk..”;59 Ana Britannica ise “İçinde yaşadıkları
toplumdan kültürel, etnik ya da ırksal özellikleri bakımından farklı olan
topluluklar…”60; Uluslararası İlişkiler Sözlüğüne göre ise; “içinde yaşadıkları
toplumda, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan gruptan, din, dil, etnik
köken
v.b.
açılardan
farklı
özellikler
gösteren
topluluk…”
olarak
tanımlanmaktadır.61 Tanımlardan da görüleceği üzere azınlık kavramının
sadece “sayı” ile ilgili bir durum olmadığı bu kavramın kültürel, tarihi ve
sosyolojik hatta psikolojik yönü olduğu görülmektedir.
56
Yücel Acer, “Azınlıklar ve Hakları: Biraz da Hukuk Konuşsun”, Usak Stratejik Gündem, (Erişim)
http://www.usakgundem.com,17 Kasım 2009.
57
Gökçen Alpkaya, “Uluslar arası İnsan Hakları Hukuku Bağlamında Azınlıklara İlişkin Bazı
Gelişmeler”, TODAİE İnsan Hakları Yıllığı, Cilt 14, 1992, s.145.
58
Türkçe Sözlük, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayını, 1974, s. 78-79
59
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt II, Gelişim Yayınları,1986, s.1139
60
Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt III, Ana Yayıncılık, 1987, s.118
61
Faruk Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul, Der Yayınları, 1996, s. 68.
29
Azınlık; dinsel, dilsel, mekânsal ve kültürel olarak kendilerini farklı
gören ya da diğerleri tarafından öyle kabul edilen topluluk
62
veya en basit
tanımı ile çoğunluğa göre az olma durumu olarak ifade edilirken soy, din, dil
ve ırk gibi belirleyici özelliklerin çevresinde şekillendiği 63, sosyolojik ve
hukuksal çerçevede64 de tanımlanabileceği görülmektedir.
Sosyolojik açıdan azınlık, bir toplulukta sayısal bakımdan az olan,
başat olmayan ve çoğunluktan farklı özelliklere sahip olan gruptur. Bu
tanım azınlığın kapsamı bakımından geniş bir yoruma yol açmaktadır. Buna
göre, çeşitli etnik, dinsel ve dilsel grupların yanı sıra eşcinseller, travestiler,
kadınlar, evsizler, özürlüler, yabancı işçiler vb. azınlık olabilirler. 65
Hukuksal açıdan bakıldığındaysa, azınlıklara ilişkin uluslararası
belgelerde açık bir tanımın yer almadığı görülür66. Bunun nedeni, teknik
zorluklardan çok, bir azınlığı tanımanın oldukça hassas bir konu olması,
devletlerin 'hukuki' bir tanımla kendilerini bağlamaktan çekinmeleri ve
siyasal vurgusunun çok güçlü olmasıdır. Yani azınlıklara ilişkin tüm bu
tanımlamalara rağmen kavramın sosyolojik ve hukuki boyutları arasındaki
karşıtlıklar da, üçüncü bir boyut olarak azınlık kavramının uluslararası
politikayı ilgilendiren siyasi boyutunu ortaya çıkarmaktadır.67
62
Hakan Aytekin, “Aynı Ağacın Altında Buluşmak”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu,
Midyat, 30-31 Mart 2007.
63
Eyüp Kaptan, Lozan Konferansı’nda Azınlıklar Sorunu, İstanbul, Harp Akademileri Basımevi,
2002, s.46.
64
Azınlık kavramının hukuksal olmadığını iddia edenler de bulunmaktadır. Bkz. Dilek Kurban,
“Uluslar arası Azınlık Hakları İlkeleri Çerçevesinde Türkiye’de Süryaniler”, I’nci Uluslar Arası
Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007.
65
Baskın Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, Ankara, İmaj Yayıncılık, 2001, s.67.
66
BM İnsan Hakları Komisyonu'na bağlı "Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması AltKomisyonu" tarafından kabul gören iki azınlık tanımı vardır: Francesco Capatorti'nin 1978’deki
tanımı ve Jules Deschenés'in 1985'te yaptığı tanım. Capatorti'nin tanımını kapsayacak şekilde
Deschenés'in azınlık tanımı; "Bir devletin, sayısal olarak azınlık oluşturan ve o devlette egemen
konumda bulunmayan, nüfusun çoğunluğundan farklı etnik, dinsel ya da dilsel özelliklere sahip,
birbirleriyle dayanışma duygusu içinde, üstü örtülü de olsa varlıklarını sürdürmek için ortak bir
istekle yönlenmiş ve amacı çoğunluk ile fiili ve hukuki eşitlik elde etmek olan bir grup
vatandaşıdır.” Bkz. Naz Çavuşoğlu, Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları,
İstanbul, Su Yayınları, 2001, s.25-26.
67
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.122.
30
Tüm olumsuzluklara rağmen azınlıkların tanımlanabilmesi için bir
takım çabalar söz konusu olmuş ve en azından bir çerçeve ortaya
konulmuştur.68 Azınlık tanımına ilişkin mevcut hukuksal durumun üç yönü
vardır. Birincisi, başka yönleri oluşmamış olsa da hukuksal bir azınlık tanımı
kapsamına dâhil olabilecek gruplar, etnik, din ya da dil özeliklileri ile farklılık
arz eden gruplardır. İkinci olarak ise, tanımın diğer unsurları oluşmadığı için
bu niteliklerinden birini ya da birkaçını gösteren kesimin kendiliğinden ve
mutlaka azınlık tanımı içerisine girdiği söylenemez. Üçüncü olarak ise, basit
ifadesi ile ortada üzerinde uzlaşılmış hukuki bağlayıcılığı olan bir azınlık
tanımı bulunmadığından uluslararası hukuk, devletlere herhangi bir topluluğu
“azınlık” olarak tanıma yükümlülüğü getirmemektedir. 69
Azınlık kavramında da etniklik kavramının tanımında yaşanan benzer
sıkıntılar yaşanmaktır. Bununla birlikte, azınlık olgusu kavram olarak daha
somut bir kavramdır.70 Bu kapsamda bir grubun azınlık sayılabilmesi için:
1. Toplumun çoğunluğunu oluşturanlardan farklı olan ve onlardan ırk,
din ve dil gibi noktalarda ayrılan bir grubun varlığının olması;
2. Irk, din, dil gibi öğelerle birbirine bağlanan ve çoğunluktan ayrılan
azınlık belirli bir sayıda olması;
3. Söz konusu azınlık grubun ülkede başat konumda olmaması;
4. Azınlık kavramı içine girmek için söz konusu ülkenin yurttaşı
olunması;
5. Söz konusu grubun devleti parçalama niyeti içinde olmaması;
6. Ortak ayırıcı özellikleri olan ve sayıca azınlıkta olan söz konusu
68
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar , s.67.
Acer, a.g.m.
70
Levent Ürer, Azınlıklar ve Lozan Tartışmaları, İstanbul, Derin Yayınevi, 2003, s.12.
69
31
grupta bu özelliklerini ve niteliklerini korumak ve sürdürmek isteği şeklinde
oluşmuş bir ‘azınlık bilinci’nin olması;
7. Çoğunluğun da kendisini azınlık olarak görenleri, aynı şekilde
azınlık olarak görmesinin gerekli olduğu şeklinde belirli kriterler var olması
gerektiği iddia edilmektedir.71
1.2.2. Azınlık Kavramının Tarihsel Gelişimi
Tarihsel süreçte azınlıkların ortaya çıkışı modern ulus-devletlerin
ortaya çıkışına paralel 72 yani Vestefalya Antlaşması ile beraber olduğu
kabul edilmektedir.73 Bu dönemde bahse konu azınlıklar sadece dinî
gruplardır. Ulusal grupların azınlık olarak kabul edilip koruma kapsamına
alınması, 1815 tarihli Viyana Kongresi ile gerçekleşmiştir74.
Bu bağlamda azınlık haklarının, uluslararası hukukun ürettiği ulusdevletin doğmasıyla ve ulus-devletin etnik, dinsel, dilsel ve kültürel
bakımdan homojen bir ulus yaratma çabası ile ilişkili olduğu iddia edilebilir.75
Ulus-devletler; milliyetçilik ideolojisi ve bu çerçevede kullanılan ortak hukuk,
ortak resmî dil, ulusal eğitim, ulusal ordu, zorunlu askerlik gibi araçlarla
homojen bir toplum yaratmaya çalışırlar.76 Diğer taraftan bu devletlerin
bünyesindeki azınlıklar da kimliklerini koruma duygusu ile devletin bu
politikası ile çatışma halinde bulunmaktadırlar.
71
Baskın Oran, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, İstanbul, 2.Bas., 1991, s.41-42.
Kurubaş, a.g.e., s.3
73
Ayşe Füsun Arsava, Azınlık Kavramı ve Azınlık Hakları’nın Uluslar arası Belgeler ve Özellikle
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara, Ankara
Üniversitesi SBF Yayınları, 1993, s. 1; Jennifer Jackson Preece, Ulusal Azınlıklar ve Avrupa UlusDevletler Sistemi, çev. Ayşegül Demir, İstanbul, Donkişot Yayınları, 2001, s. 70; Oran, Küreselleşme
ve Azınlıklar, s.118-119.
74
Preece, a.g.e., s. 73-76, 82.
75
Yasemin Özdek, Uluslar arası Politika ve İnsan Hakları, Ankara, Öteki Yayınevi, 2000, s. 290.
76
Kurubaş, a.g.e., s. 6-7.
72
32
Dünya tarihinde azınlıkların korunması ve ayrımcılığın önlenmesine
ilişkin devletlerarası çalışmalar 1550'lerde başlamıştır.77 Azınlık hakları ise ilk
defa 1849 yılında Macar Danışma Meclisi tarafından oluşturulmuştur. Fakat
azınlıkların bir politika aracı olarak kullanılmaya başlaması, 19’uncu yüzyıl ile
olmuştur. Bu dönemin karakteristik görünümü ise sadece belirli grupların
belirli devletlerin siyasi çıkarları doğrultusunda kullanılması şeklindedir.78
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da başlayan azınlık koruma
rejimi, savaş sonrasında oluşturulan Milletler Cemiyeti döneminde bazı önemli
yenilikler getirmiş ve ilk defa azınlıkların korunması bir uluslararası örgütün
denetimi ve güvencesi altına alınmıştır. 1930'lardan itibaren devletler
arasında tekrar başlayan düşmanlıklar, azınlıkları tekrar gündeme getirmiş
ve sorunların sebebi yine azınlıklar olarak görülmeye başlanmıştır. 79
İnsan
haklarının
İkinci
Dünya
Savaşı
sırasında
inanılmaz
boyutlardaki ihlâli, uluslararası toplumu tekrar insan hakları ve buna bağlı
olarak insan merkezli düzenlemeler yapmaya yöneltmiştir. Bu kapsamda
savaş sonrası yapılan antlaşmalar daha çok bireysel insan haklarına yönelik
olmuştur. Fakat bireyler dışında azınlıklara yönelik düzenlemeler yeterince
ele alınamamıştır. Çünkü savaş sonrasında uluslararası kamuoyu, azınlıklar
ve azınlık haklarının farklı grupların farklılığını ortaya çıkardığından dolayı,
azınlıklar konusunda çekimser bir yaklaşım içine girmiştir. Azınlık hakları,
1960'lı yıllardan itibaren kısmen, 1980’li yıllardan itibaren de önemli ölçüde
yeniden uluslararası hukuk belgelerine girmiştir.80
Soğuk Savaşın iki cepheli çatışmacı dönemine kadar azınlık hakları,
bireysel insan hakları çerçevesinde görülmeye devam etmiştir. Soğuk Savaş
sonrası değişen konjonktür -özellikle Avrupa’da etnik temelli savaşların
ortaya çıkması- yeni açılımlara ve azınlıklar konusunun yeniden ön plana
77
Suavi Aydın, "Azınlık", Antropoloji Sözlüğü, ed. Kudret Emiroğlu ve Suavi Aydın, Ankara,
Bilim ve Sanat Yayınları, 2003, s.539.
78
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 122.
79
Arsava, a.g.e., s. 16; Kurubaş, a.g.e., s. 41; Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.126-127.
80
Özdek, a.g.e., s. 307-308.
33
çıkmasına neden olmuştur. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Avrupa
Konseyi ve Avrupa Birliği gibi örgütlerin de gündemlerinde yer bulan
azınlıklar konusu günümüzde de önemli gündem maddeleri içindedir.
1.2.2.1. Birleşmiş Milletler (BM) Çerçevesinde Azınlıkların Korunması
Milletler Cemiyeti azınlık tanımını yaparken esas aldığı coğrafi
sınırlandırmadan farklı olarak Birleşmiş Milletler, azınlık haklarını genel
insan hakları sistemi içinde algılamış ve evrensel geçerliliği olan bir azınlık
hakları kavramını geliştirme gerekliliği duymuştur.81 BM Şartı'nın 1, 13, 62
ve 76’ncı maddeleri ile azınlıkların korunması bireysel insan haklarıyla
sınırlı tutulmuş, ayrımcılık yasağı getirilmiş fakat azınlıkların kimliklerini
korumalarını sağlayacak haklardan söz edilmemiştir. BM'nin başlangıçtaki
temel kaygısı; devlet egemenliği ile bireylerin evrensel nitelikteki kişisel,
siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel hakları, kısacası genel insan haklarına
yönelik olmuştur. Bu nedenle eşitlik ilkesine ve ayrımcılığın önlenmesine
özel bir önem vermiştir.82
BM bünyesinde "Ekonomik ve Sosyal Konsey"e (ECOSOC) bağlı
olarak
1946
yılında
kurulmuş
olan
"İnsan
Hakları
Komisyonu"na
ayrımcılığın önlenmesi ve azınlıkların korunması görevleri verilmiştir. 1947
yılında 26 uzmandan oluşturulan "Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların
Korunması Alt Komisyonu"na azınlıkların korunması ve ayrımcılığın
önlenmesi için görevler verilmeye başlanmıştır. Böylece BM içerisinde
azınlıklar konusu ele alınmaya başlanmıştır. 83
BM çerçevesinde azınlıklarla ilgili ilk önemli belge, her ne kadar
dolaylı bir biçimde de olsa ‘bir grup olarak’ azınlıkların, sadece fiziksel
açıdan ele alındığı -yani fiziksel soykırımın yasaklayarak var olma hakkının
tanındığı- 1948 tarihli "Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması
81
Çavuşoğlu, a.g.e., s.25-26.
Kurubaş, a.g.e., s. 46.
83
Çavuşoğlu, a.g.e, s.26.
82
34
Sözleşmesi"dir. Sözleşme, dolaylı bir biçimde azınlıkların varılma hakkını
tanımaktadır. Ancak, sözleşme, varılma hakkını sadece fiziksel açıdan ele
almıştır. Yani fiziksel soykırımı yasaklamış kültürel soykırımsa sözleşmede
yer almamıştır. BM tarafından benimsenen diğer önemli bir belge de; etnik
ya da ulusal köken nedeniyle her türlü ayrımcılığı yasaklamış olan 1965
tarihli "Her Türlü Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Sözleşmesidir."
BM sistemi içinde azınlıkların korunmasıyla doğrudan ilgili en önemli
belge ise 1966 yılında BM Genel Kurulu tarafından kabul edilerek imzaya
açılan, 1976 yılında yürürlüğe giren “Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin
Uluslararası Sözleşmesi”dir (MSHS). Bu Sözleşmenin azınlıklarla ilgili
27’nci maddesiyle azınlıkların korunması bakımından çok önemli bir adım
atılmış; "etnik, dinsel ya da dilsel azınlıkların bulunduğu devletlerde bu
azınlıklara mensup bireyler, kendi gruplarının diğer üyeleriyle birlikte, kendi
kültürlerini yaşamak, kendi dinlerini açıkça ifade etmek ve uygulamak ve
kendi dillerini kullanma haklarından yoksun bırakılamazlar" denilerek
sadece fiziksel değil aynı zamanda kültürel hakları garanti altına almış ve
insan hakları şemsiyesi altında değerlendirilen azınlık hakları, ilk kez belirli
bir azınlık kapsamında olmasa da genel anlamında ayrı bir kategori olarak
uluslararası hukukta yer almıştır.84
BM
sözleşme
kapsamında
taraf
devletlerin
Sözleşme
hükümlerine uyup uymadıklarının denetimi için oluşturulan "İnsan
Hakları Komitesi”ne rağmen, ihlâl durumunda ilgili devlete yönelik
Komitenin ciddi anlamda yaptırım gücünün bulunmaması, Komitenin
etkinliğini zayıflatmaktadır.85
1990'lardan sonra BM bünyesinde azınlıklara yönelik yürütülen
çalışmalarda önemli bir gelişme olamamakla birlikte 18 Aralık 1992
tarihinde BM Genel Kurulu'nda hukuksal bir bağlayıcılığı olmasa da
84
Arsava, a.g.e., s.19-21.
Zeki İnanç, Uluslararası Belgelerde Azınlık Hakları, Ankara, Ütopya Yayınevi, 2004, s.3032; Kurubaş, a.g.e., s. 52;Çavuşoğlu, a.g.e, s.100-105.
85
35
"Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Mensup Bireylerin Hakları
Bildirgesi" kabul edilmiştir.86
BM çerçevesinde azınlıklara ilişkin hükümlere yer verilen son belge
1993 tarihli BM Dünya İnsan Hakları Konferansı sonunda ilan edilen "Viyana
Bildirgesi ve Eylem Programı”dır. Yine hukuki bağlayıcılığı olmayan bu belge
ile bir önceki bildirgenin esasları teyit edilmiş ve azınlıklara mensup kişilerin
haklarının korunması için daha etkin mekanizmaların geliştirilmesi çağrısında
bulunulmuştur.87
Son
iki
yıl
içindeki
BM’nin
azınlıklara
yönelik
faaliyetlerine
baktığımızda dünyanın çeşitli yerlerinde azınlıklara yönelik ırkçı ve şiddet
nitelikli eylemlere yönelik hazırlanan rapor ve görüşlerin88 dışında önem arz
eden bir karar alınmamış olduğu görülmektedir.
1.2.2.2. Avrupa Konseyi Çerçevesinde Azınlıkların Korunması
Azınlıklar
konusunda
Avrupa
Konseyi
çerçevesinde
yapılan
düzenlemelerde BM çerçevesinde yapılanlara paralel bir biçimde azınlık
hakları ilk etapta insan hakları bağlamında ele alınmıştır. Avrupa Konseyi
tarafından yapılan ilk düzenleme, 1950'de
imzalanan
ve
1953'te
yürürlüğe giren “İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına
İlişkin Avrupa Sözleşmesidir(AİHS). AİHS'nin 14’üncü maddesinde yer
alan ayrım gözetmeme ilkesi, azınlıkların korunması bakımından önem
taşımaktadır. Bu ilke çerçevesinde din, dil, renk, etnik köken gibi ölçütlerin
86
İnanç, a.g.e., s.28-30; Orijinal metni için bkz. “Declaration on the Rights of Persons Belonging
to National or Ethnic, Religious and Linguistic Minorities”, (Erişim) http://www2.ohchr.org/
english/law/minorities.htm , 11 Mayıs 2009.
87
Erol Kurubaş, “Avrupa Birliği’nin Azınlıklara Yaklaşımı ve Avrupa Bütünleşmesine Etkileri”,
Liberal Düşünce, Ağustos 2001, s. 125.
88
Office of the United Nations High Commissioners For Human Rights, “Independent Expert on
Minority İssues” (Erişim) http://www2.ohchr.org/english/issues/minorities/expert/index.htm, 11
Mayıs 2009.

Türkiye, AİHS'ye 1954 yılında taraf olmuş 1987 yılında, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na
bireysel başvuru hakkını tanımış, 1989 yılındaysa Avrupa İnsan Hakları Divanı'nın yetkisini
kabul etmiştir.
36
yanı sıra, ulusal bir azınlığa mensubiyet ölçütü de getirilerek bu
durumlarda hiçbir ayrım gözetilemeyeceği hükme bağlanmıştır. 89
Doğu Bloğu ülkelerinin katılmasını takiben Avrupa Konseyi, Avrupa
Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı kapsamında kabul edilen Kopenhag Belgesi’nde
ulusal azınlıkların korunmasına ilişkin taahhütleri benimseyerek doğrudan
azınlıklar ile ilgili belgeler ve güvenceler oluşturma yolunu tercih etmiştir. Bu
bağlamda, “Avrupa Konseyi Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik
Komisyonu)”, 1991 yılında Azınlıkların Korunması İçin Avrupa Sözleşmesi
Tasarısını hazırlamıştır.90
Avrupa Konseyi çalışmalarını sürdürmüş ve bugün yürürlükte
olan “Bölgesel Diller ve Azınlık Dilleri Koruma Antlaşması” ve “Ulusal
Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi”ni kabul etmiştir. 91
Avrupa Konseyi tarafından 5 Kasım 1992'de kabul edilen ve 1
Mart 1998'de yürürlüğe giren, Bölgesel Diller ve Azınlık Dilleri Koruma
Antlaşması,
Konsey
bağlamında
azınlıklar
konusunda
yapılan
ve
bağlayıcılığı olan ilk belge niteliğindedir. Türkiye’nin taraf olmadığı bu
Antlaşma 21 ülke tarafından onaylanmıştır. Antlaşmanın yargısal bir
denetim mekanizması bulunmayıp sadece taraf devletlere düzenli olarak
“Avrupa Konseyi Genel Sekreteri”ne rapor sunma yükümlülüğü getirilmiştir.92
1 Şubat 1995'te kabul edilen ve 1 Şubat 1998'te yürürlüğe giren
Ulusal
Azınlıkların
Korunması
Çerçeve
Sözleşmesi,
sadece
ulusal
azınlıkların korunmasına münhasır ilk çok taraflı ve bağlayıcı nitelikli
uluslararası belgedir.93 Daha çok siyasal niteliklidir.94 Konsey, 4.11.2000
89
Kurubaş, a.g.e., s. 55.
Kurubaş, a.g.e., s. 63.
91
Kurubaş, a.g.e., s. 63.
92
İnanç, a.g.e, s. 35-36; Sultan Tahmazoğlu Üzeltürk, "Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa
Şartı ve Türkiye", Ulusal, Ulusalüstü ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları, s.155-171.
93
40 ülke tarafından onaylanmış, 4 ülke imzalamış fakat hâlâ onaylamamıştır. Türkiye bu
sözleşmeyi imzalanmamıştır. Bkz. Tülin Yanıkdağ, “Azınlık Kavramı ve Azınlık Hakları”
Bilgesam, 20 Nisan 2010, (Erişim) http://www.bilgesam.org , 22 Nisan 2010.
90
37
tarihinde kabul ettiği AİHS’ne Ek 12 No.lu Protokol ile de ayrımcılığı bir kez
daha yasaklamıştır.95
Avrupa Konseyi yukarıda bahsedildiği üzere azınlıklarla ilgili konuları,
hukuki olmaktan ziyade siyasi olarak kabul etme eğilimindedir ve bazı
davalarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bazı şikâyet konularında da
Bakanlar Komitesi, bunların devletlerin yetki alanına girdiği yönünde kararlar
almıştır.96
1.2.2.3. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT/AGİK) Çerçevesinde
Azınlıkların Korunması
AGİK'te azınlıkların korunması yönünde ifadelere, 1975 yılında
"Helsinki Nihai Senedi"nde yer verilmesi dışında, AGİK çerçevesinde 1989
yılına kadar önemli bir yer işgal etmemiştir. 97 Sadece başka konularla
birlikte insan hakları ve temel özgürlükler çerçevesinde gündeme
gelmiştir.98 AGİK, 1989'da ilan ettiği "Viyana Kapanış Belgesi" ile daha
önceki belgelerde geçen ulusal azınlıklara ilişkin hükümleri hayata
geçirmek için çaba gösterileceğini belirterek tekrar konuyu ele almıştır. Bu
belge, katılımcı devletlere, ulusal azınlıklara mensup kişilerin korunması
için gerekli bütün önlemleri alma, taraf oldukları uluslararası belgelerin
gereklerini yerine getirme, azınlıklara karşı her türlü ayrımcılıktan kaçınma
94
İnanç, a.g.e., s. 34-35; Kurubaş, a.g.e., s. 67-72; Naz Çavuşoğlu, "Ulusal Azınlıkların Korunmasına
İlişkin Çerçeve Sözleşme", AÜSBF İnsan Hakları Merkezi Dergisi, Cilt III, No:3, Kasım 1995,
s. 30-35; Mehmet Semih Gemalmaz, İnsan Hakları Belgeleri (Bölgesel Sistemler), Alkım
Yayınları, İstanbul ,1999, s. 401-415.
95
Durmuş Tezcan, M.Ruhan Erdem, Oğuz Sancaktar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve
Uygulaması, Adalet Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2004, s.39.
96
Birsen Erdoğan, “Uluslararası Hukukta Azınlık Haklarının Korunması: BM ve Avrupa
Sistemlerinin İncelenmesi”,Türkiye’de İnsan Hakları, Ankara, TODAİE, 2000, s. 242; Hasan
Tunç, “Uluslararası Sözleşmelerde Azınlık Hakları Sorunu ve Türkiye”, Gazi Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, Cilt VIII, Sayı I-II, Haziran-Aralık 2004, (Erişim) http://www.hukuk.gazi.edu.tr/
editor/dergi/8_10.pdf, 22 Mayıs 2007.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, 1994 "Budapeşte Konferansı"yla kurumsal bir yapıya
kavuşturularak "Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı" (AGİT) adını almıştır.
97
"Conference for Security and Co-operation in Europe 1975 Summit, Final Act", 1 August 1975,
Helsinki, (Erişim) http://www.osce.org , 26 Temmuz 2005.
98
Kurubaş, a.g.e., s. 72.
38
ve onların insan hakları ve temel özgürlükler çerçevesindeki meşru çıkar
ve özlemlerini kolaylaştırma zorunluluğu getirmiştir. Ayrıca, katılımcı
devletlerin, ulusal azınlıkların etnik, kültürel, dilsel ve dinsel kimliklerini
koruyacak ve bu kimliklerin geliştirilmesini sağlayacak ortamı yaratarak,
azınlıklara mensup bireylerin haklarını özgürce kullanmalarına saygı
göstermelerini istemiştir.99
29 Haziran 1990 tarihli "AGİK İnsani Boyut Konferansı Kopenhag
Toplantı Belgesi (Kopenhag Bildirisi)"nin 30-40’ıncı maddeleri azınlıklarla
ilgilidir. Azınlık haklarının korunmasının gerekçesi, 30’uncu maddenin son
paragrafında şöyle açıklanmaktadır: "Katılan devletler… evrensel kabul
görmüş insan haklarının bir parçası olarak, ulusal azınlıklara mensup
bireylerin haklarına saygının, katılan devletlerde barış adalet, istikrar ve
demokrasinin sağlanması için vazgeçilmez bir unsur olduğunu yeniden
teyit ederler." Kopenhag Belgesi, önceki belgelerde azınlıklara ilişkin
eşitlik temelindeki mevcut hakları yineleyerek, bir ulusal azınlığa
mensubiyetin kişinin bireysel seçimiyle ilgili bir konu olduğunu ve bunun
herhangi bir olumsuz sonuç doğurmayacağını, ulusal azınlıklara mensup
bireylerin etnik, kültürel, dilsel ya da dinsel kimliklerini özgürce ifade
etme, koruma ve geliştirme, kendi iradeleri dışında herhangi bir
asimilasyona maruz kalmadan kendi kültürlerini yaşatma ve geliştirme
hakkına
sahip
olduklarını
vurgulamıştır.
Kopenhag
Belgesi'nin
kabulünden sonra Türkiye yaptığı yorum beyanıyla, ulusal azınlık
kavramının ikili ya da çok taraflı uluslararası belgelerle statüleri
belirlenen grupları kapsadığını, Kopenhag Belgesi düzenlemelerinin
anayasa ve iç mevzuata göre uygulanacağını açıklamıştır.100
21 Kasım 1990'da Paris'te yapılan AGİK Zirvesi'nde "Yeni Bir Avrupa
İçin Paris Şartı" kabul edilmiştir. Paris Şartı'yla, AGİK'in insan ve azınlık
haklarıyla ilgili düşünceleri iyice netliğe kavuşturulmuştur.
99
Kurubaş, a.g.e., s. 57-58; Preece, a.g.e., s.141-142.
İnanç, a.g.e., s. 37-38; Kurubaş, a.g.e., s. 75; Özdek, a.g.e., s.220-221.
100
39
19 Temmuz 1991 tarihli "Ulusal Azınlıklara İlişkin Uzmanlar Toplantısı
Raporu (Cenevre Raporu)", Kopenhag Belgesi'nde ortaya atılan ilkeleri
ve yükümlülükleri geliştirmektedir. Bu rapora göre, ulusal azınlıklar
içinde yaşadıkları devletin ve toplumun ayrılmaz bir parçası ve her
devletin
ve
toplumun
zenginleşmesini
sağlayan
unsurlar
olarak
görülmektedir. Raporun getirdiği önemli yenilik ise, her tür farklılığın zorunlu
olarak ulusal azınlıkların ortaya çıkmasına yol açmayacağının kabul edilmiş
olmasıdır.101
Bu bağlamda, AGİK/AGİT'in ulusal azınlıklar konusunda belirlediği
siyasal
ilkelerin
AK
tarafından
da
benimsendiği,
Kopenhag
Belgesi'nin ve Cenevre Raporunun, Ulusal Azınlıkların Korunması
Çerçeve Sözleşmesine kaynaklık ettiği görülmektedir. 1993 tarihli "AK
Viyana Zirvesi”nde, AGİK düzeyindeki taahhütlerin benimsenerek, bu
taahhütlerin AK içinde hukuksal yükümlülüklere dönüştürülmesi gereği
üzerinde durulmuş, Çerçeve Sözleşme'nin hazırlanmasına da bu bağlamda
karar verilmiştir.102
Günümüzde, azınlık hakları, ulusal egemenlik ve ülke bütünlüğü
kavramlarıyla sınırlandırılmaktadır. Etnik, dinsel, dilsel ya da kültürel azınlık
kimliklerine bağlı olarak kendi kaderini tayin hakkının kabulü de söz konusu
değildir.
Azınlıkların,
uluslararası
politikanın
öznesi
haline
gelirken
uluslararası hukukun öznesi olmadaki yetersizliği eleştirilmektedir.103 Bu
anlamda azınlık haklarının bugünkü çerçevesi, sadece bir grup insanın
haklarını düzenlemenin ötesinde bir işlev yüklenmiş ve küreselleşme
sürecinde yeniden yapılanan uluslararası sistemde, ulus-devletlerin
coğrafi olarak düzenlenmesine hizmet eder bir nitelik taşımaya
başlamıştır.104 Öte yandan azınlık haklarının korunmasında ulusal ve
101
Tunç, a.g.m.
Kurubaş, a.g.e., s. 76-77; Özdek, a.g.e., s. 221-224.
103
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 135-137; Özdek, a.g.e., s. 227-228.
104
Kurubaş, a.g.e., s. 89; Özdek, a.g.e., s.315-316.
102
40
uluslararası hükümet dışı kuruluşlar da giderek önemli birer aktör olarak ön
plana çıkmaya başlamışlardır.105
1.2.2.4. Avrupa Birliği (AB) Çerçevesinde Azınlıkların Korunması
1992 yılında imzalanıp Kasım 1993'ten itibaren yürürlüğe giren
Maastricht Antlaşmasına kadar Topluluğun kurucu antlaşmalarında insan
hakları ve temel özgürlüklere ilişkin doğrudan getirilmiş bir hüküm
bulunmamaktaydı. Ayrımcılıkla mücadele konusu dahi yalnızca ekonomik
ilkeler çerçevesinde algılanmaktaydı. Maastricht Antlaşmasının 6’ncı ve
128’nci maddeleri ile getirilen düzenlemeler sonrasında AB’nin azınlık
politikaları yeni bir döneme girmiştir.106
1997’de imzalanan Amsterdam Antlaşması ile de uygulanabilirliği
oldukça sembolik bulunan yaptırımlarına rağmen ayrımcılığın önlenmesi
bağlamında dolaylı olarak azınlıklarla ilişkili kararlar da alınmıştır.107
Avrupa Birliği, insan hakları, temel özgürlükler ve ayrımcılığın
önlenmesine
yönelik
olarak
kurucu
belgelerinde
yer
verdiği
hukuki
düzenlemelerin yanı sıra uluslararası alanda yapılan diğer çalışmalara da
destek vermekte ve bu çalışmalara çeşitli düzeylerde katılmaktadır.
Bunlardan Avrupa Konseyi bünyesinde kabul edilen İnsan Hakları ve Temel
Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesine, Birliğin 1993'ten
itibaren destek verdiği yukarıda belirtilmişti. Benzer bir biçimde, bir önceki
bölümde sözü edilen AGİK/AGİT sürecinde uygulamaya konan İnsani Boyut
Mekanizmasına katılımı da içeren "Yeni Bir Avrupa için Paris Şartı", Avrupa
Komisyonu
105
başkanı
tarafından
imzalanmış,
böylelikle
söz
konusu
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 138.
Jonathan Davidson, Symposium on Race and Ethnicity: A Global Enquiry; Session on Racial
and Ethnic Integration in the European Union, Tufts Unisity, Medford 2 Mart 2001, (Erişim)
http://www.eurunion.org/news/speeches/2001/010302jd.htm, 15 Mayıs 2004.
107
Gabriel Toggenburg, “A Rough Orientation Through a Delicate Relationship: The European
Union's Endeavours for (its) Minorities”, European Integration online Papers (EIoP), Vol 4, No 16,
2000, (Erişim) http://eiop.or.at/eiop/texte/2000-016a.htm, 15 Nisan 2005, s.20
106
41
mekanizmaya Birlik düzeyinde katılım sağlanmıştır.108 Öte yandan Avrupa
Birliği'nin Komisyon aracılığıyla BM, AGİT ve Avrupa Konseyi ile yürüttüğü
kurumsal ilişkileri de mevcuttur. Avrupa Komisyonunun BM İnsan Hakları
Merkezi, AGİT Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu, AGİT Ulusal
Azınlıklar Yüksek Komiseri ve Avrupa Konseyi'nin Hukuk Yoluyla Demokrasi
Komisyonu ile yakın çalışma ilişkileri vardır.109 Avrupa Konseyinin 1993
yılında kabul ettiği ırkçılık ve yabancı düşmanlığıyla mücadeleyi de içeren bir
eylem planı çerçevesinde yürütülen çalışmalara, Avrupa Komisyonu aktif
olarak katılmaktadır.110
Özetle, Avrupa Birliği'nin kurucu belgelerinde doğrudan azınlıkların
korunmasına ilişkin bir düzenleme bulunmamakta, bu konuyla dolaylı olarak
ilişkili hükümlere de ancak insan hakları ve ayrımcılığın önlenmesi
çerçevesinde rastlanmaktadır. Birlik, daha çok BM ve AGİT bünyesinde
konuya ilişkin olarak yürütülen çalışmaları desteklemekte fakat ağırlığını
başta ayrımcılığın önlenmesi olmak üzere ırkçılık ve yabancı düşmanlığıyla
mücadele ile temel hak ve özgürlüklerin korunması üzerine koymaktadır.
Avrupa Birliği organları nezdinde azınlık konularına yönelik faaliyetlere
baktığımızda azınlıklara ilişkin çalışmaların her ne kadar tavsiye niteliğinde
de olsa Avrupa Parlamentosunda yoğunlaştığı görülmektedir. Avrupa
Parlamentosunun doğrudan doğruya azınlıkları ilgilendiren çalışmaları ilk 16
Ekim 1981 tarihli tavsiye niteliğindeki "Bölgesel Diller ve Kültürler Topluluk
Şartı ve Etnik Azınlıkların Hakları Topluluk Şartına Dair Avrupa Parlamentosu
Kararı” 111 ile başlamıştır.112
108
Avrupa Komisyonu, "Avrupa Birliği ve İnsan Hakları Politikasının Dış Boyutu: Roma'dan
Maastricht'e ve Ötesi", Avrupa Birliği ve Dünyada İnsan Hakları, Avrupa Birliği Bülteni, Ek
3/95, Brüksel-Lüksemburg, 1996, s 28.
109
Avrupa Komisyonu, "Avrupa Birliği ve İnsan Hakları Politikasının Dış Boyutu: ", s 28.
110
Avrupa Komisyonu, "Avrupa Birliği ve İnsan Hakları Politikasının Dış Boyutu: ", s.30.
111
"Kuijpers Kararı" olarak da bilinilmektedir. “Resolution on the Languages and Cultures of
Regional and Ethnic Minorities in the European Conımunity”, Official Journal of the European
Communities, No. C 318, 1987, s. 160; Toggenburg, a.g.m.
112
“Resolution on a Community Charter of Regional Languages and Cultures and on Charter of
42
Killilea Raporu113 gibi doğrudan azınlıklara ilişkin olarak alınan
kararlarının yanı sıra insan hakları, ayrımcılığın önlenmesi ve yabancı
düşmanlığına karşı dolaylı olunması gibi azınlıkları ilgilendiren diğer kararlar
da bulunmaktadır.114
Ayrıca Avrupa Parlamentosunun spesifik azınlık gruplarına ilişkin
olarak aldığı birçok tavsiye kararı da vardır. Fakat alınan kararların büyük bir
çoğunluğu Avrupa Birliği dışındaki azınlıklara ilişkindir.115 Bu kararlara
ilaveten yine çoğunlukla AB ile bütünleşme sürecindeki aday ülkelere yönelik
olarak genellikle kınama niteliğinde alınan, fakat azınlıkları dolaylı olarak
ilgilendiren kararlar da mevcuttur.116 Azınlıklara yönelik yapılan çalışmaların
özellikle Avrupa Parlamentosu bünyesinde yoğunlaşması, Parlamentodaki
grupların genel siyasi eğilimleriyle doğrudan alakalı bulunmaktadır.
AB'nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonunda azınlıklara yönelik
çalışmalar, öncelikli olarak seyrek kullanılan diller ve başta aday ülkeler
olmak
üzere
üçüncü
ülkelerde
yaşayan
azınlıklar
bağlamında
yürütülmektedir.117 Ayrıca Komisyon tarafından etnik azınlıkların iş yaşamına
daha etkin biçimlerde entegrasyonunu amaçlayan "Etnik Azınlık İş Ağı"nın
(EMBNET - Ethnic Minority Business Network) oluşturulduğu ve böylece
Rights to Ethnic Minorities”, Official Journal of the European Communities, No. C287, 1981, s.
106.
113
Toggenburg, a.g.m, s. 6.
114
"Resolution on the Role of Public Service Television in a Multi-media Society", Ofîicial Journal
of the European Communities, No. C 320, 1996, s. 180;"Resolution on Human Rights in the World
in 1997 and 1998 and European Union Human Rights Policy", Official Journal of the European
Communities, No. C 98 ,1999, s. 270; “Resolution on Racism, Xenophobia, and Anti-semitism and
on Further Steps to Combat Racial Discrimination”, Official Journal of the European
Communities, No. C 98 ,1999, s. 488.
115
Toggenburg, a.g.m., s. 8; Eren Polatoğlu, “Azınlık Hakları Yönünden AB Hukuku”, Türkiye ve
Siyaset, Temmuz/Ağustos 2001, s. 79.
116
Kurubaş, a.g.m., s. 135.
117
Ayrıca 1997'de de konuya ilişkin bir Komisyon raporuna göre AB'nin özellikle genişleme
sürecinde sorun teşkil edebilecek azınlıklar konusunun Komisyon için önemi vurgulandıktan sonra,
halen birlik içinde 40 milyondan fazla insan tarafından 30’dan fazla azınlık dilinin konuşulduğuna
dikkat çekilmiştir. Commission of the European Communities, Protecting Language Proves A
Challenge for EU Officials, Brussels, April 1997, (Erişim) http://europa.eu.int/comm/dg10/eur_dial/
97i2a4s0.html, 20 Haziran 2005.
43
etnik azınlıklara mensup girişimcilerin yaşadıkları sorunlara AB düzeyinde
çözüm arandığı görülmektedir. 118
AB'de azınlıklar karşısındaki bu tutum değişikliğinin başlangıç noktası,
1993 yılı Haziran ayında Kopenhag'da toplanan Avrupa Birliği Hükümet ve
Devlet Başkanları Zirvesi sonuç kararlarında Birliğe katılacak ülkelere yönelik
olarak getirilen kriterler olmuştur.119 Amsterdam Antlaşmasıyla birlikte
Kopenhag Kriterleri de Antlaşmaya dâhil edilerek Müktesebatın bir parçası
halini almıştır. Fakat kriterlerin azınlıklara ilişkin kısmı antlaşmaya dâhil
edilmemiştir. Azınlıklara ilişkin hükümler dışında, Kopenhag Kriterlerinin yer
aldığı söz konusu paragrafta ise; Birliğin temelini oluşturan ilkeler olarak
özgürlük, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı ve hukukun
üstünlüğü belirtilmiş, azınlıklara ilişkin bir ifadeye yer verilmemiştir.
Dolayısıyla bu kriterler, Topluluk Müktesebatına dâhil olmuş hükümler
ölçüsünde hukuki, Müktesebat dışında kalan hükümler bakımından da siyasi
olarak nitelendirilmektedir.120
Aday ülkelere yönelik değerlendirme süreci, 1998’de Komisyonun rutin
bir etkinliği haline gelerek bu tarihten itibaren yıllık olarak "Düzenli İlerleme
Raporları" şeklinde yayınlanmaya başlamıştır.121 Bu durum yine 1998'den
itibaren Katılım Ortaklığı Belgelerinde de devam etmiş, azınlıklara ilişkin
hükümler, bazı ülkeler için kısa, bazıları için de orta vadede öncelikler
arasında yer almıştır.
Esasında Avrupa Birliği düzeyinde azınlıklar konusunda; azınlıkların
korunması ve azınlık kriterlerinin ne olduğuna yönelik mutabakat yoktur.
118
“EMBNET - The Ethnic Minortiy Business Network” (Erişim) http://europa.eu.int/comm/
enterprise/entrepreneurship/craft/craft-minorities/minorities-embnet.pdf, 20 Haziran 2006.
Toggenburg, a.g.m., s. 17-18.
120
Toggenburg, a.g.m., s. 18.
121
Regular Reports for Each Candidate Country", (Erişim) http://europa.eu.int/comm/enlargement/
report_11 00/index.htm, 20 Haziran 2005.
44
Bundan dolayı Birlik ve üye ülkeler içinde hukuki olarak kabul görmüş belirli
azınlık grupları mevcut değildir. 122
1.2.3.Azınlık Ölçütleri
Bir azınlık grubunu tanımlamada başvurulacak ölçütler objektif ve
sübjektif ölçütler olmak üzere ikiye ayrılabilir. Objektif ölçütlerden birincisi,
farklılıktır. Azınlık, nüfusun geri kalanından ırksal, etnik, dinsel, dilsel ya
da kültürel açıdan farklılıklar göstermelidir. Irksal farklılık günümüzde büyük
ölçüde önemini yitirmiştir. 123
İkinci objektif ölçüt ise sayıdır. Azınlık, farklı özelliklerini koruyabilecek
ve sürdürebilecek yeterli sayıya sahip olmalı ama nüfusun geri
kalanından sayısal bakımdan az olmalıdır. Bu azınlığın ülkedeki coğrafi
dağılımı önemli değildir. Ülke genelinde sayıca az olan bir grubun ülkenin
belirli
bir
bölgesinde
yoğunlaşarak,
çoğunluğu oluşturması bir şeyi
değiştirmez.124
Üçüncü objektif ölçüt ise, başat olmama konusudur. Azınlık grupları
nüfusun
geri
bulunmalıdırlar.
kalanı
karşısında
Örneğin;
Güney
egemen
Afrika
olmayan
bir
Cumhuriyeti'nde
konumda
"Apartheid"
döneminde nüfusun % 20'sini oluşturan beyazlar değil, büyük çoğunluğu
oluşturan siyahlar azınlık konumunda olmuşlardır.
Objektif ölçütlerden dördüncüsü, azınlıkların vatandaş olmasıdır. Bu
durumda yabancı işçiler, göçmenler, uyruksuzlar (haymatlos) ve mülteciler
gibi gruplar hukuksal bakımdan azınlık kapsamının dışında kalırlar.
Sosyolojik azınlık olarak adlandırılan bu gruplar geçici bir süre için bir başka
122
İbrahim Alper Arısoy, “Avrupa Birliği ve Azınlıklar”, İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2002, s.XII.
123
Remzi Altunpolat, “Uluslar Arası Hukuk Açısından Lozan Barış Antlaşması'nın Siyasal
Hükümler Işığında Türkiye'de Azınlıklar Sorunu: Tarihten Güncelliğe”, Ankara, Ankara
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2005, s.9-10.
124
Altunpolat, a.g.t., s.9-10.
45
devletin ülkesinde bulunmakta ve uluslararası hukukun bu gruplara tanıdığı
statüye bağlı haklardan yararlanmaktadırlar.125
Azınlık tanımındaki sübjektif ölçüt, azınlık bilincidir.126 Azınlık
tanımlarında yer alan dayanışma duygusu bunu gerektirmektedir. Azınlık
grupları, farklı niteliklerini ve geleneklerini koruma isteğine sahip olmalıdır.
Yoksa söz konusu grubun asimile olmak istediği anlaşılır ve ona azınlık
denemez.127
Dayton Law School azınlığı; “renk ve dil gibi ayırt eden kültürel ve
fiziksel özellikler”, “eşitsiz davranışlara maruz kalan bir kitle”, “kişisel seçim
olmadan ortaya çıkan bir gruba mensubiyet”, “ikinciliğin bilinciyle güçlü grup
dayanışma duygusu”, “ırksal farklılık ile etnik, dinsel ve cinsel anlamda grup
içi evliliklerin yüksek olması sonucu grubun kendi içine kapanıklığı” olarak
beş kategoriye ayırmaktadır.128
1.2.4.Azınlık Türleri
Uluslararası ilişkilerde geleneksel realist yaklaşımların en yaygın
olduğu dönem Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasıdır. Bu dönemde daha
çok siyasi gerekçelerle Avrupa’da birçok azınlık ortaya çıkarılmıştır.
Oluşturulan bu tabloya baktığımızda; nüfusunun % 25'inin azınlık olarak
adlandırılmış olduğu görülmüştür.129 Her biri kendine özgü şartlara sahip olan
bu "azınlık durumları"ndan yola çıkılarak yapılan genellemeler sonucunda da
azınlık türleri ortaya çıkmıştır.130
125
Altunpolat, a.g.t., s. 9-10.
Kurubaş, a.g.e., s.17-19.
127
Alpkaya, a.g.m., s.153-157.
128
Richard T. Schaefer, “What is a Minority Group?” Racial and Ethnic Groups, 1993, Dayton Law
School, (Erişim) http://academic.udayton.edu/race/01race/minor01.htm, 20 Haziran 2010, s. 5-10.
129
Martyn Housden, "Ewald Ammende and the Organisation of National Minorities in Inter-war
Europe", German History, Vol 18, Issue 4, 2000, s. 443-452.
130
Arısoy, a.g.t., s.7.
126
46
Azınlıklar onları başat toplumdan ayıran kimlik özelliklerine göre etnik
azınlıklar, dinsel azınlıklar, dilsel azınlıklar ve ulusal azınlıklar olarak tasnif
edilmektedirler.131
Etnik azınlıkların, kendilerine özgü karakteristik özellikleri vardır.
Çeşitli kültürel, tarihsel ve topraksal bağlardan oluşan fakat belirli bir
siyasal niteliği bulunmayan kimlik özelliklerine sahip olması, grup
mensuplarının aynı kökenden gelmesi, grup içinde sosyal ilişkilerin
organize
edilmesi
etnik
azınlıkların
karakteristik
özelliklerini
oluşturmaktadır. Bir etnik azınlığın belirlenmesinde o gruba özgü ortak dil,
ortak kültür, ortak tarih, ortak kader ve ortak gelecek gibi bir takım
karakteristik özelliklere bakmak gerekecektir. Burada dikkat çeken nokta,
etnik azınlıkların genellikle aynı zamanda dil ve din azınlıkları olmalarıdır.
Çünkü dil ve din azınlıkları da ortak bir kültür ve tarihe sahiptir ve kader
birliği oluştururlar.132 Brötanlar, Katalanlar, Basklar, Frizyanlar, Ladinler etnik
azınlıktır.
Dinsel azınlıklar, 16’ncı yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda
dinsel azınlıkların en eski azınlık türü olduğu söylenebilir. Bununla birlikte
1789 Fransız Devrimi'nden itibaren egemen ideolojinin değişerek, dinin
yerini
milliyetçiliğin
almasıyla
dinsel
azınlıklar
ulusal
azınlıklara
dönüşmüşlerdir.133
Azınlık türlerinden üçüncüsü olan dilsel azınlıkların asıl belirleyicisi,
adından da anlaşıldığı üzere grupların kullandıkları dillerdir. Dilsel
azınlıkların saptanmasında nüfus yoğunluğu, göç, işsizlik, dilin gelişmişlik
derecesi, grubun dilbilgisi, okul dili, kitle haberleşme araçlarının varlığı,
azınlığın büyüklüğü, etnik bir partinin siyasi varlığı, siyasi güç ve özerklik,
resmî dilin statüsü gibi çok çeşitli faktörler dikkate alınmaktadır. Aslında,
131
Kurubaş, a.g.e., s.21; Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, Ankara, 5.Baskı, Turhan
Kitabevi, 1998, s.182.
132
Kurubaş, a.g.e., s.21-22.
133
Kurubaş, a.g.e., s.22.
47
dilsel farklılık kültürel farklılığın temel öğesini oluşturmaktadır. O nedenle
genellikle dilsel azınlıklar, aynı zamanda etnik azınlıklara ya da ulusal
azınlıklara tekabül etmektedirler.134 Avrupa’da bazı gruplar, örneğin
İtalya’daki tüm etnik gruplar, etnik değil dilsel azınlık olarak kabul
edilmektedirler. Katalanlar, İtalya’da dilsel azınlık iken İspanya’da ulusal grup
olarak görülebilmektedir.
Dördüncü azınlık türü ise, ulusal azınlıklardır. Birinci Dünya
Savaşı'ndan sonra uluslararası hukuk terminolojisine girmiş olan ulusal
azınlık kavramı, bir devlet ülkesinde yaşayan ve orada çoğunluğu
oluşturan bir ulusal grupla aynı kökenden gelen grupların, bir başka devlet
ülkesinde azınlık durumunda olmasını ifade eder. Ulusal azınlıklar, etnik
azınlıkların
gösterdiği
özelliklerin
yanı
sıra,
siyasal
karar
alma
mekanizmalarına katılma iradesine de sahiptir. Bir devletin ülkesinde çeşitli
ulusal azınlıkların yaşaması mümkündür. Ulusal azınlıklar aynı zamanda
etnik ve dilsel azınlıklardır. Ama etnik ve dilsel azınlıklar her zaman ulusal
azınlık değildirler. Ulusal azınlıkları diğer azınlıklardan ayıran en önemli
özellik, toplum olma konusundaki siyasal iradeleridir.135 Cristoph Pan, ulusal
azınlık kavramı için azınlık grubunun bir devletin sınırları içinde geleneksel bir
biçimde yerleşmiş olması, bu devletin geriye kalan nüfusundan sayıca az
olması, bu devletin vatandaşı olması, etnik, dilsel veya kültürel varlıklarının
devletin diğer vatandaşlarının bu alandaki varlıklarından farklı olması, azınlık
grubunun, kendine has bu özelliklerini koruma isteğine sahip olması gibi
özelliklerinin olması gerektiğini ileri sürmektedir.136
Tüm bunlara rağmen ulusal azınlık kapsamına kimlerin gireceği
konusunda henüz uluslararası alanda standart bir görüş ve uygulama yoktur.
Örneğin Almanya, Çerçeve Sözleşmeyi imzalarken bulunduğu bildirimde,
134
Kurubaş, a.g.e., s.22-23.
Arsava, a.g.e., s. 53-59; Kurubaş, a.g.e., s. 21-23; Erol Anar, Öte Kıyıda Yaşayanlar Azınlıklar,Yerli
Halklar ve Türkiye, İstanbul, Belge Yayınları, 1997, s.15
136
Cristoph Pan, “Das Nationalitâten problem als die Alte Frage im Neuen Europa” Minderheiten,
1997 yılı Nisan ayında İtalya'nın Güney Tirol Bölgesinin Meran Şehrinde Avrupa Halk Partisi'nin
(EPP) düzenlediği "Azınlıklar" konulu sempozyum, s. 12.’den aktaran Arısoy, a.g.t., s.13.
135
48
Sözleşmenin "ulusal azınlık" kavramını tanımlamadığına dikkati çekerek,
Sözleşme ilkelerinin hangi gruplar için uygulanacağına kendisinin karar
vereceğini açıklamış ve yurttaşlığı azınlık olmanın bir ön koşulu olarak
değerlendirmiştir.137 Keza Almanya ülkesindeki Danimarkalılar, hukuken
ulusal azınlık olarak kabul etmemiştir. Aynı şekilde İtalya’daki Almanlar ve
Fransızlar da hukuken öyle tanınmasalar da ulusal azınlıktır. Etnik azınlıkları
ulusal azınlıklardan ayıran temel unsur, bir etnik azınlığın akrabalarının tarih
içinde veya şimdi devlet olarak var olup olmadığıdır.
1.2.5.Azınlık Hakları
Azınlık hakları ise, “bir ülkede yaşayan azınlık bireylerine devlet
tarafından tanınan ve topluca (grup olarak) kullanılabilen özel insan hakları”
olarak tanımlanmaktadır.138Azınlık hakları çoğulcu ve demokratik toplumlarda
eşitlik ilkesinin tam ve etkili bir biçimde gerçekleştirilmesi için herkese tanınan
genel haklar (negatif haklar) dışında, dezavantajlı gruplara tanınan özel
hakları, yani pozitif hakları da içerir. Uluslararası belgelerde belirlenen ve
evrensellik kazanan azınlık hakları üç temel hak biçiminde ortaya çıkar.139
Bunlardan birincisi, azınlık grubu olarak var olma hakkıdır (hayat
ve fiziksel varlık hakkı). Bu bağlamda azınlıkların fiziksel varlıklarının
korunmasını yani soykırıma, etnik temizliğe uğratılmamaları gibi fiziksel
varlıklarının ortadan kalkmasına yol açacak herhangi bir saldırıya karşı
korunmalarını içermektedir. Bu hak doğal olarak bütün bireylerin en temel
haklarını temsil eder.
Azınlık haklarının ikincisi, eşitlik ve ayrım gözetilmemesi hakkıdır.
Aslında bu hak da temel insan hakları belgelerinde yer almaktadır. Ama bu
137
Council of Europe, “Framework Convention for the Protection of National Minorities", List of
Declarations Made with Respect to Treaty No. 157, (Erişim) http//conventions.coe.int/Treaty/EN/
DeclareList. asp?, 31 Temmuz 2002.
138
Baskın Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama,
İstanbul, TESEV Yayınları, 2004, s.22.
139
Altunpolat, a.g.t., s.21-22.
49
belgelerdeki çeşitli sınırlamalar sonucu bu haklar ihlâl edilebildiğinden ya
da sınırlandırılabildiğinden azınlıklara yönelik uluslararası belgelerde de
bu haklara yer verilmektedir.
Azınlık haklarının üçüncüsü, azınlık kimliğinin tanınması ve kimlik
unsurlarının yaratılması ve geliştirilmesi hakkıdır (dinsel, dilsel ve kültürel
özerklik hakkı). Aslında ilk iki hak genel insan hakları bağlamında ele
alınabilecek haklarken, bu hak azınlık haklarının temelini oluşturmaktadır.
Bu genel azınlık hakkı, azınlık mensuplarının asimilasyonunu yasakladığı
gibi, onların kimliklerini oluşturan öğelerin tanınmasını ve desteklenmesini
içermektedir.140
Azınlıklara tanınan haklar, her ne kadar onların çoğunluk içinde
kimliklerini korumalarına ve geliştirmelerine imkân tanıyorsa ve bu alanda
pozitif ayrımcılık söz konusuysa da, bu haklar toplumsal bütünleşme
politikalarının uygulanamayacağı anlamına da gelmemektedir. Gerçi bazı
yazarlar tarafından bizatihi bu hakların böyle bir işlev göreceği de
düşünülmektedir.141
Diğer taraftan azınlık hakları, azınlıklara da görevler yüklemiştir.
Azınlıklar, vatandaşı oldukları devlete sadakat göstermek ve vatandaşlık
ödevlerini yerine getirmek, kendilerine verilen hakları kötüye kullanmamak
yani egemen eşitliğe, ülkesel bütünlüğe ve siyasal bağımsızlığa aykırı olarak
bu hakları kullanmamak zorundadırlar. Öte yandan, azınlıklar bu hakları
kullanırken, ulusal mevzuata, başkalarının haklarına ve özellikle çoğunluğun
ve diğer azınlıkların haklarına saygı göstermeleri gerekmektedir.142
140
Alpkaya, a.g.m., s.153-160,163; Kurubaş, a.g.e., s. 24-25; Javaid Rehman, “Uluslararası
Hukukta Azınlık Hakları", Ulusal, Ulusalüstü ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları
(Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Lozan Antlaşması), haz. İbrahim Kaboğlu,
İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Yayını, 2002, s. 99-109.
141
Kurubaş, a.g.e., s. 27.
142
Alpkaya, a.g.m., s.169; Kurubaş, a.g.e., s. 27.
50
Bu çerçevede etnik, dinsel veya dilsel azınlık özelliklerini bünyesinde
barındıran Süryaniler için ulusal azınlık tanımlamasını yapmak mümkün
değildir. Ayrıca Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası her hangi bir metinde de
böyle bir statü ile tanımlanmadıkları için Türkiye’deki Süryanilere ilişkin
azınlık statüsünü dile getirmek pek mümkün değildir. Çünkü azınlık
kavramının oluşabilmesi için sosyolojik yönü kadar hukuksal yönünün de
olması gerekmektedir. Yani her etnik grup aynı zamanda azınlıktır demek
yanlış bir yaklaşım olmaktadır. Zira Türkiye’de 17’den 47’e kadar çeşitli ad ve
nitelikte etnik gruplardan bahsedilebildiği143 halde azınlık olarak sadece kabul
edilen dört gayrimüslim etnik grup bulunmaktadır.
Süryanilerin, etnisite ve azınlık kavramları ile ilişkisi ve bu kavramlar
çerçevesinde daha geniş değerlendirilmesi ilerleyen bölümlerde yapılmaya
çalışılacaktır.
143
Peter Alford Andrews, Türkiye’de Etnik Gruplar, çev. Mustafa Küpüşoğlu, Ant Yayınları,
İstanbul, 1992, s.53; Cemal Şener, Türkiye’de Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar, Etik Yayınları,
İstanbul, 2004, s.20-21.
İKİNCİ BÖLÜM
SÜRYANİLER VE SÜRYANİLİK
“İnanç, görmediğimize
inanmaktır. Bunun mükâfatı da
inandığımızı görmektir.”
(Saint Augustinus)
Farklı toplumların yaşamı sürdürme biçimlerinin benzerlikleriyle
birlikte farklılıkları, “kültür” kavramıyla ifade edilir. 1 Kültür, bir yandan tüm
insanların paylaştığı ortak bir ürün, diğer yandan insanların içinde doğduğu
belirli bir toplumun tarihsel ve çevresel yapısıyla şekillenen, insan
toplulukları arasında farklılıklara da işaret eden özgün bir üründür. Kitle
iletişim araçları, göç, ticaret, sermaye yatırımları ve sınır ötesi politikalar
gibi değişen global şartların da etkisiyle, herhangi bir sosyal grubu veya
özel bir kültürel örüntüyü, sosyal veya kültürel anlamda diğerlerinden
bağımsız olarak analiz etmek pek mümkün görünmemektedir.
Dünyada
keşfedilmemiş
bir
yerin
kalmadığı
ve
sınırların
geçirgenleştiği gerçeğinden hareketle günümüzde saf, tamamen kendine
özgü bir kültürün kalmadığı kabul edilebilir. Her kültürün içinde sosyoekonomik ve ekolojik koşullardan kaynaklanan farklılıkların, dil, din ve
akrabalık biçimleri gibi ayırt edici özelliklerinin de bulunduğu bilinmektedir. Bu
benzerlik ve farklılıklar çerçevesinde kültürlerden herhangi birine, diğerinin
kökünü oluşturduğu, daha üstün veya daha aşağı olduğu şeklinde bir değer
yüklenmemelidir. Süryaniler de bu yaklaşım çerçevesinde ele alınmalı ve
Süryanilere ait ayırt edici özellikler ortaya konulmalıdır.
1
Tim Ingold, "Introduction to Culture", Companion Encyclopedia of Anthropology, London and
New York, Routledge, 1998, s. 329.
52
2.1. SÜRYANİLER VE SÜRYANİLİK KAVRAMLARINA ETİMOLOJİK
YAKLAŞIM
İnsan zihnini en fazla meşgul eden konulardan biri olan kimlik, bir
sorun olarak özellikle ulus devletlerin ve milliyetçiliğin öne çıktığı son yüzyılda
önem kazanmış, küreselleşme ile birlikte evrensel hukuk anlayışı ve insan
haklarının daha da önemsenmesiyle, günümüzün en önemli uluslararası
sorunlarından biri haline gelmiştir.
Kimlik, soyut ve göreceli tanımlanabilen bir etikettir. Bir insanın veya
grubun birden fazla kimliği olduğu gibi birden fazla kimlik belirleyenleri de
olabilir. Kültürleri belirlemek için ele alınan değerler, ne tüm kültürler için
genellenebilir ne de aynı kültür için değişmeden sabit tutulabilir. Kimliği
belirleyen dinamiklerin çeşitliliği ve değişkenliği; tarihsel süreçlerin, sosyal ve
ekonomik koşulların değişkenliği ile paralellik göstermektedir. Daha
önceleri dinsel kimlik, toplumlar için ön planda iken 18’nci yüzyıldan sonra
ulusal kimlikler, günümüzde ise etnik kimlikler giderek öne çıkmaya
başlamışlardır. Özellikle siyasal amaçlarla gündeme taşınan kimlik konusu
"bireyin kendisini kendisi gibi olan diğerlerinden biri" veya “kendinden
farklı olan ötekilerin dışında biri” olarak görmesini sağlayan sosyal kimlik
oluşumuna karşılık gelmektedir.2 Bunun yanında etnisite ilişkiler içinde ortaya
çıkan sosyal sınıflandırmalarla da ilgilidir.3
Kimlik; sosyal, siyasal ve tarihsel gelişimi olan bir olgu olup her toplum
kendi kimliğini tanımlarken üzerinde yaşadığı coğrafyayı, onun siyasi kültürel
zeminini, ilişki içinde oldukları coğrafyanın siyasi-kültürel farklılıklara sahip
topluluklarıyla nasıl bir etkileşim içinde olduklarını göz önüne alarak kendini
2
Fenton, a.g.e., s.9.
Thomas Hylland Eriksen, Etnisite ve Milliyetçilik: Antropolojik Bir Bakış, çev. Ekin Uşaklı,
İstanbul, Avesta, 2004.
3
53
tanımlar. Toplumların kimliklerini ifade etmede dayandıkları öğelerin başında
ise din, dil ve etnisite gelmektedir.
Kimlik
belirlemeye
örnek
olması
açısından;
Fransız
Katolik
misyonerlerinin etkisi ile bir Nasturi, Katolik olduğunda Keldani olarak
isimlendirilmekle kalmaz, etnik açıdan başkalaşmış sayılır. Aynı şekilde
Amerikan Presbiteryenlerinin çalışmaları neticesinde Presbiteryan olan bir
Nasturi kendi milletinden daha çok Amerikan olarak nitelendirilmektedir.
Diğer taraftan Hindistan Malabar Nasturi Kilisesine bağlı olan Hintli
Hristiyanlar, Nasturi olarak da kabul edilmektedirler.4 Dolayısıyla bugün çeşitli
kültürler içinde yaşayan Süryaniler, kimliklerinin tehdit altında olduğunu
hissetmekte ve Süryaniler arasında bir kimlik bunalımı göze çarpmaktadır.
Süryani ismi üzerine başta İsveç olmak üzere yurt dışında ciddi tartışmalar
yaşandığı ve bu tartışmaların Süryaniler arasında bölünmelere neden olduğu
da görülmektedir.5 Bu çerçevede Süryanilerin kimlik tanımlaması, hem emik
hem de etik bakış açısı ile ele alınarak elde edilen bilgiler sunulmaya
çalışılacaktır.
2.1.1. Süryani Kelimesinin Anlam Yönünden İncelenmesi
Çok tartışılan konulardan biri olan Süryani (Suroyo) kelimesinin
etimolojik anlamda kökeni konusunda ileri sürülen tezlere bakmadan önce
literatüre baktığımızda Araplar ve Türkler tarafından “Süryani” olarak
adlandırılan topluluğun kendilerine ‫“ ܣܘܪܝܝܐ‬Sūryāyē” Suryoyo (Suryoye,
Suroyo, Suryaya, Suraya, Surayi veya Sutrayi) olarak adlandırdığı, İngilizce
literatürde Syrian, Syriacs olarak adlandırıldıkları6, Süryanilerin yaşadığı
4
H.H. Austin, Baqubah Refugee Camp, London, The Faith Press, 1920, (Erişim)
http://www.aina.org/books/brc.htm, 21 Mayıs 2009, s.46.
5
Atman, a.g.e., s.144-147.
6
Burada dikkat edilmesi gereken nokta Süryanilere batılı kaynaklarda Assyrians yani Asuri olarak
adlandırma eğilimi giderek artmaktadır. Ayrıca Syriac veya Syrian kelimesi İngilizce de Suriyeli
kelimesi ile eş anlamlıdır. “Syria”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Syrian, 20
Haziran 2009; William A. Shedd, “The Syrians of Persia and Eastern Turkey”, Bulletin Of The
American Geographical Society, Vol. XXXV, No. 1, 1903, (Erişim) http://www.jstor.org/
pss/197537, 21 Mayıs 2009, s.1.
54
bölgelerdeki Kürtler tarafından da gayrimüslim anlamında “Fılla”, bazen
“Sıryan”7 olarak adlandırılmakta ve gene Araplar tarafından İsa’nın doğduğu
köy olan Nasıra’ya atfen “Nasrani” olarak da adlandırıldığı görülmektedir.8
Tarihi süreç içinde çeşitli isim değişikliklerine uğrasalar da son yirmi
asırdır “Süryani” kelimesinin kullanıla geldiği, Hristiyanlık sonrasında
yaygınlık kazandığı ve Hristiyan olan Yukarı Mezopotamya halkına atfen
kullanıldığı ve bu halk için, “Asur”, “Arami”, “Süryani”, “Keldani”, Maruni”,
“Nasturi” vs. kelimelerin de kullanıldığı görülmüştür. 9
Asurî kelimesi Süryanilere atfen kullanılabilmektedir. Tartışmalı bir
konu olan Asurî kelimesi, Nasturilere atfen kullanıldığı gibi bazen de Süryani,
Nasturi, Yakubi, Keldani, Maruni, Melkit gibi grupları içine alan bir çatı kimlik
anlamında da kullanılabilmektedir. Bülbül’e göre ise “Asurlu” kelimesi ile
İsa’dan önceki Yukarı Mezopotamya’da yaşayan halkın geneli ifade
edilmektedir.10
Ayrıca İngilizce Assyrian kelimesi ile Asur İmparatorluğu, Ortadoğu’da
etnik bir grup, Ortadoğu’daki coğrafi ve kültürel bir bölge, dinî anlamda Doğu
Asur Kilisesi, Doğunun Kutsal Sinodunun Asur Kilisesi, Asur Evanjelik
Kilisesi, Asur Pentekostal Kilisesi, Süryani Katolik Kilisesi, Süryani Ortodoks
Kilisesi, Keldani Katolik Kilisesi kastedilebilmektedir.11
İngilizce “Syrian” kelimesi ile Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşları,
Asurlu (Assyrians) olarak da bilinen Aramice (Aramaic) konuşan Hristiyanları,
Helenistik dönemde Selefkos İmparatorluğunun etnik Yunanlıları da kast
7
Aziz Koluman, Ortadoğu’da Süryanilik (Dini-Sosyal-Kültürel Hayat), Ankara, ASAM Yayınları,
2001, s.44.
8
Gürbüz Erginer, “Etno-Kültürel Sınırlar Turabdin Süryaniler Örneğinde”, Ankara Üniversitesi
Bilimsel Araştırma Projeleri, Ankara, 2007, s.28.
9
Üçüncü Antakya Patriği Mor İğnatiyos Nurani’nin, M.S. 107 yılında Roma’ya yazdığı mektubunda
görüldüğü gibi “Antakya Süryani Kilisesi’ deyimini kullanmıştır. Bkz. Kenan Altınışık, 5500 Yılın
Tanıkları Süryaniler, İstanbul, Altan Matbaacılık, 2004, s.4.
10
Bülbül, a.g.e., s.30.
11
“Assyrian”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Assyrian , 12 Nisan 2006.
55
edilebilmektedir. Ayrıca “Syriac” kelimesi ile Suriyeli veya Süryaniler
kastedilebilmektedir. Syriacs veya Syrian kelimeleri; Keldani (Katolik) Kilisesi
ve Doğu (Asur) Kiliseleri mensuplarını, Süryani Ortodoks ve Süryani Katolik
Kilisesi mensuplarını, Marunileri, Melkitleri, Suriyeli Hristiyanları (Syriac
Christians) ifade etmek için de kullanıldığı görülmektedir.12 Biz çalışmamızda
“Syriac” kelimesini Süryanilik anlamında kullanmayı tercih ettik.
543 yılından sonra Yakup Baraday’ın ismine ithafen Süryanileri
“Yakubiler” olarak da adlandıranlar bulunmaktadır.13 Fakat Süryaniler bu
kavrama pek sıcak bakmamakta ve bu adlandırmaları red ederek
kendilerinin ilk Hristiyanlar olduklarını ve diğer Ortodoks kiliselerden
farklılıklarına
işaret
ederek
kendilerini
'Süryani
Kadim'
olarak
tanımlamaktadırlar.14 Süryani Kilisesi bu isimlendirmenin Süryani Ortodoks
Kilisesi’ni aşağılamak için rakip Ortodoks kiliseler veya oryantalist tavırlı
Katolik bilim adamları tarafından ileri sürüldüğünü iddia ederek bu
isimlendirmeyi red etmekte15 ve Süryani isminin; Subariler, Sümerler,
Akadlar, Babiller, Asurlular, Kenaniler, Amuriler, Aramiler, Kendaniler,
Fenikeliler, Tedmurlular ve Abgar uygarlıklarının devamını belirten bir isim
olduğunu beyan etmektedir.16
Farklı
isimlerin
kullanılması
etnik
anlamda
ilişkisel
nedenlere
dayanırken dinsel anlamda farklı grupları nitelemek için kullanılmaktadır. Biz
çalışmamızda bundan sonraki bölümlerde aidiyet anlamında, Süryani Kadim
(Batı Süryani) Kilisesini kastederek Süryani kelimesini kullanacağız. Zira
12
“Syria”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Syriacs, 12 Nisan 2006.
Urfa Monofizit piskoposu Jacob Baradaeus'un (ö. 579) anısına Jacobitler, yani Yakubîler olarak
ifade edilmektedir. Bkz. George C. Anawati, “Factors And Effects Of Arabization and Islamization in
Medieval Egypt And Syria”, Islam And Cultural Change in The Middle Ages, ed. Speros Vryonis,
Wiesbaden, 1975, s.20.
14
Aziz Günel, Türk Süryaniler Tarihi, Diyarbakır, Oya Matbaası, 1970, s.35; Altınışık, a.g.e., s.25;
Özmen, a.g.t., s.170
15
Nihat Durak, “Süryani Ortodoks Kilisesi”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp
Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları, 2005, s.199.
16
Süryani kilisesinin Antakya patriği Moran Mor İğnatiyos I. Zekka İvas'ın 1992 yılında yayınladığı
mesaj için bkz. Özmen, a.g.t., s.171.
13
56
Süryani adı en doğal kullanılan isim olarak da kabul edilmektedir.17 Böyle
olmakla beraber Süryani Kadim (Batı Süryani) Kilisesi ile ilişkili olan Doğu
Süryani (Nasturi) Kilisesi, Süryani Katolik Kilisesi, Keldani Kilisesi, Melkit
Kilisesi, Maruni Kilisesi ve Süryani Protestan Kilisesi kendi adlandırmaları ile
ele alınacaktır.
2.1.2. Süryani Kelimesinin Kökeni Yönünden İncelenmesi
Bugün Süryani tabiri ile -çeşitli ırklara mensup olmalarına rağmenAntakya Kilisesi orijinli bir Hristiyan mezhebi ve kilisesi taraftarlarının adı
kastedilmektedir. Bu tabirin kökü kesin olarak bilinmemekle beraber Süryani
kelimesinin kökeni konusunda ileri sürülen iddialara bakmak yararlı olacaktır.
Süryani (Suroyo) ismine ilişkin ilk iddia Pers kralı Keyhüsrev’in (Kyrus;
Süryanicede
Syrus
veya
Sirus)
isminden
kaynaklandığı
yönündedir.
Keyhusrev’in (MÖ.559-529) Babil’i alarak burada bulunan İbranileri esaretten
kurtardığı ve Filistin’e dönmelerine izin verdiği için kendisi bir kurtarıcı olarak
görülmüştür. Bundan dolayı İsa’nın Hristiyanlığı yayarken ona inanan
İbranilerin İsa’yı da Keyhusrev (Sirus) gibi kurtarıcı olduğunu düşünen ve
İsa’ya inanan halka Sorin (Süryani) ve konuştukları Aramca diline de Syrusça
(Süryanice) denilmeye başlandığı ileri sürülmektedir.18 Bu yaklaşım, Süryani
Ortodoks Kilisesi tarafından tercih edilmektedir.
Süryani ismi ile ilgili diğer bir görüş ise bugünkü Lübnan’ın güney
sahilinde bulunan Sur kentinin isminden doğduğu yöndedir. İsa’nın 12
havarisi de Sur kenti ve çevresinden olması dolayısı ile halk dilinde bunlara
“Suriin” ve bu havarilerin yaydıkları inanca inananlara da “Surîn” denilmeye
17
Shedd, a.g.m., s.1
İgnatius III. Yakup, Antakya Süryani Ortodoks Kilisesi, çev. Melek Sevinç, Hollanda, yy., 1985,
s.2; Mehmet Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, İstanbul, Cilt I, Yayıncılık Matbaası, 1987, s.1; Yakup
Bilge, Süryanilerin Kökeni ve Türkiyeli Süryaniler, İstanbul, 1991, s.22; Durak, a.g.e, s.188. Bazı
tarihçiler bu görüşün tarihi dayanaklarının yeterli olmadığı görüşündedirler. Bkz. V.Diakov ve
S.Kovalev, İlkçağ Tarihi, Cilt I, çev. Özdemir İnce, Ankara, Ö Yayınları, 1987, s.211; Bilge,
Geçmişten Günümüze Süryaniler, s.27.
18
57
başlanmıştır.19 Süryani kelimesinin gene aynı kent isminden doğduğunu iddia
eden
diğer
bir
görüşe
göre;
Yunanlılar
Sur
bölgesinde
ticarete
başladıklarında, buranın sakinlerine kentin isminden doğan “Sür(yan)”
demişler ve adlandırma bu bölgede yaşayan halklar için kullanılır olmuştur.20
Bazılarına göre ise Yunanlıların bölgeye hakim olan Asurluların ülkesi
anlamında bu coğrafyaya verdikleri “Surya” adından gelmektedir.21
Bazı dilbilimciler tarafından savunulan bir görüşe göre ise Babillilerin
Fırat’ın kuzey kesiminde “Suri” adını vererek kurdukları şehrin adından
geldiğini ve bu adın zamanla Akdeniz ve Fırat arasında kalan bölge ve
halkına atfen kullanılmaya başlandığıdır. Onlara göre “Suri”, Suriye
anlamında Babil dilinden gelmektedir.22
Süryani ismi ile ilgili iddialardan farklı olarak Tvedtnes, Süryani ismi ile
Asurî ismi arasındaki ilişkiyi incelemiş ve iddia edildiği gibi Süryani adının,
Yunanca Asurî kelimesinin telaffuzundan kaynaklanmadığını her iki kelimenin
tamamen ayrı olduğunu Süryani kelimesinin “Hurri” kelimesinden doğduğunu
ve eski Mısır’da “Hurriler” için kullanılan bu kelimenin Koptikler (Kıpti)
tarafından “Suri” olarak telaffuz edildiğini ve Süryani isminin buradan geldiğini
iddia etmektedir.23
Suriye ismi ile ilgili diğer bir iddia ise; bölgeyi ele geçiren Kilikos'un
kardeşi Suros isminden ve bu isimden de Süryani kelimesinin türediğidir.24
Yani Yukarı Mezopotamya halkı kurdukları Süryani adlı mezhebe inananların
19
Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, s.1; Assad Assad, “Süryani İsmi Üzerine”, Bahro Süryoyo,
Södertalja, Nisan 1988, s.46.; Mehmet Çelik, Süryani Tarihi, Ayraç Yayınevi, Ankara, 1996, s.1516; Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni, s.22-23; Durak, a.g.e, s.188; Mor Iğnatius Yakub III, Süryani
Ortodoks Kilisesi Genel Tarihi, çev. Melek Sevinç, Hollanda, yy., 1985, s. 2; R. Salahi Sonyel, The
Assyrians of Turkey Victims of Major Power Policy, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yay., 2001, s. 3.
20
Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, s.197.
21
Bu görüşleri ileri sürenlerin başında yer alan Patrik Mor İgnatius Afram I, Abrahom Gabriel Savmo,
Ferid İlyas Nüzha, İshak Saka, Filip dı-Türrazi,Patrik Mor İgnatius Yakub III, Patrik Zekka I, Iwas,
Aziz Günel gibi Süryani müelliflerinin bu görüşlerini dayandırdıkları herhangi bir somut belge
bulunmamaktadır. Bkz. Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, giriş bölümü dipnotları.
22
Assad, a.g.m., s.46.
23
John A. Tvedtnes, "The Origin of the Name 'Syria'”, Journal of Near Eastern Studies, The
University of Chicago Press, Vol. 40, 1981, s.139-140.
24
Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, s.1; Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni, s.25; Durak, a.g.e, s.188
58
kendilerini, kendi ırklarından olmasına rağmen putperest olarak kalan
diğerlerinden ayırmak için kullanmışlardır. Bu görüşe göre Suriyeli ile Süryani
adları aynı halk için kullanılmıştır. Günel’e göre Suriye adını Selefkoslar
kullanmaya başlamış ve Aramilerin yaşadığı ülkeye “Suriye” ve halkına da
“Suriyeli yani Süryani” demişlerdir.25 Yani Süryani adı, Büyük İskender
dönemine kadar uzatılarak, Suriye bölgesindeki ulusu nitelemek için
kullanılmıştır. Böylece yerli Aramileri kapsayan etnik bir terim olarak
siyasi/coğrafi bir nitelikte değerlendirilmektedir.26
Araştırmacıların bir kısmına göre; Süryani kelimesi Asurcadan türemiş
ve daha sonra Yunancanın etkisiyle bazı değişikliklere uğramıştır. Bununla
birlikte onlar kendilerini Hristiyanlaştıran söz konusu elçilere nispetle ve yine
kendilerini, aynı ırktan geldikleri putperest Aramilerden ayırmak için,
Süryaniler olarak isimlendirmişlerdir. Bu yüzden Arami kelimesi Sabii ve
Putperest terimlerinin, Süryani kelimesi de Nasrani ve Mesihi kelimelerinin
eş anlamlısı olarak kullanılmaya başlanmıştır.27
Buraya kadar kısaca değindiğimiz görüşler içinde daha fazla öne çıkan
iki görüş vardır. Bunlardan birincisi Süryani adının Arami kralı “Suros”tan
kaynaklandığını diğeri ise “Asur”dan kaynaklandığını savunur. Bu iki görüşü
önemli ve tartışılır hale getiren ulaştıkları sonuç ve Süryanilere etkileridir.
Süryani adının Arami kralı “Suros”tan kaynaklandığını iddia edenler28,
kralın egemenliği altındaki ülkeyi “Surisiyin” (daha sonra “s” harfi düşerek
25
Günel, a.g.e., s.30. Bu görüşe karşı çıkanlar, Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında dinde bir bölünme
olmadığını, dolayısıyla Süryani isminin mezhebi temsil etmesinin mümkün olmadığını sonraki
dönemlerde mezhepsel bölünmeler meydana geldiğini ileri sürmektedirler. Bkz. Çelik, Süryani
Kilisesi Tarihi, s.197.
26
Çelik, Süryani Tarihi, s.16.
27
Kadir Albayrak, Keldanîler Ve Nasturîler, Vadi Yayınları, Ankara, 1997, s.41.
28
Kaynaklarda bu konuda da bir netlik yoktur. Bu konudaki tartışmalar için bkz. Çelik, Süryani
Kilisesi Tarihi, giriş bölümü; Tarihçiler Suros’un Antakya ve civarının kurucusu olduğunu iddia
ederler. Bkz. Assad, a.g.m., s.45; Çelik, Süryani Tarihi, s.15; Mehmet Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve
Etnik Kimlikleri”, Avrupa Birliği, Türkiye ve Süryani Göçü Konulu Sempozyum, İstanbul,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Araştırmaları Ve Uygulamaları Merkezi, 26-27 Mayıs 2005.
59
“Suriyin”) olarak adlandırmakta29 ve Süryani adının Hristiyanlığı kabul eden
Aramilerce ve sonrasında bu dinî kabul eden halklar tarafından da
kullanıldığını, dolayısıyla Süryani halkının Arami çoğunluğundan oluştuğunu
dile getirmektedirler. Bu görüş sahipleri bu adın Hristiyanlıkla birlikte önem ve
yaygınlık
kazandığını,
Yukarı
Mezopotamya
Aramilerinin
bir
kısmı
Hristiyanlığı kabul edip kendilerini putperest (paganist) soydaşlarından
ayırmak30 için “Suryoye” veya “Surin” adını kullandıklarını belirtirler.31 Buna
göre diğer Mezopotamya halkları da bu adı kullanarak Arami çoğunluğa
katılmıştır. Bu halkın konuştuğu Süryanicenin (Suryoyo) de Aramca’nın
lehçesi olduğuna vurgu yapılarak Arami ile Süryani kelimelerinin aynı şeyi
ifade ettiği, sadece Arami adının süreç olarak daha geçmişe dayandığı ileri
sürülmektedir.32
Süryani adının Asur kelimesinden kaynaklandığını iddia edenlerin bir
kısmı Hz. İbrahim'in sülalesinden gelen Dadanoğlu Asur veya Asurî'den
türemiş olduğunu iddia ederken33 diğer bir kısmı bu adın özellikle
Hristiyanlıktan
sonra
kullanıldığını
ve
tüm
Mezopotamya
halklarının
kaynaşmasına dayandığını ileri sürmektedir. Onlara göre “Süryani ve Suriye”
adları, “Asur ve Asurya” adlarından kaynaklanmıştır. Asurlular kendilerini
“Athur” olarak adlandırırken Aramlar “Athur” kelimesini “Aşur”, Yunanlılar da
“Asur”
olarak
kullanmışlardır.34
Yunanlıların
alfabesinde
“ş”
harfi
olmamasından kaynaklanan bu durumun sonucunda Asur halkını nitelemek
için “y” ve “n” harflerini getirerek yukarı Mezopotamya halkına ithafen
“Asuryan” ve ülkesine “Asurya” demişlerdir. Yunanlıların kullandığı ve giderek
yaygınlaşan bu kullanım Aramca konuşan halkın diline yerleştiğinde Aramca
dil kurallarına göre tekrar değişime uğramış “-yan” eki yerine aynı halkı
nitelemek için “-yo” eki getirilmiştir. Böylece “Asuryan”; “Asuroyo” şeklinde
29
Bülbül, a.g.e., s.29.
Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 25.
31
Mehmet Çelik, Ortadoğu Mozayiği: Süryaniler-Nasturiler, Elazığ, Fırat Üniversitesi Ortadoğu
Araştırmaları Merkezi Yayınları, Sayı IV, 1996, s.13-15.
32
Assad, a.g.m., s.45; Altınışık, a.g.e., s.4.
33
Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, s.2; Çelik, Süryani Tarihi, s.16; Durak, a.g.e, s.188.
34
Mihoyel Rabo, Ktobo Dı Makesbonos Zebne (tıbkı basım), 1899, s.748’den aktaran Yakup Bilge,
Süryanilerin Kökeni.
30
60
telaffuz edilmiş ve ilerleyen süreçte de baştaki “A” harfi düşerek “Suroyo”
şeklini almıştır.35
Yunanlılar yukarı Mezopotamya’ya “Asurya” ve bu bölge halkına da
“Asuryalı” derlerdi.36 Asur isminin bu kadar öne çıkmasında, Asurluların hem
siyasi hem de kültürel yönden baskın olması ile açıklanabilir. Asur ve Babil
İmparatorluklarının yıkılması ile Yunanlılar, tüm bölge halkından bazen
Asuryalı bazen de Süryani (Suriyeli) olarak söz etmektedirler.37 Daha sonraki
coğrafi gelişmelerle birlikte Yunanlılar bu iki ismi birbirinden ayırmaya, Dicle
nehri kıyısında yaşayanları Asurlu, batı tarafında yaşayanları da Süryani
olarak adlandırmaya başlamışlardır.38
Bugün dahi Batılı yazarlar Süryani halkını nitelemek için Asurlu
(Assyrian) veya Suriyeli tabirlerini kullanırken, kilise tarihçileri Süryani
(Syrian) tabirini kullanmayı tercih etmektedirler. Aynı coğrafyada bile bu
ikilem dikkat çekmekte olup İran ve Irak’ta Asurî olarak adlandırılan bu halk
Suriye ve Türkiye’de Süryani adıyla anılmaktadır. Aynı şekilde tarihçi ve
yazarlar Süryanilerin kullandığı dili nitelemek için bazen Süryanice (Syriac),
bazen Suriye dili ve bazen de Aramca tabirlerini kullanmayı tercih
etmektedirler.
Ayrıca bugün özelikle Batılı eserlerde karşımıza çıkan Doğu ve Batı
Süryanileri ifadesinden; Doğu Süryanileri ile kökenleri tarihi Urfa Kilisesine
dayanan ve Asur ırkından olan Nasturiler; Batı Süryanileri ile de tarihi
35
Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, s.2; Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni s.26-27; Bülbül, a.g.e.,
s.29; Durak, a.g.e, s.188; Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 28-29.
36
Herodotos, Herodot Tarihi, çev.Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1991, s.357.; Bilge,
Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 28-29.
37
1617 yılında İngiliz hukukçu ve doğubilimci John Selden, Suriye adının Asuri adının bozulmuş
biçimi olduğunu ileri sürmüştür. John Selden, De Diis Syris Syntagmata II, William Stansby,
London, 1617, (Erişim) http://books.google.com.tr., 22 Mart 2006.
38
El-Keldanî, Matran Evgin Menna, Delîlü'r-Râğibîn fi Luğati'l-Aramîyyin, (Yer ve Tarih yok)
487-488’den aktaran Kadir Albayrak, a.g.e, s.23-30.
61
Antakya Kilisesine dayanan ve Arami ırkından gelen Süryaniler kastedildiği
görülmektedir. 39
Ayrıca literatürde sıklıkla karşımıza çıkması bakımından burada
kısaca değinmenin faydalı olacağını düşündüğümüz ve konumuzu oluşturan
Süryanilere atfen kullanılan “kadim” tabirinin de açıklanması uygun olacaktır.
2.1.3. Süryani Kadim Tabiri
Bir kısım Süryani, kendilerini tanımlarken Ortodoks inançlarını öne
çıkarırken bir kısmı da sadece dinî yönü ağır basan bu yaklaşıma karşı
çıkmaktadırlar.40 Onlara göre ‘Süryanilik’ Hristiyanlıktan önce gelmektedir.
Çünkü Süryanilik bir etnik kimlik olduğu gibi, onların diğer Hristiyanlarla
aralarındaki farklılıklarına, dolayısıyla kendi dinsel ‘özgün’lüklerine vurgu
yapmaktadır. Diğer Süryanilerle aralarındaki dinsel farklılıkları belirtmek ve
kendilerinin orijinalliklerini vurgulamak için ‘kadim’ sıfatını kullanmaktadırlar.41
1782 yılında, az sayıda episkopos tarafından patrik seçilen Mihayel
Carve’nin, seçime katılmayan episkoposlar tarafından gayrimeşru ilan
edilmesi üzerine Mihayel Carve'nin liderliğindeki bir grubun, Roma Katolik
Kilisesi'ne bağlanması ve 1845'te Osmanlı İdaresince tanınması üzerine,
geleneksel Antakya Patrikliği'ne bağlı kalanlar, kendilerini Katoliklerden
ayırt etmek için ‘kadim’ tabirini kullanmaya başlamışlardır.42 Kilise
tarafından kullanılan ‘kadim’ ile nitelenen Süryaniler, tezimizin konusu olan
Süryaniler ile aynı topluluktur.
39
Çelik, Ortadoğu Mozaiği, s.14-15.; Çelik, Süryani Tarihi, s. 16; Sonyel, The Assyrians of
Turkey Victims of Major Power Policy, s. 7.
40
Tamil halkının kendilerini tanımlarken Tamil ulusundan ziyade Müslüman tanımlamasını tercih
etmektedirler. Irak’taki Asurilerin de en az üçte birinin kendilerinin Asuri olarak tanımlanmasını
istemedikleri ve Arap Hıristiyanları tanımını tercih ettikleri ileri sürülmektedir. Bkz. Şener Aktürk,
“Perspectives on Assyrian Nationalism”, AINA, (Erişim) http://www.aina.org/articles/poan.pdf, 11
Mart 2010.
41
Erginer, a.g.m., s.38.
42
Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta, Fakülte Kitabevi, 4. Basım,
2002, s.35-36; Günel, a.g.e., s.35
62
2.2. SÜRYANİ KİMLİK ARAYIŞLARI VE KİMLİK TANIMLAMALARI
Toplulukların oturduğu temeller, birinden diğerine farklı bir görünüm
arz edebilir. Farklılıkların kaynağı etnik, dinsel, dilsel, siyasi, sınıfsal ve
ideolojik olabilir. Bu farklılıkların kaynağı ne olursa olsun Süryani kimliğine
yönelik netleşmiş bir yaklaşım yoktur. Bu durumun nedenlerinden biri
Süryanileri tanımlayacak genel kabul görmüş bir isimlendirmenin de
bulunmayışıdır.43 İsimlendirmeden yola çıkarak bir diğer tartışmalı konu ise
Süryanilerin kökenine ilişkindir.
Süryani olarak adlandırılan bu halkın kimlik arayışları neden sonuç
ilişkisi içinde ele alındığında; ulus devletlerin ortaya çıkışı, Süryanilerin
yaşadığı bölgelerdeki yükselen milliyetçi akımlar, değişen koşullar, iletişim
teknolojisindeki gelişmeler, Süryani göçü ve karşılaşılan sosyo-kültürel ortam,
arkeolojik çalışmalar, siyasi ve ekonomik beklentiler kimlik arayışlarının
nedeni olarak ileri sürülebilir.44
2.2.1. Süryani Kimlik Arayışları
Ulusçuluğun yükseldiği 19’uncu yüzyıl ile birlikte Süryaniler de kendi
kökenlerine ilgi duymaya başlamıştır. Fakat kökenleri ile ilgili tartışmalar
Süryanilerin Avrupa ve Amerika’ya göç etmeleri sonrasında olmuştur. Göç ile
birlikte dünyanın çeşitli ülkelerine dağılan Süryaniler, kendilerini çok farklı
bir kültür ve sosyal ortam içinde bulmuş, buralarda bazı sorunlarla
karşılaşmışlar ve kendilerini tanımlayan ideolojileri ve Süryani kimliğini tekrar
43
Örnek olarak Keldanilere baktığımızda 15’nci yüzyılda Kıbrıs’a kaçan Doğu Süryanilerine etnik bir
kimlik bulmak çabasıyla M.Ö. Mezopotamya’daki en eski topluluklardan biri olan ve Tevrat’ta çok
sözü edilen Keldanilerle kurulan bağlantıya atfen verilen isim, bugün bu grubun etnik kimliğini
tanımlamada karışıklıklara neden olmaktadır. Bkz. Jakop Gabriel, “Süryani Toplulukları Arasında
İletişim ve Bir Sivil Toplum Deneyimi”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31
Mart 2007.
44
Süryaniliği din ve mezhep olarak tanımlayanların oranı Öztemiz tarafından 200 kişiye uygulanan
ankate katılanların beşte birine denk düşmektedir. Irk diyenlerin oranı ise beşte dörtten fazla idi. Yanıt
vermeyenler ile yanıt olarak "anlamadım" veya "bilmiyorum" diyenler göz ardı edildiğinde,
katılımcıların hepsi Süryaniliği bir ırk olarak görmektedir. Bkz. Mutay Öztemiz, “II. Abdülhamit'ten
Günümüze Sosyolojik, Siyasal ve Hukuki Açıdan Süryaniler”, İstanbul, Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007, s.337.
63
gözden geçirme gereği duymuşlardır. Her ne kadar gittikleri yerdeki
topluluklar ile aynı dini paylaşmış olsalar da mezhepsel farklılık kendilerini
farklı hissetmelerine neden olmuş45 ve sonuçta da 1970'li yıllardan itibaren
asimile olmamak için Süryaniler arasında kimlik arayışları ve kimlik
tartışmalarına neden olmuştur.46
Tartışmalara konu olan görüşlerin bir kısmı Batılı siyasal stratejistler
tarafından ortaya atılmış ve daha sonra özellikle Avrupa’daki Süryani gençleri
arasında taraftar bulmuş ve kabullenilmiştir. Ortaya atılan görüşler çoğunlukla
Süryanilerin Arami-Asurî kökenli olduğu ekseninde şekillenmektedir.
Türkiye'den daha fazla yurt dışında gündemde olan kimlik tartışmaları
daha çok Arami/Asurî kökeni üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu tartışmalarda
bireyin dininden ziyade etnik kökeni daha fazla önemsenmektedir. Konunun
tarafları ise savundukları görüşe göre ilerici (Asurî) veya tutucu (Arami)
olarak da nitelenmektedir. Arami görüşünü savunan ve tutucu olarak
nitelenen kesim; Türkiye ve Suriye'de var olan sosyal yapıları sürdürmek
isteyen, genelde orta yaş ve üzeri kitle olarak görülmektedirler. Diğer
taraftan Asurî görüş yanlıları ise daha çok genç kesim olarak görülmektedir.
‘Asurîcilik’ Suriye'den gelen kentli Süryani Ortodokslar arasında daha yaygın
kabul görürken, ‘Aramicilik’ ise daha çok Türkiye'den göç etmiş olan
Süryaniler arasında kabul görmektedir.47 Ayrıca kimlik tanımlamaları ile köken
iddiaları arasında bir ilişki olduğu da ileri sürülebilir. Bu anlamda “The Middle
East Council of Churches” tarafından yapılan bir araştırmada Nasturilerin
45
Süryaniliği, mezhebî bir anlayış olarak da değerlendirenler vardır. Bkz. Çelik, “Süryanilerin Dinsel
ve Etnik Kimlikleri”.
46
Sabri Atman, Asurlar-Süryaniler, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1997, s.9-10, 47-48.
47
H.L. Murre ve Van Den Berg, "Religieuze en Etnische İdentiteit van Syrisch- Orthodoxen uit
Turkije en Syrië in Nederland," Der. Frishman, J.-Jenner, K.D.- Wiegers, G.A. Godsdienstvrijheid
en de religieuze identiteit van joden, Moslims En Christenen: Verwachting En Realiteit,
Kampen-Hollanda, Uitgeverij Kok, 2000, (Erişim) https://openaccess.leidenuniv.nl/bitstream/
1887/7873/ 1/3_907_011.pdf, 11 Şubat 2009, s.153-154,
64
yüzde
58’inin
desteklemektedir.
kimliklerini
Asurlu
olarak
belirtmesi
bu
yaklaşımı
48
Arami/Asurî tartışması çoğunlukla Avrupa'daki Türkiyeli Süryani
Ortodoks göçmen topluluklar arasında yaşanmakta ve sorun; ilerici/tutucu ya
da izole/asimile karşıtlığından öte kuşak çatışmasına da dayanmaktadır. Her
iki kuşak arasındaki çatışmanın taraflar yönünden amacı kilise kimliği
yerine etnik kimliği vurgulamak olduğu düşünülmektedir. Zira dinî kimliğin
azalması, etnik kimliğin artması için ortam doğurmaktadır. Bölgenin eski etnik
gruplarla özdeşleştirilmesi, Süryanileri; Suriye, Irak ve Türkiye gibi
ülkelerdeki Arap ve Türklerden ayırmaktır.49
Ayrıca özellikle son 30 yıl içindeki iletişim ve teknoloji alanındaki
gelişmeler ile globalleşme etkisi altında sınırların geçişkenliği toplulukların
birbiri ile ilişki kurmasını kolaylaştırmıştır. Özellikle Süryanice yayın yapan
televizyon kanallarının açılması ve internetin devreye girmesi, bu topluluklar
arasındaki iletişimi güçlendirmiştir. Süryanice çıkarılan dergi ve yerel
radyolar, Süryanice ve Süryani tarihi üzerine yapılan konferans ve toplantılar
Süryanilerin kimlik arayışlarında ve Süryani milliyetçiliğinin oluşumunda etkili
olmuştur.50
Tüm bu gelişmeler sonucunda, Süryani halkının menşei konusunda üç
görüş ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisi topluluğun kökenini Aramilere
(kilisenin dâhil olduğu eski oluşum veya yeni oluşuma karşı olanlar)
dayandıran görüş, ikincisi Asurîlere (yeni oluşum) dayandıran görüş ve
üçüncüsü ise tüm etnik grupların karışımı ile ortaya çıkan sentezci görüştür.
Bu konuda da ileri sürülen tezlerin bilimselliği tartışmalı olmakla beraber
politik ve ideolojik düşünceleri dile getirmesi ve Süryaniler arasında da
çatışmalara sebep olması sebebiyle bu görüşlerin incelenmesi çalışmamıza
ışık tutacaktır.
48
Andersson, a.g.e., s.20.
Murre ve Berg, "Religieuze en Etnische İdentiteit”, s.154-155.
50
Gabriel, a.g.m.
49
65
2.2.2. Etnik Yaklaşım Çerçevesinde Kimlik Tanımlamaları
Etnisiteyi ve kültürün tanımı yapılırken ileri sürülen biyolojik soyun (ırk)
kimlik belirlemede etkisine istinaden51 Süryaniler de biyolojik olarak Asur veya
Arami soyundan geldikleri yönünde çeşitli iddialar ileri sürmektedirler.
Esasında Nasturiler ile Süryaniler arasında başlayan mezhepsel karşıtlığın
etnik kimlikte yansıması olan Asurî-Arami zıtlaşmasının gerisinde siyasi, dinî,
ekonomik ve kültürel nedenler yatmaktadır.
Genel çerçevesi ile kendilerini Süryani olarak tanımlayanlar, asıllarını
Aramilere dayandırmakta; buna karşın kendilerini Asurî olarak adlandıranlar,
Süryani, Arami, Süryoya, Turoye, vb. hepsinin aynı halk grubundan
geldiklerini
ve
bunlar
için
ortak
tanımlamanın
Asurî
olduğunu
söylemektedirler.52 Burada vurgulanması gereken bir nokta ise etnik merkezli
Süryani kimlik arayışlarının gerisinde siyasi beklentilerin olduğudur. Özellikle
diaspora Süryanilerinin bu beklentileri, ‘vatan’ ve ‘soykırım’ kavramları
etrafında şekillenen bir birlik ve kimlik oluşturma çabaları olarak nitelenebilir.
Tarihsel süreç içinde Süryaniler kendi etnik kimlik temelleri üzerinde
baskın
bir
politik,
gösterememişlerdir.
ekonomik
Nitekim
ve
sosyal
Hristiyanlığın
örgütleme
yayıldığı
ilk
becerisini
dönemlerden
günümüze kadar dinî motifli bir tanımlama içinde bulunmuşlardır. Etnik
temelli
bir
yapılaşmaya
gidememelerinin
nedenlerinden
biri
olarak
bulundukları coğrafyalarda demografik açıdan yeterli olamamaları ve kalan
gruplar ile sıkı bir işbirliğine gidememeleri gösterilebilir. Süryanilere göre bu
durumun sebebi ötekilerle bir alıp veremediklerinin olmaması ve içsel bir
cemaatin yarattığı örgütsel konumlarının devamını istemeleridir.53
51
Baumann, a.g.e., s.19-20.
Atman, a.g.e., s.48.
53
Nesrin Elveren, “Süryanilerde Yaşam Pratikleri (Mardin Örneği)”, Aydın, Adnan Menderes
Üniversitesi, Fen-Edebiyet Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2005.
52
66
Diğer taraftan Süryanilerin kendilerini tanımlarken “Tanrıdan en çok
korkan millet” olarak tanımlamaları da göz ardı edilmeyecek bir gerçeği
karşımıza çıkarmaktadırlar. Süryaniler tarih boyunca kendilerini bir inancın
savunucuları olarak görmüşlerdir. İnançlarına yönelik herhangi bir saldırı
olmadığı zamanlarda çok fazla ön plana çıkmamışlardır. Genel olarak
inançları çerçevesinde yaşamayı tercih ederken siyasi anlamda öne çıkan bir
görüntüleri olmamıştır.54 Süryaniler siyasi kimlikten çok, dinî kimliklerini ön
planda tutmalarından dolayı, tarih boyunca bir-iki küçük prenslikten başka
önemli
devlete
sahip
olmamışlardır.
Bu
durum
ancak
etnik
kimlik
tanımlamalarına ihtiyaç duydukları göçe kadar siyaseten bir mücadele içine
girmemelerinin nedenini açıklamaktadır. Yukarıda kısaca değinilen bu etnik
iddiaların
bugün
Süryanilerin
uluslararası
siyasetteki
mücadelelerine
açıklama getirmesi sebebi ile daha detaylı ele alınmasında fayda vardır.
2.2.2.1 Süryanilerin Arami Kökenli Olduğu İddiası
Süryanilerin Arami kökünden geldikleri iddiası daha çok kilise
çevrelerinde taraftar bulmakta ve Aramice dil ile bugünkü konuşulan
Süryanice arasında bağ kurarak köken milliyetçiliği yapılmaktadır.
Süryanilerin Arami55 olduğunu iddia edenlerin dayanak noktasını
Süryanilerin konuştuğu dil (Aramca) oluşturmaktadır.56 Gerçi etnik bir kimliği
tanımlamak için etnik grup ve dil arasında bire bir ilişki olmadığı,57dilin tek
54
İbrahim Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat 19. yüzyılda Mardin Süryanileri, Ankara,
Beyan Yayınları, 2008, s.61.
55
Ârâmî kelimesi kuzey Mezopoyamya'nın dağlık bölgelerinde göçebe olarak yaşayan halka, daha
alçak havzalarda oturan komşuları Keldânîler tarafından verilmiş ve Dağlılar anlamına gelen bir
terimdir. Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, İstanbul, Chivi Yazıları/Mjora yayınları, 2003,
s.28; Günel, a.g.e., s.30; Durak, a.g.e, s.189; Çelik, Süryani Tarihi, s.17-18.
56
Midhat Sertoğlu, Süryani Türklerinin Siyasi ve İçtimai Tarihi, Baha Matbaası, İstanbul, 1974,
s.65-67. Ayrıca Sertoğlu, bu iddiasını temellendirmek için ortaya koyduğu fikirlerde Süryanilerin
aslen Türk ırkından olduğu, bunun gerekçesi olarak da Brakisefal (yuvarlak kafalı) oldukları iddiasını
dile getirmektedir. Bkz. Sertoğlu, a.g.e., s.84, 37-39, 63.; Murat Fuat Çıkkı, Naum Faik ve Süryani
Rönesansı, haz. Mehmet Şimşek, İstanbul, Belge Yayınları, 2004.
57
Fenton, a.g.e., s. 12.
67
başına belirtici bir rolü bulunmadığı58iddia edilse de dilin kimlik belirlemede
önemi inkâr edilememektedir.59 Bugün Süryanice, Türkiye’de Mardin (Midyat)
bölgesi, Şırnak, Hakkâri (Beytüşşebap) bölgelerinde; İran’da Urmiye bölgesi
ile Kuzey Irak, Suriye ve Lübnan’daki Süryanilerle öteki bazı küçük
topluluklarca konuşulmaktadır. Ayrıca bu ülkelerden Avrupa ve Amerika’ ya
göç eden Süryanilerin bir kısmı da bu dili günlük kullanmaktadır. Süryanice
geniş bir alanda kullanılıyor gibi düşünülse de günümüzde kullanımı hem az
hem de bölgesel farklılıklar göstermektedir. Türkiye’de daha çok Aramicenin
bir lehçesi olan ‘Turoyo/Troyo’ kullanılmakla beraber Süryanice, giderek kilise
duvarları içine hapsolmaya başlamış bir din diline dönüşmektedir.60 Yani
Süryani topluluğunu tanımlayan kriterlerden ‘din’ ve ondan sonra gelen ‘dil’
başat rol oynamaktadır.
Ayrıca Süryani kelimesinin Hristiyanlık ile iç içe geçmişliği kilisenin
Süryaniler için önemini ve birleştiriciliğini karşımıza getirmektedir.
2.2.2.1.1. Kilise Eksenli Siyasal Söylem
Süryanilerin Arami kökünden geldikleri şeklindeki görüş, daha çok dinî
inançlarını ve kurumlarını yaşatmak isteyenlerin benimsediği görüştür. Irak
ve İran'dakilerin aksine, Suriye ve Türkiye'deki gerek halk, gerekse
kilise ve din adamları büyük ölçüde bu görüşü kabul etmektedirler. Çünkü
Kilisenin, bilimsel anlamda ‘ulus’ ve ‘ulusal’ kavramlarına karşı olduğu, onlar
için önemli olan kilise ritüellerinin ve Hristiyanlığının devam ettirilmesi
düşüncesinin olduğu değerlendirilmektedir. 61
58
Anthony D. Smith, National Identity: Ethnonationalism in Comparative Perspective,
Harmondsworth, Penguin Books, 1991, s.52-53.
59
Fenton, a.g.e., s.12-13.
60
Bülbül, a.g.e., s. 15; Abdurrahim Özmen, “Süryaniler Örneğinde Etkinleştir(İl)me ve Etnik Kimlik
Görünümleri”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi, Canan Seyfeli,
Ankara, Cilt III, Orient Yayınları, 2005, s.163.
61
Feyyaz Kerimo, Naum Faik ve Süryani Rönesansı, haz. Mehmet Şimşek, İstanbul, Belge
Yayınları, 2004, önsözü.
68
Hem Süryani hem de birçok Yunan kaynağında, Süryanilerin Arami
olduğu üzerinde durulmaktadır. Süryani adının, Aramilerin başka bir adı
olduğu yönündeki tez, oldukça kabul görmektedir.62 Süryani edebiyatında,
Süryanilerin Arami kökenli olduğuna vurgu yapılarak; dördüncü yüzyılda
yaşayan ünlü Süryani şair ve tanrıbilimci Efrem, Edessa'lı (Urfa) Bardaisan
için "Aramilerin filozofu" demekte,63 Aram-Nahrain'dan "memleketimiz" diye
bahsedilmekte,64 Suruçlu Mor Yakup ise (MS.451-521), Efrem için "Bu
bütün Aramilerin şanlı baş tacı olan Efrem …." diye yazmaktadır.65 Diğer
taraftan Yunan tarihçisi Posidonius “Kendilerine Arami diyen Suriyelileri biz
(Yunanlılar) Süryani olarak adlandırırız…” demektedir. 66
Bu iddialardan daha da önemlisi, Akdeniz'den Dicle'nin diğer yanına
kadar uzanan bölgenin halklarının çoğunluğunun Süryanilerin, Arami
halkının devamı olduğunu yönünde inanışa sahip olmalarıdır.67
Süryanilerin Arami kökenli olduğunu iddia edenler, “Hristiyanlık inancı”
temelinde daha çok inanca dayalı bir toplum modeli oluşturmayı ön plana
çıkarmaktadırlar.68 Süryanileri etnik köken olarak Aramîlere dayandıran görüş
“muhafazakâr
görüş”
veya
“tarihi
geleneksel
görüş”
olarak
da
dillendirilmektedir. Kısaca Süryanilerin Arami kökenli olduğu yönündeki bu
görüş, daha çok kilise taraftarları arasında kabul görmektedir.
Süryanileri değerlendirirken, içine düşülen ikilemden birisi Süryanilerin
kendilerini bazen dinsel yönü önde olacak, bazen de etnik yönü önde olacak
62
Kemal Özbay, Süryaniler, Kadim Süryaniler ve Türkiye’deki Durumları, İstanbul, İstanbul
Üniversitesi Tıp Fakültesi, Yayın Tarihi Enstitüsü, Baha Matbaası, 1975, s.13.
63
C.W. Mitchell, S. Ephraim's Prose Refutations of Mani, Marcion and Bardaisan, London, Cilt
II, Williams and Norgate Publishing, 1912, s.225.
64
Sidney H. Griffith, "Julian Saba, 'Father of the Monks' of Syria," Journal of Early
Christian Studies, 2, 1994, s.201-203.
65
Joseph P. Amar "A Metrical Homily on Holy Mar Ephrem by Mar Jacob of Sarug",
Patrologia Orientalis, Vol. 47, Fasc., 1, No. 209, 1995, s.37,48.
66
Ian G.Kidd, Posidonius, The Commentary, Cambridge, Vol.II, Cambridge University Press, 1999,
s.955
67
Theodor Nöldeke , "Ασσυριοσ Συριοσ Συροσ", Hermes. Zeitschrift für Classische Philologie,
5, Berlin, 1871, s.460’den aktaran Öztemiz, a.g.t., s.61.
68
B.Murat, Öztemir, Yezidiler Ve Süryaniler, İstanbul, Ekin Yayınları, 1988, s.40-41., Bülbül, s.30.
69
şekilde tanımlamalarıdır. Bazen de diller ele alınarak tanımlanabilmektedir.69
Yani tanımlamada ele aldığınız kritere göre çok çeşitli gruplandırmalar
yapmak mümkündür.
2.2.2.1.2. Filolojik Yaklaşım Kapsamında Süryani Kimliği
Etnik kimlik tanımlamalarında önemli bir rolü olan dil, kültürün ürünü
ve aynası olabileceği gibi, aynı zamanda kültürün yeniden üretilmesinde
etkili olabilmektedir. Bu nedenle, özellikle ulus-devletlerin inşa süreçlerinde
dil üzerinde çok durulur. Tek bir ulus ve dil oluşturmak için, bir yandan
egemen bir dil oluşturulurken, diğer yandan bu egemenliği zedeleyebilecek
başka dillere baskı uygulanmaktadır.70 Süryanice kimlik tanımlamada
üstlendiği rol kadar kimlik oluşturmadaki rolü ile de çok önemlidir.
Bilimsel ve politik zeminde Süryanilerin kökenine ilişkin mutabakat
sağlanan en önemli nokta bu toplulukların tamamının Aramice’nin
diyalektlerini
konuştukları
ve
dolayısıyla
Sami
dil
grubu
içinde
değerlendirildikleridir.71
Süryani diline kısaca değinecek olursak; Sami dil grubunun Batı grubu
içindeki kuzey kolunda Kenanca ile birlikte yer alan Aramice72 bugünkü
Süryanicenin kaynağını oluşturmaktadır.73 Sami dilleri ailesinden olan
Süryanicenin zamanla Batılı ve Doğulu olmak üzere iki farklı söyleyişi
oluşmuştur.74
Yani
bugünkü
Süryanice,
Doğu
grubunda
yer
alan
Mandaice, Babil Talmudu Aramicesi ve bütünüyle Arami dilinin en önemli
69
Albert Habib Hourani, Minorities In The Arap World, London-İngiltere, Oxford University Press,
1947, s.1-2.
70
Michael C. Corballis, İşaretten Konuşmaya: Dilin Kökeni ve Gelişimi, çev. Aybek Görey,
İstanbul , Kitap Yayınevi, 2003, s.10-12.
71
Özmen, a.g.t., s.169.
72
Eyyüp Tanrıverdi, "Süryani Dili", Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi
ve Canan Seyfeli, Cilt II, Orient Yayınları, Ankara, 2005, s.1.
73
Daha geniş bilgi için bkz. Andrews, a.g.e., s.229; Gabriele Yonan, Asur Saykırımı Unutulan Bir
Holocaust, çev. Erol Sever, İstanbul, Pencere Yayınları, 1999, s.21; Bilge, Geçmişten Günümüze
Süryaniler, s. 59; Özbay, a.g.e., s.16; Öztemir, a.g.e., s.36.
74
Muzaffer İris, Bütün Yönleriyle Süryaniler, İstanbul, Ekol Yayımcılık, 2003, s. 38; Günel, a.g.e.,
s. 37-65.
70
temsilcisi75 veya Aramcanın Hristiyanlık sonrası dönemi76 olarak kabul
edilebilir.
Süryanicenin Doğu ve Batı olarak ayrışmasının nedeni ise daha
sonraki
bölümlerde
açıklanacak
olan
mezhep
çatışmalarına
bağlı
bölünmelerden kaynaklanmıştır. V. yüzyılda gerçekleşen Efes ve Kadıköy
konsülleri sonrasında Süryaniler; Batı Süryanicesine yönelirken, Nasturiler;
Doğu Süryanicesini yönelmişlerdir. VII. Yüzyılda Arapçanın etkisi ile
zayıflayan Süryanice zamanla küçük bir halk topluluğunun dili haline
dönüşmüştür. 77
Emevi egemenliğine kadar Yakubiler ve Nasturiler arasında liturji dili
Süryaniceyken bu dönemden sonra Süryanicenin yerini daha çok Arapça ve
yıllar içinde baskın kültürlerden etkilenerek farklı diller almaya ve
Süryanicenin lehçeleri kiliselere hapis olmaya başlamıştır.78 Günümüzde
Şam'ın kuzeyinde ve Mardin bölgesinde konuşulan Arami lehçeleri giderek
daralan bu dil coğrafyasının günümüze ulaşabilmiş kalıntılarıdır.79 Dilin bu
şekilde asimilasyona uğraması Süryani Hristiyanlar arasında, millî bir
bütünlük kurulması yönündeki çabaların gelişmesini de engellemiştir.80
Süryaniler, modern Aramiceyi anadili olarak kullanmasa da, Süryanice,
kilisede kullanılmakta ve topluluğu birleştiren bir etken görevi görmektedir.
Süryanicenin Doğu lehçesi, bugün ağırlıklı Irak ve İran'daki Doğu
Kilisesi ve Keldani Katolik Kilisesince kullanılmaktadır. Batı lehçesi ise,
özellikle Suriye, Türkiye ve Lübnan'da etkin olan Süryani Ortodoks, Süryani
75
Tanrıverdi, a.g.m., s. 2-3.
Gabriele Yonan, a.g.e., s.21.
77
Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s.60-61.
78
Dil en bağımlı ve kırılgan kültürel kategorilerden biridir ve belirli büyük dil grupları dışında, diğer
pek çok dilsel oluşumlar büyük ölçüde verili bir alandaki dinsel ve siyasal etkileşimlerin ürünüdürler.
Bkz. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.52-53.
79
A. H. Hourani, Minorities in the Arab World, London, Oxford University Press, 1947, s.11.
80
Suavi Aydın, Kudret Emiroğlu, Oktay Özel, Süha Ünsal, Mardin: Aşiret-Cemaat-Devlet, İstanbul,
Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2000, s.80.
76
71
Katolik ve Maruni Katolik Kilisesi'nde kullanılmaktadır.81 Ayrıca İsveç,
Almanya, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde ve Amerika'da göçmenler
tarafından da kullanılmaktadır.82 Süryanice bir din dili olup günümüzde günlük
yaşantıda kullanımı çok az olmasına rağmen Süryani kiliselerinde çeşitli
lehçelerde kullanılmaya devam etmektedir.
Süryani alfabesi konusunda da, Batı ile Doğu arasında fark
görülmektedir. En eski Süryani alfabesi83, Estrangelo (yuvarlak) olarak
tanınmaktadır. 8’inci yüzyılda, Estrangelo’ya dayanılarak, Süryani Ortodoks
ve Maruni olmak üzere Batı Süryani kiliselerinde kullanılan Serto (işlek yazı)
adıyla yeni bir alfabe geliştirilmiştir.84 Birkaç yüzyıl sonra ise, Doğu
Süryanileri arasında da, Madnhaya (Doğulu) yeni bir alfabe kullanılmaya
başlanmıştır. Avrupalı yazarlar arasında, bu alfabe “Nasturi” veya “Keldani”
alfabesi olarak da tanınmaktadır.85 Aramice, Hristiyanlar dışında bazı
Yahudiler arasında da kullanılmaktadır. 86
Bu konu biraz tartışmalı olmakla beraber, Süryanicenin Arami dilinin
devamı
olduğunu
söylemek;
kökenlerini
dil
üzerinden
Aramilere
dayandıranların gerekçelerinin anlaşılmasını sağlar. Arami dili ve alfabesini
bugün Süryanicenin kaynağı olarak görmek, Süryanileri de Arami köküne
bağlamak için yeterli olmasa da geçerli bir neden olarak kabul edilmelidir.
Süryanicenin özellikle kilise litürjisinde ve ayinlerde kullanılması kilise
taraftarlarının Arami kökenine ilgi duymalarının sebebi olarak yorumlanabilir.
81
Sebastian Brock, "An Introduction to Syriac Studies", Der. J.H. Eaton, Horizons in
Semitic Studies: Articles for the Student, Birmingham, Dept. of Theology, University of
Birmingham, 1980, s.13.
82
Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 61; Tanrıverdi, a.g.m., s. 6.
83
Bu alfabe 22 ünsüz harften oluşmakta ve genellikle sağdan sola doğru yazıldığı da belirtilmektedir .
Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, Cilt 29, s. 23.
84
12’nci yüzyıla kadar aralıksız kullanılan ‘Estrangelo’ yazısı, daha sonra sadece konu başlıklarını
süslemede ve süs yazısı olarak kullanılmaya devam etmiştir. 9’uncu yüzyıldan itibaren ortaya çıkan ve
Batı Süryanicesi olarak da adlandırılan diğer bir yazı ise ‘Serto’ yazısıdır. Koluman, a.g.e., s.11,23;
Elveren, a.g.t.; Altınışık, a.g.e., s.12.
85
Brock, a.g.m., s.14-15.
86
Crawford Howell Toy ve George A. Barton, “Semitic Languages”, The Jewish Encyclopedia,
(Erişim) http://www.jewishencyclopedia.com/view.jsp?artid=466&letter=S#1559, 11 Nisan 2009.
72
Sonuç olarak Süryanilerin dinî niteliklerinin ağır basması, Süryanicenin
Arami dili kökenli olması, Süryani kimliğinin kilise çevresinde şekillenmiş
olması Süryanilerin kökenini Aramilere dayandırma tezini güçlendirmektedir.
2.2.2.2. Süryanilerin Asurî Kökenli Olduğu İddiası
Süryanilerin kökeninin Asurî ırkına dayandığını iddia edenlerin
çoğunluğuna göre tüm eski Mezopotamya halkları (Akkadlar, Asurlar,
Babilliler, Kenanlılar, Fenikeliler, Aramiler vb.) Sami kökenlidir.87 Bundan
dolayı eski Mezopotamya halklarına “Ön Süryaniler veya Protosüryan” olarak
da adlandıranlar vardır.88 Süryani kelimesi, Hristiyanlıktan sonra yaygınlık
kazanmasına rağmen, Asurlu kelimesi Hristiyanlıktan önce de vardır ve tüm
Mezopotamya’da yaşayan halkları içine almaktadır.89 Dolayısıyla Süryani
kelimesi daha çok Hristiyanlıktan sonraki dönemdeki Asur halkı ile ilişkilidir.
Süryanilerin kendilerini Asurluların torunu saymalarının nedenlerinden biri
kullandıkları adların köken olarak benzerliği ve ortak yaşam bölgeleridir.90
Ayrıca Asur ile Süryani ilişkisini etimolojik anlamda ilişkilendirenler
olduğu kadar karşı çıkanlar da vardır.91 Aralarındaki ilişkiyi ortak kelime
87
Asurlar bugünkü Irak’ın kuzeyi ile lokalize edilen ve Doğu Toroslar’ın güneyini kapsayan bölge
merkezi olmak üzere M.Ö.2004-612 yılları arasında hüküm sürmüş bir kavimdir. Selahaddin
Mihotuli, Arya Uygarlıklarından Kürtlere, İstanbul, Koral Yayınları, 1992, s.118; Asurluların
Sâmî kavimlerden olduğunu iddia edenler için; Sami, Kamusu'l- A’lam, İstanbul, 1306,11/ 3874’den
aktaran Kadir Albayrak, a.g.e, s. 35. Asurluların Sami kavimlerden olmayıp Orta Asyalı kavimlerle
Sâmî kavimlerin karışmasından meydana gelen yeni bir ırk olduğunu iddia edenler için. Bkz.
Şemsettin Günaltay, Yakın Şark, Elam ve Mezopotamya, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayını,
1987, s.289-290; Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.28; Orta Mezapotamya bölgesini
kapsayan bölgede yine Sami soyundan gelen etnik unsurlardan oluşan bir kavim olduğunu iddia
edenler için Bkz. Mihotuli, a.g.e., 1992, s.118
88
Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, Mardin, Kırklar Kilisesi Yayını, 2005, s.16.
89
Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni, s.10.
90
Yavuz Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler: Kuruluştan Tanzirnat’a Kadar Sosyal,
Ekonomik ve Hukuki Durumları, Ankara, Turhan Kitabevi Yayınları, 2001, s.62.
91
Bu görüşe göre benzerlik sadece Suriye'nin eskiden Asur'un egemenliği altında olması ile
ilişkilidir yoksa köken ilişkisi bulunmamaktadır. Bunun bir göstergesi de Aramîler Asuriceyi değil,
Asuriler Aramîceyi konuşmasıdır. Bkz. John Joseph, "Assyria and Syria: Synonyms?", Journal of
Assyrian Academic Studies, Vol. XI, No. 2, s.37-43.
73
köklerine ve kelime anlamlarına bağlayarak Süryaniler ile Asur arasında ilişki
kurulmaya çalışılmaktadır.92
Diğer taraftan bu ilişkinin coğrafi konumdan kaynaklandığını da ileri
sürenler vardır.93 Süryani adının Asurî adından türediğini savunan birçok
bilim adamı olmasına karşın, bu saptama Süryanilerin Asurî olduğunu
kanıtlamak için yetmemektedir. Asurî tezini ileri süren araştırmacıların, bu
etimoloji dışında yeterli ikna edici kanıtı bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar yanında siyasal-coğrafya ilişkisi içinde Süryanilerin
Asur kökenli olduğuna ilişkin iddiaları özellikle Süryani göçü sonrası gelişen
milliyetçilik akımları ekseninde ve 19’uncu yüzyıldan itibaren yapılan
arkeolojik kazılar sonrası elde edilen bulgulara dayandıran coğrafya temelli
görüşler çerçevesinde incelemek mümkündür.
2.2.2.2.1. Milliyetçilik Eksenli Siyasal Söylem
Aralarındaki kristolojik ve mariyolojik farklılıklara rağmen Asurî
kelimesinin Antik Asur İmparatorluğu ile ilişkilendirilmesi Birinci Dünya
Savaşı'ndan sonra batılı misyonerler tarafından ileri sürülmüş ve birçok
Nasturi tarafından da bu kimlik hevesle kabul edilmiştir.94 Nasturi, Keldani ve
Süryanilerden karma bir Asur ulus kimliği ve devleti yaratma fikri
çerçevesinde şekillenen bu iddia, 19’uncu yüzyılda Protestan misyonerler
tarafından Osmanlı coğrafyasının Türkiye-Irak-Suriye bölgelerinde ve İran`da
icra edilen faaliyetlerinin bir sonucudur. Bu fikir ilk defa 19’uncu yüzyılda
Musul`da İngiltere adına çalışan arkeolog Austen Henry Layard tarafından
ortaya atılmış ve siyasi gerekçelerle de İngiliz-Fransız-Amerikan ve Rus
92
Richard N. Frye, "Assyria and Syria: Synonyms", Journal of Assyrian Academic Studies, Vol.
XI, No. 2, s.30-36; Simo Parpola, "Assyrian Identity in Ancient Times and Today", Journal of
Assyrian Academic Studies, (Erişim) http://www.nineveh.com/parpola_eng.pdf, 11 Nisan 2009, s.14.
93
Frederic Macler, “Syrians (or Arameans)”, ed. James Hastings ve John A. Selbie, Encyclopedia of
Religion and Ethics Part 23, Edinburgh, T&T Clark,1994, s.164-167.
94
Richard N. Frye, “Assyria and Syria: Synonyms”, The Journal of Near Eastern Studies, Harvard
University, (Erişim) http://www.aina.org/articles/frye.htm, 11 Nisan 2009.
74
misyonerleri tarafından kullanılmış ve zamanla Süryaniler tarafından da kabul
görmeye başlamıştır.95 Bu ideoloji ile dinî ayrılıklar ikinci plana itilerek, ırkî
temellere dayalı bir grup kimliği aşılanmaya çalışılmıştır.96 Türk ve Arap
milliyetçiliğine bir tepki olarak ortaya çıktığı da söylenmektedir.97
İdeolojik
olarak
“Asurîzm”,
Asurî
milliyetçiliğine
atfen
kullanılmaktadır.98 Asurîzmin amacı, bugün Aramice konuşan Hristiyanların
bir kısmını Asurî milleti adı altında birleştirmektir. Raif Toma’ya göre Asurîzm,
sadece Süryani vatanseverliğini değil aynı zamanda “Pan-Mezopotamyacılık”
olarak da tanımlanmakta ve bütün Mezopotamya halklarını birleştirme amacı
gütmektedir. Arap Milliyetçiliğinin karşılığı olarak da değerlendirilen Asur
Milliyetçiliğinin değişkenleri mezhep ve etnik milliyetçiliktir.99 Bu ideoloji,
Birinci Dünya Savaşından bugüne kadar çok defalar gündeme gelmiş olan
“Asurî Üçgeninde” (Kuzey Irak’taki Ninova-Musul bölgesi) bir devlet yaratma
amacındaki politik bir harekettir. 100
Türkiye'deki Hristiyanlar tarafından fazla rağbet görmeyen Asurîzm
ve Asur kavramı, özellikle yurt dışında Nasturiler ve Keldaniler101
arasında rağbet görmektedir. Türkiye’deki Süryanilerin bu konuya fazla
ilgi göstermemelerinin sebebi, devlet ile olan ilişkilerini bozmak istememek
ve ibadetlerini sorunsuz yerine getirmek olarak açıklayabiliriz. Türkiye
Süryanileri, devletle olan ilişkilerini; “devlet olmazsa işimiz çok zor. Devlet
bozulmadığı
95
sürece
devlete
karşı
gelmek
günahtır”
diye
Bülent Özdemir, 19. Yüzyılda Mardin Süryanileri, İstanbul, Beyan Yayınları, 2008, s.417-423
Kadir Albayrak, a.g.e., s. 71.
97
Andersson, a.g.e., s.13.
98
Asurizm ideolojisini, Batının Ortadoğu’ya müdahalesinin bugüne yansıyan bir problemi ve Batı’nın
yarattığı bir ürün olarak değerlendirenler de vardır. Muhammed Shamsadi, “Unholy spiritual product
of the West”, Aramnahrin Sitesi, (Erişim) http://www.aramnahrin.org/English/Article_Zaman_
16_11_2006.htm, 02 Eylül 2009.
99
“Assyrianism”, Wapedia, (Erişim) http://wapedia.mobi/en/Assyrianism, 02 Haziran 2010.
100
Arther Ferrill, The Origins of War: From the Stone Age to Alexander the Great, Boulder, CO,
Westview Press, 1997, s.70; “Assyrianism”, Wapedia, (Erişim) http://wapedia.mobi/en/Assyrianism,
02 Haziran 2010.
101
Özellikle Irak’ın Kuzey bölgesinde bulunmaktadırlar. 150.000 kadar Nasturi Dohuk – Zaho,
Amediya, bölgesinde, 15.000 Keldaniler kadar Keldani ise Türkiye sınırına yakın bölgelerde
yaşamaktadırlar. “Irak'ın Nüfus Yapısı, Federasyon Fikri” Diplomatik Gözlem, (Erişim)
http://www.diplomatikgozlem.com/haber_oku.asp?id=378, 11 Temmuz 2009.
96
75
açıklamaktadırlar.102 Ayrıca Türkiye Süryanilerinin konuya getirdikleri diğer
bir açıklamada; “Namazımızda, Türkiye Cumhuriyetine dua ederiz. Ayrıca
inancımızda devlete bağlı kalmak farz kabul edilmiştir.” denilmektedir.103
Bu ifadelerden devlet ile olan bağlılıklarına ulvi bir anlam yükledikleri
sonucu çıkarılmaktadır. Ayrıca
“Asurî” ismi ile birlikte dinî kimliklerinin
yerine etnik kimliğin ön plana çıkacağı ve dolayısıyla esas kimliklerini
kaybedecekleri ve hatta dinlerini de kaybedecekleri endişesi de bu
düşüncenin oluşmasında önemli bir etkendir.104
Her ne kadar bilimselliği tartışmalı da olsa milliyetçi söylemlerin
kaynağını felsefe ve mantık bilimine bağlayanlar da vardır. Nesim Doru
Süryanilerin
felsefede;
daha
çok
Yeni-Platonculuğa
ve
mistisizme
yönelmelerini muhafazakâr düşünce yapılarının gelişmesine, Nasturilerin
ise daha çok mantık bilimine ilgi duymalarının devrimci ve yorumlarında
daha özgür olmaları sonucunu doğurduğunu ileri sürmektedir.105
Yukarıda dile getirildiği gibi bu isimlendirmeden amaçlanan şey,
Doğu Hristiyanlığı içerisindeki dinî ayrılıkları ikinci plana iterek, ırki temellere
dayalı bir grup kimliği aşılamaktır. Grant’a göre Asurî kimliğine Nasturilerin
daha fazla sahip çıkmasının nedenleri ise “Nasturi teriminin beğenilmemesi
ve 431 yılında genel kiliseden aforoz edilmiş olan Nastur'un kötü ününün
bir mirasçısı olarak görülmek istemeyişlerindendir.”106
Asur kelimesi ile Süryani milliyetçiliği arasındaki ilişki “Hellen” kelimesi
ile Yunan Milliyetçiliği arasındaki ilişkiye de benzetilebilir. Süryanileri Asur
102
Erginer, a.g.m., s.29.
Öğündük köyünde 08 Mayıs 2007 günü papaz M. T. ile Öğündük Köyünde ve Mardin Deyru’lzafaran Manastırı Metropoliti S. Ö. ile İdil’de 06 Haziran 2007 tarihinde yapılan görüşme. Bkz. İncil,
Pavlus’tan Romalılara Mektup, 12-13.
104
Martin Tamke, Daheim und in der Fremde: Beiträge zur Jüngeren Geschichte und
Gegenwartslage der Orientalischen Christen, Hamburg, 2002, (Erişim) http://books.google.com.tr/,
11 Temmuz 2009, s.146.
105
Nesim Doru, Doğu’dan Batı’ye Köprü Süryaniler:Felsefe ve Çeviri Geleneği, Ankara, Dipnot
Yayınları, 2007, s.19; C.A. Kadir, İskenderiye ve Süryani Düşüncesi, çev: Kasım Turhan, İstanbul, Cilt
I, İnsan Yayınları, 1990, s.149.
106
Asahel Grant, Nastûrîler Ya da Kayıp Boylar, çev. Meral Barış, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1994,
s.66.
103
76
kimliği altında birleştirme düşüncesinin siyasal gerekçeleri ise şu şekilde
özetlenebilir:
a.
Hayali kurulan Asur ülkesinin yeniden teşkili için Nasturiler,
Keldaniler ve Süryanilerin birlik oluşturması,
b. Aynı Asurî kökenden geldikleri düşüncesinden yola çıkarak tarihi
krallıklarına duyulan özlem ve bu özlemin gereği olarak tek ülke ve tek ulus
yaratma arzusu,
c. Güçlerini
tek
ulus,
tek
halk,
tek
dil
ve
tek
kimlikte
birleştirdiklerinde mevcut psikolojik ve mezhepsel engellerin ortadan
kalkacağı inancı,
d. Bir kimliğin kendilerini çoğunluk,107 çok kimliğin ise Hristiyan
olmayan gruplar karşısında azınlık yapacağı,
e. Asurî, Keldani ve Süryani kimliklerinin sadece bir geçiş süreci için
kullanıldığı,108
f. Özellikle 1960’larda Ortadoğu’da yaşayan Nasturilerin Arap ve
Müslüman olmayanları tehdit eden Arap milliyetçiliği ile Kuzey Irak’ta Irak
hükümeti ile Kürtler arasında kalmalarından kaynaklanan kitlesel göçün
yarattığı olumsuz etki,109
g. Göç ile beraber Süryanilerin karşılaştıkları farklı sosyo-ekonomik
ve siyasal yapıya ayak uydurma çabalarına toplumun eski kurum ve
geleneklerinin cevap verememesi,
107
Bir arada düşünüldüğünde 3.3 milyon nüfusa ulaştıkları değerlendirilmektedir. “Assyrian people”,
Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org, 05 Mart 2009.
108
George Habash, "What do the Assyrian Want?", AINA, UK, 1999, (Erişim) http://www.aina.org/
articles/habash.htm , 05 Mart 2009.
109
Aprim Shapera, “A Forgotten History”, Current Affairs, London, (Erişim)
http://www.bethsuryoyo.com, 05 Mart 2009.
77
ğ. Özellikle batıdaki Süryani aydınlarının ve kurumlarının yeni bir
ideolojik söylem oluşturma arayışı olarak değerlendirebiliriz.110 Dolayısıyla
kimlik bunalımı yaşayan geniş bir kitle oluşmuş ve bu kitle Asur kimliği
etrafında yeni bir yapılanmaya yönelmiştir.
Süryanilerin Asur kökenli olduğunu iddia edenler siyasal bir toplum
ideolojisi111 ile konuya yaklaşmakta ve Süryanilerin Ortadoğu’da demokratik
hak ve özgürlüklerini elde etme yönünde siyasal örgütlenmeye yönelmesi
fikrini ön plana çıkarmaktadırlar.112 Özellikle Avrupa’da doğan, büyüyen ve
eğitim alan genç Süryani kuşağı arasında taraftar bulan bu görüş113
“muhafazakâr görüş” olarak da nitelendirilen geleneksel kilise görüşüyle, yani
Arami kökene dayandırılan görüşle çatışma halindedir. Bu görüş Süryani
toplumuna en fazla rahatsızlık veren bir oluşuma ortam hazırlamaktadır.
Politik ve ideolojik kaygılarla ortaya çıkan bu görüşün menşei batılı
stratejistlerdir. Son yirmi yılda Süryanilere ait yazılı medyada bu konu ile ilgili
olarak yazılan yazılarda işlenen tema “dünyada sayıları yüz binlerle ifade
edilen halklar devlet kurarken Süryanilerin bunu başaramamasının nedeni
olarak, aynı halk olmasına rağmen Süryani, Keldani, Nasturi, Asurî adları
altında bölünmüş oldukları ve tarihin inkâr edemeyeceği Asur kimliği
etrafında birleşirlerse bir devlet teşekkülü için önemli bir nüfus sayısına
ulaşacak olmalarıdır.”114 Bu düşünce Süryanilerin Asurî kökenli olduğu iddiası
110
Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 31.
Asur ismi üzerinden yapılan siyaset bazen tarafları karşı karşıya bazen de bir araya getirmektedir.
Asuri Evrensel Birliği (Syriac Universal Alliance-SUA) ile Avrupa Süryani Birliği(European Syriac
Union-ESU)’nın 10 Ekim 2005 yılında Süryani ismi üzerine vardıkları mutabakat, diasporadaki Asuri
kelimesi üzerinden siyaset yapanları rahatsız etmiştir. “A disastrous decision of SUA- where are
standards and values?”, Aramnahrin, (Erişim) http://www.aramnahrin.org/English/SUA_ESU_8_
10_2005. htm, 05 Mart 2009.
112
Öztemir, a.g.e., s.40-41; Bülbül, s.30.
113
Bu görüşün taraftarları kendilerini; 19. yy.da Batı’nın milliyetçilik akımlarından etkilenmiş, tarihi
Asur medeniyetinin ortak tarihi mirasına sahip, doğu Hristiyankilisesi mensubu, Süryani dilini
kullanan etnik bir grup olarak tanımlamaktadırlar. Bkz. “Assyrian Church of the East”, Global
Security, (Erişim) http://www.globalsecurity.org/military/world/iraq/religion-christian-assyrian.htm,
05 Haziran 2009.
114
Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”.
111
78
için siyasal gerekçe yaratmakta, genç ve idealist Süryanilere sadece heyecan
vererek aynı zamanda onlara siyasal bir bilinç de aşılamaktadır.115
Aslında günümüzde heyecanla yürütülen birçok etnik kimlik eğilimli
hareketten biri olan Asurîzm hareketi, Ortadoğu bölgesi için çok da alışıla
gelmedik bir hareket değildir. Bu tarz etnik kimlik hareketlerindeki yoğunluğu,
Glazer; “etnik devrim” olarak adlandırmaktadır. 116
Kısaca Asurîzm ideolojisi sahipleri kendi kökenlerini Hristiyanlık
öncesine kadar götürmekte ve öncelikle siyasal bir toplum oluşturma
düşüncesi ile kendilerinin Asurluların devamı niteliğinde olduklarını ve
Süryani yerine Asurî isminin kullanılması gerektiğini savunmaktadırlar.117 Bu
görüş taraftarları ise Nasturiler ağırlıklı olacak şekilde Avrupa ve Amerika’da
yaşayan Keldani, Süryani ve kendini bu grup içinde gören Hristiyan azınlıklar
olarak karşımıza çıkarken, Türkiye’deki Süryaniler tarafından şimdiye kadar
pek kabul görmemiştir.
2.2.2.2.2. Arkeoloji ve Coğrafya Temelli Süryani Kimliği
Jeopolitik anlamında coğrafyanın; strateji, ekonomi, kültür ile ilişkisi
küresel politikanın belirlenmesinde nasıl önemliyse, kimlik belirlemede de o
kadar önemlidir.118 Süryaniler; M.Ö. 3000’lerden başlayarak Subariler,
Sümerler, Akadlar, Babiller, Asurlular, Kenaniler, Amuriler, Aramiler,
Kendaniler, Fenikeliler, Tedmurlular ve Abgarlar’ın yaşadığı, Süryanilerin
Beth-Nahrin, Arapların Cezire veya Beyn-el-Nahrayn olarak adlandırdıkları,
bugün Mezopotamya olarak bilinen Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki bölgeyi
115
Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”.
Andersson, a.g.e., s.15.
117
Öztemir, a.g.e., s.40-41.
118
Suat İlhan, Dünya Yeniden Kuruluyor, İstanbul, Ötüken Yayınları, 1999, s.43-50
116
79
kendi
vatanları
dayandırmaktadırlar.
olarak
görmekte
ve
köklerini
bu
coğrafyaya
119
Coğrafi konum ile etnik köken arasındaki bu ilişkiyi daha özel hale
getirecek olursak, Süryaniler açısından bu ilişki Doğu-Batı veya Asurî-Arami
şeklinde tezahür etmektedir. "Doğu Süryanileri" tabiri ile kökenleri tarihi "Urfa
Kilisesi"ne dayanan ve Asur soyundan gelen Nasturiler, "Batı Süryanileri"
tabiri ile de tarihi "Antakya Kilisesi'ne dayanan ve Arami soyundan gelen
Süryaniler kastedildiği ileri sürülmektedir.120
Batı Süryanileri, coğrafi olarak Diyarbakır, Antakya, Maraş, Urfa,
İstanbul, Mardin ve Suriye'de yaşayanları tanımlamak için; Doğu Süryanileri
ise İran, Irak, Suriye ve Hindistan coğrafyasında yaşayanları tanımlamak için
kullanılmıştır.121
Tarihi olarak doğu-batı şeklinde bölünme zaten Antakya Süryani
Kilisesinin ilk kurulduğu dönemlere kadar gitmektedir. O dönemde Pers
Hükümdarlığı’nın sınırları içinde yaşayan Süryaniler doğu kilisesini, Roma
İmparatorluğunda yaşayanlar ise batı kilisesini oluşturuyordu.122 Kristolojik
tartışmalar ile başlayan Doğu ve Batı Süryanileri ayrımı tarafların karşı
karşıya kaldıkları tehditler ve bu tehditlerin sonucu olarak sığındıkları
coğrafyaların da kendi kültür ve millî kimliklerine yapmış olduğu etki ile daha
da derinleşmiştir.123 Sonuçta, Doğu Süryanileri Hakkari’nin dağlarında
kendilerini izole ederek kültürlerini korurken, diğer taraftan giderek kilise etkisi
119
Gabriyel Akyüz, Diyarbakır’daki Meryem ana Kilisesi’nin Tarihçesi: M.S. 3. Yüzyıl, Mardin,
Kendi Basımı, 1999, s.32; Altınışık, a.g.e.,; Erginer, a.g.m., s.31.
120
Sarıkçıoğlu, a.g.e., s.35-36; Günel, a.g.e., s.35; Mehmet Çelik, Antakya Süryani Kilisesi (Kuruluş
Dönemi), İstanbul, Cilt 1, Yaylacık Matbaası, 1987, s.3.
121
George A. Maloney, "Eastern Churches", New Catholic Encyclopedia, Cilt V, Washington, 1967,
s.16; Suriye’de bulunanlar bazen Batı, bazen de Doğu Süryanileri içine dâhil edilmektedirler. Bunun
sebebi Suriye’de her iki gruba ait cemaatin bulunmasıdır. Bkz. Kaşgarlı, a.g.e., s. 10; “Süryani
Tarihinde Bölünmeler”, (Erişim)http://www.msxlabs.org/forum/din-ilahîyat/16123-hiristiyan-kokenlidin-ve-akimlar suryaniler-suryanilik.html, 05 Mart 2009.
122
Altınışık, a.g.e., s.23.
123
Süryaniler M.S. 489 yılında “Batı ve Doğu” olarak ikiye ayrılmıştır. Bkz.Gabriel Akyüz,
Nusaybin’deki Mor Yakup Kilisesi ve Nusaybin Okulu, Mardin, Resim Matbaacılık, 1998, s.21
80
altında cahil ve saldırgan bir yapıya dönüşmüştür. Buna mukabil Batı
Süryanileri, diğer kültürler içinde asimilasyona uğramışlardır.124
Doğu Süryanilerinin bu izole ve içine kapanık yapısı, milliyetçilik
akımlarından daha fazla etkilenmesine ve aşiret yapısının etkili olmasına
neden olmuştur. Bu durum Batı Süryanilerinde Doğu’nun tersi olacak şekilde
yapılanmıştır.
Bu gelişmelere paralel olarak özellikle Nasturiler, 19’uncu yüzyılda
Mezopotamya’da yapılan arkeolojik kazılar sonrasında elde edilen bulgulara
dayanarak yaşadıkları coğrafya ile Asur devleti arasında doğrudan bir ilişki
kurmuşlardır.125 Bunun sonucunda da Asurî isimlerini etnik bir kimlik olarak
benimsemişler ve kiliselerinin ismini Doğu Asur Kilisesi olarak da
değiştirmişlerdir. Süryaniler ise Nasturiler ile aynı ismi paylaşmamak için
Asurî ismi yerine Arami ismini kullanmayı tercih etmişlerdir. Batı Süryanileri
de Mardin ve Urfa bölgesinde yapılan arkeolojik kazılarda Aramilere ait
olduğu değerlendirilen bulgulara istinaden köklerinin Aramilere dayandığını
ileri sürmektedirler.126
Sonuçta coğrafyadan yola çıktığımızda Nasturileri ve Keldanileri Doğu;
Süryanileri (Yakubi-Kadim) Batı grubu içinde değerlendirmek mümkündür.
124
Batı Süryanileri içinde Turabdin bölgesi hariç olmak üzere Süryanicenin yerini daha çok Arapça
veya başka diller almıştır. Hatta Batı Süryanilerinin bu durumundan dolayı onlara “Arap
Hıristiyanları” ifadesinin kullananlarda vardır. Bkz. Peter BetBasoo, “Assyrian Nationalism: A
Mechanism For Survival”, Assyria Online, (Erişim) http://www.aina.org/aol/peter/survival.htm, 05
Mart 2009.
125
Bu iddiaya karşın Jakop Gabriel; “Yazı ve kültürel kalıntılar açısından, Süryanilerle Asurlular
arasında bilimsel bir bağ kurulamadığını iddia etmektedir. Bkz. Gabriel, a.g.m.
126
En eski Süryani yazıtları olarak ileri sürülen M.S. 2 nci yy. dönemine kitabeler, Süryani geleneği
Harran da pagan kültürüne dayandığını göstermektedir. Bkz. Şinasi Gündüz, “Harran Süryani
Geleneği ve Bilim Mirasına Katkısı”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31
Mart 2007; Aramîlerin Hıristiyanlığı kabul etmeden önce, bu bölgenin sakinleri oldukları hususunda
sadece Urfa ve Tur-Abdin civarında yüzellinin üzerinde kitabe, mozaik, rölyef, mezar taşı v.b. kültürel
kalıntılar bulunmuştur. Burada bulunan kitabelerden bölgenin adının da Beyt Aramoyo (Aramîlerin
Ülkesi) olduğu tespit edilmiştir. Bkz. Şükran Yaşar, “Abgar Hanedanlığı’nın Etnik Yapısı ve Ermeni
İddialarının Tahlili” Belgelerin Işığında Ermeni Meselesi Semineri, Balıkesir-2003, s.70 vd.’den
aktaran bkz Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”.
81
Doğu Süryanileri kendilerini Asur medeniyeti ile ilişkilendirerek Asur kimliği
etrafında birleşmek istemektedirler.
2.2.2.3. Süryanilerin Kökeni İle İlgili Diğer İddialar
Bazı tarihçiler ise Süryanilerin kökeninin önceliksiz olarak tüm
Mezopotamya halklarının kaynaşmasına dayandırmaktadırlar.127 Sentezci
görüş olarak da adlandırılan bu görüşe göre Süryanilerin kökenini sadece
Aramilere veya Asurlulara dayandırma çabaları Mezopotamya’nın tarihi göz
önüne alındığında manidar görülmemektedir.128 Çünkü aynı dili konuşan,
benzer örf ve adetleri ile yaşayan, aynı özellikleri gösteren129 ve hatta
tanrılarının bile aynı adı paylaştığı130 bu halklar, Hristiyanlık ile birlikte de aynı
dine de sahip olmuşlardır.131 Mezopotamya; doğudan gelen Arîler, güneyden
göç eden Samîler ve kuzey kökenli Ural-Altay kavimleri gibi çok çeşitli
toplulukların karşılaştıkları bir tiyatro sahnesi gibidir.132
Bu yaklaşımı biraz daha derinleştirirsek Asurluların dahi orta Asyalı
Subarilerle Samilerin karışmasından doğmuş melez bir kavim olduğu da iddia
edilmektedir. Asurluların zamanla kendi dillerini kaybederek Samileştikleri133
ve bu nedenle birbirleriyle kolayca anlaşabildikleri ileri sürülmektedir.134
Asurlular; Yunanlılarca Suriyeli olarak, Barbarlarca Asurlu veya Keldaniler
(Khaldealılar) olarak adlandırılmış olması, Mezopotamya gibi bir coğrafyada
127
Emanuel Aydın, “Süryaniler”, Öz Hikmet, Mardin, Sayı 6, 1955, s.133; Hanna Dolapönü,
“Süryaniler”, Öz Hikmet, Mardin, Sayı 6, 1955, s.133 den aktaran Yakup Bilge, Süryanilerin
Kökeni; Mardin Metropoliti Dolapönü (1885-1969); “Süryanilerin Aramî, Asuri, Keldani, Fenikeli,
Kenani ve Hintlilerden oluştuğu yönündeki iddia için bkz. Hanna Dolapönü, Zafaran Fidanlığı,
Mardin, Hikmet Basımevi, 1955.
128
Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni, s.10; Durak, a.g.e, s.190.
129
Kadir Albayrak, a.g.e., s.54.
130
Samuel Noah Kramer, Tarih Sümer'de Başlar, çev. Muazzez İlmiye Çığ, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, 1990, s.122; Kadir Albayrak, a.g.e., s.51.
131
Günel, a.g.e., s.82. Asurluların Sami halklar topluluğuna mensup olup köklerini Babillilere kadar
uzandığını iddia edenler vardır. Bkz. K.P. Matfiyef (Bar Mattay), Asurlar Modern Çağda Asur
Sorunu, çev.Vahap Kelat, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1996, s.19
132
Kadir Albayrak, a.g.e., s.43.
133
Günaltay, a.g.e., s.289-290.
134
Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 37.
82
isimden yola çıkarak bir topluluğu nitelemenin ne kadar zor olacağını
göstermektedir.135
Bu zorluğa bir de çeşitli nedenlerden dolayı toplulukların birbiri içine
girmiş olması da eklendiğinde homojen bir toplumdan bahsetmek imkânsız
hale
gelmektedir.
Örneğin;
Süryanilerin
tarihte
Ermeniler
ve
bazı
Süryanileşmiş Arap toplulukları ile karıştıkları ve bu dönemde Hristiyanlığı
kabul eden bu Arap topluluklarının kendilerini, Süryani olarak kabul ettikleri
de iddia edilmektedir. 136
Sentezci görüş dışında dile getirilen diğer bir dikkat çekici bir iddia ise
Grant gibi bazı seyyah ve araştırmacıların Süryanileri -daha ziyade
Nasturileri- İsrail ile ilişkilendirip kayıp İsrail kabilelerinden geldiklerini137 ileri
sürmeleridir.138 Etnik anlamda Aramileri Yahudiliğin bir kolu olduğu görüşü ile
Süryanileri Aramilere bağlamak139, Keldanileri ise Yahudilerin "On Kayıp
Boyu"nun torunları olduğunu ileri sürmek140 ve hatta alfabelerinin de benzer
olduğu iddiası ile Süryaniler ile Yahudilerin de Arami kökenli olduğu
yönündeki iddialar141 bilimsel olarak ciddiye alınamayacak nitelikte bir iddia
olarak görülmektedir.
135
Herodotos, Herodot Tarihi, çev.Müntekim Ökmen, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1991,s.345.
VI. y.y da Suriye’de, El-cezire’de, Mezopotamya’da bulunan Bekir, Tağlip, Rebîa, İyâd, Beni Kelp
(Kelb), Beni Lahm, Beni Cüzâm ve Beni Gassam (Gassaniler), Tenuh, İbâd kabileleri Hıristiyanlığı
kabul ettikten sonra kendilerini Süryani olarak nitelendirmişlerdir. Ayrıca Asurlu, Ermeni ve
Nebatlı’lardan Hıristiyanlığı kabul eden ve Suriye topraklarında oturanlar için Suriyeli anlamında
Süryani adıyla anılmaları bu etnik yapılandırmaya konu olan halkların çeşitlendirilmesini de
genişletmektedir. Bkz. Tümer ve Küçük, a.g.e., s. 274; Levent Öztürk, “İslamiyet’in Yayıldığı
Coğrafya’da Yaşayan Hıristiyanların Tarihine Genel Bakış” Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet
Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları, 2005, s.13-15; Bülbül,
s.31.
137
Gabriel Qussani,"The Modern Chaldeans and Nestorians, and the Study of Syriac among Them."
Journal of the American Oriental Society, Cilt 22, 1901, (Erişim) http://www.suryaniler.com/
makale-havuzu.asp?id=387, 10 Kasım 2009, s. 80.
138
Qussani, a.g.m., s. 81.
139
Kaşgarlı, a.g.e., s.11
140
Grant, a.g.e.; Baselie Nikitine, "Nesturiler", İslam Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt IX, Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1993, s.209.
141
Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s.21.
136
83
Süryanilerin kökenini Orta Asya halklarına dayandıranlar da vardır.
Onlara göre Aramiler, Orta Asya halklarındandırlar.142 Yani, zımnen de olsa
Süryanileri Turanî ırklara dayandırmayı hedeflemektedirler. Süryaniler
arasında taraftar bulmayan bu görüş, bilimsel verilerden çok, Türkiye’nin iç
politik gelişmelerinden beslendiği değerlendirilmektedir.143
Ayrıca bazı Batılı stratejist ve bilim adamları tarafından 1985’den
sonra cılız da olsa Süryanileri Kürtlerle ilişkilendirme çabaları da ortaya
çıkmıştır. Bu görüşe göre, tüm Mezopotamya halkları bir mozaiktir.
Dolayısıyla ortak kültüre, ortak kadere, ortak dünya görüşüne sahip halkların
birlikteliği de kaçınılmazdır. Süryaniler arasında taraftar da bulmayan bu
görüş, PKK terör örgütünün özellikle Avrupa kamuoyunda Hristiyan olmanın
sağlayacağı
avantajı
değerlendirmek
amacıyla
yapılmış
olduğu
görülmektedir.144
Soy bağı ilişkisi içinde ileri sürülen tüm bu görüşlere karşın yapılan
araştırmalara göre etnisite, insanın doğuştan sahip olduğu bir 'ilksel' özellik
değil, toplumsal ilişkiler sonucu oluşan bir özelliktir. Bu nedenle siyasal,
dinsel ve sosyo-ekonomik ilişkilere bağlı olarak sürekli değişim içindedir. Aynı
şekilde etnik ve kültürel kimlikler de değişim içindedir. Bu etiketlemeler,
dışlama
ve
kabul
etme
eylemleriyle
belirginleşip
sorun
haline
gelebilmektedirler.145
Sonuçta Süryanileri belirli kriterler ışığında topluluk içi veya
dışından
topluluğa
yönelik
bir
kökenle
ilişkilendirip
etiketlemek
mümkündür. Kişinin yaşamını belirleyen şey, kişinin kendine ait olarak
142
Koluman, a.g.e., s.20.
Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”.
144
Teröristbaşı Öcalan 1996`da Papa 2. Jean Paul`a bir mektup göndererek, `Ben Hıristiyanlığa
Müslümanlıktan daha yakınım. Türkler Anadolu`daki Hıristiyanlığı yıkmış kişilerdir` diyerek yardım
istedi. Papa ise, `Kürt halkının trajedisini sessizlik içinde geçiştiremeyiz` cevabı için bkz. Selda
Öztürk Kay, “Vatikan`ın Kürtleri -2-“, Yeni Çağ, 19 Aralık 2008; Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve
Etnik Kimlikleri”.
145
Harald Eidhem, "Toplumsal Bir Damga Olarak Etnik Kimlik", Etnik Gruplar ve Sınırları:
Kültürel Farklılığın Toplumsal Organizasyonu içinde, ed. Fredrik Barth, çev. A. Kaya-S.
Gürkan, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2001, s.41-62.
143
84
benimsediği kültüre göre yaptıkları ve takındıkları tutumdur. İşte bu
nedenle, Süryani kimliği bir algı ya da algının araç olduğu bir kültür
meselesi olarak değerlendirilmesi daha uygun olacaktır.146
2.2.3. Dinsel Yaklaşım Çerçevesinde Süryani Kimliği
Kimlik tanımlamada ortaya konan kriterlerden en önemlilerinden biri
olan din faktörü, özellikle doğuya doğru gittikçe diğer pek çok ölçütten daha
baskın
olmaktadır.147
Bu
nedenle
etnik
ve
kültürel
kimliklerinin
şekillenmesinde ve gruplar arası ilişkilerde din, belirleyici bir role sahiptir.
Keza, Süryanilik kavramında da dinsel faktörlerin daha fazla öne çıktığı
görülmektedir. Hindistan’da bulunan Antakya Süryani Kilisesine mensup Hint
kökenlilerin de Süryani Kilisesi mensupları arasında gösterilmesi bu görüşü
destekler niteliktedir.148 Huntington’un medeniyetleri, din eksenli tasnifi de
bize özellikle önümüzdeki 15 yıl içinde insanların kendilerini tanımlamada din
faktörünü daha da öne çıkaracaklarını düşündürmektedir.149 Zira etnisite ve
dinî grubu nitelerken her iki kavram özdeşleşerek etno-dinsel bir tasnifi
ortaya çıkarabilmektedir. Süryaniler için de böyle bir tasniften bahsetmek
uygun görülmektedir. Benzer durum Süryaniler dışında Ortadoğu'daki
Dürziler ve kısmen de Kıptiler için söylenebilir.150
Etnisite ile özdeşleşmiş dinsel mitlerin ve sembollerin yayılması ve
korunması görevlerini daha çok rahipler üstlenmişlerdir. Süryanilerde de
durum benzerdir. Süryani rahip ve din görevlileri yeni kuşaklara kültürel
mirası aktarmaya çalışırken bir taraftan da kendi topluluklarının tarihçiliği
146
Baumann, a.g.e., s.20-21.
Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.291.
148
Meydan Larousse, Cilt 11, İstanbul, Meydan Yayınları, 1981, s.670-671.
149
National Intelligence Council, Mapping The Global Future, Report of the National Intelligence
Council’s 2020 Project, Washington, 2004, s.79.
150
Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.153-154.
147
85
görevlerini üstlenmişlerdir.151 Dolayısıyla din adamları da kimlik belirlemede
önemli bir rol üstlenmişlerdir.
Erken Hristiyanlık döneminde kilisenin dinsel birlikteliği, sınıfsal
engellerin ve etnik bölünmelerin aşılmasına yardımcı olmasına rağmen,
kısa bir süre sonra otorite kavgaları etnik sembol ve bağlarla dinsel
söylemleri de kullanarak çeşitli tarikatlar ve mezhepler olarak ortaya
çıkmıştır. Yeni oluşumlar mevcut durumun devamını isteyenler tarafından
daha çok 'sapkın' olarak değerlendirilmiş olmalarına rağmen, bazı etnik
gruplar tarafından sahiplenilmiş ve sonuçta çeşitli etno-dinsel gruplar
oluşmaya başlamıştır. Süryanilerin Hristiyanlığı kabulünden bugüne kadar
mezhepsel ayrılıklar ile oluşan bu tarz etno-dinsel gelişimine burada
kısaca değinmek uygun olacaktır.
Hristiyanlık,
doğuşundan
sonra
yayıldığı
coğrafyadaki
yerli
kültürlerden etkilenerek farkIı farkIı yorumlara ve ihtilaflara neden olmaya
başlamıştır. Başlangıçta kilise kurumlaşmadığından, farklı görüşler kilise
yöneticisi ya da kişi ile sınırlı kalıyor, fikir sahibi ölünce de tartışma sona
eriyordu.
Dindeki
bu
tür
görüş
ayrılıkları
yerel
olarak
giderilmeye
çalışılıyordu.152 Fakat Hristiyan kilisesi içinde ilk ciddi Kristolojik (İsa'nın
doğasına ilişkin) tartışma, Hristiyanlığın Roma Devleti’nin resmî dinî haline
gelmesinden sonra, Yahudi asıllı Hristiyanlar ile Pavlos'un önderliğindeki
putperest asıllı Hristiyanlar arasında yaşanmıştır. Ciddi tartışmalara sebep
olan bu konuyu bir çözüme kavuşturmak, tartışmalara son vermek ve dinsel
bütünlüğü sağlamak için 325 yılında İznik Konsülü toplanmıştır.153 İznik
Konsülü ile başlayıp devam eden konsüllerde her ne kadar dinsel bütünlüğü
sağlamak amacı güdülmüş olsa da bu konsüller sonucunda yeni taraflar
yaratılmış, yeni ihtilaflar doğmuş ve sonuçlarında bölünmeler yaşanmıştır.
151
Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.61-64.
Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 80.
153
Çelik, Ortadoğu Mozayiği Süryaniler-Nasturiler, s.35, 141.
152
86
Daha sonraki bölümlerde konsüller daha detaylı ele alınacak olsa da
dinsel kimlik tanımlamalarının esasını teşkil etmesi sebebiyle burada
konsüllerden kısaca bahsetmek uygun olacaktır. İznik Konsülü ile başlayan
anlaşmazlık sonrasında ilk ciddi bölünmeler 431 yılında I. Efes Konsülü ile
olmuştur. Bu konsülde Nastur (Nestorius)’un aforoz edilmesi ile Nasturizmin
temelleri; 451 yılında Kalkedeon (Kadıköy) Konsülü sonrasında ise ulusal
kimlikli yerel Süryani, Ermeni, Kıpti ve Habeş Kiliselerinin temelleri atılmıştır.
Bu iki konsülde alınan kararlar Hristiyan dünyası içinde önemli ayrışmaların
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Nastur’un öğretileri bu konsülde
reddedilmiş olmasına rağmen, Merkez Urfa olmak üzere doğuya doğru
gidildikçe görüşleri Hristiyanlar arasında iltifat görmüştür. Bu görüşlerin
Süryaniler tarafından benimsenmesiyle Süryaniler ilk defa ciddi bir bölünme
yaşamışlardır. Nastur’un kurmuş olduğu bu mezhebe intisap edenlere
Nasturiler veya Doğu Süryanileri denmiştir. Ancak bu bölünmeler dinsel
konulardaki tartışmaların sonucunda gerçekleşmiş gibi görünse de dinî
tartışmalar tek neden olarak ele alınmamalıdır. Bu bölünmelerde dinî
olduğu kadar kültürel, ekonomik ve politik etkenler de oldukça etkili
olmuştur.154
Doğu Kilisesi içinde önemli gelişmelerin yaşandığı dönemlerden birisi
de Batı kaynaklı misyonerlik faaliyetlerin yaygınlık kazandığı 1800'lü
yılların ortaları olmuştur. Süryaniler, ilk başlarda Batı ile işbirliği yollarını
aramış ve misyonerlerin gelişi önceleri, kurtuluş için tek yol olarak
görülmüştür. Bununla birlikte misyoner faaliyetlerinden en çok zararı
Süryaniler görmüş ve misyonerlerin faaliyetleri sonucunda Süryani cemaati
kendi içinde bölünmeler yaşamıştır. Kısa süre içinde misyonerler, Süryaniler
tarafından bir rakip olarak değerlendirilmiştir. Bu durumun belki de en önemli
delili Katolikleşmiş Süryanilerin, diğerleri tarafından "Mağlubin" (Arapça
yenik) olarak adlandırılmasıdır. Ayrıca Mihayel Carve’nin Katolik mezhebine
geçerek Papa tarafından Katolik Patriği unvanı verilmesiyle 1782 yılı
sonrasında ortaya çıkan “Katolik Süryaniler”den kendilerini ayırmak isteyen
154
Münir Yıldırım, Yunanistan ve Ortodoks Kilisesi, Ankara, Andaç Yayınları, 2005, s.38-65.
87
Ortodoks Süryaniler; kendilerine yukarıda açıklandığı üzere “Süryani Kadim”
tabirini kullanmaya başlamışlardır.155
Diğer önemli bir gelişme ise 16’ncı yüzyılda Nasturilik inancından
ayrılarak Katolikliği kabul eden Nasturilere Papa tarafından Keldani adı
verilmesidir.156 Nasturi kilisesinde ayrılığı ortaya çıkaran temel sebep, patrik
seçimlerinde 15’inci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan patrikliğin verasetle
amcadan yeğene geçmesi usulü olmuştur. 1551'de ölen patriğin yeğeni
Simon Denho’nun patrik seçilmesini kabul edenlerle etmeyenler arasında
ortaya çıkan ihtilaf sonrasında Katolik misyonerlerinin de etkisi ile Nasturi
kilisesi bölünmüş ve Keldani kilisesi ortaya çıkmıştır.157
İsa’dan sonra tek kilise olarak başlayan, dinî ve idari yönden bir
bölünme olmadan Antakya, Kudüs, İskenderiye, Roma ve İstanbul kiliseleri
tarafından yönetilen Hristiyanlık,158 giderek ulusal bir nitelik kazanmaya
başlamıştır. 5’inci yüzyıl ile özerk bir şekil almış olan Süryani Kilisesindeki
bölünmelerin159nedeni, dinsel öğreti ayrılıkları kadar Bizans ve Sasani
devletlerinin siyasi müdahaleleri olarak da gösterilmektedir.160 Süryani kilisesi
içindeki bölünme ve ayrılıklar batılı kiliselerin misyon çalışmaları sonucunda
devam etmiş ve kopan tüm gruplar arasında düşmanlıklar ortaya çıkmıştır.
Tüm bu bölünmeler ve ayrılıklar sonrasında başlıca; Süryani Ortodoks
Kilisesi (Antakya Patrikliği), Süryani Nasturi Kilisesi, (Doğu ve Asur’un
kilisesi), Süryani Maruni kilisesi (Antakya patrikliği), Süryani Keldani kilisesi
(Babil Patrikliği), Süryani Katolik kilisesi, Süryani Melkit kilisesi, (Rum
155
Günel, a.g.e., s. 35.
Kadir Albayrak, a.g.e., s. 107.
157
Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.119-122.
158
Pavlus döneminde Sinagog’dan ayrılmış gevşek biçimde örgütlenmiş yedi kilise oluşmuştur. Bkz.
Aytunç Altındal, Üç İsa, Alfa Yayınları, İstanbul, 2004, s. 100.
159
Bar Yacqup Cabdalke Nasturi ve Süryani (Yakubi) kiliseleri dışındaki tüm Süryani kiliselerinin
emperyalist, işgalci devletler eliyle kurulduğunu iddia etmektedir. Yuhanun Bar Yacqup Cabdalke,
Süryani Kadim Kilisesinde Reform Sorunları Üzerine: Uyarılar, Eleştiriler, Polemikler, çev.
Vahap Kelat, İsveç, Nsbin Yayınevi, 1996, Giriş.
160
Bertil Persson, “Asurilerin Bağlı Olduğu Dini-Mezhepsel Kiliselerin Geçmişi Üzerine Tarihi
Yorum”, Nsibis, 1989, s.11’den aktaran Bilge, a.g.t., s.58.
156
88
Ortodoks ve Rum Katolik patriklikleri) ve Süryani Protestan kiliseleri ortaya
çıkmıştır. Ortaya çıkan bu kiliseler arasındaki mezhepsel farklıklar asıl kimlik
belirleyicisi olarak da ön plana çıkarılabilmektedir.161 Bundan amaç etnik
tanımlamada
ortaya
çıkan
boşluğun
dinsel
niteliklerle
doldurulmaya
çalışılmasıdır.162
Kökenler konusunda ileri sürülen yukarıdaki tüm tezlerin geçerli yönleri
bulunmaktadır. Fakat nedenleri ne olursa olsun Mezopotamya gibi bir
coğrafyada tek bir etnik kökene bağlı kimlikten bahsetmek pek de mümkün
değildir. Bu çerçeveden bakıldığında Süryanileri, Asur ve Aramilerle olduğu
kadar Mezepotamya’da yaşamış diğer medeniyet ve topluluklarla da
ilişkilendirmek mümkündür.163 Fakat Süryanilerin belirgin yönünü din, yani
Hristiyanlık oluşturduğundan dolayı kimlik tanımlamasını dinî yönden ele
almak daha doğru olacaktır.164 Bu anlamda mezhepsel olarak zamanla
Süryani kimliğinden ayrılarak farklı adlarla adlandırılan topluluklar her ne
kadar bir kimlik altında buluşturulmaya çalışılsa da bu pek mümkün
görülmemektedir.
Sonuç itibariyle Süryani kimliği, Hristiyan dinî inancı içinde erimiş olan
homojen ve endogamik bir özel yaşamla örülmüş,165 tarihi Antakya Süryani
geleneğinden gelen, Yakup Baraday’ın izinden giden ve kendilerini “kadim”
olarak da adlandıran, dinî yönü ağır basan etno-dinsel bir topluluktur. Dinsel
yönünün ağır basmasının nedeni; azalan nüfuslarının da etkisiyle tamamen
161
Yakup Bilge, “Süryanilerin Kökeni ve Türkiyeli Süryaniler”, İstanbul, İstanbul Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,1990, s.58.
162
Gabriel, a.g.m.
163
Süryaniler, eski Mezopotamya kültürünü taşıyan ve inancı bakımından Hristiyanolan bir
topluluktur. Bkz. HristiyanKökenli Din ve Akımlar-Süryaniler (Süryanilik), (Erişim) http://
www.msxlabs.org/forum/din-ilahîyat/16123-hiristiyan-kokenli-din-ve-akimlar-suryaniler-suryanilik.
html, 10 Kasım 2009.
164
Süryani isminin özel bir adı temsil etmediğini hıristiyanlığın ortaya çıkmasından önce bir ırk,
hıristiyanlığın doğuşu ve yayılmasından sonra da bir mezhebi temsil ettiği iddia edilmektedir. Bkz.
Suavi Aydın, Kimlik Sorunu, Ulusallık ve Türk Kimliği, s.15-48, Günel, a.g.e., s.31-38; Koluman,
a.g.e., s.25. Ayrıca Süryani Ortodoks kilisesi, her ne kadar resmi yayınlarında Aramî yanını desteklese
de etnik yerine dini kimliğe vurgu yapmaktadır. Bkz. Murre ve Berg, "Religieuze en Etnische
İdentiteit”, s.153.
165
Elveren, a.g.t., s.35.
89
kilise
ve
manastır
çevresinde
örgütlenmelerinden
kaynaklanmaktadır.
Başlangıçtaki aynı din içinde mezhepsel ayrıma dayanan bu dinsellik,
zamanla Süryani grupların tabi oldukları siyasal ve diğer dinsel gruplar
tarafından da beslenmiş ve yeniden üretilmiştir. Bu tasnifin yapılması
özellikle Türkiye-Süryani ilişkisi açısından önemlidir.
Türkiye Süryanileri, 19’uncu yüzyılın milliyetçi ve etnik temelinden
hareketle siyasal örgütlenme rüzgârlarına kapılan birçok cemaatten farklı
olarak kendilerini bu oluşumlardan uzak tutmak istemişlerdir. Süryaniler de
her topluluk gibi bir kimliğe sahip olmalarına rağmen bu kimliklerini milliyetçi
bir tema üzerinde geliştirerek, ne siyasi bir oluşuma yön vermişler ne de
mevcut egemen kültürü yadsımışlardır. Türkiye’de yaşayan Süryaniler
kendilerine empoze edilmeye çalışılan ayrılıkçı ve çatışmacı fikirlere itimat
etmemişlerdir. Süryanileri, belli bir alt kültür kategorisine sokulma çabalarına
rağmen söz konusu toplumun bu tür sığ ve dar bir tanımla tanınmak ve
tanımlanmak istemediği görülmektedir. Diğer bir ifade ile ötekilerce,
Süryanileri tanımlama, kategorize etme çabalarına karşılık, Süryanilerin
kendilerine yönelik yapılan değerlendirmelerden farklı bir yaklaşım içinde dinî
ibadetlerini yerine getirecek cemaatsel bir özgürlük ve bu kapsamda sınırlı bir
talep penceresinden bu konuya yaklaştıkları gözlemlenmektedir. Zira
Türkiye’deki Süryaniler kendilerini Türk ve Hristiyan kimlik sınırlarına, Arap
ülkelerindekiler ise Arap ve Hristiyan kimlik sınırları içine dâhil etmektedirler.
Yani bulundukları coğrafyanın çoğunluktaki kimlik tanımlamaları ile ilişkisel
bir tanımlamayı tercih ettikleri görülmektedir. 166
Burada belirtilmesi gereken bir diğer konu ise Antakya Süryani Kilisesi
geleneğine bağlı çoğunluğu Hindu asıllı inananların oluşturduğu, Hindistan
Süryani Ortodoks Kilisesi'nin durumudur. İlerleyen bölümlerde daha detaylı
166
.”Süryanilik” ve “Hıristiyanlık” geçmişte (hatta bugün bile) öylesine özdeşleştirilmiştir ki; Mardin
ve civarında yaşayan Süryaniler, toplum içinde Süryani kimlikleriyle değil Hristiyankimlikleriyle
tanınırlar. Melih Duygulu; “Süryanilerde Müzik Kültürü”, Geçmişten Günümüze Midyat
Sempozyumu Midyat, 19-21 Haziran 2003. Ayrıca Türkiye’deki sıradan bir Keldani kendisine kim
olduğu sorulduğunda Türk ve Hristiyantanımlaması yapmaktadır. Nsibin Dergisi Sorumlusu Jan BetŞawoce'nin 1 Şubat 1995 tarihli mektubundan aktaran Kadir Albayrak, a.g.e., s. 140.
90
açıklanacak olsa da Süryani kilisesini din çerçevesinde ele aldığımızda bu
kapsam içinde değerlendirmemiz gereken bu kilise, sahip olduğu cemaat
sayısı ile önemli konumdadır. Türk dış politikası adına Türkiye Süryanileri
vasıtasıyla
ulaşılacak
Hindistan
Süryanileri,
bir
fırsat
olarak
değerlendirilmelidir.
2.3. SÜRYANİ GELENEĞİNDEN GELEN KİLİSELER VE SÜRYANİLER İLE
İLİŞKİLİ OLAN TOPLULUKLAR
Kristolojik antlaşmazlıklar sonucu Hristiyanlar arasında başlayan
ayrılıklar sonucunda bugün dünyada en fazla inananı olan Katolik, Ortodoks
ve Protestan mezhepleri içinde Süryaniler, Ortodoks Hristiyanlar içinde yer
almaktadır. 1054 yılından itibaren Katolik Roma’dan tamamen yollarını ayıran
Doğu Hristiyanlığına Ortodoks denilmiş167 ve Bizans kiliselerine verilen ad
olarak kabul edilmiştir. Ortodoks kiliseler, 787 yılından sonra alınan hiçbir
kararı doğru kabul etmez ve Papa’lık gibi hiç bir yüksek otoriteyi de
tanımazlar. Katolik mezhebindeki yanılmaz insan anlayışına karşıdırlar. Hz.
İsa’nın Aziz Petrus’a verdiği yetkilerin Papa’ya aktarıldığına da katılmazlar.168
Doğu Hristiyan dünyası ayin usullerine göre; İskenderiye Ayin Usulü, Antakya
Ayin Usulü, Ermeni Ayin Usulü, Keldani Ayin Usulü ve Bizans Ayin Usulü
olmak üzere beş ana gruba ayrılırlar.169
Süryaniler bu tasnif içinde Antakya ayin usulünü uygulayan Antakya
Kilisesi’nin mensuplarıdır. Süryaniler, Pavlos’un şekillendirdiği Hristiyan
teolojisine sadık, I. ve II. Efes konsüllerinin itikadî ve idari kararlarına bağlı
kalmışlardır.170 Buna mukabil Kadıköy Konsülü’nün almış olduğu idari ve
itikadî kararları reddetmektedirler. İtikatlarının merkezini; “İsa-Mesih’te tek
tabiat” ilkesi teşkil etmektedir. Bu noktada Ermeni Ortodoks ya da Gregoryen
167
Yunanca “Orthos” doğru, “Doksa” ise inanç demektir. Yani Ortodoks, doğru inanç, kilise
doktrinine uygun inanç demektir. Bkz. Meydan Lauresse Ansiklopedisi, Sabah Yayınları, İstanbul,
Cilt 16, s. 204
168
Hakan Alkan, Fener Rum Patrikhanesi, Günce Yayınları, Ankara, 1999, s.12-13.
169
Maloney, a.g.m., s. 16
170
Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”.
91
Kilisesi, Kıpti ve Habeş Ortodoks (Mısır) kiliseleriyle mutabık olmakta, ancak
Katolik Roma ile başta Fener Patrikhanesi olmak üzere diğer Ortodoks
Kiliselerden ayrılmaktadırlar.171 İsa’nın tabiatı ve Meryem’in Tanrı Anası
(Theotokos) konusunda ortaya çıkan antlaşmazlığa göre Süryaniler başta
Diyofizitler (Nasturilik) ve Monofizitler olarak iki ana gruba ayrılmışlardır.
İnsan İsa ve Mesih arasında bir birliği öngören ve insanın sadece bir kişi
olmadığını fakat aynı zamanda bir doğa olduğuna ve Meryem’in Tanrı anası
olduğuna inanan Ermeni, Kıpti ve Habeş kiliseleri ile doktriner olarak aynı
olan
Süryani
Kilisesi,
litürjisi
ve
bağımsız
hiyerarşisiyle
farklılık
göstermektedir.172
Süryani kilisesinden Kristolojik ayrılıklar ile farklılaşan bu kiliseler,
Osmanlı Devleti ‘millet’ sistemi içinde her birini ayrı bir millet olarak
tanımlamıştır.173 Fakat zamanla ortaya çıkan milliyetçilik akımları bu milletleri
ayrı ayrı etkisi altına almıştır. IV. yüzyıldan itibaren başlayan Kristolojik
tartışmalar çerçevesinde ana kiliseden ayrılarak farklı yapılaşma içine girmiş
olan bu grupların incelenmesi, Süryanilerin bugün veya gelecekte etkileşim
içinde olacağı grupların belirlenmesi adına önemlidir.
Süryani kilisesi ile ilişkili olan kiliseleri çeşitli şekillerde ele almak
mümkündür. Doğu-Batı, Monofizit-Diofizit, Uniat-Uniat olmayanlar,174 Kadıköy
Konsülünü tanıyan ve tanımayanlar gibi. Genel olarak Süryani Kilisesi ifadesi
ile kastedilen dinsel hizmet ve ayinlerde Süryani geleneğine bağlı olan
kiliselerdir. Bu kapsamda Süryani Kilisesi ve bu kilise ile ilişkili olarak kabul
171
Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”.
A. H. Hourani, Minorities in the Arab World, London, Oxford University Press, 1947, s.3-5.
173
Canan Seyfeli, “Osmanlı Devlet Salnamelerinde Süryaniler (1847-1918)”, Süryaniler ve
Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları,
2005, s.57-67, 98-127.
174
Hristiyanlıkta kendi ayin biçimlerini, dillerini koruyan ama Papa'nın otoritesini kabul eden
Ortodoks ve Doğu Ortodoks kiliselerine Uniat kiliseler adı verilir. Bu kiliseler, kendi inanç
biçimlerini, ibadet biçimlerini ve ibadet dillerini korurlar ancak piskoposları Papa tarafından
onaylanmak zorundadır. Dünyadaki Uniat Kiliseler; Keldani Kilisesi, Maruni Kilisesi, Melkit Kilisesi,
Kıpti Katolik Kilisesi,Süryani Katolik Kilisesi, Malabar Katolik Kilisesi, Ermeni Katolik Kilisesi,
Rum Katolik Kilisesi, Arnavutluk Katolik Kilisesi, Gürcü Katolik Kiliseleridir. “Doğu Katolik
Kiliseleri”, Wikipedia, (Erişim) http://tr.wikipedia.org/wiki/Uniat, 21 Ocak 2007.
172
92
edilebilecek kiliseler; 175
-
Batı Süryani Usulünü uygulayan; Süryani Ortodoks Kilisesi (Kadıköy
konsülünü kabul etmeyen Antakya ve tüm Doğu Ortodoks kilisesi),
Malankara Ortodoks Süryani Kilisesi (Otosefalus; Kadıköy konsülünü kabul
etmeyen Hindistan Doğu Kilisesi), Katolik Kilisesi altındaki Batı Süryani
Kilisesi (Süryani Katolik Kilisesi, Maruni Kilisesi, Süryani-Malankara Katolik
Kilisesi), Malankara Mor Thoma Süryani Kilisesi, Malabar Bağımsız Süryani
Kilisesi, Süryani Melkit Kilisesi (Rum Ortodoks ve Rum Katolik Patriklikleri) ve
Süryani Protestan kiliseleri ile,
37-43
Süryani Ortodoks Kilisesi
451 Melkitler
431 Nasturiler
Maruniler 7. yy
1724
Melkit
Katolikler
19.yy
Süryani
Protestanlar
1782
Süryani
Katolikler
1445
Keldaniler
Şekil 1. Süryani Ortodoks Kilisesi ve Bölünmeler176
-
Doğu Süryani Ayin Usulü uygulayan; Doğu Kilisesi veya Nasturi
Kilisesi ile bu kilise ile aynı ayin usulü içinde olan Doğu Asurî Kilisesi, Katolik
kilisesi altındaki Doğu Süryani Ayin Usulü uygulayan Keldani Katolik Kilisesi,
Süryani-Malabar Katolik Kilisesi de akla gelmektedir. Kenan Altınışık’ın
tasnifini (Şekil 1) ele alarak bu gruplara kısaca değinmenin faydalı olacağını
değerlendirmekteyiz. Özellikle etnik kimlik inşa etme gayreti içinde olanların
175
Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s.97.
Altınışık, a.g.e., s.24.

Hindistan Süryanileri daha çok Saint Thomas Hıristiyanları olarak da bilinirler.
176
93
dayandıkları temel tezleri anlamak ve bu ilişkinin Türkiye açısından
değerlendirmesini yapmak adına bu toplulukların bilinmesi önem arz
etmektedir.
2.3.1. Nasturiler
Aslında Doğu Kilisesi olarak MS 43 yılında coğrafi sebeble
başlayan ayrılık 5’nci yüzyılla birlikte kristolojik nedenlerle kalıcı bir şekil
almıştır. “Doğu Süryanileri” olarak da adlandırılan Nasturilerin kökeni, tarihi
Urfa kilisesine dayanır.177 Hz. İsa'da iki tabiat olduğu görüşünü savunan
Nastur’un öğretisini gizlice kabul eden Nizip Piskoposu Barsumas'ın halefi
Babeus açık bir şekilde Nasturilik taraftarı olduğunu açıklaması sonrasında
Babeus'un başpiskoposluğa getirilmesi Doğu'da kurumsal anlamda Nasturi
kilisesinin ortaya çıkışı olarak kabul edilmektedir.178
Ağırlıklı olarak İran’da Urmiye gölünün etrafında geçilmesi zor ve
ulaşılması imkânsız olan Büyük Zap Suyu'nun kaynağı boyunca ve bunun
bazı kolları etrafında Aşağı ve Yukarı Tiyari, Tuhup, Valto, Tal, Diz, Baz ve
Cilo isimlerinde büyüklü küçüklü sekiz aşiret halinde179 yaşayan Nasturiler’in
buraya ne zaman yerleştikleri konusunda yeterli bilgi olmamakla beraber
10’uncu yüzyıl öncesinde Nasturi Patriğinin bölgede görüldüğünden
bahsedilmektedir.180 5’nci yüzyıla kadar Süryaniler ile aynı itikadî çizgide yer
alan Nasturilerin etnik kökenlerine ilişkin çok farklı iddialar da vardır.181
8’inci yüzyıla kadar İran'ın batısında değişik patriklik merkezlerine
sahip olan Nasturiler, bu tarihten sonra patriklik merkezleri Bağdat, Urdu,
Merage ve Moğol saldırılarından sonra Kuzey Irak'ta Alkosh yakınlarında
177
Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, s. 3.
Austen Henry Layard, Ninova ve Kalıntıları, çev. Zafer Avşar, Avesta Yayınevi, İstanbul 2000,
s. 174; Yonca Anzerlioğlu, Nasturîler, Ankara, Tamga Yayıncılık, 2000, s. 29.
179
Hatip Yıldız, “Bedirhan Bey ve Nasturiler”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp
Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Cilt 1, Ankara, Orient Yayınları, 2005, s. 164.
180
Qussani, a.g.m., s. 80.
181
Bazı seyyah ve araştırmacılar, Nasturilerin İsrail kabilelelerinden geldiklerini dile getirerek İsrail
ile ilişkilendirmeye çalışmaktadırlar. Bkz. Qussani, a.g.m., s. 80.
178
94
Rabban Hürmüz Manastırı'na taşınmış ve 16’ncı yüzyıla kadar da bu
manastır patriklik merkezi olarak kullanılmıştır. Bir zamanlar Hristiyan
âleminin en kudretli kiliselerinden birine sahip olan Nasturiler, zaman
geçtikçe
dinî
hassasiyetlerini
giderek
kaybetmişlerdir.182
Bir
kısım
Nasturi’nin Katolikliği kabul edip Keldani adı altında, Nasturi patrikliğinden
ayrılmasının ardından, Nasturi patrikhanesi bir ara Osmanlı sınırları dışında
Mor Yuhannan Manastırı'na, ardından da 1779'da Hakkâri civarında
Kudsaniş'e
taşınmıştır.183
Patrik
Mar
Simon'un
1918
yılında
öldürülmesinden sonra Musul’a, Irak'ın bağımsızlığını kazanmasından
sonra da ABD'ne taşınmış ve bugün Doğu Asur (Nasturi) Patrikhanesi hâlâ
Chicago'dadır.184
Süryanilerden yönetimsel olarak biraz daha farklı bir görünüm
sergileyen Nasturi köyleri, “Melik (Malik)” adı verilen kişi tarafından idare
edilmekte ve dinî hiyerarşik yapının başında da Patrik (veya Katalikos)
bulunmaktadır.185 Nasturi Patrikleri, "Mor Şamon" unvanını kullanırken
Süryani Patrikleri "Mor Igantiyos" unvanını kullanmaktadırlar.186
Osmanlı döneminde Nasturiler çoğunlukla Tuhup, Tiyari gibi aşiretler
altında yaşamışlardır. Bu aşiretler bazen politik olarak Kürt aşiret
liderlerinin egemenliğinde, bazen de Kürt köylüleri Nasturilerin idaresi altında
182
Suavi Aydın, “Doğu ve Batı Hıristiyanlığı Arasında Son Hesaplaşma: Modernleşme ve Doğu
Hıristiyanlığı Üzerinde Misyon Faaliyetleri”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp
Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Cilt III, Orient Yayınları, Ankara, 2005, s. 117.
183
17. yüzyılın ortalarında bir dönem Osmanlı sınırları dışında Khosrowa'ya taşınmışsa da sonrasında
tekrar Kudsaniş’e geri taşınmıştır. Bkz. Helen H.L. Murre-Van Den Berg; "The Patriarchs Of The
Church East From The Fifteenth to Einteenth Centuries", Hugoye: Journal of Syriac Studies, Vol 2,
No 2, July 1999, (Erişim) http://syrcom.cua.edu/Hugoye/Vol2No2/HV2N2Murre.html, 12 Eylül 2009.
184
Surma d Bayt Mar Samcun, Doğu Asur Kilisesi Gelenekleri, çev. Meral Barış, İsveç, Nsibin
Yayınevi, 1993, s.16
185
Malik, Arapçada olduğu gibi Süryanice'de de kral anlamına gelmektedir. Kalıtsal bir özelliğe
sahip olan ve 15’nci yüzyıldan itibaren babadan oğula geçen maliklik için patriğin onayının alınması
gerekiyordu. Bu uygulamada patriklerin bekâr olma zorunluluğu sebebiyle, amcadan yeğene geçme
sistemi benimsenmiştir. Bu uygulama bazen piskopos ve metropolitler için de geçerli olmaktaydı.
Bkz. Qussani, a.g.m., s. 80; Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, Södertälje-İsveç, Nsibin
Yayınevi, 1995, s.74; Surma Hanım, Ninova ve Yakarışı Doğu Asur Kilisesi Gelenekleri ve Patrik
Mar Şamun'un Katli, Avesta Yayınları, İstanbul, 1996, s.57.
186
Qussani, a.g.m., s. 80; Kadir Albayrak, a.g.e., s.84.
95
da yaşamışlardır.187 Hatta bazı Kürt köylerinin reislerinin seçimleri o bölgede
hâkim olan Nasturi Melikleri tarafından yapıldığı da iddia edilmektedir.188
1840’lı yıllara kadar ciddi bir sorun olmadan ve çıkan sorunları da kendi
aralarında çözen Nasturi ve Kürtler, misyonerlerin faaliyetleri sonrasında
kronik sorunlarla baş başa kalmışlardır.189 Daha sonraki bölümlerde daha
detaylı açıklanacak olan misyonerlerin faaliyetleri, süreklilik arz eden KürtNasturi çatışmalarına sebep olduğu gibi, uzun vadede Nasturileri Osmanlı
Devleti’ne karşı isyana kadar da götürmüştür.190
2.3.2. Melkitler (Melkoye)
Süryani Melkit Kilisesi (Rum Ortodoks ve Rum Katolik Kilisesi),
İstanbul kilisesine bağlı olduğundan dolayı “Melkoye” Kral yanlısı anlamında
bu ismi kullanmaktadır.191 Melkit Kilisesi 541 yılında Antakya Patriklik
merkezinden bağımsız bir patrikliğe kavuşmuştur. Ayrıca XVIII. yüzyıl
başlarında kendi kiliseleri içinde gelişen olaylardan dolayı bir grup Süryani,
Papa’ya bağlanarak 1824’te ‘Rum-Katolik Kilisesi’ adıyla kendilerine bir
patriklik merkezi kurmuştur. Melkit Kilisesine Rum Ortodoks Kilisesi de
denilmektedir.192 Melkitler zamanla Antakya ayin ve geleneklerini terk ederek
İstanbul Ortodoksluğunu benimsemeye başlamış ve Melkit adı giderek
187
Martin Van Bruinessen, Ağa, Seyh, Devlet, çev. Banu Yalkut, İstanbul, İletişim Yayınları, 2003,
s.172.
188
Surma d'Bait Mar Shimun, Ninova’nın Yakarışı, çev. Meral Barış, İstanbul, Avesta Yayınları,
1996, s.64-65.
189
William Chauncey Emhart, George M. Lamsa, The Oldest Christian People, Newyork, The
Macmillan Company Press, 1926, s. 85-86
190
Nikitin, Nesturiler, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1964, s. 209; Aziz S. Atiya, Doğu
Hıristiyanlığı Tarihi, çev. Nurettin Hiçyılmaz, İstanbul, Doz Yayınları, 2005; Cihangir İleri,
“Osmanlı Devletindeki Nasturilerin Genel Durumu ve Nasturi İsyanları”, Süryaniler ve Süryanilik,
haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları, 2005, s.155.
191
Melkit adı, imparator taraftarı anlamında gelmektedir. “Malk” Süryanice´de kral anlamına gelen
bir sözcüktür. Süryanice karşılığı “Malkoyo”´dur. Arapça “Malkiyyun”, halk dilinde “Milkiyyun”.
Ayrıca Ortodoks kiliseler Kadıköy Konsülü kararlarını kabul etmedikleri halde Melkit kilisesinin
Kadıköy Konsülünü kabul edenler arasında zikredilmesinin sebebi daha sonraları İstanbul ile Roma
kilisesi arasında ayrılık olması ve İstanbul Kilisesinin Roma’dan ayrıldıktan sonra kendisi için
Ortodoks ismini kullanmasıdır. Altınışık, a.g.e., s.23.
192
Bilge, a.g.t., s.84; Canan Seyfeli, “Osmanlı Devlet Salnamelerinde Süryaniler (1847-1918)”, s.105106.
96
sadece Bizans Kilisesine tabi olanlar için kullanılmaya başlanmıştır.193
Melkit adı hem Roma merkezli Katolikler ve hem de İstanbul merkezli
Doğu Hristiyanları için kullanılmaktadır. Bununla beraber çoğunlukla Doğu
geleneğinden gelen Katolikler için kullanılmaktadır. Bu ad Suriye, Filistin,
İsrail, Anadolu, Ürdün, Lübnan, Irak, İran ve Mısır´da yaşayan ve bugün hepsi
de Arapça konuşan Hristiyanlar için kullanılmalıdır. İstanbul merkezli Doğu
Kilisesi
inananları
ise
yalnızca
'Ortodoks'
veya
‘Rum’
olarak
da
adlandırılırlar.194
Melkit Kilisesi’nin başı olan Patrik, "Antakya, İskenderiye, Kudüs ve
Tüm Doğu Patriği" unvanına sahiptir.195 Bu unvanına rağmen Papa,
Patriğin üstüdür. Zira piskoposlar tarafından Patrik seçimi sonucu
Roma’daki Ruhban Okulu’na bağlı Doğu Topluluklarıyla İlgili Bölüme
(Congregation for Eastern Rite) sunulması gerekir. Seçim geçersizse,
Patriğin atanma işi Papa’ya kalır. Patrik, Papa´nın rızası olmadan
görevinden çekilemez.196
Melkit Patrikhanesi’nin yetki alanı içinde: Patrik vekili tarafından
yönetilmekte olan Şam´da Patrikhane, Sur ve Halep’de iki metropolitlik,
Şawran, Borsa, Şama ve Horus bölgesindeki iki başpiskoposluk, Sidon,
Beyrut (Jebayl ile birlikte), Tripoli, Aqre, Furzil (Zaşle ile birlikte), Baqac /
Bekaa, Paneas ve Baalbek, Kudüs ve İskenderiye’deki sekiz piskoposluk
tarafından yönetilmektedir. Melkitlerin 20’nci yüzyıl başında toplam
sayısının yaklaşık 130.000 kadar olduğu tahmin edilmektedir.197
193
Pierre Dib, History of the Marunite Church, Translated into English by Seely Beggiani, Beirut,
1971, s.47-48’den aktaran Ramazan Işık, “Maruni Kilisesi”, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Felsefe Ve Din Bilimleri Bölümü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2003, s.67.
194
Fortescue, a.g.e., s.2-3.
195
“Doğu” tabiri o zamanki Doğu Roma eyaleti (Praefectura Orentis) anlamına gelir ve
Konstantinopel´in yükselişinden önceki dönemde patrikhanenin yetki alanı içine giren bölgeyi ifade
eder. Bkz. Fortescue, a.g.e., s.8.
196
Fortescue, a.g.e., s.9.
197
Fortescue, a.g.e., s.10.
97
Diğer yandan Rum Ortodoks (Melkit) Kilisesi bireylerinden bir
bölümü başka bir anlaşmazlık yüzünden Roma Papalık Kürsüsü’ne
bağlanmışlardır.
Bu
topluluk,
1724
yılında
“Rum
Katolik”
ismiyle,
kendilerine ait bir Patriklik Merkezi kurmuştur.198
2.3.3. Maruniler
Süryani Ortodoks kilisesinden ayrılan diğer bir grup da Maruniler
olmuştur.199 Maruni kilisesi, başlangıçta Melkit kilisesi bünyesinde olmasına
rağmen Haçlı seferleri sonrasında Lübnan’daki Mor Maruni Manastırı
rahipleri, Kadıköy Konsül kararlarını reddetmeye devam ettiler ve bunun
üzerine Maruniler, Melkit Kilisesinden ayrılarak “Maronit Patrikliği” adı verilen
bağımsız bir patriklik kurdular.200 Bu Patriklik 13’üncü yüzyılda Papalığa
bağlanmıştır.201 1736 yılındaki kilise-devlet antlaşması sonrasında Roma
kilisesi ile Marunileri daha da yakınlaşmış ve Roma Katolik Kilisesine tabi bir
mezhep olarak görülmüşlerdir.
202
Lübnan’daki en büyük Hristiyan mezhebi
olan Maruniler,203 yedinci yüzyıldan beri kendilerini Hristiyan evrenselliği,
Yunan-Roma kültürü ve Arami kavimsel varlığına dayandırarak ayrı bir
kimlikle tanımlamaktadırlar.204 Marunilerin kökenine ilişkin değişik görüşler de
vardır. Kimine göre Maruniler, Fenike kökenli kimine göre de Arap
kökenlidirler.205
Maruniler ise kendilerini, Arap olmayan Lübnanlıların üstün soyundan
gelen, batıya yönelmiş Hristiyanlar olarak görmekte ve üstelik Ortadoğu’da
198
Altınışık, a.g.e., s.24; Bülbül, a.g.e., s.35.
Maruni adının Aziz John Maron’a atfen veya Suriye’nin Mar Marun Manastırının bu öğretinin
merkezi olduğuna dair farklı adlandırmalar vardır. Bkz. Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı
Tarihi, çev. Nurettin Hiçyılmaz, İstanbul, Doz Yayınları, 2005, s.202, Bilge, Geçmişten
Günümüze Süryaniler, s.94; Kirsten E. Schulze, Martin Stokes, Colm Campbell, Ortadoğu’da
Milliyetçilik, Azınlıklar ve Diasporalar, çev.Ahmet Fethi, İstanbul, Sarmal Yayınevi, 1999, s.216
200
Matti Moosa, The Maronites in History, New York, Second Edition, Gorgias Press, 2005, s.103.
201
Altınışık, a.g.e., s.23.
202
Bülbül, a.g.e., s.22.
203
Lübnan devlet başkanlarının bir kaçı hariç kalanları Maruni kökenlidir. Bkz. Maronite League
Website, (Erişim) www.maronite-league.org, 14 Mart 2010.
204
Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 94.
205
Ramazan Işık, a.g.t., s.24.
199
98
bir azınlık olarak zulme ve tehdide uğradıklarını düşünmektedirler.206 Fransa
ile yakın ilişki içinde olan Maruniler’de milliyetçilik olgusu 17’nci yüzyılda
ortaya çıkmıştır.207
Maruniler, ayinle ilgili kitaplarda Arapçayı kabul eder, fakat Süryani
harfleriyle
yazarlar.
İbadetlerde
Süryaniceyi
kullanırlar.
Günümüzde
Maruniler; Dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olmalarına rağmen, Suriye ve
Lübnan’daki Katolik cemaatini, Maruniler teşkil etmektedirler. Marunilerin
sayısı, Suriye ve Lübnan’da yaklaşık 400.000, Mısır’da ise 15.000 civarında
olduğu değerlendirilmektedirler.208
2.3.4. Keldaniler
Nasturi Kilisesinden ayrılarak ortaya çıkan Keldani Katolik Kilisesi
(Babil Patrikliği),209 Süryani Katolik Patrikliği’nin ortaya çıkmasında olduğu
gibi, Nasturiler arasındaki idari anlaşmazlıklardan ve bu anlaşmazlıkların
Katolik
misyonerler
tarafından
istismar
edilmesi
sonrasında
ortaya
çıkmıştır.210 Veraset ile patrik seçimi konusunda 1551'de başlayan sorun,
Nasturi kilisesinden kopanların Papalığın desteğini alarak konumlarını
206
Schulze vd., a.g.e., s.219.
Schulze vd., a.g.e., s.216
208
“Maruniler” Dünya Dinleri, (Erişim) www.dunyadinleri.com/maruniler.html , 14 Mart 2010.
209
Keldânîler; devirlerinde krallıkta, ilimde ve özelilkle astrolojide şöhret kazanmış bir topluluk
olup, Babil, Asur ve Cezire denen Fırat ve Dicle arasındaki bölgede yaşamışlardır.
"Keldanî” ismi, etimolojik yönden Ârâmîce (Süryanice) kökenli Keldi fiilinden türetilmiştir. Keldi
kelimesinden türeyen Keldanî ismi Süryanice'de, müneccim, astrolog anlamındadır. Bütün bunlar
Keldani teriminin hangi dilden ve hangi kökten geldiğinin açıkça belli olmadığını göstermektedir.
Kesin olan tek şey, Keldani teriminin semitik diller ailesine ait olduğudur. Ayrıca Babil'de oturan
kavimin de adıdır. Eskiçağlar için Mezopotamya'da yaşayan bir etnik kökeni ifade eden Keldanî
tabiri, 16. yüzyıldan sonra ise mezhebi bir grubu ifade etmek için kullanılmıştır. Halk tarafından
Keldanî, Kaldanî, Kildanî, Geldanî, Gildanî ve Güldanî şeklinde de adlandırılmaktadır. Bkz.
el-Matran Evgin Menna'l-Keldanî, Delîlu'r-Râğİbîn fi Luğati'l-Ârâmiyyîn, (Tarih ve Yer yok),
338’den aktaran Kadir Albayrak, a.g.e., s.23-30,163; Koluman, a.g.e., s. 56.
210
Papa III. Julius 20 Şubat 1553'de Sulaka'nın Musul Patriği olduğunu ilan etmesiyle, Keldanî
Katolik Kilisesi resmen doğmuştur. Ayrıca 18’inci yüzyılda Musul’da Papa’nın onayını almış bir
patrik varken Diyarbakır’da yine Papa tarafından başka bir patrik atanması, Papa’nın Doğu
Hristiyanlarına güvenemediği ve aralarındaki her türlü ihtilaftan faydalandığı düşüncesini ortaya
çıkarmaktadır. Bkz. Aziz S. Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi,s.70, 278; Kadir Albayrak, a.g.e.,
s.107,113.
207
99
güçlendireceklerine inandırılmaları geri dönülemez bir hal almış211 ve
1778'den sonra Musul merkezli İlyas taraftarları, Roma'ya itaati kesin olarak
kabul etmeleri ile Keldani Kilisesi oluşmuştur.212 Bundan sonra Kudşanis
merkezli Nasturi Patrikliği eski yapısına geri dönerken, Musul'da Keldani
Patrikliği ortaya çıkmıştır. Bu olaylarla, Keldani ve Nasturiler arasındaki
ayrım kesinleşmiş ve bu tarihten sonra da birçok ihtilafla iç içe
yaşamışlardır.
1552’de temelleri atılan Keldani Kilisesi, 1890 yılında da kurulmuştur.
Böylece Papalık statüsüne bağlı, merkezi Bağdat'ta bulunan Babil Patrikliği
adı altındaki bu kiliseye “Kaldeli” anlamında Keldani Kilisesi ve mensuplarına
da Keldaniler denilmeye başlanmıştır.213 Roma Kilisesine bağlı olmalarına
rağmen kendi gelenek, dil ve ayin yöntemlerini muhafaza etmelerinden
dolayı Roma Kilisesi tarafından zaman zaman Katolik inançları da
sorgulanmaktadır.214
Bazı tarihçiler Keldani tabiri ile Hititleri, Aramileri ve Süryanileri de
kast etmektedir. Bunun tam tersi olarak; Süryani denildiğinde de
diğerlerinin kastedildiği görülmektedir. Bazı kaynaklar Keldanileri, Asurlular
olarak tanımlarken bazıları da onları Asurlular ile komşu ve onlarla savaşan
bir kavim olarak nitelemektedirler.215Ayrıca birçok eserde Nasturiler için
"Chaldeen
non
Unis"
(Papalığı
tanımayan
Keldaniler)
şeklinde
bahsedilmektedir.216 Nasturiler bu adlandırmayı kabul etmemektedirler.
211
Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, Södertälje-İsveç, Nsibin Yayınevi, 1995, s.69.
Wigram, a.g.e., s.69.
213
Kadir Albayrak, a.g.e., s.97-107.
214
Bu uyguladıkları eski geleneklerden dolayı Roma kilisesi tarafından Katolik inançları da
sorgulanmaktadır. Bkz. Eugene Tisserant, Hulâsatün Tarihiyyetün li'l-Kenîseti'l-Keldaniyye,
çev. Süleyman Saiğ, Musul, 1939, s.124’den aktaran Kadir Albayrak, a.g.e., s.107.
215
William Ainger Wigram, The Assyrians and Their Neigbours, London, G.Bell&Sons, 1929,
s.5.; Heredotos, Heredot Tarihi, çev. Müntekim Ökmen, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1991, s.36;
Molitor, a.g.e., s.9.; İbrahim Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi Ve Süryani Kiliselerinde
Bölünme: Keldanî Ve Süryani Katolik Patriklikleri”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet
Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları, 2005, s.272.
216
Gabriel Rabo, “Kilisede Halay İstanbul Keldanileri”, (Erişim) http://f16.parsimony.net, 11 Ekim
2003.
212
100
Birinci Dünya Savaşı'ndan beri de çoğunlukla kendilerini ‘Asurlu’ olarak
adlandırmaktadırlar.217
Papa'nın hâkimiyetini kabul eden Nasturilere, Keldani denilmesinin
etnik sebeplere dayandığını iddia edenler olduğu gibi daha çok coğrafi
sebeplere bağlayan görüşler de mevcuttur. Buna göre; Keldani adlandırması
Nasturilerin dinî liderleri olan patriğin eski Kaide'de (Keldanilerin yaşadığı
bölge) olmasından ileri gelmektedir.218 Keldaniler’in kökenine yönelik kesin
bir şey söylemek mümkün olmamakla beraber219 Doğu Hristiyanlığı
içerisindeki ayrı bir mezhep olarak görülmektedirler.220
Geçmişten günümüze Keldanilerin en fazla yaşadıkları yer Irak
olmuştur. 1903 yılı istatistiklerine göre 80.645 Keldani’nin, Osmanlı
topraklarında yaşadığı ve diğer ülkelerde yaşayanlarla bu halkın nüfusunun
110.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir.221 Dinî ritüellerinde, Doğu
Kilisesi özelliklerini devam ettiren Keldanilerin dünyada kendilerine ait 22
mitranlık (yönetim) bölgeleri bulunmaktadır. Osmanlı Devleti zamanında
Keldaniler; Diyarbakır, Mardin, Musul, Siirt, Maraş, Urfa, Bitlis, Van, Hakkari,
Halep, Zaho, Süleymaniye, Kerkük, Gevaş, Beytüşşebap, Akra, Alkoş, Cizre,
Midyat, Savur, Telket, Zibar ve Bağdat'ta yaşamışlardır.222 Bugün ise
dünyada Irak, Türkiye, İran Suriye, Lübnan, Ürdün, Mısır, Cezayir gibi
217
R. A.A. Janin, Les Eglises Orientales et Les Rites Orientaux, Paris, 1955, s.410’den aktaran
Kadir Albayrak, a.g.e., s.78.
218
Bertil Nelhans, Asuri, Aramî, Kildani, Süryani Adlandırmalarının Dünü Bugünü Üzerine,
Södertälje-İsveç, Nsibin Yayınları, 1990, s.33; Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi Ve Süryani
Kiliselerinde Bölünme:”, s.273.
219
John Joseph, The Nestorians and Their Muslim Neighbors: A Study of Western Influence on
Their Relations, New Jersey, Princeton University Press, 1961, s.3,5; Mehmet Taplamacıoğlu,
Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Ankara, yy., 1966, 76; Kadir Albayrak, a.g.e., s.30.
220
Kadir Albayrak, a.g.e., s.70.
221
Baselie Nikitine, “Kildaniler”, Nsibin Dergisi, İsveç, Sayı 48/2, Haziran 1992, s.3.; Kadir
Albayrak, a.g.e., s.133.
222
Vital Cuinet, La Turquie d'Asie: II. Geographie, Administrative, Statistique, Descriptive et
Raisonnee de Chaque Province de l'Asie - Mineure, İstanbul, Isis Press, 2001; Qussani, a.g.m., s.
81; Kadir Albayrak, a.g.e., s.117.
101
ülkelerin yanında göçlerle Rusya, Fransa, İsveç, Almanya, Avustralya,
Norveç, Finlandiya, ABD’de Keldaniler yaşamaktadır.223
Bugüne kadar Yuhanna Sulaka’dan (1551), Emmanuel III. Delly
(2010) kadar 23 Katolik Keldani Patrik görev yapmış olup, Keldani Patriğinin
yetki alanı içerisinde Türkiye, Suriye, Mısır, İran, Irak ve Lübnan'daki
Keldaniler girmektedir.224 Türkiye’de 1980 Genel Nüfus Sayımlarında;
yaklaşık; 10 bin Keldani olduğu ve bu sayının 2000’li yıllarda yaklaşık 4-5 bin
kadar olduğu değerlendirilmektedir.225
Özellikle Keldani ve Nasturi din adamlarının, Batı’nın etkisinde
kalarak 1919 yılında Cezire’de Fırat ve Dicle nehirleri arasında Türkiye, İran
ve Irak topraklarının belli kısımlarını kapsayan Hristiyan özerk devlet kurma
talepleri de olmuştur. Asur imparatorluğunun yeniden hayata döndürülmesi
hayal edilerek ortaya atılan talep, Keldani Patriği aracılığıyla bir Amerikan
araştırma kurumuna iletilmiştir.226 Sayısal olarak yeterli olmayan nüfusları ve
destekleyen batılı ülkelerin, başka yönlere kayan çıkarları, bu talebi hayalden
öteye geçirmese de bugün çeşitli sebeplerle dünyanın farklı yerlerine göç
etmiş olan Keldaniler ve Nasturiler için bu hayal, kimliklerini asimilasyona
karşı korumada ve bir arada olmalarında önemli bir etkendir. Bu amaçla Asur
kimliği etrafında kurulacak bir devletin hayali hâlâ canlı tutulmaya
çalışılmaktadır.
2.3.5. Süryani Katolikler
Süryani
Katolik
Patrikliği,
1782
yılında
bugün
kendilerini
tanımladıkları isimleriyle, Süryani Kadim Patrikliği içinde meydana gelen
bölünme sonrasında ortaya çıkmıştır. Süryani Katolik Patrikliği’nin ortaya
çıkışının nedeni, patrik olma mücadelesi ve Katolik misyonerlerin çalışmaları
223
Joseph Kunda, "The Chaldeans", President of Chaldean Culture Society, Melbourne, Australia,
November 1992, s.4; Koluman, a.g.e., s.59.
224
Kadir Albayrak, a.g.e., s.219
225
Cemal Şener, Türkiye’de Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar, s.175.
226
Andersson, a.g.e., s.17; Kadir Albayrak, a.g.e., s.143
102
olarak
açıklanabilir.
Süryaniler
(Kadimler-Yakubi),
Süryani
Katolik
Patrikliği’nin ortaya çıkışını ve cemaat arasında kesin bölünmeyi, 1782
yılında Mihail Carve ile başladığını227 iddia ederken; Süryani Katolikler,
Endravus Akhican (Abdulgal Ahican)'ın 1656 yılında Halep'in Katolik Süryani
Piskoposu olarak atanmasıyla bir cemaat olarak ortaya çıktıklarını kabul
etmektedirler.228
Süryanilerin, Katolik inancını benimsemeye başlamaları hususunda
farklı görüşler ileri sürülmektedir. Bazı kaynaklarda Halep'te yaşayan
Süryaniler arasında 1762'den itibaren Katolik misyonerlerin etkili olduğu
belirtilmektedir.229 Yakup Bilge, XVII. yüzyılın ortalarında Süryani Ortodoks
Kilisesi’nden ayrılan bir grubun Süryani Katolik Kilisesi’ni kurduğunu
belirterek, “Kabbusi”230 rahiplerinin özendirmesiyle Halep Süryanilerinden bir
bölümünün 1656 yılında Endravus Akhican’ı metropolit seçtiklerini ve 1662
yılında da onu patrik ilan ettiklerini, ayrıca 1773 yılında da Papa’ya
bağlandıklarını belirtmektedir231
Ayrıca bu süreç öncesinde Mardin ve çevresinde de Katolikleşen
Süryaniler bulunmasına ve Katolikliği kabul eden bu Süryanilerin bir kısmının
Maruni Patrikliği’ne bağlı olduğu görülmesine rağmen, Süryani Katolik nüfusu
sayısal olarak ciddi bir miktara ulaşmamıştır.232 Devam eden Katolik
227
Süryani Kadimlere göre, 1782 yılında yapılan patriklik seçimi sırasında ortaya çıkan ihtilâf sonucu
Patrik seçilemeyen Mihayel Carve, Suriye'deki Katolik Misyonerler vasıtasıyla Papa tarafından, daha
önce Süryani Ortodoks Kilisesinden değişik sebeplerle ayrılmış olan Süryanilere Patrik olarak
atanması sonucu Süryani Katolik patrikliği ortaya çıkmıştır. Bkz. Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak
Bir Cemaat, s.98.
228
Vartanuş A. Çemre, "Ermeni Katolik Kilisesi'nin Kurucularından Melkon Tazbazyan'ın Hayatı
(1654-1716)", Tarih ve Toplum, Cilt 31, Sayı 184, Nisan 1999, s. 37-43; Aziz Suryal Atiya, Doğu
Hıristiyanlığı Tarihi, s.36; Durak, a.g.e., s. 197; İshak Armale, Türkiye Mezopotamyasında Mardin,
çev. Turan Karataş, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1993, s. 32.
229
Molitor, a.g.e., s. 55.
230
İkinci derece Katolik tarikatı olan Paris Kapusin Cemiyeti misyonerleri 1621 yılından itibaren
Osmanlı topraklarımdaki İstanbul, Rumeli, Kıbrıs, Suriye, Filistin ve Irak’ta manastırlar inşa
etmişlerdir. Bkz. M. Hidayet Vahapoğlu, Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okullar
(Yönetimleri Açısından), Ankara, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1990, s.18.
231
Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s.95-96.
232
Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 36.
103
misyonerlerinin çalışmaları ile Süryani Katolik Kilisesi mensuplarının sayısı
zamanla artmış olsa da ciddi bir rakam oluşturmamışlardır.
Süryani Katoliklerin Patriklik merkezi 1830'larda Patrik Petrus Carve
zamanında Sinod kararıyla Halep'e taşınmıştır. 1850'de Süryani Katolikler,
hem Süryani Kadimlerden yeni ayrılan bir kısım Piskoposların hem de Katolik
Misyonerlerin kışkırtmalarıyla Deyru’l-zafaran'ı patriklik merkezi yapma
girişiminde bulunmuşlarsa da Süryani Kadimlerin tepkisi üzerine başarısız
olmuşlardır.233 Patriklik merkezi olarak bir dönem Meryem Ana Kilisesi
kullanılmıştır234. Süryani kaynaklarında verilen bu bilgilere rağmen, Devlet
salnamelerinde XIX. Yüzyıl boyunca Süryani Katoliklerin patriklik merkezi
olarak Halep geçmektedir.235 Birinci Dünya Savaşı sonrasında ise,
Türkiye’nin cumhuriyet idaresine geçmesiyle birlikte Rusya ve İngiltere’ye
yakınlığı sebebiyle Beyrut’a taşınmıştır.236
Süryani Katolikler, Osmanlı sınırları içinde 1846-1880 tarihleri
arasında Diyarbakır, Urfa, Şam, ve Bağdat'ta murahhaslıklar; 1881-1886'de
İstanbul, Diyarbakır, Beyrut, Mısır ve İskenderiye, Urfa, Cizre'de patrik
vekilliği; Mardin ve civarında patrik vekilliği; Musul, Bağdat, Humus, Hama,
Şam, Mamurati'l-aziz ve Bucak'da serpiskoposluk; Adana ve Siverek'de
piskoposluk şeklinde teşkilatlanmışlardır. 1887 yılında yukarıdakilerden
farklı olarak Deyr-i Zor ve Midyat'ta da patrik vekilleri ihdas edilmiş, Siverek
ve Adana'da bulunan piskoposluklar ise patrik vekilliğine dönüştürülmüştür.
1892 yılından sonra da Süryani Katoliklerin temsilcilik bulundurdukları yerler
arasına Basra da katılmıştır. Devlet salnamelerinde 19’uncu yüzyılın sonuna

Kilise temsilcilerinin dini sorunları tartışıp görüşmek ve karara bağlamak üzere toplandığı meclistir.
Yavuz Ercan, Osmanlı İmparatorluğunda Bazı Sorunlar ve Günümüze Yansımaları, Ankara,
Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, 2002, s.14-15
234
Gabriel Akyüz, Mardin İlinin Merkezinde Civar Köylerinde Ve İlçelerinde Bulunan
Kiliselerin Ve Manastırların Tarihi, İstanbul, Resim Matbaacılık, 1998, s. 81-84.
235
Salnâme-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, Def’a 1 , Sene 1263 ve sonraki salnâmeler. Bkz. Özcoşar,
a.g.t., s.75; Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi Ve Süryani Kiliselerinde Bölünme:”, s.293.
236
Sarıkçıoğlu, a.g.e., s.330.
233
104
kadar
Süryani
Katoliklerin,
görülmemektedir.
bu
teşkilât
yapılarında
bir
değişiklik
237
Süryani Katolikleri, diğer Katoliklerden ayıran Süryani geleneklerini
devam ettiriyor olmalarıdır. Roma’nın baskılarına rağmen bu geleneklerini
bugüne kadar devam ettirmişlerdir. Bu konunun en bariz göstergesi başta
Patrik olmak üzere ruhanîlerin Süryani unvanlarını kilise hiyerarşisi içinde
kullanmaya devam ediyor olmalarıdır. Keza Patrik, "Süryani Katolik Milleti
Antakya Patriği Ignatiyos” unvanını kullanmaktadırlar.238
2.3.6. Süryani Protestanlar
Süryani Protestanlığını, misyonerlik faaliyetinden ayrı düşünmek pek
mümkün değildir. Özellikle XIX. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı ve İran
topraklarında faaliyet gösteren Amerikalı ve İngiliz misyonerler, Protestanlığı
yayma gayretlerini daha çok Hristiyan halka yöneltmişlerdir.239 Protestan
misyonerlerinin gayretleri ile 1852 yılından itibaren Protestan mezhebine
geçen
Süryaniler,
oluşturmuşlardır
240
Protestan
Süryaniler
adı
ile
ayrı
bir
cemaat
. Fakat misyonerlerin gayretlerine kıyaslandığında her ne
kadar Süryani Protestan Kilisesi kurulmuş olsa da Süryaniler arasında
Protestanlık fazla yayılmamıştır.241
2.3.7. Hindistan Süryanileri
Hindistan Süryanileri denildiğinde; Misyonerlik faaliyetleri kapsamında
Hindistan’a giderek buraya yerleşen aslen Hint kökenli olmayan Süryaniler ile
237
Salnâme-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye Def’a 1, Sene 1263 ve 1299'a kadar tüm salnameler;
Salnâme-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye Def’a 37, Sene 1299'ten Def’a 43, Sene 1305'e kadar tüm
salnameler; Salnâme-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, Def’a 43, Sene 1305, s. 349-350; Salnâme-i Devleti Aliye-i Osmaniye, Def’a 48, Sene 1310, s.884’den aktaran Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir
Cemaat, s.109.
238
Salnâme-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, Def’a 53, Sene 1315, s. 609’den aktaran, Özcoşar, a.g.t.,
s.74.
239
Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.76.
240
Koluman, a.g.e., s.23.
241
Gabriele Yonan, a.g.e., s.32-33.
105
Hint kökenli olup Hristiyanlığı kabul ederek Süryani kilisesine bağlı olan
Süryaniler akla gelmektedir. Süryani kilisesindeki ayrılıkların Hindistan’daki
cemaate yansıması ile buradaki cemaat içinde de bölünmeler olmuştur.
Hristiyanlığın Hindistan'a yayılmasına baktığımızda; değişik iddialar
karşımıza çıkmaktadır. Mar Thomas tarafından 52 yılında Hristiyan öğretisine
yönelik çalışmalara başlandığı, III. asırda Doğu Suriye’den şimdiki İndus
Nehri civarındaki ülkelere ve IV. asırda Malabar’a242 kadar Süryaniliğin indiği
ileri sürülmektedir. Bununla beraber Hindistan’da Hristiyan varlığı hakkında
530 yılından önceye ait yeterince teyit edici bilgi bulunmadığı da
belirtilmektedir. Ayrıca 325 yılında İznik Konsülü'ne katılan İranlı Yuhanna'nın
metinlere "Bütün İran ve Büyük Hindistan Kiliseleri" adına imza atmasından
yola çıkarak bu tarihlerde Hindistan’da Süryani varlığına işaret edilmektedir.
VIII ve IX. yüzyıllarda Süryani kilisesine bağlanan birçok Hintli’den de
bahsedilmektedir.243 Sayısal olarak Süryani Kilisesine bağlı Hint kökenli
Süryaniler, Hint kökenli olmayanlara göre daha fazladır.
Hindistan’a giden ilk Süryanilerin; Nasturi, Keldani veya Süryani mi?
olduğu farklı kaynaklarda değişik şekilde dile getirilmektedir.244 Öncesi
242
“Malabar” kelimesi, Hindistan'da günümüzde Kerala olarak bilinen ve Hindistan'ın Arap Denizi
boyunca uzanan güneybatı sahillerini içine alan bölgeler için kullanılmaktadır. Belli başlı şehirleri
Cannanore, Tellicheri, Calicut (Kozhikode), Quilon, Mangalore, Kottayam, Cochin ve Palghat'dır.
Malabar'm eski şekli olan Male kelimesi "biber yetişen yer" anlamına gelmektedir. bkz. Ernest R.
Hull, “Malabar”, Catholic Encyclopedia, (Erişim) http://newadvent.org/cathen/09558a.htm, 15 Nisan
2008. Ayrıca Malabar Kilisesi’nin Roma ile birlikteliğini devam ettirmekle beraber, Hint
inanışlarından etkilendiği ve litürjilerinde Batı Süryanilerini (Nesturileri) taklit ettiği
değerlendirilmektedir. Malayalam yerli dilini litürji dili olarak kullanmaktadırlar. Bkz. Kadir
Albayrak, “Hindistan Malabar Süryani Kilisesi”, Süryaniler ve Süryanilik, Haz. Ahmet Taşğın,
Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları, 2005, s.231,241.
243
Kadir Albayrak, a.g.m., s.213-222.
244
Güney Hindistan’daki mahalli Hint Kilisesi (Malabar kıyıları) temelde Nasturi olmasına rağmen
Katolik misyonerlerin 17’nci yüzyıl başında bunlara yönelik misyonerlik faaliyetlerine daha güçlü
karşı koyabilmek için monofizit kiliseye katılmıştır. Urfa'lı Süryaniler (Doğu SüryanilerKeldaniler)’den 400 kadar kadın, erkek, çocuk ve din adamlarından oluşan bir grubun IV. yüzyılda
Malabar kıyılarına vardıkları ve bunların Hindistan’daki ilk Süryani gruplar oldukları ileri
sürülmektedir. Bunlar aslında etnik bakımdan Yahudi kökenli Hıristiyanları. Ayin dilleri Süryanice,
ayin usulleri Keldani Ayin Usulü ve idari olarak Doğu Süryani Patrikliği'ne bağlıydılar. Bunlar
önceden beri Malabar'da yaşayan Hıristiyanlar'la birçok noktalarda kaynaşmışlar. Bunlar Kana'dan
gittikleri için "Knanaya Hıristiyanları" şeklinde adlandırılmaktadır.Elçilerden Mor Thomas tarafından
birinci asırda kurulmuş olan Malankara Ortodoks Süryani Kilisesi 354 yılında Antakya Süryani
Patrikliğine bağlanmış ve 150 yıllık bir kesinti dışında 1912 yılında yapılan mafiryanlık seçimlerine
106
hakkında yeterince bilgi olmasa da Hindistan’daki Katoliklik sürecinin
Hindistan’a çıkan Portekiz ve İngiltere gibi misyonerlerin çalışmaları
sonucunda oluştuğu bilinmektedir. Zamanla sayısı artan Hindistan’daki
Süryanilere Batılılar, baskı uygulayarak Papalığın otoritesini tanımaya
zorlamışlardır. Fakat bu otoriteyi kabul etmeyen Malabar Hristiyanlarının bir
kısmı, iç kesimlere kaçarak litürjilerini uygulamaya devam etmişlerdir.
Portekizliler Malabar'a girdikten sonra başlayan bu süreç sonunda; Malabar
Hristiyanları adeta paramparça olmuş, Doğu Süryanilerinin bir kısmı Antakya
Süryani Kilisesiyle kalmayı tercih ederken, bir kısmı da Roma Katolik Kilisesi
ile birleşerek Katolik Keldani Kilisesine dahil olmuştur. Diğer bir grup Süryani
ise Hindistan Ortodoks Süryani Kilisesini teşekkül ettirmişlerdir. 19’uncu
yüzyılda da Anglikan Kilisesinin etkisiyle Marthomitler de Süryanilerden
ayrılmıştır. Sonuçta Hindistan'daki Süryaniler çok daha fazla alt gruplara
bölünmüştür.245
Süryani Ortodoks Kilisesi, Katolik misyonerlerine karşı bir hareket
olarak 1855 yılında yeniden misyonerlik faaliyetlerine yönelmiştir. Bu misyon
hareketi sonucunda Malankara Ortodoks Süryani Kilisesi, akabinde de
Malabar’da bağımsız Süryani Kilisesi kurulmuştur. 1876 yılında ise bu
kiliseden ayrılan bir grup Mor Thoma Süryani kilisesini, 1886 yılında İngiliz
Anglikan Kilisesinin misyon faaliyetleri sonucunda da bir grup Süryani,
Süryani Anglikanlar kilisesini kurmuşlardır. 1930 yılında Süryani Ortodoks
kilisesinden kopanlar Papa’ya bağlanarak Malankara Katolik Kilisesi adını
almıştır. 1961 yılında Mor Thoma Süryani kilisesine bağlı bir grup
“Hindistan’da
Mor
Thomas
Evangelistleri”
adıyla
yeni
bir
kilise
kurmuşlardır.246
kadar genel olarak Malabar Kilisesi, Antakya Süryani patrikliğine bağlı kalmış, 1912 yılında
Hindistan Süryani cemaati iki gruba ayrılsa da 1964 yılında tekrar birleşerek günümüzdeki Malankara
Süryani kilisesini oluşturmuştur. Bkz. Bkz. Arnold Toynbee, Hıristiyanlık ve Dünya Dinleri, çev.
Mehmet Aydın, Din Bilimleri Yayını, Konya 2000, s.43-44; Kadir Albayrak, a.g.m., s.222-226;
Durak, a.g.e., s.208.
245
Kadir Albayrak, a.g.m., s.225-228.
246
Bertil Persson, Asurilerin Bağlı Olduğu Dini-Mezhepsel Kiliselerin Geçmişi Üzerine Tarihi
107
Roma otoritesini kabul etmiş olanlar 1662'de Syro-Malabar Kilisesini
ve
Roma'nın
yetkisini
kabul
etmeyenler
de
1665'te
de
Süryani
(Yakubi/Kadim) cemaati oluşturmuştur. Buradaki Süryaniler (Yakubi/Kadim)
de Batı Süryani dilini kullanmakta ve Antakya tarzı ayinleri kabul
etmektedirler. 18’inci yüzyılın sonlarına doğru bazı Hristiyanlar, Anglikan
kilisesinin
etkisiyle
Protestanlığı
seçmişlerdir.
Bu
kilise
bugün
Mor
Thomasçılar adıyla anılmaktadır. 1930'larda bir grup Süryani'nin Roma ile
yeniden birleşmesi sonucunda Süryani Malankara Kilisesi adıyla bilinen
cemaat meydana gelmiştir.247 Hindistan’daki Süryani geleneğinden gelen
kilise ve cemaatlerin oluşum diyagramı da Şekil 2’de verilmiştir.
Şekil 2. Hindistan Süryani Geleneğinden Gelen Kiliselerin Oluşum
Diyagramı248
Özetleyecek olursak Hindistan Aziz Thomas Hristiyanları Hinduizm'in
kast yapısına göre en üst tabakadan sayılmakta ve kendilerine bazı
imtiyazlar tanınmaktadır. Yani Kerala'daki Aziz Thomas Hristiyanları Doğu
Süryani Kilisesi'nin kilise gelenekleriyle bulundukları yerin sosyo-kültürel
çevrenin iç içe geçmesinden oluşmuştur. Buna göre onlar kültürel bakımdan
Yorum, “Nsibis”, 1989, s.13-14’den aktaran Bilge, a.g.t., s.86.
247
Kadir Albayrak, a.g.m., s.229-231.
248
“File: St Thomas Christians Divisions”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/File:
St_Thomas_ Christians_divisions.svg, 15 Nisan 2010.
108
Hindu, dinsel bakımdan Hristiyan, tapınmada ise Judeo-Syro-Oriental bir yapı
gösterdiği ileri sürülmektedir.249
Buraya kadar Süryanileri etno-dinsel bir topluluk olarak ele alarak
Süryaniler ile bağlantılı olan ve aynı kilise geleneğinden gelen topluluklar
aktarılmaya çalışılmıştır. Sebebi ne olursa olsun farklı isimlerle adlandırılan
ve Süryani geleneğinden gelen tüm bu toplulukları genel olarak ele alacak
olursak;
a. Süryani Kadim veya Ortodokslar (Batı Süryaniler),
b. Nasturiler (Pers İmparatorluğu veya Doğu Süryani Kilisesi'ne
ayrılan Doğu Süryaniler),
c. Keldaniler veya Doğu Süryaniler,
d. Rum Ortodoks Melkitler veya Süryani Melkitler (Antakya, Suriye ve
Lübnan’da yaşayan Rum Ortodokslar) (Mısırlı ve Kadıköy Konsülü'nü kabul
eden Süryaniler),
e. Rum Katolik Melkitler,
f. Maruniler (Haçlı Seferleri'nin bir sonucu olarak 1181'de Roma
Katolik Kilisesi'ne katılma kararı alan Süryaniler),
g. İslam dinine giren Süryaniler,250
249
Kadir Albayrak, a.g.m., s.248; Farlex, “Saint Thomas Christians”, The Free Dictionary, (Erişim)
http://encyclopedia.thefreedictionary.com/Saint+Thomas+ Christians, 15 Mayıs 2007.

Süryanice "Rumoye" olarak adlandırılır.
250
Türkiye'de 'Mhalmoye' adı verilen grubun menşei ile ilgili çeşitli iddialar ortaya atılmaktadır. Bu
iddialardan biri de bilimselliği tartışmalı olan bu grubun Süryani kökenli olduğudur. Geniş bilgi için
bkz. İhsan Çetin, “Mihalmilerde Etno-Tarih ve Kimlik Analizleri.”, I’nci Uluslar Arası Süryani
Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007; “Süryani Tarihinde Bölünmeler”, http://www.msxlabs.org/
forum/din-ilahîyat/16123-hiristiyan-kokenli-din-ve-akimlar-suryaniler-suryanilik.html(15Nisan 2008).
Ayrıca Diğer Ortadoğu ülkelerinde de Müslümanlaşan bir Süryani kitlesinden bahsedilmekte olması
109
h. Kendi ayin usulü ve adetlerini muhafaza etmekle beraber, Roma
Katolik Kilisesi ve Papa'nın otoritesini kabul eden Katolik Süryaniler,
i. Protestan misyoner faaliyetleri sonucu Protestanlaşan Süryaniler,
j. Hristiyanlık dinini benimsemeyen Sabii Süryaniler251 ve,
k. Çoğunluğu Hindu kökenli olanların oluşturduğu Antakya Süryani
Kilisesine bağlı olan Malabar Süryanileri olarak ayrılmışlardır.
2.4. SÜRYANİ KILISESINDE ÖRGÜTLENME VE HIYERARŞIK YAPI
Yaklaşık 2000 yıldır farklı imparatorluk, devlet ve aşiretlere tabi
olarak yaşayan Süryanilerde toplumsal karar mekanizmalarının ağırlıklı
olarak dinsel kurumların, yani kilise ve manastırların elinde bulunduğu
görülmektedir.252 Bu anlamıyla kiliseler sadece dinî bir örgütlenme olarak
değil, sosyal örgütlenmenin de belkemiğini oluşturmaktadırlar.
Başlangıçta yoksullara yönelik bir teşkilatlanma gibi görülen ilk kilise
hiyerarşisinde, din adamlarının statüsü yoktur. Kiliselerde mekân ve statü,
ikinci yüzyıldan itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Başlangıçtaki kilise
görevlileri daha çok kilisenin bakım ve temizliği için görevlendirilmişlerdir.
Fakat zamanla kıdemlileri ’prisebiter’ adı altında rahipleşmiştir. Kıdem olarak
prisebiterlerden daha sonra gelen gözeticilere de ’episcope’ denmiştir.
Kendilerini yoksul ve hastalara adayanlar, ’diyakoz’ adı altında çoğalmış ve
genellikle erkek kardeş anlamında ’frer’ ve kız kardeş anlamında ’sör’ adıyla
anılmışlardır. Süreç içinde episcopiler önem kazanmış ve kilisenin başına
geçene ’episcopos’ (piskopos) denmiştir. Kilise sayısının artması ile beraber
mantıklı görülebilir. Fakat sayısı hakkında verilebilecek bilimsel bir veri söz konusu değildir. Aynı
iddianın tersi olarak Süryanileşen diğer halklar ve Müslümanlardan da bahsedilmektedir. Bkz.Gabriel
Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s.20, 340-348.
251
Sadece Irak’ta varlıklarını sürdüren küçük bir grup dışında çeşitli topluluklar içinde yok
olmuşlardır. Bkz. Durak, a.g.e, s.194; Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s.19-20.
252
Süryanilerde dinin neden tüm toplumsal karar alma mekanizmaları üzerinde etkili olduğu konusu
bu çalışmanın ilerleyen bölümünde anlatılmıştır.
110
bu kiliselerin başındakiler bir araya gelmiş ve evrensel kilise yapısı ortaya
çıkmıştır. Kilise içinde yukarıdan aşağıya doğru oluşan hiyerarşi ile de kilise
hiyerarşisi oluşmuştur. Bu örgütlenme zamanla genişleyip güçlenince göksel
(ilahî) güç, yersel güçlere üstün gelmeye başlamıştır. Kutsal Roma
İmparatorluğu da böyle bir süreç sonucunda kurulmuştur.253
Mardin bölgesi Süryanilerinde de toplumsallığın her alanında din,
başat bir durumdadır. Kilisenin sosyal yaşamdaki bu etkinliği nedeniyle
Süryani dinsel hiyerarşisine yakından bakmak uygun olacaktır.
Kilise kurumunu yöneten ruhban sınıfı, Süryani Kilisesi’nde hiçbir
dönemde bir kast sistemi haline gelmemiştir. En yüksek din görevlilerinden –
piskoposluk, manastır baş rahipliği vb.- köy papazlığına kadar bütün dinî
görevler, toplumun tüm bireylerine açıktır. Bu görevlerin hiç biri, bugün
herhangi bir kesimin tekelinde değildir.254
Süryanilerin
kilise
örgütlenmeleri;
dışarıdan
müdahaleyi
kabul
etmeyen bir takım dinî ritüellerin, klasik Süryani inancının ve tarihte bu inanca
yapılan müdahalelerin etkisiyle içine kapanık bir yapıdadır. Şehir merkezinde
kilisenin kendine ait bu yapısı ve hiyerarşisi Süryani toplumun etkileyen en
önemli öğedir. Kırsal kesimde ise kilisenin bu örgütlenme ve hiyerarşisine
bölgenin genel özelliği olan aşiret yapısına benzer geniş aile örgütlenmeleri
etkili olabilmektedir.255
Süryani din adamlarının yetkilerini Hz.İsa’dan aldıkları düşüncesinden
dolayı
Süryaniler,
kendi
din
adamlarına
büyük
hürmet
ve
itaat
göstermektedirler. Süryani kilisesi içindeki örgütlenme, din adamlarının
arasındaki hiyerarşik yapıya göre düzenlenmiştir.
253
Erginer, a.g.m., s.33.
Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.139.
255
Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.205.
254
111
KİLİSE HİYERARŞİSİ
Episkopos
Papaz
 Patrik
 Horepiskopos
(Başpapazlık)
 Mafıryan
 Papaz
Diyakos
 Arhedyakon
 Başdiyakos
 Mürettip
 Metropolit
 Mürennim
 Episkopos
 Okuyucu
Şekil 3. Süryani Kilise Hiyerarşisi
Bu hiyerarşik yapı genel anlamda Şekil 3’de görüldüğü üzere
episkoposluk, papazlık ve diyakozluk olarak üç sınıfa ayrılır.256 Kilise
hiyerarşisi içinde olmasa da mahalle ve köylerde muhtarın karşılığı olarak
kocabaşlar da dinî yetkileri olmasa bile idari yetkilere sahiptirler.
2.4.1. Episkoposluk
Episkoposluk sınıfının ilk şartı rahip olmaktır. Bu sınıftaki rütbeler,
coğrafî -idarî anlamda belirlenen- bölgelerde; dinî, idarî ve sosyal konularda
yönetim, yetki ve sorumluluğu gösteren unvanlardır.257 Episkoposluk sınıfı;
patrik, mafiryan, metropolit ve piskopos rütbelerini içermektedir.
2.4.1.1. Patriklik
‘Patrik’
kelimesi,
Yunanca
Patriarkhis
(Patriyarkis)
kelimesinin
Arapçalaşmış şekli olup, “en üst dinî lider ve komutan” kavramını ifade
etmektedir.258 Patriklik makamı, hem dünyevî hem de dinî otoriteyi temsil
256
Samuel Akdemir, Dini Kurallarımız, İstanbul, Baha Matbaası, 1972, s. 80.
Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s.39.
258
Levent Öztürk, İslam Dünyasında Hıristiyanlar, İstanbul, İz Yayınları, 1988, s.64.; Ahmet
257
112
etmekte, Kilisenin başı ve en yetkili ismidir. Süryaniler; patrik, marfiyan ve
metropolitlere ‘efendimiz’259 diye hitap ederken Süryani Patriği, "Tüm Doğu
ve Süryani Yakubî Kiliseleri ile Antakya Havari Patriği Kadasetli Mor
İgnatiyos" unvanını kullanmaktadır. Patrik unvanını taşıyan dünyadaki 28
patrikten biri olan Antakya Süryani Patriği,260 bu makamının yanında
kullandığı “İgnatiyos” unvanı, 1293'te Patrik Mor Vahab'ın, 107 yılında
Roma'da öldürülen Antakya Piskoposu İgnatiyos'un adını kullanmasından
sonra gelenek haline gelmiştir.261
Patriklik, Süryani Ortodoks cemaatinde en yetkili ve sonrası olmayan
makamıdır. Doğu Hristiyanları arasında Patrik unvanının, Roma Katolik
Kilisesi'ndeki Papa kelimesinin karşılığı olarak kullanıldığını ve onun temsil
ettiği misyonu yüklendiğini söyleyebiliriz.262 Belki de bu sebepten dolayı
bazen "Doğunun Papası" unvanı da kullanılmıştır.
İlk patrik olan Mor Petrus’tan günümüze, (Şekil 4) 121 patriğin
başkanlık ettiği Süryani kilisenin şu andaki patriği 1980 yılında bu göreve
seçilen 122’nci patrik olan Moran Mor İğnatiyos I. Zekka Iwas’dır.263
Taşğın, “Anadolu'nun Yok Olmaya Yüz Tutan Zenginliklerinden: Süryaniler”, VI. Milletlerarası
Türk Halk Kültürü Kongresi Genel Konular Seksiyon Bildirileri (İçel 18-22 Haziran 2001),
Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2002, s. 205-227.
259
Süryaniler, papazlara ise ‘babamız’ diye hitap ederler. Bkz. Bülbül, a.g.e., s.84.
260
“Patrikler”, Vikipedi-Özgür Ansiklopedi, (Erişim) http://tr.wikipedia.org/wiki/Patrik, 11 Temmuz
2010.
261
Oswald H. Parry, Six Months In A Syrian Monastery, London, Horace Cox, 1895, s.317.
262
Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s. 86-87.
263
1963 yılında Mor Severiyos unvanı ile Musul Metropolitliği’ne takdis edilen Zekka Iwas, 1969
yılında Bağdat ve Basra Metropolitliği’ne atandı. Yine aynı yılda “İrak Kültür Akademi” üyeliğine ve
“Irak Süryani Lisanı ve Kültürü Akademisi” başkanlığına getirildi. İsveç Şark Enstitüsü tarafından
fahri doktorluk unvanıyla onurlandırıldı. Viyana’daki Pro’oriente teşkilatının şeref üyeliğine seçildi.
1980 yılına kadar Süryani Ortodoks Kilisesi adına Dünya Kiliseler Birliği Merkez Komitesi üyeliğini
yaptı. 11 Temmuz 1980 tarihinde Patrik III. Yakup’un vefatı dolayısıyla boşalan ‘Patriklik Makamı’na
“Ignatiyos” ünvanı alarak seçilmiştir. Bkz. Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, Bar-Hebraeus Verlag,
Losser Glanerbrugstr, Holland, 1984, s.15,31; Durak, a.g.e, s.198.
113
Şekil 4. Patriklerin Tarihi Görev Çizelgesi264
Antakya Süryani Ortodoks Kilisesi’nin ilk patriklik merkezi Antakya
olup
tarihi
boyunca
önem
arz
eden
altı
yerde
patriklik
merkezi
oluşturulmuştur. Antakya patriklik merkezi olarak Mor Petrus (Şemun)
tarafından MS 37-43 yılları arasında kurulmuştur. 518 yılına kadar
Antakya’da kalan patriklik merkezi daha sonra geçici olarak Halep, Urfa,
Diyarbakır, Harran (Urfa’nın çevresindedir), Rakka (Halep civarında) gibi
birçok yerlere ve manastırlara taşınmış, 969’da Malatya’ya yerleşmiş,
1058’de Diyarbakır’a alınmıştır. 1293 yılına kadar hem Diyarbakır hem de
Deyru’l-zafaran Manastırı merkez olarak kullanılmış, 1293 yılında Patrik
lğnatiyos Bin Vahip döneminde patriklik merkezi sürekli ve resmen Deyru’lzafaran’a taşınmıştır. 1932 yılında Humus metropoliti Efrem Barsavm
döneminde önce Suriye’nin Humus şehrine ve daha sonra 1959’da Patrik
Iğnatıyos III. Yakup döneminde Suriye’nin başkenti Şam’a taşınmıştır. Bugün
Antakya Süryani Ortodoks Kilisesi’nin patriklik merkezi hâlâ Şam’dadır.265
264
Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, s.5. Çizelgenin aslı Deyr’ulzafaran manastırı patriklik kürsüsünde
asılıdır. Ayrıca açılımı için bkz. “Antakya Elçisel Kürsüsünün Kuruluşundan Bu Güne Kadar Görev
Almış Yasal Patriklerin Listesi”, (Erişim) http://www.suryanikadim.org/, 15 Ekim 2009.
265
Koluman, a.g.e., s.42; Evgin Kaplan, Elçilerin Göbeği Antakya Kilisesi, Mardin, yy., 1982, s.6-7,
29; Meryem Ana Süryani Ortodoks Kilisesi Bülteni, İstanbul, İstanbul Metropolitliği, Sayı 5, 1994,
s.3’den aktaran Durak, a.g.e, s.201; Patriklik idari bürosu Bab Tuma’da, Patrik ise Şam’a 20 km.
114
2.4.1.2. Mafiryanlık (Mafiryono-Catliklik)
Mafiryanlık makamı VI. yüzyılda ortaya çıkmıştır.266 Mafiryan,
Süryanilerin yaşadığı Aşağı Mezopotamya, İran ve daha ötesindeki
ülkelerde patriğin bütün yetkilerine sahiptir. Patriğin bir astı, metropolitin bir
üstüdür.267 Kilise hiyerarşisinde, mafiryanlık sadece bir kişiye verilirdi. Aynı
anda iki mafiryan olmazdı. Ancak zaman içinde mafıryanlığın yetki alanı
dâhilindeki bölgelerde Süryanilerin etkinliğinin azalması ile birlikte zamanla
bu rütbe önemini kaybetmiştir. Osmanlı döneminde bu rütbe Kudüs
metropolitlerine verilen onursal bir unvan haline gelmiştir.268 Günümüzde,
mafiryanlık görevi, Hindistan Süryani Ortodoks Kilisesinin uhdesinde
bulunmaktadır.269
2.4.1.3. Metropolitlik (Matranlık)
İdari bir kavram olarak kullanılan metropolitlik genellikle birkaç
piskoposluğu içine alan idari bölgeleri ifade etmekte ve Yunanca şehir
(mitropolitis) kelimesinden gelmektedir. Metropolitlik bölgesine abraşiye de
denilmektedir. Büyükşehir episkoposu anlamındadır.270
Antakya Süryani Ortodoks Kilisesi hizmetlerini, dünya üzerindeki 40
metropolitlik ve vekilliği vasıtasıyla yerine getirmeye çalışmaktadır. Hizmet
ihtiyacına göre ihdas edilen metropolitliklerden en sonu Adıyaman ilinde
uzaklıktaki Mor Afrem Manastırı’nda ikamet etmektedir. Bkz. “Syriac Orthodox Church”
Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Syriac_Orthodox_Church, 20 Mart 2010.
266
Bu kelimenin Süryanice'si “mafiryono”dur ve “semereli” anlamına gelir. Yine mafiryan anlamında
kullanılan bir başka kelime olan "Catlik" ise, “genel” anlamında Yunanca bir kelimedir. Mafiryan,
“Katolikos” olarak da adlandırılır. Bkz. Zeki Demir, Süryani Kilisesi ve Kilisesinin Kutsal Yedi
Gizi, İstanbul, Resim Matbaacılık, 2002, s.47; Durak, a.g.e, s.195.
267
Demir, a.g.e., s.47.
268
Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, Nsibin Yayınevi, s.39.
269
Durak, a.g.e, s. 195-196.
270
Patrik İğnatius Efrem I. Barsavm, Saçılmış İnciler: Süryanilerin Yazınsal Tarihi, çev. Zeki
Demir, İstanbul, yy., 2005, s.499.
115
açılmıştır.271 Bu metropolitlik ile birlikte Türkiye’deki metropolitlik sayısı dörde
ulaşmıştır.272 Türkiye’deki metropolitliklerde görev yapanların hepsi Türkiye
doğumlu
ve
Türkiye
vatandaşı
olmasının
yanında
dünyadaki
diğer
metropolitliklerde de Türkiye doğumlu metropolitler görev yapmaktadır.273
Metropolitler kutsama ayininden sonra piskoposluk bölgelerine göre
Grekçe unvanlar kullanırlar. Bunlardan birkaçı şöyledir: Antakya piskoposları
“Ignatiyos, Urfa piskoposları “Severiyos”, Diyarbakır piskoposları “Timoteos”,
Mardin
piskoposları
“Baseliyos”,
Kudüs
“Atanasiyos
ve
piskoposları
Filüksinos”,
“Grigoryos”,
Musul
Halep
piskoposları
piskoposları
“Diyonosiyos” unvanlarını alırlar. Kullanılan diğer unvanlar da şunlardır;
Julios,
Kurillos,
Nikolaus,
Malatios,
Silvanos,
Dioskoros,
Ostatheos,
Theofilos, Justinos, Klemis, Titos, İvennis Yulios, Kurillos vd.274 Bu
unvanların yanında halkın kullandığı hitaplar da vardır. Mardin bölgesinde
Süryaniler, Metropoliti 'Matran' diye adlandırmakla birlikte kendisiyle
konuştuklarında 'Seyyidna' diye hitap etmektedirler.
2.4.1.4. Episkoposluk(Başrahiplik)
Metropolitin bir alt rütbesi olan episkoposluk, hem ruhanî hem de
idari bir görevi ifade etmektedir. Piskoposlar, yetki alanları içinde patrik ve
metropolitin temsilcisi olarak cemaat işlerini yürütmekle görevliydiler.
271
“Türkiye'de 4. Süryani Metropoliti” (Erişim) http://www.suryaniler.com/#, 28 Mart 2007; “Süryani
ruhani lider Mardin'de” Sabah Gazetesi, (Erişim)http://arsiv.sabah.com.tr/2006/12/11/gnd116.html,
11 Aralık 2006.
272
“Monofizit“, (Erişim) http://tr.wikipedia.org/wiki/Monofizit, 13 Nisan 2006.
273
Almanya Metropoliti Mor Diyonosios İsa Gürbüz 1966 yılında Midyat’ta bağlı Keferze köyünde
doğmuştur. Öğrenimini 1987 yılına kadar türkiyede yapmış ve 1987-88 yıllarında askerlik görevini de
Türkiye’de yapmış olup 1997 yılından beri Almanya Abraşiyesi’nin ruhani liderliğini yürütmektedir.
Bkz. “Almanya Metropoliti Mor Diyonosios İsa Gürbüz”, Röportaj, İDEM, Ekim 2005, (Erişim)
http://www.reyono.net/default.aspx?s=10&b=7, 21 Mayıs 2009.
274
Mehmet Şimşek, “Süryani Ortodoks Kilisesi Hiyerarşi”, Deyrulzafaran Manastırı, (Erişim)
http://www.deyrulzafaran.org/turkce/manastir/haberdetay.asp?id=220&kategori=TANITIM, 13 Mayıs
2006.
116
Süryanilere
ait
piskoposluk
bölgeleri,
19’uncu
yarısından itibaren metropolitliğe dönüşmeye başlamışlardır.
yüzyılın
ikinci
275
2.4.2. Papazlık
Papazlık
sınıfı;
papaz
ve
horepiskoposluktan
(Başpapazlık)
oluşmakta olup rahiplikten farklı olarak evlilik yasak değildir. Papazlık
müessesesinin
ilk
rütbesi
episkoposluk,
ikinci
ve
son
rütbesi
horepiskoposluktur (başpapazlık). Episkoposluktan horepiskoposluğa terfi
yetkisi, metropolitin elindedir.276 Horepiskopos olup evlenmeyerek rahip
olarak kalanlar ise patrikliğe kadar ilerleyebilirler 277.
Müslümanlarda
imamın
karşılığı
olarak
Süryanilerde
ibadet
görevlerini yerine getirtmekle görevli olan papazlar, Osmanlı Devleti
döneminde bulundukları mahallenin mülkî ve belediyeye ilişkin işlerinde
kadının temsilcisi olarak kabul edilmekteydiler.278 Günümüzde ise resmî
olarak köyün idarecisi ve sorumlusu muhtar olmakla birlikte, Süryani
köylerinde Papazlar her konuda söz sahibi olarak da görülmektedirler.
Osmanlı döneminde Patrik veya bölgenin bağlı olduğu metropolit ve
piskoposlarca atanan papazlar için aynı zamanda bölgenin mülki
amirlerinden de izni alınması gerekirken bugün böyle bir uygulama
bulunmamaktadır. 279
Mardin bölgesinde Süryaniler, Papazlara 'Kaşo' ya da 'Ebuna' diye
hitap etmektedirler. Bu kategorilerde yer alabilmek için, Diyakozluk
basamaklarından geçmiş olmak gerekmektedir. Diyakozluk sürecinde
evlenen
275
kişinin
ulaşabileceği
en
son
ruhanî
rütbe
papazlıktır.
Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s.39.
Koluman, a.g.e., s. 75.
277
Günel, a.g.e., s.309; Akdemir, a.g.e., s. 80.
278
M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Cilt II, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, 1993, s. 235.
279
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 998 Numaralı Divân-ı Hümayûn Defterleri Katalogu Gayr-i Müslim
Cemaatlere Ait 8 No'lu Defter 1236-1274, s. 23’den aktaran Özcoşar, a.g.t.,62.
276
117
Horepiskoposluk rütbesi, daha çok kendisini cemaatine tam anlamıyla kabul
ettirmiş ve cemaat dışı çalışmalarında üstün meziyetleri bulunan papazlara
verilen bir unvandır. Rahip olanlar; idari ve dinî anlamda etkinliği güçlü olan
diğer hiyerarşi basamaklarına çıkabilir.
2.4.3. Diyakozluk
Diyakozlar, kiliselerde papaz yardımcısı olarak görev yaparlar ve
kendi içinde sırasıyla okuyucu (quroyo), mürennim (mzamrono), mürettip
(afudyaqno), başdiyakoz (İncili şemmas) ve arhedyakon (Başdiyakozların
başkanı) olarak ayrılırlar.280 Diyakozlar, manastırlarda eğitim görmüş ancak
papazlık ve rahiplik eğitimlerine devam etmemiş kişilerdir. Bu gruptan
şemmaslar, ruhanîler ile siviller arasında bir sınıfı oluşturmakta ve
özellikle Tanzimat sonrası eyalet ve sancaklarda kurulan meclislerde,
Süryani Kadim cemaatini temsilen şemmaslar görev yapmıştır.
2.5. SÜRYANİLERDE İBADET VE İNANÇ ESASLARI
Kudüs bölgesi dışında Hristiyanlığı ilk benimseyen topluluk olan
Süryaniler,281Tanrı'daki üç sıfatı (Ataallah, Kelamallah, Ruhallah) ayrı ayrı
mütalaa ederek bu üç sıfatın bir cevherde toplandığını ve bir birlik
oluşturduğunu kabul ederler.282 Monofizit görüşü savunan Süryani Ortodoks
Kilisesine göre Baba (Tanrı) ile Oğul, birdir. Hz. İsa'da insan ve Tanrı tabiatı
birleşerek tek tabiatı oluşturur. Hz. İsa, Tanrı olarak insan gibi doğmuş, belli
bir süre yaşadıktan sonra ölmüş ve yeniden dirilmiştir. Yani Hz. İsa hem
Tanrı hem de insandır ve doğal olarak Hz. Meryem, Tanrı'nın anası
(Teotokos) olarak kabul edilmektedir.283
280
Günel, a.g.e., s. 309.
Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.17.
282
Tümer ve Küçük, a.g.e., s. 305; Günel, a.g.e., s.303; Koluman, a.g.e.,s.69; Tümer, a.g.m., s.127.
283
Günel, a.g.e., s. 303; Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 84. Kadir Albayrak, a.g.e.,
s.68.
281
118
Süryani geleneğine bağlı tüm kiliseler için geçerli (resmî) kutsal kitap
formu, “Pşitto” olarak bilinen Süryanice çeviridir. Eski Ahit bölümü, doğrudan
özgün İbranice metinden, Yeni Ahit bölümü de aynı şekilde özgün Yunanca
metinden çevrilmiştir.284
Süryani inancında kâinatta görünen ve görünmeyen varlıklar vardır.
Melekler ve şeytan inancı vardır.285 Ölüm ve kıyamete, cennet ve
cehenneme, şeytanın insanın düşmanı olduğuna ve irade hürriyetine
inanırlar.286
Süryanilerde de Katolik ve Ortodokslarda olduğu gibi yedi sakrament
(gizler-ayin) kabul edilmektedir. Gregoryan Ermenilerde altı ve Protestanlarda
iki olarak kabul edilen bu sakramentlerden Süryaniler tarafından kabul edilen
sakramentler, kendi içinde zorunlu ve zorunlu olmayan şeklinde ikiye ayrılırlar.
Zorunlu olanlar; vaftiz (arınma), murun287(konfirmasyon), kurbono (kutsal
yemek) ve yevbe (itiraf), zorunlu olmayanlar ise; ruhbanlık (diyakozluk), hasta
yağı (son yağlama) ve evliliktir. Bu gizler kilise için zorunluluktur. 288
Süryani Ortodokslara göre günah, Tanrı'nın emirlerine karşı gelmektir.
Asli ve şahsi olmak üzere ikiye ayrılır. Asli günah, Hz. Âdem'in şahsında
284
Sebastian Brock, Süryani Geleneğinde Kutsal Kitap, çev. Circis Bulut, İstanbul, Zafer Matbaası,
2000, s. 23.
285
Akdemir, a.g.e., s. 5.
286
Tümer ve Küçük, a.g.e., s. 305; Tümer, a.g.m, s. 127.
287
Eski Yunanca kökenli bir kelimedir. Güzel kokulu bitkilerden oluşan kutsal esans manasına
gelmektedir. Süryani inancında İsa Mesih'in ölümünü simgeler. Süryani kiliselerinde “Murun”, vaftiz
olan kişiye hayatında yalnızca bir defa, vaftiz olduktan sonra, zorunlu olarak sürülür. Bu ritüelde,
imanlı kişinin ruhsal ve iman gücünün arttığına, şeytanın karşısında daha güçlü olduğuna, yeniden
doğduğuna inanılır. “Murun”, (Erişim) http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=murun, 10 Haziran
2010.
288
Ortodoks ve Katoliklere göre sakramentlerin sayısı yedi olup; vaftiz, evharistiya, kuvvetlendirme,
evlilik töreni, ruhbanlık sırrı, günah itirafı ve tövbe, hasta yağı, Protestanlar için sadece vaftiz ve
evharistiya’dır. Bkz. Patrik İğnatius Efrem I. Barsavm, Saçılmış İnciler: Süryanilerin Yazınsal
Tarihi, çev. Zeki Demir, İstanbul, yy., 2005, s.96-98; Tümer ve Küçük, a.g.e., s.179-180, 293-294;
Nihat Durak, “Süryani Ortadoks Kilisesinde İbadet”, İstanbul, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2000, s.90; M. Hadi Tezokur, “Süryanilerde Namaz”,
Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1,
Orient Yayınları, 2005, s.305; Ali Ekber Türkoğlu, “Geçmişte Ve Günümüzde Antakya’da
Hıristiyanlık”, Adana, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, 2006, s.95-109.
119
Allah'a karşı işlenen, irsi olarak bütün insanlara geçen günah olup Hz. İsa'ya
iman etmekle ve vaftiz olmakla silinir.289 Ayrıca günah itirafı Süryanilerde
ruhanîlere yapılır. Günahın büyüklüğüne göre kilise gibi yerlere yardımlar
şeklinde maddi; namaz veya oruç gibi manevi cezalar verilir.290
Süryani Ortodoks Kilisesinde namaz, çok önemli olup Hristiyan dininin
ilkelerine inanmış bir kimsenin Tanrı'ya taparken; O'na niyaz ve şükranlarını
sunması, nimet ve rahmetlerini dilemesidir.291 Süryanilerde namaz; dördü
(sabah, öğle, akşam, gece yarısı) mecburi (farz); üçü (kuşluk, yatsı, ikindi)
sünnet olup bunlardan sabah, öğle, ikindi kilisede topluca kılınır.292 Kıble,
“Doğu” olup namazlar secdelidir (Pazar ve bayram günleri hariç).293 Namazda
rekat, kıyam, kıraat ve secde esaslarına uyulmaktadır.294 Günümüzde, dünya
Hristiyanları arasında ibadetleri secdeli Hristiyan topluluk yalnızca Ortodoks
Süryaniler ve Ermeni Gregoryen Kilisesi’dir. İslam’dan farklı olarak rükusunun
olmamasıdır. Ayrıca Müslümanlar gibi cenaze namazı da kılarlar. Süryani
Ortodoksların ayin kitabı Anafura’dır.295
Süryanilerde çeşitli zorluk ve uzunlukta birçok oruç vardır. Bunlar;
Şubat, Mart, Nisan aylarında kırk gün süre ile öğleye kadar bir şeyin
yenilmediği “Büyük Oruç”, Haziran başında perhiz olarak üç gün tutulan
“Havariler Orucu”, Şubat ayında üç gün süre ile oruç ve perhizden oluşan
“Ninova Orucu”, Ağustos ayının onundan on beşine kadar devam eden beş
günlük perhizden oluşan “Meryem Ana Orucu”, Aralık ayının on beşinden
yirmi beşine kadar on gün süre ile tutulan İsa'nın doğuş bayramı orucu olan
“Noel Orucu”dur.296 Süryaniler, yılda toplam 172 gün oruç tutarlar. 297
289
Akdemir, a.g.e., s. 18.
Tümer ve Küçük, a.g.e., s. 306.
291
Akdemir, a.g.e., s. 86.
292
Günel, a.g.e., s. 312; Günay Tümer, “Günümüzde Doğu Hıristiyanlığı”, Asrımızda HıristiyanMüslüman Münasebetleri, İstanbul , Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, 1993, s. 127.
293
Akdemir, a.g.e., s. 86; Tümer ve Küçük, a.g.e., s. 305; Günel, a.g.e., s. 312; Durak, a.g.t, s.77.
294
Tezokur, a.g.m., s.316.
295
Bülbül, a.g.e., ss.70-71.
296
Tümer ve Küçük, a.g.e., s. 306; Tümer, a.g.m., s. 128.
290
120
Süryanilerde kutsal yerlerin ziyaret edilmesi geleneği olmakla
beraber, zorunlu kılınmamıştır. "Sourutho Kadişto" olarak adlandırılan
ziyaretler, Kudüs’e yapılmakla beraber manevi değerine inandıkları kilise ve
manastırlara da ziyaretler yapılmaktadır. Bu kapsamda Mardin ve Midyat
bölgesindeki onlarca kilise ve manastır, Süryaniler için önem arz ettiklerinden
dolayı sıklıkla ziyaret edilmektedirler.298
Varlığı tartışmalı olmakla beraber, Süryanilerde de MS 51 yılına
kadar Musa Yasası’nı tamamlaması için sünnet bir zorunluluk olarak
görülmesine rağmen bu tarihten sonra sağlık sebebi hariç sünnet
uygulaması görülmemiştir.299
Haç çıkarma (İstavroz) Süryanilerde de diğer Ortodoks inancını
paylaşanlar gibi sağ elin işaret parmağıyla ya da sağ elin üç büyük
parmağını birleştirilmesi ile önce alına, sonra göğüse, daha sonra da sol ve
sağ omuzlara götürülerek yapılır.300
Süryani
Ortodoks
İnanç
sisteminde
ölüm
sonrasında
insanın
karşılaşacağı durumlar; ölüm, dirilme, duruşma ve sonsuz ceza olarak
kategorize
edilmektedir.301
Günahkar
doğan
bebeğin
günahlarından
arındırılması içinde vaftiz uygulaması yapılmaktadır. Vaftiz uygulamasının
özellikle Türkiye Süryanileri açısından yöresel bir uygulama olan kirvelik ile
özellikle Mardin yöresinde özdeşleştiği görülmektedir. Vaftizde ‘Karibo ya da
Kirve’ denilen vaftiz babalığı Müslüman geleneği olan kirvelik ile sosyal
yönden benzer özellik göstermektedir. İdil bölgesinde Müslüman Kürtler ile
kirve olan ve ailesel dostluklarını sıklıkla dile getiren Süryanilerle yaptığım
görüşmelerde; sadece Müslüman Kürtler değil görev icabı orada bulunan
297
Koluman, a.g.e., s. 72.
Durak, a.g.t., s.78.; Akyüz, a.g.e., s. 30-32.
299
Altınışık, a.g.e., s.21.
300
Tezokur, a.g.m., s.312.
301
“Süryaniler'de Ölüm Gelenekleri-2”, (Erişim) http://www.msxlabs.org/forum/din-ilahîyat/16123hiristiyan-kokenli-din-ve-akimlar-suryaniler-suryanilik.html, 13 Nisan 2007.
298
121
devlet görevlilerinden de kirveliklerinin olduğu ve görevleri bitmesine rağmen
kirvelik vasıtasıyla irtibatlarının hâlâ devam ettiğini dile getirmektedirler.
İnanç ve ibadet yönünden çok farklılık göstermese de ritüel ve litürji
açısından diğer Ortodoks kiliselerden farklılaşan Antakya Süryani Kilisesi,
kendine inananlar ile ayrı bir yapı sergilemektedir. Bulunduğu coğrafyanın
sosyo-kültürel yapısında da etkilenerek içselleştirdiği davranış kalıpları,
özellikle Mardin bölgesinde toplum tarafından kabullenilmişken diğer göç
edilen ve sosyo-kültürel olarak farklı toplumlar içindeki Hristiyan mezhepleri
tarafından dışlayıcı bir etki ile de karşılaşmaktadırlar.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TARİHSEL ve KÜLTÜREL ARKA PLAN
“Dünden öğren, bugünü
yaşa ve yarından umut et.”
(Anonim)
Herhangi bir topluluğu incelerken o topluluğun tarihinin yadsınması,
incelenen topluluğun pek çok özelliğinin de yadsınmasa neden olur. Zira
toplum bilincini şekillendiren en önemli unsur, geçmiştir.1 Bu gerçekten
hareketle Süryanilerin etno-kültürel sınırlarını daha iyi anlayabilmek için
yaklaşık iki bin yıldır içinde yaşadıkları bölgenin tarihi ile birlikte Süryani
tarihine de kısaca bakmak gerekmektedir.
3.1. OSMANLI HÂKİMİYETİNE KADAR SÜRYANİLER
Süryani tarihini çeşitli safhalara ayırarak irdelemek mümkündür.
Süryani tarihinin MS 33 yılına kadar olan dönemi, Süryanilerin Hristiyanlık
öncesi dönemidir. Süryanilerin bu dönemini; M.Ö. 2400 yılına kadar olan
tarımsal kültürün ön plana çıktığı “ortaya çıkış” dönemi, bu tarihten M.Ö. 612
yılına kadar ‘şehir devletleri’ dönemi, imparatorlukların kurulması ve sınıfsal
tabakalaşmanın
olduğu
dönem,
MS
33
yılına
kadar
devam
Hristiyanlaşmanın başladığı dönem şeklinde tasnif edilebilir.
2
eden
Gerçi bu
dönemde, bugünkü anlamda Süryanilik olmadığından dolayı, ‘Asur veya
Arami Tarihi’ olarak kabul etmek daha doğru olacaktır. Süryanilerin kökeni bu
dönemlere kadar uzatılsa da konumuz gereği, Hristiyanlık sonrasındaki
Süryani tarihine bakmak daha anlamlı olacaktır.
1
İlber Ortaylı, Son İmparatorluk Osmanlı (Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek 2), İstanbul, 2. Baskı,
Timaş Yayınları, 2006, s.31.
2
BetBasoo, a.g.m.
123
3.1.1. Hristiyanlık ve Süryaniliğin Doğuşu
Hristiyanlık, Filistin ve çevresinde doğmuş, vahiy ve kutsal kitaba
dayanan, özde tek tanrılı olmakla beraber, sonradan teslise yer vermiş ilahî
kaynaklı bir dindir3. Hz. İsa’nın doğduğu yıllarda, Filistin ve çevresi Roma
İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altında yer alıyordu4. Hristiyanlığın temelleri
aslında, Yahudiliğin evrensel olma özelliğini yitirip milli bir hüviyet kazanması
ve din adına sömürülen aşağı kastlara mensup insanların, kurtuluş için bir
Mesih beklemeye başlamaları ile atılmıştır. Bu bekleyiş dönemi, MS 30
yılında Nasaralı İsa’nın gelişi ile yeni bir dinin doğuşu olarak şekil almıştır.
Hz. İsa’nın Hristiyanlık dinini tebliğinden itibaren uzun süre homojen olarak
devam eden Hristiyanlık, İsa’nın ölümünden sonraki dönemlerde örgütlü bir
kilise yapısına dönüşmüştür. İlk kilise mensupları kendilerini Yahudi olarak
görmüş5 ve başkaları tarafından Nasaralı İsa (Jesus)’ya ithafen ‘Narsan’ veya
‘Nasara’ olarak da adlandırılmışlardır.6
Süryaniler, MS 38 yılında Hristiyan inancını kabul ettiklerinde
Antakya'yı merkez edinmiş bir topluluk halinde idiler. Havari Petrus (Saint
Piere), arkadaşı Thomas, onun kardeşi Aday ve onları takip eden Agay ve
Mara, Hristiyanlığı Süryanilere öğretirken yoğun olarak Süryanilerin7
yaşadıkları Mezopotamya bölgesinin de Hristiyanlaştırılmasında önemli rol
oynamışlardır.8
3
Tümer ve Küçük, a.g.e., s.260-261.
Tümer ve Küçük, a.g.e., s.267-268.
5
Christopher Knight ve Robert Lomas, The Hiram Key: Pharaohs, Freemasons and the Discovery
of the Secret Scrolls of Jesus, Rockport, Massachusetts- USA, Element Books, 1998, s. 45.
6
Antakya’da ortaya çıkan İslam kaynaklarında belirtildiğine göre M.S. 20-30 yıllarında Hıristiyanlara
hitaben “Nasran” veya “Nasara” tabirleri kullanmıştır. Yunanca “Hıristo” kelimesinden gelen
Hıristiyan, Mesih’e bağlı demektir. Ayrıca, Hz. İsa’ya sonradan, “Tanrı tarafından üzerine kutsal yağ
(Meyrun) sürülmüş” anlamına gelen “Mesih” lakabı verilmiş ve dolayısıyla Hıristiyanlara “Mesih’i’
de denmektedir. Hıristiyanlık başlangıçta, bir Yahudi “Mesih’i Hareket”i iken sonradan İsa’nın
havarileri arasına giren Pavlus’un yorumlarıyla değişik bir yorum kazanmıştır. Bkz. Koluman, a.g.e.,
s.28-32.
7
Tümer ve Küçük, a.g.e., s. 303; Günel, a.g.e., s. 31; Kadir Albayrak, a.g.e.,s. 68; Koluman,
a.g.e.,s. 21.
8
Koluman, a.g.e., s. 21; Kadir Albayrak, "Keldaniler", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Ankara, Cilt XXV, 2002, s. 208.
4
124
3.1.2. Antakya Kilisesinin Ortaya Çıkışı
Antakya, Hristiyanlığın Kudüs dışına yayılmasından sonra bugünkü
yapısının oluşmasında etkin rol oynayan üç büyük merkezden (Roma,
İskenderiye ve Antakya) birisidir. Hatta Hristiyanlığın ilk kilisesi olması
sebebiyle birincisi olarak da kabul edilmektedir.9 Bu süreç Kudüs’ten sonraki
elçisel döneme denk düşmektedir. 10
Hz. İsa’dan sonra cemaati, ilk ana kiliseyi Kudüs’te oluşturmuştur.
Antakya’da da yeni dini kabul eden kimselerin olduğunun duyulması üzerine
Barnabas Antakya’ya gönderilmiş, Barnabas da Pavlos’u buraya getirterek11
misyon çalışmalarına hız vermiştir. Sonrasında, Antakya’da İbrani kökenli
Hristiyanlarla, putperestlikten Hristiyanlığa geçen halk arasında anlaşmazlık
çıkınca, Petrus, putperest kökenli Hristiyanlara Efudyos’u, Yahudi asıllı
Hristiyanlara ise İğnatius Nurani’yi başkan olarak atamıştır12. Petrus’a
dayandırılan Antakya Kilisesi,
MS 41 veya 42 yıllarında ilk defa İsa’nın
izleyicileri anlamında Hristiyan (Khristianoi) ismini kullanan kilisedir.13
Nitelik ve yapısı itibarıyla bakıldığında Antakya Kilisesi, Yahudi kökenli
ve putperest kökenli (Süryani) Hristiyanları çatısı altında birleştiren bir kilise
olmuştur. Antakya Kilisesi, yönetimsel açıdan da Doğu Hristiyanlığının
merkezi haline gelmiştir.14
9
Roma İmparatorluğu siyasi yönden sevk ve idareyi, Roma, Antakya ve İskenderiye gibi üç
büyük başkentten yürütürken, kilise de ruhani yönetimi bu üç büyük başkentte kurulu "üç kürsü"
merkezinden yapıyordu. Antakya Kürsüsü'nün yetki alanı Asya ve bütün doğu Hıristiyanlığını
kapsıyordu. Süryani kaynaklarına göre, Antakya Kürsüsü'nün ilk Patriği Aziz Petrus, ikincisi
Afudyos, üçüncüsü ise İğnatis Nurani'dir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Yusuf Beğdaş, "Süryani Kilisesi ve
Antakya Kürsüsü", Heto Dergisi, İstanbul, Sayı 3, 2000, s. 11-12.
10
Altınışık, a.g.e., s.20.
11
Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 74.
12
Çelik, Süryani Tarihi, s.52.
13
Addai, The Teaching of Addai, California, Scholars Press, 1981’den aktaran bkz Çelik,
“Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”; Edward Gibbon, Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş Ve
Çöküş Tarihi, çev. A.Baltacıgil, İstanbul, Cilt II, Bilim Felsefe Sanat Yayınları, 1987, s.293.; Çelik,
Süryani Tarihi, s. 34; Koluman, a.g.e., s.28-29.
14
Altınışık, a.g.e., s.21.
125
Antakya Kilisesi, Efudyos’un, 68 yılında İmparator Neron döneminde
öldürülmesinden sonra ‘Genel Kilise’ unvanını almış ve bağımsız bir
episkoposluk haline gelmiştir.15 Kudüs’ün 70 yılında Titus tarafından
yıkılmasından sonra Antakya Kilisesi, Hristiyan âleminin lideri olmuştur.
Bundan sonra Antakya Kilisesi’nin lideri, bölgenin en büyük dinî lideri olarak
Suriye Piskoposu unvanını kullanmaya başlamıştır.16
Antakya Kilisesini bu dönemde diğer kiliselerden ayıran husus;
her ırk ve cinsten insanı bağrında toplayan bir kilise görünümünde
olmasıdır.17 Antakya Kilisesinin bu görünümü, Asurluların Hristiyanlığa
girmesiyle kısa zamanda Antakya Süryani Kilisesi şekline dönüşmüştür.18
Antakya Süryani Kilisesi, Hristiyanlığın özellikle doğuya doğru
yayılmasında önemli rol almıştır. Hristiyanlığın bu coğrafyaya yayılmasında
misyonerlik faaliyetlerinin etkinliği kadar kültürel ve coğrafi yakınlık da etkili
olmuştur.19
Bu
Kilise
sayesinde
Suriye,
Lübnan,
Anadolu
ve
Mezopotamya’da Hristiyanlık hızla yayılmıştır.20 İkinci yüzyılın sonlarına
gelindiğinde Sur, Sayda, Kayseri, Beyrut, Cubeyil, Efes, Kapadokya,
Bergama,
Sardiş
ve
Leodikiya
şehirleri
‘Episkoposluk’
statüsünü
kazanmıştır. III. yüzyılın sonunda ise Suriye, Fenike, Arap vilayetleri, Filistin,
Kilikya, Kapadokya, Kıbrıs, Mezopotamya ve İran toprakları üzerinde Antakya
Süryani Kilisesine bağlı 12 metropolitlik ve 137 Piskoposluk oluşmuştur.21
3.1.3. Konsüller ve Anlaşmazlıklar
Başlangıçta özde tek bir inanış şekli olarak başlayan Hristiyanlık içinde
teolojik
15
olarak
ortaya
çıkan
anlaşmazlıkları
çözmek
için
konsüller
Altınışık, a.g.e., s.22; Mehmet Çelik, Süryaniler ve Diyarbakır, İstanbul, Chivi Yazıları, 1. Bas.,
2003, s.35.
16
Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s.75; Mehmet Çelik, Süryani Tarihi, s.53-54.
17
Çelik, Süryani Tarihi, s. 60.
18
Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 75.
19
Cebrail Aydın, a.g.e., s.38.
20
Çelik, Süryani Tarihi, s.61.
21
Çelik, Süryani Tarihi, s.63.
126
toplanmıştır. İlk konsüller Hristiyanlığın inanç esaslarını belirlemek ve
Hristiyan kiliseleri arasındaki hiyerarşik düzeni sağlanmak maksadıyla
toplanmış olmasına rağmen ana kiliseden kopmalara neden olmuştur.22
Konsüller sonrasında başlayan bölünmeler yaklaşık beşer yüzyıllık
aralarla devam etmiştir. 5’inci ve 6’ncı yüzyıllarda Süryani Hristiyanlığı Grek
ve Latin Hristiyanlığından kopmuştur. 11’inci yüzyılda Grek Ortodoksluğu
Roma Katolikliğinden ayrılmış ve son olarak da 16’ncı yüzyılda Batı
Hristiyanlığı kendi içinde Katoliklik ve Protestanlık şeklinde ayrı bir bölünme
yaşamıştır.23
Anlaşmazlıkların başlangıcı teolojik (kristolojik) nedenlere dayansa da
zamanla siyasi nedenler daha fazla öne çıkmaya başlamıştır.24 Önem arz
eden siyasi nedenlere baktığımızda;
- Devletin kiliseyi örgütleme ve kurumsallaştırma çabası,
- Kiliselerin dinî liderlik mücadeleleri (özellikle İskenderiye ve İstanbul
Kiliselerinin Doğu Hristiyanlığın önderliği için mücadeleleri),
- Devletin özellikle Kadıköy Konsülü sonrasında kilise sorunlarına
müdahil olması ve partizanlık yapması,
- Devletin kiliselere halk tarafından kabul görmeyen kişiler ataması,
- Devletin bölge halkına karşı güç kullanması ve katliamlar yapması,
22
Yıldırım, a.g.e., s. 43.
Süryani Hıristiyanlığı kendi aralarında diofizitler (Nesturiler) ve Monofizitler (yani Kadıköy
Konsülünü kabul etmeyen Ermeniler, Habeşliler ve Mısır Kıptileri) olarak ikiye ayrılmışlardır. Son
bölünme 19’uncu yüzyıldaki Protestan misyoner faaliyetlerinin Doğu kiliseleriyle ilgili bölgelerde
yoğunluk kazanması dışında Doğu Hıristiyanlığını etkilememiştir. Bkz. Tümer, a.g.m., s.123-124.
24
Abraham Yohannan, The Death of A Nation, New York-London, The Knickerbocker Press, 1916,
s.59-61.
23
127
- Devlete karşı oluşan tepkinin dil, kültür ve düşünce farklılıklarının da
etkisi ile ulusçuluk algısını ortaya çıkarması,25
- Doğu ile batının ayrı toplumsal çıkarları ve çatışan eğilimleri
karşımıza çıkmaktadır.26
3.1.3.1. İznik Konsülü (MS 325)
Konstantin'in Roma imparatoru olmasına ve MS 313 yılında
yayınladığı Milan Fermanına kadar Hristiyanlık, Roma İmparatorluğunun
baskısı altında varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Milan Fermanı ile
Hristiyanlar,
Roma
vatandaşları
arasında
sayılmışlar
ve
Roma
İmparatorluğu, Hristiyanlığın bir din olarak seçilmesine izin vermiştir.
Arius’un ‘Baba ve Oğul’ üzerine olan görüşlerine inananların çoğalması
sonrasında giderek artan huzursuzluğu önlemek için Konstantin, MS 325
yılında İznik'te ilk Hristiyan "Genel Konsülünü" toplamıştır.27
İznik Konsülü ile Hristiyan âleminin iman esasları belirlenmiş ve
kiliselerin
hiyerarşisi;
Roma,
İskenderiye
ve
Antakya
olarak
düzenlenmiştir.
3.1.3.2. İstanbul Konsülü (MS 381)
İznik Konsülü sonrasında da devam eden teolojik tartışmalar ve
mezhepleşmeler, yeni bir konsülün toplanması ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.
Böylece İstanbul’da MS 381 yılında toplanan konsülde, İznik Konsülü
kararları teyit edilmiş28 ve daha da ileri gidilerek İmparator Birinci Theodosius
(379-395) bu konsülün aldığı kararları sert bir biçimde uygulayarak, sapık
25
Çelik, Süryani Tarihi, s.270
Grzegorz Leopold Seidler, Bizans Siyasal Düşüncesi, çev. Mete Tunçay, Ankara, V Yayınları,
1986, s.32.
27
Çelik, Süryani Tarihi, s. 109; Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 82; Mehmet
Aydın, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Nüve Kültür Merkezi, Konya, 2005, s. 713.
28
Çelik, Ortadoğu Mozayiği Süryaniler-Nasturiler, s.35, 141
26
128
kabul edilen Arius taraftarlarını ya öldürtmüş ya da sürgüne göndermiştir.29
Ayrıca İznik Konsülü sonrasında etkinlik alanını oldukça genişletmiş olan
Antakya Kilisesinin konumu, İstanbul Konsülü’nde de onaylanmış ve kilise
hiyerarşisine İstanbul da dâhil olmuştur.
3.1.3.3. Efes Konsülü (MS 431)
MS 431'de toplanan Efes Konsülü, Hristiyanlığın parçalanmasına ve
liderlik çekişmelerine ev sahipliği yapmıştır.30 Bu konsül ile birlikte birbirine
zıt Doğu-Batı, Süryani-Yunan, Semitik-Bizans, Diofizit-Monofizit ve NasturiOrtodoks şeklinde kutuplaşmalar ortaya çıkmıştır.31
3.1.3.4. Kadıköy Konsülü (MS 451)
Bu konsüle kadar olan süreçte konsüllerin toplanmasının nedenleri
daha çok teolojik öğreti ayrılığına dayanmaktaydı. Yani bugün Hristiyanların
Baba (Allah), Oğul (İsa) ve Kutsal Ruhtan oluşan üçlü bir inanış sistemi bu
konsüller sürecinde yaşanan bu teolojik tartışmaların bir ürünüdür. İznik
Konsülünde; doğmuş ve doğrulmuş olmakla birlikte Tanrılığı kabul edilen Hz.
İsa kavramı, İstanbul Konsülü’nde; Kutsal Ruhun Baba ve Oğul gibi Tanrı
olduğu kavramı, Efes Konsülü’nde; İsa’nın ilahî ve beşeri iki tabiata sahip bir
‘insan’ ve ‘Baba’ ile aynı cevherden olduğu ile Meryem’i ‘Tanrının Anası’,
‘Tanrıyı doğuran (Teokotos)’ kavramları Hristiyan inanış sistemleri içine
girmiştir. Fakat devam eden tartışmalar üzerine Kadıköy (Kalkedon)’de yeni
bir konsül toplanmasına karar verilmiştir.
451 yılında toplanan Kadıköy Konsülü sonrasında Efes Konsülünde
(MS 431) kabul edilen Monofizit görüş ret edilerek Diofizit görüş
29
Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 83.
Kadir Albayrak, a.g.e., s. 68.
31
Aziz S. Atiya, A History of Eastern Christianity, London, 1968, s.247; Kadir Albayrak, a.g.e.,
s.75.
30
129
benimsenmiştir.32 Böylece Kadıköy Konsülü ile birlikte Hristiyan âleminde
hem inanç hem de kilise disipliniyle alakalı çok önemli kararlar alınmış, Doğu
Hristiyanlığı Batıdan kopmuş ve Antakya Süryani Ortodoks Kilisesi
parçalanıp doğu kiliseleri arasında bağımsız bir patriklik haline dönüşmüştür.
Hristiyanlık Ortodoks (gerçek inanç)33 ve Katoliklik (evrensel) olarak ikiye
bölünmüştür.34 Kadıköy Konsülü, aldığı itikadi kararlarla İstanbul Patrikliği ile
Roma Kilisesinin birbirine düşman olmasına neden olmuştur. Aynı zamanda
Antakya Süryani Kilisesi, Mısır'da Kıpti Kilisesi, Habeşistanlı Hristiyanlar
ve Ermeni Kiliseleri Konsülün kararlarını tanımayarak kendi kiliselerini
kurmuşlardır.35 Buna karşılık Roma ve İstanbul merkezleri, Konsülün
kararlarının arkasında durarak Hristiyan dünyasının liderliğine yükselmiş
ve Katolik (Batı) mezhebini oluşturmuşlardır. 36
32
Monofizitizm: Monos=tek, physis=tabiat kelimelerinden gelen ve tek tabiat anlamındaki bu görüşe
göre İsa'daki insani tabiatın ilahî tabiat içerisinde yok olduğunu ve dolayısıyla onda yalnızca bir tek
ilahî tabiatın bulunduğunu savunan Kristolojik doktrindir. Buna göre kelam İsa ile birleşmeden önce de
İsa Tanrı idi ve Meryem'den doğan çocuk (İsa) tam bir insan ve tam bir tanrıdır. Dolayısıyla da
Meryem Theotokos (Süryanice"Yaldath Alaha" veya "Yaldath misiho") yani Tanrı'nın annesidir.
İsa'da bulunan Tanrılık ve insanlık özellikleri değişmeksizin birleşmişlerdir ve birbirinden
ayrılamazlar, dolayısıyla haç üzerinde acı çeken İsa'nın sadece insani doğası değil aynı zamanda da
tanrısal doğasıdır. İskenderiye ekolüne mensup olan Cyrill tarafından savunulan Monofizit görüş
M.S. 431 Efes Konsülünde kabul edilmiş. Fakat M.S. 451 Kadıköy Konsülünde Monofizit görüş
reddedilerek Diofizit görüş kabul edilmiştir.
Diofizitizm: İsa'nın şahsında birbiriyle birleşmez, ayrılmaz iki tabiatın, yani tanrısal ve insani tabiatın
bulunduğunu savunan Kristolojik akımdır. Süryani Ortodoks, Ermeniler ve Kiptiler haricinde diğer
Hıristiyanlık mezheplerinin çoğu tarafından kabul edilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Gündüz Şinasi,
Din ve İnanç Sözlüğü, Ankara, Vadi Yayınları, 1998, s. 98-99, 266; Aziz S. Atiya, A History of
Eastern Christianity, London, 1968, s.254; Kadir Albayrak, a.g.e., s.68; Kadir Albayrak, a.g.m.,
s.217.
33
Bu ayrım sonrasında siyaset kilise üzerinde egemen bir duruş sergilemeye başlamış ve Kadıköy
konsülü kararlarını kabul etmeyen -özellikle Antakya Süryani Kilisesi- baskı altına alınmış ve bunlara
karşı katliamlara girişilmiştir. Bkz.Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s.186-187. Ayrıca
Arius’ın benzerliğini iddia ettiği “Tanrı-İsa” ilişkisine “aynılık” görüşü ile karşı çıkan Athanasios'un
temsil ettiği inanışın izindekilere “Ortodoks” denmiştir. Mehmet Çelik, Fener Patrikhanesinin
Ökümeniklik İddiasının Tarihi Seyri (325-1453), İzmir, 2000, s.15; Mehmet Çelik, Siyasal Sistem
Açısından Bizans İmparatorluğunda Din- Devlet İlişkileri I, İzmir, Akademi Kitabevi Yayınları,
1999, s.15.
34
Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s.178-186.
35
Yıldırım, a.g.e., s. 45-47; Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 86; Mehmet Şimşek,
Süryaniler ve Diyarbakır, s.75; Canan Seyfeli, İstanbul Ermeni Patrikliği, Ankara, Andaç
Yayınları, 2005, s.5-14.
36
İstanbul Merkezi, 1054 yılından sonra İstanbul Patriği Mihael Cerularius ve Roma Papası Cardinal
Humbert döneminde aldığı bir kararla Katolik merkezinden ayrılarak Ortodoksluğa geri dönmüştür.
Alınan kararda dikkat çekici husus Roma’nın ekonomik ve siyasi sebepler ile dini kullanmasıdır.
Bkz.Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s.186.
130
Kadıköy Konsülü sonrasındaki gelişmeler de Süryaniler açısından
önem arz etmektedir. Çünkü bu kararları tanımayan Antakya Süryani
Kilisesi taraftarlarının çıkardığı ayaklanmalar İmparatorluk tarafından
kanlı bir şekilde bastırılmıştır.37 Devam eden zulüm ve baskı sonucunda
ise Süryaniler, Roma’nın rakibi olan Sasani İmparatorluğu’nun himayesine
girmeye başlamışlardır.38 Bu gelişme üzerine dinin siyasete bulaştırılmasının
bir örneği olarak İmparatoriçe Teodora, monofizitleri elden kaçırmak üzere
olduğunu ve bunun kendisi için siyasi bir zafiyet yaratacağını anlayınca,
siyasi koz olarak Yakup Baraday’ı İskenderiye Patriği Teodosius'a takdis
ettirilerek Monofizitlerin başına geçirmiş ve Süryanileri yanına çekmeye
çalışmıştır.39 Yakup Baraday’ın gayretleri ile tekrar toparlanan Süryani
Kilisesi,
bu
başlamıştır.
40
sefer
kendi
içinde
kristolojik
kavgalarla
parçalanmaya
Yakup Baraday’ın Süryani Kilisesini toparlamak için gayretleri
ve şahsının etrafında birleşen taraftarlarına atfen Yakup Baraday’ın izinden
gidenlere "Yakubi" de denilmektedir.41 Gerçi Süryani kilisesi bu şekilde
isimlendirmeyi kabul etmemekte “kadim” tabirini tercih etmektedir.42
Dolayısıyla tekrar bir canlanma dönemine giren Süryani Kilisesi; bu
baskı ortamının doğurduğu ulusçuluk duygusu ile dönemin konjentründen
faydalanarak güçlendiği ve sonucunda da Musul'un batısından Ruhâ'ya
doğru, Diyâru Rabîa, Halep, Hıms ve Hama’ya kadar bir etki alanı yarattığı
söylenebilir.43 Keza zamanla Tekrit de Süryanilerin merkezi olmuştur.44
37
Çelik, Süryani Tarihi, s.247-248; Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 85.
William Dalrymple, A Journey in the Shadow of Byzantium: From The Holy Mountain,
London, Flamingo Publishing, 1998, s.462; Zeynep Gül Küçük, “Mardin Ve Çevresinde Süryaniler”,
Adana, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2008,
s.17.
39
Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 378; Çelik, Süryani Tarihi, s.300-301; Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s.
18; Mehmet Aydın, a.g.e., s. 718.
40
Aziz Suryal Atiya, Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri: Yakubi, Nasturi,
Maruni, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1995.
41
Antakya SüryaniKilisesi taraftarları Yakup Baraday’ın şahsına hürmetlerini dile getirirken
kendilerine “Kadim” sıfatının kulanılmasını tercih etmektedirler. Bkz. Çelik, Süryani Tarihi, s. 319;
Mehmet Aydın, a.g.e., s. 720; Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 378.
42
“Süryani Kilisesindeki Ayrılıklar” (Erişim) http://www.suryanilik.com/suryanilik/suryani
klisesindekiayriliklar.html , 11 Mayıs 2009.
43
Bizansın Süryanileri baskı altında tutma ve sömürme politikasına karşı toplumsal harekette kilise
38
131
Süryaniler yedinci yüzyılda da etkinliklerini devam ettirmişler, 629'da
Bizans İmparatoru Heraklius’un Pers işgalini sonlandırması, sonrasında da
bölgede devam eden Müslüman işgali ile Süryani tarihinde yeni bir sayfa
açılmıştır.
3.1.4. Müslüman İdaresine Giren Süryaniler
Müslümanlar, bölgeye geldiklerinde Hristiyan Kilisesini temsilen
Monofizit Antakya Süryani Kilisesi mensupları ile daha çok Güney
Arabistan’ın sahil şeridinde, Gassan ve Şam havalisinde; Suriye’de
çoğunluğu temsil eden Melkaiye Kilisesi mensupları ile özellikle Mısır ve
Suriye’de; İran’da yayılma imkânı bulan Nasturi Kilisesi mensupları ile
Hire’de, Filistin’de, Suriye’nin Güneyinde ve Necran’da karşılaşmışlardır.45
Bir iddiaya göre ilk karşılaşma Hz. Muhammed döneminde olduğu
yönündedir. Bir iddiaya göre de Hz. Muhammed’in Bursa kentinde Nastura
adında bir rahiple görüştüğü46 ve ayrıca hicretin ikinci yılında Hz. Muhammed
tarafından hazırlatılan ahitnamede iki defa Süryanilerden bahsedildiği
belirtilmektedir.47
İslam
fethinden
önce,
Süryanilerin
biri
Antakya'da
diğeri
İskenderiye'de olmak üzere iki merkezleri bulunuyordu. Bunların her ikisi de
millî özellik taşıyordu. Mısır Süryanileri Kıptî Kilisesi olarak, Suriye Süryanileri
de Antakya Kilisesi olarak görev yapıyordu. 48
Coğrafi sebeplerden İslamiyet’in ilk yıllarında Süryaniler çoğu yerde
tarafından sahip çıkılması sonucunda başlamıştır. Bkz. Gibbon, a.g.e., s.293-294.
44
George C. Anawati, “Factors And Effects Of Arabization And Islamization in Medieval Egypt And
Syria”, Islam And Cultural Change In The Middle Ages, ed.Speros Vryonis Jr., Wiesbaden, 1975,
s.20-23; Levent Öztürk, “İslamiyet’in Yayıldığı Coğrafya’da Yaşayan”, s.26.
45
Elveren, a.g.t.,; Levent Öztürk, “İslamiyet’in Yayıldığı Coğrafya’da Yaşayan”, s.11-33.
46
Hamidullah Muhammed, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul, İrfan Yayıncılık, 1993, s.58.
47
Gabiel Akyüz, Osmanlı Devletinde Süryani Kilisesi, Mardin, 2002, s.14, 21,32; Mehmet Şimşek,
“Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi Patrikhane Nizamnamesi” SBArD (Sosyal Bilimler Araştırma
Dergisi), Dicle Üniversitesi Yayınları, Yıl:III, S.:6, Eylül 2005, s.726. Bu görüşün tersi için bkz.
Mehmet Azimli, “Müslüman-Süryani İlişkilerine Giriş”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın,
Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt 1, Orient Yayınları, 2005, s.41-42.
48
Levent Öztürk, “İslamiyet’in Yayıldığı Coğrafya’da Yaşayan”, s.33.
132
Hristiyanlığın tek temsilcisi durumundaydılar. Özellikle Bizans İmparatorları
Mauricus ve Phokas dönemlerinde gördükleri zulümden bunalmış olan
Süryaniler, İslam ordusunun MS 636 yılında Bizans'ı yenerek Suriye'yi
alması
sonrasında
karşılaştıkları
Müslümanların
yönetim
altında,
kendileriyle aynı dinden olan Bizanslılardan hiç görmedikleri derecede
özgürlüğe sahip olmuşlardır.49 Müslümanların, Süryani Hristiyanlara karşı
hoşgörü ve hatta koruyucu nitelikte olduğu dile getirilmektedir.50 Tabii bu
hoşgörü, İslam’a ve işgalcilere müdahale etmeyip, vergilerini ödedikleri
sürecedir. Ayrıca, 'Ehli Kitab' olmaları da kendilerine Müslümanların sıcak
bakmasına sebep olmuştur.51
Süryaniler ile Müslümanlar arasındaki iyi ilişkiler özellikle Halife Ömer
zamanında daha da gelişmiştir.52 Süryanileri Bizans baskılarından kurtardığı
için Halife Ömer’e “Faruk” (Süryanice’de kurtarıcı anlamına gelen Foruqo)
adını vermişlerdir.53 Süryanilere gösterdiği yakınlıktan dolayı Mor Gabriel
Manastırına onun ismine atfen “Deyru’l-Umur” adı verilmiştir. 54 Süryanilerin
Müslüman idaresinden memnuniyetlerinin bir göstergesi de 975 yılında,
49
Bizans’ın ülkede "mezhep birliği"ni sağlama düşüncesiyle İstanbul Kilisesi'ne Ekümenik statü
vermeye çalışması ve sonrasında Doğu Hıristiyanlığı ile içine girdiği çekişme sonrasında Bizans
şiddette yöneltmiş ve Doğu hiristiyanlarına yönelik yapılan bu katliamlar, Süryanileri yok olma
noktasına kadar getirmiştir. Bkz. Mehmet Çelik, Fener Patrikhanesi'nin Ökümeniklik İddiasının
Tarihi Seyri (325-1453), İzmir, Akademi Kitabevi, 2000, s.31; Çelik, Süryani Tarihi, s.322-328;
Mehmet Aydın, a.g.e., s. 721; Aziz Suryal Atiya, Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani
Kiliseleri: Yakubi, Nasturi, Maruni, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1995, s.26.
50
Müslümanların bölgenin fethi sırasında ve daha sonraki dönemde Hıristiyanlara karşı iyi
davrandığını sadece Müslüman müellifler değil, Süryani müellifler de teyit ederler ve hatta
Müslümanların daha insaflı olduğunu ve kendi dindaşı olan Bizanslılardan daha iyi olduklarını dile
getirenler mevcuttur. Bkz. Muhammed, a.g.e., s.920; Azimli, a.g.m., s.43-44.
51
İslam Devleti'nin yönetimi altında kilise yönetimin sorumluluklarını yerine getirmesi karşılığında
özerk bir yönetim halinde olduğunu söylemek de mümkündür. Bkz. Aziz Suryal Atiya,
Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri,, s.28.
52
Gabriyel Akyüz, Deyrulzafaran Manastırı Tarihi, Mardin, Resim Matbaacılık, 1998, s. 34-37;
Koluman, a.g.e., s. 41; Mehmet Aydın, a.g.e., s. 721.
53
Çelik, Ortadoğu Mozaiği: Süryânîler-Nasturiler, s.36; Doru, a.g.e., s.92.
54
634 yılında Rum kumandanı Harkel Urfa'yı işgal ederek Süryani kilisesine yönelik uyguladığı baskı
sonrasında Mor Gabriyel’in İslam ordusunu desteklemesi ve bu yardım karşılığı olarak İslam ordusu
başkumandanı Hattaboğlu Ömer'in Mor Gabriyel'e mühür ve imzasıyla tasdikli verdiği Ferman ile
sağladığı imkanlar Mor Gabriyel manastırını uzun bir süre saldırılardan korur. Bu itibarla, manastıra
İslam Ordusu başkumandanı olan Hz. Ömer'in adına izafeten Deyr-el-Ümer adı verilir. Bir başka
rivayette ise Deyr-el-Umur denilmesi, Süryanicede sakinlerin barındığı yer anlamına gelen Umro
kelimesi kökenli olduğudur. Bkz. Hanna Dolapönü, Deyr-el-umur Tarihi, çev. Cebrail Aydın,
Mardin, Hikmet Aynaz Matbaası, 1961, s. 12.
133
Suriye'nin kısa bir süre Bizans hâkimiyetine girmesi üzerine, Patriklik
merkezlerini
Müslümanların
olmalarıdır.55
Ayrıca
hâkimiyetinde
Müslüman
idaresi
olan
Malatya'ya
taşımış
altında
olmalarına
rağmen
İslamlaştırma politikasına uğramamış olmaları ve günümüze kadar Hristiyan
varlıklarını sürdürmeleri de bu konuda ileri sürülebilecek bir iddiadır.56 Diğer
taraftan Süryani dili de Arapçayı etkilemiştir.57
Süryanilerin İslam egemenliğinde en parlak periyodu, Abbasiler
dönemindedir. Bu dönemde 215 tabip, 63 çevirmen, 40 filozof ve mantıkçı,
15 astronomi bilgini, 10 matematikçi, 7 gökbilimci, 5 kimyager, 4 eczacı, 1
coğrafyacı, 1 soy bilimi bilgini, 1 laborant, 1 teleskopçu olmak üzere toplam
363 Süryani bilim ve kültür adamının adı Süryani kaynaklarında
geçmektedir.58 Aynı dönemde, Arapçanın önem kazanmasına kadar
Süryanice de önemini korumuştur. 59
Bu ilişkinin diğer yönü de Müslümanların Süryanilerden elde ettiği
kazanımlardır. Süryaniler, Müslüman Araplar için Helen kültürü ile
aralarında bir köprü görevi görmüşlerdir. Ayrıca Süryanilerin ekonomik
güçleri ve ticaretteki başarıları, Müslüman Araplara dolaylı fayda sağlarken
diğer taraftan verdikleri cizye vergisi ile de doğrudan fayda sağlamıştır.60
İslam egemenliği altına girdiklerinde Süryanilerin göreceli yüksek olan eğitim
seviyeleri, onların Bağdat’taki Abbasi Sarayında önemli noktalara gelmelerini
ve sonucunda da Helen kültürünün Arap dünyasıyla tanışmasında rol
55
Çelik, Ortadoğu Mozaiği: Süryaniler-Nasturiler, s.37.
J. Roldanus, De Syrisch Orthodoxen in Istanbul, Kampen, Hollanda, Uitgeversmaatschappij
J.H. Kok, 1984, s.23-24.
57
Ba'uth / Yakarış, Cehennem, Teşbih, Salat gibi Süryanice asıllı bazı kelimeler ile Hıristiyanlıkla
ilgili bazı terimlerde Arapça'ya geçmek suretiyle Müslümanlar'in düşünce dünyasına girmiştir. Bkz.
Doru, a.g.e., s.116.
58
Doru, a.g.e., s.93.
59
Aziz Suryal Atiya, Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri, s.28-29.
60
Roldanus, a.g.e., s.22-23.
56
134
oynamıştır. Bu nedenlerle 7’nci yüzyıldan 10’uncu yüzyıla kadarki dönem,
Süryaniler için parlak dönemlerinden biri olarak sayılmaktadır.61
3.1.4.1. Haçlı Seferleri ve Süryaniler
Türklerin Anadolu'ya girmeye başlaması sonrasında Türkler, özellikle
Batı Hristiyan dünyası için tehdit olarak algılanmışlardır. Bu düşünceden yola
çıkarak 1096 yılında başlayan ve 1291 yılına kadar devam eden Haçlı
Seferleri düzenlenmiştir. Bu seferler, daha çok başarısız ve yıkıcı sonuçlar
doğurmuştur. Özellikle Birinci Haçlı Seferi, Müslüman-Hristiyan ayrımı
yapılmadan tam bir yağma düzeni içinde gerçekleşmiştir.62 Haçlılar,
Mezopotamya’da karşılarına çıkan Süryanileri de diğer dinsel gruplar gibi
görmüş ve onlara da birçok zararlar vermişlerdir.63 Haçlıların Ortadoğu'ya
müdahalelerine kadar geçen süre içinde Süryaniler, İslam yönetimi altında
en parlak dönemlerini yaşarken Haçlı Seferlerinin başlaması ile bu
huzurları bozulmuştur. İlişkilerin değişen doğası sonucunda Doğu Kiliseleri
ve Hristiyan cemaatlerin durumu eskiye göre oldukça kötüleşmiştir.64 Zira
Süryani Ortodoksların sayısını bu dönemde azaltan en büyük etken,
Müslümanlar değil, Batıdan gelen dindaşları olmuştur.65
Ayrıca Doğu ile Batı Kiliseleri ve Katolik Süryanilerin Papalık ile
sürekli temasları, Haçlı Seferleri döneminde başlamıştır.66 Bunu takip eden
dönem içinde de Katolik ve Protestan misyonerlik faaliyetleri giderek
yoğunlaşmaya başlamıştır.67
61
Aziz Suryal Atiya, Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri, s.27-28.
Sever, a.g.e., s.209.
63
Ahmet Taşğın, “Avrupa’ya Süryani Göçü: İsa’nın Doğulu ve Batılı Çocuklarının Karşılaşması”,
I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007.
64
Aziz Suryal Atiya, Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri, s.26-27.
65
Roldanus, a.g.e., s.31-32.
66
Aziz Suryal Atiya, A History of Eastern Christianity, London, 1968, 289’den aktaran Kadir
Albayrak, a.g.e., s.102.
67
Taşğın, “Avrupa’ya Süryani Göçü: İsa’nın Doğulu ve Batılı Çocuklarının Karşılaşması”.;
Roldanus, a.g.e., s.29-30.
62
135
Haçlı Seferleri başladığında Türk ve Süryani ilişkilerinin olumlu bir
atmosferde olduğu görülmektedir.68 Bu olumlu havanın Haçlı Seferleri ile
bozulmuş olması ve Haçlıların Süryanilere yönelik kötü ve acımasız
yaklaşımı, bugün bile çoğu Süryani tarafından kötü hatıralar olarak
anılmaktadır.69 Bu görüş dışında Haçlı-Süryani ilişkisini olumlu değerlendiren
yazılar da vardır.70
Haçlı Seferlerinin bir yönü de karşılaştıkları toplulukların değerlerini ve
kaynaklarının bir kısmını, dönüşlerinde Batı’ya götürmeleri oluşturmaktadır.71
Böylece
Batının
Doğuya
yönelik
politikasında
ve
kendi
devrimini
yaratmasında, dolaylı olarak Süryanilerin de katkısının olduğunu söylemek
yanlış olmaz. Yalnız bu durum Süryaniler adına çok fazla önem arz
etmemektedir. Çünkü daha sonra meydana gelen Süryani göçünde Batı’da
kendilerine yönelik bir bilgi birikiminin olmaması bunun bir göstergesi olarak
düşünülebilir.
3.1.4.2. Selçuklular Dönemi
Bizanslıların baskılarından bezmiş olan Süryaniler, Selçukluları bir
kurtarıcı
gibi
görmüş
ve
Alparslan'ın
Malazgirt
zaferini
sevinçle
karşılamışlardır.72 Hatta savaş meydanlarında Türklerle savaşan Bizans
ordusunun saflarından çekilerek Bizans ordusunu yalnız bırakmışlardır.73
Selçuklular da Süryanilerin kendisine yönelik yaklaşımlarını, Süryani Kadim
68
Birinci Kılıç Arslan’ın 1096 yılında Malatya kuşatması buna güzel bir örnektir. Bu kuşatmada
Malatya Hıristiyanları ve özellikle Süryanileri, şehri Türklere teslim etmek istemişlerdir. Gerçi bu
girişim kendilerine pahalıya mal olmuştur. Metropolitleri şehrin valisi tarafından öldürmüş, Bizans
İmparatoru Birinci Alexis tarafından da İstanbul’daki Süryani kiliseleri yıktırıp bu kiliselere mensup
Hıristiyanlara, akla gelmeyecek zulümler yaptırılmıştır. Bkz. Koluman, a.g.e., s.47
69
1964 yılında Dönemin Papa'sı Papa VI. Paul ile İstanbul Patriği Athenagoras karşılıklı olarak
aforozları kaldırmış olmalarına rağmen iki kilise arasındaki bu yumuşama halka yansımamıştır. Çünkü
Yunan halkı bugün dahi IV. Haçlı seferlerinde Katoliklerin yaptığı 1204 yılındaki Haçlı Soygununu
affetmemektedirler. Bkz. “Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi’nin İman İlkeleri” (Erişim) http://toplum
vetarih.blogcu.com/sur-yani-kadim-ortodoks-kilisesi-nin-iman-ilkeleri/3415814, 11 Aralık 2008.
70
Dore d Dahwonoye, Seryoye Madenhoye w Macerboye; Doğu ve Batı Süryanileri’nin Altın
Çağları, çev. Murat Kara, Södertalje-İsveç, Nsibin Yayınevi, 1994, s.22.
71
Elveren, a.g.t.
72
Sever, a.g.e., s.174.
73
Sertoğlu, a.g.e., s.79; Bülbül, a.g.e., s.59.
136
Kilisesi
topraklarından
74
ödüllendirmiştir.
elde
edilen
kazançtan
vergi
almayarak
Ayrıca bu dönemde Selçuklu sarayında yönetici veya
hekimlik gibi görevlerde yer alan Süryaniler, sarayın önemli bir kesimini
oluşturmaya
başlamışlardır.75
Sonuçta
Selçukluların
Anadolu'ya
gelişlerinden sonra, Süryaniler tam bir emniyet ve güvene kavuşmuşlardır.
Selçuklulardan büyük itibar gören Süryaniler, Bizans ve Bizans'ın Rum
Ortodoks Kilisesi'nin baskılarına karşı Selçuklu hükümdarları tarafından
himaye ve destek görmüşlerdir.76
Selçuklu
sultanlarının
Süryani
patrikleri
ile
kurdukları
samimi
dostluklar, Selçuklu-Süryani ilişkilerindeki o olumlu hava, bugün dahi sıklıkla
dile getirilmektedir. Özellikle I. Kılıç Arslan dönemi Selçuklu Devletinin
hükümranlığı altındaki en iyi olan dönemdir. I. Kılıç Arslan, Süryani halkı
tarafından hami ve kurtarıcı olarak tanınmıştır. Onun ölümünde bütün halk
yas tutmuştur. Sadece I. Kılıç Arslan değil, diğer Türk beylerinin çoğundan da
aynı derecede memnun olduklarını, tarihçilerin aktardığı Artuklulardan Gazi
Belek’in
1124
yılında
ölümüne
Müslümanlar
kadar
üzüldüklerinden
anlamaktayız.77
Aynı şekilde Süryaniler arasında ilmi ve şöhreti ile ün kazanan Patrik
Mor Mihayel Rabo'nun II. Kılıç Arslan ve diğer Türk yöneticiler hakkında
eserlerinde övgü ile bahsetmesi, Süryanilerin Türk yönetiminden ne kadar
memnun kaldıklarının diğer bir göstergesi olarak kabul edilebilir.78 Gerçi Haçlı
Seferleri sonrasında yaşanan olumsuz hava Selçuklu-Süryani ilişkilerini de
olumsuz etkilemiştir.
74
Mehmet Şeker, Anadolu’da Bir Arada Yaşama Tecrübesi, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, 2000, s.34; Bülbül, a.g.e., s.59.
75
Sever, a.g.e., s.200-201, 245.
76
Koluman, a.g.e., s.60; Bülbül, a.g.e., s.59.
77
Günel, a.g.e., s.333; Şeker, a.g.e., s.64; Bülbül, a.g.e., s.60-61.
78
İsmail Hami Danişmend, “Süryani Mikail Vakayinamesi”, Türklük, No. 1, 1939, s.73; Çelik,
Ortadoğu Mozaiği: Süryaniler-Nasturiler, s.37.
137
Anadolu Selçuklu Devleti, İlhanlı darbesiyle tarihteki misyonunu
tamamlarken, yaklaşık yüzyıl süren belirsizlik ve beylikler dönemi de Yavuz
Sultan Selim'in Turnadağ Savaşı ile sona ermiş, Anadolu'ya Osmanlı tuğrası
damgasını vurmuştur. Bu döneme kadar yani Selçuklu idaresi süresince
Süryani Ortodoks Kilisesi, yirmi metropoliti, yüz üç piskoposu, Mezopotamya
ve Suriye'de milyonlarca inananı ile gücünün zirvesine ulaşmıştır. Haçlılar,
Memluk ve Moğol akınları ile bu dönem çeşitli dalgalanmalar yaşasa da 1401
yılındaki
Timur
saldırısı
sonrasında
Süryaniler
için
düşüş
dönemi
başlamıştır.79
3.2. OSMANLI HÂKİMİYETİNDE SÜRYANİLER
Osmanlı Devleti, üç kıta üzerinde 10-50 derece kuzey enlemleri ile 1060 derece doğu boylamları arasındaki saha ve genişlik itibariyle bir kıta
görünümünde olan coğrafyada, çok çeşitli din, dil, mezhep, ırk gibi farklı
özelliklere sahip olan bir halkı bünyesinde barındıran bir imparatorluktur.80
Osmanlı, orta çağ ve modern zamanlarda İslam, Hristiyanlık ve Museviliği de
tanıyan ve güvence altına alan tek siyasi organizasyondur.81 Osmanlı Devleti,
vatandaşı olan herkese, geniş bir hoşgörü içinde inanışlarını serbestçe
yaşama imkânı vermiştir.82 Osmanlı idaresi din farkına bakmadan herkese
kanunlar
çerçevesinde
vatandaşların
79
zarar
muamele
görmemeleri
yapmış,
için
hatta
elinden
Müslüman
geleni
olmayan
yapmaktan
da
Durak, a.g.e, s.196.
Geniş Bilgi için bkz. Şinasi Altundağ, “Osmanlı İmparatorluğunun Vergi Sistemi Hakkında Kısa
Araştırma”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı 2, s.189;
Ziya Kazıcı, “Osmanlı Devletinde Dinî Hoşgörü”, Köprü, Üç Aylık Fikir Dergisi, Kış 99, Sayı: 65
(Erişim)http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=411, 22
Mayıs 2018.
81
İbrahim Özcoşar, “Osmanlı Devleti'nde Millet Sistemi ve Süryani Kadimler”, Geçmişten Günümüze
Nusaybin Sempozyumu, Mardin, 2004, s. 1.
82
Ülkenin egemenlik sahası içerisinde Müslümanların dışında Rumlar, Yunanlılar, Bulgarlar,
Pomaklar, Sırplar, Hırvatlar, Karadağlılar, Bosnalılar, Arnavutlar, Macarlar, Polonyalılar, Çingeneler,
Ermeniler, Gürcüler, Süryaniler, Kildaniler, Araplar (Maruni, Melkit vs), Yahudiler, Romenler,
Türkler (Gagavuzlar), Kıptiler, Habeşler bulunuyordu. Ulaşım ve iletişim teknolojisinin günümüzün
sınırlarına bile ulaşmadığı çağlarda bu kadar etnik ve dini farklılıklara sahip gayr-ı Müslim
toplulukların idaresi Osmanlı yönetiminin hoşgörüsü ve müsamahası ile mümkün olmuştur. Bkz. Said
Öztürk, “Osmanlı Hoşgörüsü”, (Erişim) http://www.akademiktarih.com, 10 Nisan 2008.
80
138
çekinmemiştir.83 Bu anlamı ile Osmanlı döneminde Süryanileri anlayabilmek
için öncelikle Osmanlı Devletinin yönetim sistemini anlamak gerekmektedir.
Osmanlı politikası, fetih esasına dayanan çok toplumlu bir devlet
olarak varlığı; genişlemeye ve kozmopolit toplum yapısını yönetecek bir idare
yapısına sahip olmayı zorunlu kılmaktaydı. Çok sayıda yerel, aşiretsel, dilsel
ve dinsel grubun bir karışımından oluşmuş Osmanlı toplumundaki tüm bu
grupların kendine yeten kapalı yapısı, 19’uncu yüzyılda Batı'nın Osmanlı
devletine müdahaleleri ile değişmiş84 ve “millet” sistemi olarak anılan
Osmanlı toplum yönetim yapısı kökten yıkılmıştır.
Teokratik bir idare şekline sahip olan Osmanlı Devleti, azınlıklara dinî
bir
politikayla
yaklaşmış
ve
onları
‘Müslüman
olmayanlar’
şeklinde
sınıflandırmıştır. Müslüman olmayanlara tanınan statü ise, iki yönlü olmuştur.
Birincisi, hem Müslim hem de gayrimüslimlerin yararlandığı hukuk sistemi,
ikincisi de sadece gayrimüslimlerin yararlandığı imtiyazlar sistemidir.85
Başlangıçta bir politika olarak başlayan kapitülasyonlar ve verilen imtiyazlar
zamanla batılı devletler tarafından Osmanlı Devletine karşı kullanılan kozlara
dönüşmüştür. Osmanlı Devletinin verdiği bu imtiyazlar zamanla geri
dönülemez bir hal almış ve Osmanlı’nın sonunu hazırlayan önemli
etkenlerden biri olmuştur.
Osmanlı hükümetinin hâkimiyeti altında olan çeşitli etnik dinî
topluluklar, 1888 yılında ayrı olarak kayda geçirilmiş ve 1906-1907 nüfus
sayımında Bulgarlar, Protestanlar, Yunan ve Ermeni Katoliklerine ek olarak
Maruniler, Süryaniler, Keldaniler ve hatta Samaritanlar gibi eski etno-dinsel
gruplar da yeni milletler olarak kayda geçirilmiştir. Gerçi Süryanilerin
yaşadıkları bölgeler, 16’ncı yüzyılda Yavuz Sultan Selim’in Doğu Anadolu ve
83
Fairfax Downey, Kanuni Sultan Süleyman, çev. Enis Behiç Koryürek, İstanbul, Kültür Bakanlığı
Yayınları, 1975, s. 99; Kazıcı, a.g.m.
84
Hourani, a.g.e., s.23-26.
85
Azmi Süslü, “Atatürk Ve Azınlıklar”, Uluslararası İkinci Atatürk Sempozyumu, Ankara,
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, 9-11 Eylül 1991, s.138;
Kazıcı, a.g.m.
139
Mısır seferleri sonucunda Osmanlı sınırları içine katılmıştır. Böylece Osmanlı
sınırlarındaki gayrimüslim topluluklar içinde Süryaniler de yerini almıştır.
Osmanlı kayıtlarında Süryani tabirine ilk defa Yavuz Sultan Selim'in Kudüs
Ermeni Patrikliği’ne verdiği fermanda rastlanmakla beraber millet statüsü içine
alınması biraz zaman almıştır.86
Diğer taraftan Yunan Ortodoks, Ermeni
ve
Yahudi
milletleri
sıralamada başta gelmeyi sürdürmüştür. Kilise hiyerarşisinde bulunan
otoriteler tarafından; dinî sembollerin resmî olarak öne çıkarılması ve etnik
kimlik duygusunun ikincilleştirilmesi, etnik duyguyu yok etmemiş, ondan
ayrılmaz hale gelmiş olan dinî kimlikle birlikte güçlendirmiştir. Şartlara göre
bu kimliklerden hangisi önemli görünmüşse gruplar onu vurgulamaktan
çekinmemiştir. 19’uncu ve 20’nci yüzyılda, Avrupa etkisi altında etnodinsel kimlikler, ulusal kimliklere dönüşüm göstermiştir.87 Giderek güçlenen
etnik kimlik, Osmanlı Devleti içerisinde Güneydoğu Anadolu, Suriye, Lübnan,
Filistin ve Irak’a kadar geniş bir alana yayılmış olan Süryanileri de kısmen
etkilemiştir.
Ayrıca, Osmanlı Devleti, Süryani Kilisesini (Kadim) resmen 1847'de
tanımış ve 1850'de Mardin'de, yeni patriklik merkezi inşaatına başlanmıştır.88
3.2.1. Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi
Osmanlı Devleti, Müslim ve gayrimüslimler arasında yoğun ilişkilerin
yaşandığı bir devlet olmuştur. Bu ilişki, hukuki, sosyal ve ekonomik açıdan bir
uyum ve düzeni gerekli kılmıştır. Bu düzen İslam Hukukuna göre oluşmuştur.
Osmanlı Devleti'nde kamu hukukunda halk iki ana gruba; Müslümanlar ve
zimmiler olarak ikiye ayrılmıştır. 89 Zimmiler, İslam devleti tarafından zimmet
86
Ercan Yavuz, Kudüs Ermeni Patrikhanesi, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1988, s. 15, 33-34.
H. Kemal Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914): Demografik ve Sosyal Özellikleri, çev. Bahar
Tırnakçı, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2003, s.59-83.
88
Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 289.
89
Zimmi, kendi dinlerini değiştirmeden bir İslam devletinin korumasından yararlanan, Müslüman
olmayan ehl-i kitap kişilere zimmi denir. İslam hukukuna göre gayrimüslimler, egemenliklerini kabul
87
140
adı verilen bir anlaşmaya dayanarak korunan toplulukları oluşturmuştur.90
Dar’ül Harb’de yaşayan ehl-i kitap, haraç ve cizye ödeyerek İslam
egemenliğini kabul edenler, zimmi olarak kabul edilmiştir.91 Zimmiler,
mezhep ya da dinlerine göre gruplandırılmış ve bu gruplara ‘millet’ adı
verilmiştir. Osmanlı Devleti’nin egemenliği altındaki bu toplulukları, din ya da
mezhep esasına göre örgütleyerek, yönetmesine de ‘millet sistemi’
denilmiştir.92 Ancak millet tabiri günümüzdeki anlamıyla, İngilizce karşılığı
olan ‘nation’ manasında ırkî bir aidiyeti değil, dinî bir aidiyeti ifade etmektedir.
Doğu milletlerinde bu kavramı bugünkü ‘nation’ anlamında kullanmak,
Osmanlı’nın
son
dönemlerinde,
özellikle
19’uncu
yüzyıldan
itibaren
başlamıştır. Cemaat sözcüğüne eş olarak kullanılan93 bu kavram ile
ettikleri İslam devletiyle yaptıkları anlaşma sonucunda zimmi tebaa statüsüne kavuşurlar. Bu
sayede bazı siyasi ve inançla ilgili haklar için farklı uygulamalar dışında, Müslümanlarla eşit haklara
kavuşurlar. Zimmiler kısıtlanmış bir yaşam sürerler. Sınıfsal konumları nedeniyle ayrıcalık
taşıyan belirli bir grup gayrimüslim dışında geri kalan tebaaya belirli kısıtlamalar uygulanmaktadır.
Örneğin; ibadetlerini yerine getirirken serbest davranamaz ve Müslümanları rahatsız edemez,
Müslümanların yaşadığı yerlerde kilise dışına haç çıkarılamaz, yüksek sesle ayin yapılamaz ya da
çan çalınamaz gibi kısıtlamalar mevcuttur. Müslümanlara göre vergileri daha fazladır. Giyim
tarzları ve dış görünüşleri Müslümanlardan farklı olmak zorundadır. Örneğin; şapka ve ayakkabılar
Rumlarda siyah, Yahudilerde mavi, Ermenilerde kırmızı olmak zorundadır. Bu zorunluluk, iki
kesimi birbirinden ayırt etmeyi sağlamak için getirilmiştir. Gayrimüslimlerin oturduğu bir
mekâna bir meclise bir Müslüman girdiğinde ayağa kalkıp saygı göstermek zorunludur.
Osmanlılarda Müslümanlar "Milleti-i hâkime" (Hâkim Millet), gayrimüslimler ise "Milleti-i
mahkûme" (Mahkûm millet) olarak adlandırılmışlardır. Müslümanlar, zımmilere yani kendilerine
belirli şartlar altında zimmetlenmişlere Tanrı adına söz vermişlerdir. Devletin egemenliğini kabul
ettikleri sürece canları, malları, ırz ve namusları korunacak ve onlara dokunulmayacaktır. Bunun
karşılığında da devlete 'cizye' ve 'haraç' denilen vergileri ödemektedirler. Bkz. Gülnihal Bozkurt,
Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı
Vatandaşlarının Hukuki Durumu: 1839-1914, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1989, s. 8; Toktamış
Ateş, Osmanlı Toplumunun Siyasal Yapısı, Filiz Yayınları, İstanbul, 1991, s.147; Yahya Koçoğlu,
Azınlık Gençleri Anlatıyor, İstanbul, Metis Yayınları, 2001, s.13.
90
İslam devleti ile ehl-i kitap arasında yapılan iki taraflı sözleşmeye zimmet adı verilmektedir. Bkz.
Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s.7-8.
91
“Dar’ül Harb”, Müslümanlarla gayrimüslimler arasında sulh akdedilmemiş memleket, kafirlerin ve
onların gayri-islami hükümlerinin hâkim olduğu yerdir. “Haraç”, zimmi toprak sahiplerinin fetihten
önceki topraklarından yararlanmayı sürdürebilmeleri için verdikleri vergidir. “Cizye”, ergin, vücut ve
akılca sağlam, vergi verebilecek güçte olan gayrimüslim erkeklerden askerlik hizmetine karşılık alınan
vergidir. Bkz. Pakalın, a.g.e., s.509; Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi
Gelişmelerin Işığı Altında, s.26-27.
92
İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi”, Türkler, Ankara, Cilt 10, Yeni Türkiye
Yayınları, 2002, s. 217.
93
Cevdet Küçük, “Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi”, Yeni Türkiye Dergisi, Ankara, Cilt 38,
Ermeni Özel Sayısı II, 2001, s. 211.
141
Müslüman bir devlet olarak Osmanlı devlet otoriteleri ile gayrimüslim
topluluklar arasındaki düzenlemeler tanımlanmıştır.94
Kuran’ı
Kerim’de
din
anlamında
kullanılan
‘millet’
kavramı,95
Osmanlı'da da dinî toplulukları karşılayan bir terim olarak kullanılmıştır.
Millet sistemi oluşturulurken etnik köken dikkate alınmaksızın, sadece din
unsuruna bakılarak bir gruplandırmaya gidilmiştir. Bu sistem içinde fert;
etnik ve lisan aidiyetine göre değil, din ve mezhep aidiyeti esasına göre bir
cemaate bağlıdır. Türkler, Araplar, Arnavutlar gibi Müslüman topluluklar
"Millet-i İslamiye"yi oluştururken, Müslüman çoğunluğun yanı sıra ‘Rum
Milleti’,96 ‘Ermeni Milleti’ ve ‘Yahudi Milleti’ de bulunmaktaydı.97
Temelinde İslami esaslara bağlılık yatan ve Osmanlı Devleti'nin
yöneticileri tarafından yönetim kolaylığı sağlama amacıyla Fatih Sultan
Mehmet zamanından başlayarak geliştirilen millet sistemi, başlangıçta Rum
Kilisesi'ne yönelik özerkliklerle başlamış ve zamanla diğer gayrimüslimleri de
ihtiva eden bir yapıya dönüşmüş, her millet kendine ait yargılama, maliye,
eğitim ve hayır kurumlarıyla, vakıflara sahip olmuştur.98 Gayrimüslimler ile
Müslimler arasında vergi dışında bir fark bulunmuyordu.99 Ayrıca millet
94
Benjamin Braude, “Millet Sisteminin İlginç Tarihi”, Osmanlı, Ankara, Cilt 4, Yeni Türkiye
Yayınları, 1999, s. 245.
95
Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devletinde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, İstanbul, Risale Yayınları,
1996, s.17.
96
Örnek olarak “Rum milleti” kavramı ile etnik bir gruptan ziyade Ortodoks kelimesi ile eşanlamlı
olarak dili ve ırkı ne olursa olsun Hıristiyanlık dininin Ortodoks mezhebine dâhil olan Sırp, Rum,
Bulgar gibi herkes kastedilmiştir. Ayrıca aynı etnik kökenden olmamalarına ve birbirinden bağımsız
kilise örgütlenmelerine sahip olmalarına rağmen, bazı kiliseler dahi tek bir millet olarak
değerlendirilmiştir Bkz. Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı
Altında, s.9; Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi”, s. 218.
97
Koçoğlu, a.g.e., s.11.
98
Gülnihal Bozkurt, Alman - İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s. 10;
Cevdet Küçük, "Osmanlılarda Millet Sistemi ve Tanzimat", Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye
Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt 4, İletişim Yayınları, 1985, s.1010-1011; Ortaylı, "Osmanlı
İmparatorluğu'nda Millet", s. 996-1001.
99
Bu konuda birçok belge ve kanunname maddesi bulunmakta olup örnek olarak; 7 Receb 972 (9
Şubat 1565) tarihli bir hükümde Divriği’ye bağlı bir Hristiyanköyünde Müslüman iki sipahinin
zimmilere haksızlık ettikleri ve köylülerden fazla para aldıklarının tespiti üzerine tımarlarının
alındığı,99 21 Cemaziyülevvel 972 (25 Aralık 1564) tarihli başka bir hüküm de Çorum’da Veled
adındaki sipahinin reayaya zarar vermek ve onlara haksızlık etmek suretiyle yetkilerini aşması üzerine
yaptığı haksızlığa uygun bir ceza olarak kendisinin İstanbul’a gönderilmesi ve kürek cezası ile
cezalandırılması emredildiği örnek olarak verlebilir. Bkz. Kazıcı, a.g.m.
142
sistemi içindeki Hristiyanlar arasındaki farklılıklar da Osmanlı’nın son
dönemlerinde giderek dikkat çekici bir hal almaya başlamıştır.100
Osmanlı İmparatorluğu'nun güçlü olduğu dönemde iyi işleyen millet
sistemi devletin zayıflaması, devletin ideolojik olarak Sünni İslam ideolojine
yönelmesi101
ve
milliyetçilik
akımlarının
da
etkisiyle
dağılmayı
ve
parçalanmayı hızlandıran en önemli nedenlerden biri haline gelmiştir.102
3.2.1.1. Değişen Düzen ve Yeni Hukuk
Osmanlı topraklarında yaşayan Hristiyan gruplar lehine yapılan ilk
antlaşmalar "Kapitülasyon Antlaşmaları"dır. Bu antlaşmaları 1615 tarihinde
Avusturya ile yapılan ve Osmanlı'daki tüm Katoliklerin dinsel haklarının
başka bir ülkeye verildiği ikili antlaşmalar izlemiştir. Daha sonra 1774
yılında Rusya ile yapılan "Küçük Kaynarca Antlaşması" ile Ortodoksların
korunması hakkı başka ülkelere verilmiştir.103
Gerileme ve çöküş döneminde başka ülkelere kendi halkının
korunması yönünde verilen bu haklar çöküş sürecini hızlandırmıştır. Diğer
taraftan batılı devletlerin baskısından kurtulmak ve çağa ayak uydurarak
çöküşü durdurmak için de bazı temel düzenlemeler yapılmıştır. Bu amaçla
ilan
edilen
Islahat
Fermanı'ndan
sonra
başlayan
bu
dönem,
gayrimüslimlerin hukuksal statüleri bakımından önemli gelişmelere sahne
olmuştur. Osmanlı tebaası olan her bir millet için, onları yeniden düzenleyen
100
Benjamin Braude, Christians and Jews In The Otoman Empire, Ed. Benjamin Braude, Bernard
Lewis, New York-ABD, Vol.II, Holmes &Meier Publishers, 1982, s.5.
101
18. yüzyıldan itibaren devletin resmi ideolojisinde Sünni İslam’ın ön plana çıkmaya başlaması ile
gayrimüslim halk kendini dışlanmış ve yabancı görmeye başlamıştır. Çoğu gayrimüslim halk, hukuk
sorunlarını artık kendi cemaati içinde, kendi rahibine, papazına, hahamına danışarak çözümlemeye
başlamıştır. Giderek dini cemaatler kendi hukuk ve eğitim sorunlarını da çözümlemeye başlayınca,
gayrimüslim halkın günlük yaşamında devlet kurumları yerine, dini cemaatlerin kendi yaşamlarındaki
önemi ortaya çıkmaya başlamıştır. Bkz. Sina Akşin, Türkiye Tarihi, Osmanlı Devleti 1600–1908,
ed. Ayla Ödekan, Hüseyin G. Yurdaydın, Metin Kunt, İstanbul, Cilt III, Cem Yayınları, 1988, s.63.
102
Gülnihal Bozkurt, Alman - İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s. 10.
103
Arsava, a.g.e., s. 3.
143
birer "nizamname" hazırlanması gündeme gelmiştir.104 Buna göre 25 Nisan
1861’de Rum Ortodoks Patrikliği Nizamnamesi, 18 Mart 1863’de Ermeni
Patrikliği Nizamnamesi, 22 Mart 1865’te Yahudi Milletinin Nizamnamesi ve
12 Mart 1878’de de Protestan Cemaatinin Nizamnamesi hazırlanarak
yürürlüğe girmiştir. Bu amaçla kurulan komisyonlar tarafından her millet için
ayrı ayrı hazırlanan bu nizamnamelerle dinî, adli, siyasi birçok konuda yeni
düzenleme yapılmıştır.105
1869 yılında çıkarılan "Tabiiyet-i Osmaniye Kanunnamesi" ile ilk kez
bir İslam ülkesinde gayrimüslimler, Müslimler gibi vatandaş sayılmış ve
hukuksal statülerindeki boşluklar ortadan kaldırılmıştır. Artık tarihsel,
hukuksal ve dinsel Müslüman-zimmi ayrımı hukuken ortadan kalkmış,
zimmiler de Osmanlı Devleti'nin vatandaşı sayılmışlardır.106
Gayrimüslimlerin Osmanlı Devleti içerisindeki hukuksal statülerinde
meydana gelen gelişmelerde asıl dönüm noktasıysa "1876 Kanun-i
Esasi"dir. Kanun-i Esasi ile din temeline dayalı millet sisteminden, din farkı
gözetmeyen Osmanlı vatandaşlık sistemine geçilmiştir.107 İlk Osmanlı
Parlamentosunda, padişah tarafından atanan üyelerden oluşan "Heyet-i
Ayan" kanadındaki 38 kişiden 11'i, seçimlerle meydana gelen "Meclis-i
Mebusan"ın ise 115 üyesinden 46'sı gayrimüslimlerden oluşmuştur.
1864 yılında gayrimüslimlerin Müslimlerle eşit şartlarda yerel
yönetimlere
katılmalarını
sağlamak
amacıyla
"Vilayet
Nizamnamesi"
çıkarılmıştır. Gayrimüslimler, söz konusu nizamnameyle oluşturulan vilayet,
sancak ve kaza merkezlerindeki idare meclislerinin hepsinde temsil
edilmişlerdir. Yine bu nizamnameyle vilayet, sancak ve kazalarda kurulan
104
Cengiz Güleç, “Azınlıklarını Kaybeden Türkiye: Biz ve Ötekiler”, Dosya Azınlıklar, (Erişim)
www.kurtulushareketi.org/files/publications/journal/kurtulus_10_06.pdf, 10 Temmuz 2009, s.59.
105
Pakalın, a.g.e., s.13; Gülnihal Bozkurt, "Türk Hukuk Tarihinde Azınlıklar", AÜHFD, Cilt 43, Sayı
1-4 (Ocak-Aralık 1993), s. 52-53; Ali Güler, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Azınlıklar, Ankara, Tamga
Yayıncılık, 2000, s. 22-24, 51; Ürer, a.g.e., s. 136-140; İlber Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı
Mahalli İdareleri, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2000, s.61-63.
106
Gülnihal Bozkurt, Alman - İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s. 150.
107
Ürer, a.g.e., s.186.
144
hukuk ve ceza mahkemelerinde gayrimüslimler de yer almaya başlamıştır.
Ayrıca taşrada, gayrimüslimlerden sorgu hâkimliği yapanlar da olmuştur.108
25 Ekim 1917 tarihli "Hukuk-u Aile Kararnamesi"yle, gayrimüslimlerin
özel hukuk alanında kendi hukuklarına tabi olmalarına ilişkin uygulama
değişmeye başlamıştır. Bu kararnameyle aile hukuku, her bir din grubu için
ayrı ayrı kendi dinsel hukuk kurallarının düzenlendiği tek bir metinde
birleştirilmiştir. Kararname, devletin yargı birliğini sağlayarak, cemaat (kilise)
mahkemelerinin aile hukuku alanındaki yetkilerini kaldırmıştır. Fakat bu
kararname,
19
Haziran
yürürlükten kaldırılmıştır.
1919'da
Damat
Ferit
hükümeti
tarafından
109
Tüm bu yapılan düzenlemelere rağmen Osmanlı bünyesindeki
toplulukların çoğunluğu yapılanları tatmin edici ve yeterli bulmamıştır.110 Bu
düzenlemelerden en fazla rahatsız olanların başında ise dini liderler
gelmiştir. Çünkü dini liderlerin yetki ve idare sistemlerinde önemli
değişiklikler olmuştur. Bu değişiklikler cemaatler için olumlu olarak görülse
de kilisenin toplum üzerindeki etkisi zayıfladığından dini liderler tarafından
hoşnutsuzlukla karşılanmıştır.
Bir kısım Müslüman tarafından da karşı
çıkılan bu düzenlemeler, gizi gizli düşmanlıkları da ortaya çıkarmaya
başlamıştır. 111
Ayrıca bu dönemde zaman zaman Osmanlı idaresinin, gayrimüslimlere
yönelik bazı olumsuz davranışları da bu süreci olumsuz yönde etkilemiştir.112
Gerçi uygulamada gayrimüslimler aleyhine kötü olan düzenlemelerin bir
kısmı daha sonra yapılan değişikliklerle giderilmeye çalışılmıştır. Fakat bu
108
Gülnihal Bozkurt, Alman - İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s. 83-85;
Güler, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Azınlıklar, s.27-30; Cevdet Küçük, "Osmanlılarda Millet
Sistemi ve Tanzimat", s. 1023-1024.
109
Gülnihal Bozkurt, "Türk Hukuk Tarihinde Azınlıklar", s. 141-142
110
Joseph V. Hammer , Büyük Osmanlı Tarihi, İstanbul, Cilt 9, Üçdal Neşriyat, 1993, s. 484; Doğan
Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi 1838'den 1995'e, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1998, s.1066.
111
İlber Ortaylı, Batılılaşma Yolunda, İstanbul, MK Yayınları, 2007, s.12-30.
112
Örneğin 19. yüzyılda Mezopotamya'nın pek çok yöresinde Nasturiler ve Yakubiler yerlerinden
edildiği iddia edilmektedir. Bkz. Aziz Suryal Atiya, Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani
Kiliseleri, s.34-35.
145
gelişmeler, toplumun kalanında giderek artan bir öfkeye neden olmuştur.
Sonuçta yapılan ve yapılması planlanan tüm reformlara karşın, 1830’lardan
sonraki isyanlar ve bağımsızlık hareketleri önlenememiş, Balkanlar dışında
Cezayir ve Mısır'da da Osmanlı egemenliği son bulmuştur.
3.2.2. Millet Sistemi içinde Süryaniler
Her ne kadar millet sistemi ile her kompartımanın genel yapısı
korunarak gayrimüslimlerin Müslümanlardan ayrı tutulmasına çalışılmışsa da
aynı
hassasiyet
gayrimüslimlerin
kendi
içinde
değerlendirilmesinde
gösterilmemiştir.113 Süryaniler de bu anlamda bağımsız bir cemaat olarak
değerlendirilmemiş, küçük bazı Hristiyan kiliseleriyle birlikte bazen Ortodoks
Rum Patrikhanesi, bazen de Ermeni Gregoryen Kilisesi içinde ele
alınmışlardır.114 Süryanilerin bu kiliseler ile olan bağlılığı organik bir bağlılık
değildir. Daha ziyade devlet ile olan ilişki ve yükümlülüklerde aracılık
şeklindedir.
Başlangıçta Süryanilerin yaşam alanları çevresinde şekillenen güç
merkezlerinin batıya, yani İstanbul’a doğru kayması sonucu, Süryaniler
periferide kalmış ve Ermeni Kilisesi üzerinden algılanır olmuşlardır.115
Bugüne kadar devam eden bu durum, önceleri Süryaniler adına önemli bir
sorun yaratmazken, Osmanlı’nın son dönemlerine doğru Süryaniler de kendi
kiliseleri vasıtasıyla temsil edilme çabası içine girmeye başlamışlardır.
113
Gerek yerleşim alanları, gerekse kıyafetleri açısından gayrimüslimler, Müslümanlardan farklı
tutulmuşlardır. Gayrimüslimlerin oturduğu binaların, Müslümanların oturduğu binalardan yüksek
olmaması kuralı getirilmiştir. Bkz. Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının
Hukukî Durumu, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1996, s.10-20.
114
1665 yılında İstanbul Ortodoks Rum kilisesi ile Ermeni Gregoryen Kilisesi arasında bazı Hristiyan
kiliselerinin hangi patrikliğe bağlı olduğu konusunda anlaşmazlık çıkmıştır. İstanbul Ortodoks Rum
Patrikhanesinin bu mücadele başarılı olduğunu daha sonraki 1733, 1734, 1839 ve 1850 tarihli
belgelerde görülmektedir. Çünkü bu belgelerde Gürcü, Habeş, Kıpti ve Sırp kiliseleriyle beraber
Süryani Kilisesinin de Rum Patrikhanesine bağlandığını görülmektedir. Ancak 1821 tarihli başka bir
belgede Mardin’de oturan Süryani Patriğinin devlete başvurusu, İstanbul Gregoryen Ermeni Patriği
aracılığıyla yapılmıştır. Ayrıca bazı resmi kayıtlarda Süryani Kiliselerinin Ermeni Patrikhanesine
bağlı olduğu kayıtlıdır. Bkz. Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler, s.242.
115
Taşğın, “Avrupa’ya Süryani Göçü: İsa’nın Doğulu ve Batılı Çocuklarının Karşılaşması”.
146
Sadece Süryaniler değil, Habeş ve Kıpti Kiliseleri de Osmanlı Devleti
ile olan ilişkilerini Ermeni Patrikliği vasıtasıyla yürütmüşlerdir.116 Yavuz Sultan
Selim, Mısır seferinde Osmanlı Devleti topraklarına dâhil ettiği yerlerde
yaşayan Süryanileri, 9 Kasım 1517 tarihinde Kudüs’e girdiği sırada Memlûk
Sultanlığı’na karşı Osmanlıları desteklemek şartıyla Ermeni Patriği Serkis’e,
verdiği fermanla Ermeni Patrikhanesi’ne bağlamıştır.117 Ermeni Patrikliği’ne
bu kiliselerin bağlanmasının sebebi İstanbul’da patriklerinin olmaması ve
bundan dolayı işlerinin Ermeni Patrikhanesi’ne havale edilmesidir. Bu
fermana göre Ermeniler eskiden beri bazı şartlarla kendilerinde olan kilise,
manastır
ve
diğer
kutsal
yerleri,
eskiden
hangi
şartlarla
ellerinde
bulunduruyorlarsa, aynı şekilde ellerinde bulundurmaya devam edecekler, hiç
kimse onlara karışmayacaktır.118
Gerçi bazı kaynaklarda Deyru’l-zafaran merkezli Süryani Kadim
Patrikliği’nin 1783 yılında İstanbul Ermeni Patrikliği’ne bağlandığı ve bu
tarihten önce Süryani Patriği’nin Babıali ile aracısız ilişki kurduğunu da
belirtmektedir.119
Süryaniler, Ermenilerden ayrı, bağımsız bir kilise olmak için 19’uncu
yüzyılın sonuna kadar Osmanlı hükümetlerine başvurularına devam etmiş
olmasına rağmen, tam olarak ne zaman bağımsız bir kilise oldukları kesin
olarak
bilinmemektedir.
Osmanlı
Salnamelerinde;
Süryani
Kadim
Patrikliği’nin ancak 1890'lı yıllardan sonraki kayıtlarda, Ermeni Patrikhanesi
defterinden ayrı olarak zikredildiği belirtilmektedir. Ayrıca 1895 sonrasında
patriklere verilen fermanlarda ise; Süryani Kadim Patrikliğinin Deyru’l-zafaran
116
Eryılmaz, a.g.e., s. 34.
Ercan, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler:, s. 230-231; Stanford J. Shaw, Osmanlı
İmparatorluğu ve Modern Türkiye, çev. Mehmet Harmancı, İstanbul, E yayınları, 1982, s.95,128.
118
Eryılmaz,a.g.e., s.41-42. Ayrıca Yavuz’un Ermenilere verdiği fermanın metni için bkz. Ercan,
Kudüs Ermeni Patrikhanesi, s. 15-17.
119
Seyfeli, a.g.m., s. 69.
117
147
merkezli Osmanlı Süryani Kadim Kilisesi olarak bağımsız Patriklik haline
geldiği belirtilmektedir.120
Ermeni Patrikliği vasıtasıyla hizmetler yürütülürken doğal olarak 1863
tarihli Ermeni Patrikliği Nizamnamesi Süryanileri de etkilemiştir. Her ne kadar
nizamnamede Süryaniler hakkında hiçbir madde bulunmamasına rağmen, bu
tarihten sonra da Süryanilerin, Ermeni Patrikliği’ne bağlılığı konusunda resmî
anlamda bir değişiklik olmamıştır. Ancak Süryanilerin çabaları sonucunda bu
bağlılık sadece resmî yazışmalarla sınırlı kalmıştır.
Osmanlı millet sistemi içinde yetkilerini kullanma yönünden Süryani
Patrikleri121 ile Ermeni Patriğinin arasında bir farklılık olmamış ve bu konuda
bir sıkıntı yaşanmamıştır.122 Yalnız patriğin Osmanlı makamlarınca resmen
tanınması gerekmekteydi. Bunun için de öncelikle cemaat tarafından seçilmiş
olmak gerekmekteydi. 19’uncu yüzyılın ortalarından itibaren patrik onayı için
İstanbul’dan ferman alınmasına kadar giden girişimler, Süryanilerin bağımsız
bir millet olarak tanınması yönündeki girişimler olarak kabul edilmektedir.123
Bu çabaların bir sonucu olarak Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi Patrikhane
Nizamnamesi 18 Mart 1914’de onaylanmıştır. Nizamname ile patriğin ve
diğer ruhanilerin seçim, görev özellikleri ile vergi, yardım konularını
düzenlenmiştir.124
Süryani patrikleri, kendilerine verilen bu yetkiler çerçevesinde;
kendilerine veya cemaatlerine yönelik yapılan herhangi bir haksızlıktan dolayı
120
Talip Atalay, "Lozan Antlaşması Öncesi ve Sonrasında Süryani Eğitim Kurumları", Khuka,
Diyarbakır, Dicle Üniversitesi, Cilt VIII, Sayı 1, Mart 2005, s. 64.
121
Osmanlı Yönetiminde Süryani patriklerinin seçimi, tayini, yetkileri, taltifleri, maaş ve seyahatleri
için bkz. Mustafa Çiçek, “Tanzimat Sonrasında Osmanlı Devletinde Süryani Cemaati”, Sakarya,
Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya, 2003,
Bölüm III.
122
Ali Aktan; "Osmanlı Belgelerine Göre Kayseri'deki Gayrimüslim Tebaanın Durumu", III. Kayseri
ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Kayseri, Nisan 2000, s. 8-30.
123
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Gayr-i Müslim Cemaatlere Ait 9 No'lu Defter 1255-1328, s. 69-70.;
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Gayr-i Müslim Cemaatlere Ait 10 No'lu Defter, s. 41.; Başbakanlık
Osmanlı Arşivi, GM 9, s. 105’den aktaran Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.73.
124
Mehmet Şimşek, “Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi Patrikhane Nizamnamesi” SBArD (Sosyal
Bilimler Araştırma Dergisi), Dicle Üniversitesi Yayınları, Yıl:III, S.:6, Eylül 2005, s.726-745;
Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, İstanbul, Kent Yayınları, 2. Baskı, 2006, s.299-314.
148
yerel idarecilere veya başkente şikâyette bulunabilmekteydiler.125 Süryani
patriklerine verilen bu yetkiler yanında, cemaatin patrikten şikâyetçi olduğu
durumlarda ise Süryani cemaati, patrik ile ilgili sorunlarını Osmanlı
mahkemelerine
taşıyabilmekteydi.126
Ayrıca
önemli
bir
makam
olan
metropolitlerin de görevlerine başlamaları için patrik tarafından bunun takdis
edilmesi ve padişah tarafından da bunun onaylanması gerekmekteydi.
Metropolitlere verilen onay beratları, patriklere verilen berattan farklı olarak
yetkileri ve yetki alanlarını belirtilmekteydi.127 Fakat diğer taraftan Süryani
kilisesine
“millet
statüsü”
verildiği
konusunda
da
net
bir
bilgi
bulunmamaktadır.128
Sonuçta Süryaniler, 19’ncu yüzyıla kadar Osmanlı idaresinde İstanbul
Ermeni Patrikliği’ne bağlı olarak dinî ibadetlerini sürdürmüşlerdir. Süryaniler
tarafından 19’ncu yüzyıla kadar bu konuda ciddi bir serzenişin olmamasını
Süryanilerin dinî ibadetlerine olan eğiliminin siyasetten daha ağır basması,
İstanbul’da kendilerini temsil edecek yetkili bir organının olmaması olarak
açıklamak mümkündür.
3.2.3. Osmanlı Devletinde Misyonerlik ve Süryaniler
Hristiyanlık dininin yayılması anlamında misyonerlik,129 Süryaniler için
125
Kırklar Kilisesi Arşivi, No: 31, 10 Muharrem 1283 tarihli belge; Gülnihal Bozkurt, Almanİngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s.29-30.
126
Mardin Şer'iye Sicili 251, Evasıt-ı Saferü'l-Hayr 1127’den aktaran Özcoşar, a.g.t., s.54.
127
Başbakanlık Osmanlı Arşivi.,GM8, s.70’den aktaran Özcoşar, a.g.t., s.61.
128
Bazı araştırmacılar, 1882 yılında “millet” statüsü verildiğini iddia ederken, bazıları da “millet”
statüsü verilmediğini idda etmektedirler. Bkz. Andrews, a.g.e., s.296; Çerme, a.g.e., s. 31.
129
Latince "missio" dan gelen misyon sözlükte "görev ve yetki”, misyoner ise görevli kişi anlamına
gelmektedir. Temeli kilise öğretilerine dayanan ve teolojik anlamının yanı sıra kilise tarafından
resmen vaaz için görevlendirmeyi ifade eden misyon terimi; 16. yüzyıldan itibaren Cizvitlerce daha
özel bir anlamda kullanılmaya başlanmıştır. Bu yüzyıldan itibaren misyon ve misyonerlik; sömürge
bölgelerinin Hıristiyanlaştırılması bağlamında kullanılmıştır. Katolik kilisesinin Hıristiyanlığın
yerliler arasında yayılmasını sağlamak amacıyla görevlendirdiği kilise temsilcilerine misyoner,
bunların gittikleri ülkelere ise misyon ülkeleri denilmiştir. Misyon ve misyonerlikle alakalı olarak
evangelizm, christanization ve conversion gibi terimler de kullanılmakta olup misyonerlerin yaptıkları
işler için “HristiyanMesajına şahitlik”, “Mesajın ilanı” ve “Şahadet” (Martyria) gibi kavramlar da
kullanılmaktadır. Bkz. Diyanet İslam Ansiklopedisi, Misyonerlik Maddesi, İstanbul, Cilt 30, 2005, s.
193; Tuncer Günay, Misyoner Örgütleri ve Misyoner Faaliyetleri , Ankara, ATO Yayınları, 2004,
s. 150.
149
birinci yüzyılda Barnabas ve Pavlos dönemine kadar uzanır. Zamanla
Antakya Kilisesi, Hristiyan âleminin lideri ve misyonerlik faaliyetlerinin
merkezi konumuna gelir.130 Başlangıçta misyonerlik faaliyetlerinin lokomotifi
durumunda olan Süryaniler, diğer mezheplerin güçlenmesi ile aynı zamanda
bu mezheplerin misyonerlik hedefi durumuna gelir. Dolayısıyla misyonerlik
başlangıçta Süryanilerden dışa doğru131 iken zamanla dıştan Süryanilere
doğru olacak şekilde yön değiştirmiştir. Bu değişim daha çok siyasi amaçlarla
olmuştur.
Coğrafi keşifler ardından, uzak mesafeli ticaretin artması ve nihayet
sanayi inkılâbıyla birlikte ortaya çıkan pazar arayışları misyonerliğe yeni bir
çehre
kazandırmış,
zaman
içinde
Avrupa
sömürgeciliğinin
önemli
araçlarından biri durumuna gelmiştir. Osmanlı Devleti de geniş coğrafyası
sebebiyle bir yandan batı emperyalizminin iştahını kabartırken diğer yandan
16’ncı yüzyıl başlarından itibaren giderek artan bir şekilde yoğun misyonerlik
çalışmalarına sahne olmuştur.
Misyonerlerin Osmanlı topraklarına ilgi göstermelerinin nedenlerine
baktığımızda:
- Hristiyanlar içinde kutsal öneme sahip Kudüs ve çevresinin Osmanlı
Devleti sınırlarında bulunması;
- Sömürgeci devletleri cezbeden Osmanlı Devleti’nin yer altı
zenginlikleri;
-
Uzakdoğu’ya en kısa yoldan ulaşacak kilit noktaların Osmanlı
topraklarında bulunması;
130
Çelik, Süryani Tarihi, s. 35.
Antakya Süryani kilisesi, önceleri Anadolu ve Lübnan’da misyon faaliyetleri yürütürken zamanla
faaliyetlerini doğuya yöneltmiş ve başta Urfa olmak üzere Mezopotamya, Ermenistan, Arabistan ve
Hindistan’a kadar uzatmıştır. Bkz. Çelik, Süryani Tarihi, s. 38.; Gibbon, a.g.e., s.519.
131
150
-
Osmanlı topraklarında çok sayıda Hristiyan toplulukların yaşaması
ve bunların davetkâr tavırları;
-
Osmanlı Devleti’nin Hristiyan dünyasının Orta ve Uzakdoğu’ya
yönelik yayılmacı politikalara engel olan varlığı;
- Osmanlı Devletinin idari ve siyasi yönden zayıflığı;
- Tanzimat sonrası ortaya çıkan hukuki ve siyasi ortam olarak
saymak mümkündür.132
Sebep bu olmakla beraber Osmanlı Devletine yönelik yürütülen
misyonerlik faaliyetleri iki dönem olarak ele alınabilir:
- 1820-1860 tarihleri arasını içine alan birinci dönem; gezici
misyonerlerin teşkilatlanma çalışmalarını başlattıkları ve hitap edecekleri
milliyet ve toplulukları tespit ettikleri, İncil'e ve İncil'i öğretme gayesine bağlı
kaldıkları dönemdir.
- 1860’dan sonraki ikinci dönem ise; hedefin belirlendiği, misyonerlik
organizasyonlarının daha netleştiği, eğitim faaliyetlerinin ağırlık kazandığı
dönemdir.133 Misyonerlik faaliyetlerinin birinci döneminde Osmanlı’daki
Müslümanlar üzerinde başarılı olamamışlar, faaliyetlerini azınlık cemaati olan
Ermeniler ve Süryaniler üzerinde yoğunlaştırmışlardır.
Dünyadaki aktif misyonerlik faaliyetleri 19’uncu yüzyılda en üst
seviyesine ulaşmıştır. Osmanlı topraklarında sosyal ve siyasi ağırlıkları
olmayan küçük gruplar halinde faaliyet gösteren misyonerler, ciddi bir
çalışma azmiyle zaman içinde önemli bir güç olmuşlardır. Etkinliklerini bu
132
Vahapoğlu, a.g.e., s.17; Azmi Özcan, Ş. Tufan Buzpınar, “Tanzimat, Islahat ve Misyonerlik 18581880”, İstanbul Araştırmaları, İstanbul, İstanbul Araştırmaları Merkezi, Sayı 1, Bahar 1997, s.6365.
133
George White, Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları, çev. Tarık
Yüksel, İstanbul, Endürün Yayını, 1995, s.29.
151
kadar fazla arttırabilmelerinin nedenlerinden biri de özellikle Tanzimat
sonrasında elde ettikleri siyasi ve hukuki haklar olmuştur.134 Bu hakları
kullanarak temsil ettikleri Fransa, İngiltere ve Rusya gibi çıkar gruplarının
politik amaçlarına hizmet etmişlerdir.135
Osmanlı Devleti'nin içine düştüğü zafiyet, cemaatlerin birbirleri ile ve
devletle olan ilişkilerinin bozulması, çağın gereği olan sosyal kuruluşların
devlet tarafından yeterince tesis edilemeyişi, Osmanlı topraklarını adeta
misyonerlerin mücadele sahası haline getirmiştir. Başlangıçta ülkesi
üzerindeki
Hristiyan
cemaatleri,
batının
bu
tür
misyonerlik
faaliyetlerinden koruyan Osmanlı Devleti, gücünün giderek azalması ile
bu koruyuculuğunu da kaybetmeye başlamıştır. Misyonerlik faaliyetleri
Osmanlının eğitim, kültür, siyasi ve sosyal yapısında etkili olmuştur. Ayrıca
Batılı devletler tarafından yönlendirilen bu faaliyetler aynı zamanda bir
dereceye kadar Osmanlı Devleti'nin tarih içindeki seyrine de yön
vermiştir.136 Zira Şâkir Paşa, 25 Ekim 1895 tarihinde cereyan eden Bitlis
ve Muş olaylarında "misyonerlerin" önemli rol oynadığını, bu olayların
arkasında Amerikan Misyoner Okulu'nun büyük etkisi olduğunu dile
getirerek,137 misyonerlerin Osmanlı tarihine nasıl olumsuz bir yön verdiğini de
gözler önüne sermektedir.
Gayrimüslimlerle Müslümanlar arasındaki ilişkilerin bozulmasında ve
Süryani dinî kimliğinin dönüşümünde önemli bir faktör olarak misyonerlik
faaliyetleri, 16’ncı yüzyıldan itibaren giderek artan bir emperyalist politika
çizgisinde gelişmiş ve uzun vadede Osmanlı Devleti’nin meşruiyetine en
önemli tehditlerden biri olmuştur.138 Kültür ihracı olarak da görülebilecek bu
134
Hans-Lukas Kieser, Doğu Vilayetleri'nde Misyonerlik, Etnik Kimlik ve Devlet 1839-1938,
İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 69.
135
Gabriele Yonan, a.g.e., s.31.
136
Erdal Açıkses, Amerikalıların Harput'taki Misyonerlik Faaliyetleri, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, 2003, s. VII; Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.375-430.
137
Ali Karaca, Anadolu Islahâtı ve Ahmet Şâkir Paşa (1838-1899), İstanbul, Eren Yayıncılık, 1993,
s.66.
138
Selim Deringil, İktidarın Sembolleri Ve İdeoloji: II. Abdülhamid Dönemi (1876-1909), çev.
Gül Çağalı Güven, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2007, s.119.
152
faaliyetler uzun dönemde toplumsal yapının da değişmesine neden
olmuşlardır.
Amerikan, İngiliz, Fransız ve Rus çıkarlarına bağlı olarak faaliyet
gösteren misyonerler daha ziyade kendilerine ait bir tebaa yaratmak gayreti
içine girmişlerdir.139 Amaçlarının tahakkuku için zaman zaman azınlıkları da
Osmanlı yönetimine karşı kışkırtmışlardır.140 Osmanlı Devleti gelişmeleri
görmesine rağmen çaresizlik içinde141 kendine daha büyük bir tehlike olarak
gördüğü Katolik misyonerlere karşı Alman, Amerikan ve İngiliz destekli
Protestan misyonerleri kötünün iyisi olarak tercih eder bir görüntü
sergilemiştir.142
Fransa, İngiltere, Rusya ve ABD gibi batılı devletler,143 destekledikleri
sosyal yardım kuruluşları aracılığıyla Osmanlı Devleti ve İran sınırlarında
yaşayan Hristiyanları kendi çıkarları doğrultusunda nüfuzları altına alma
gayreti içinde olmuşlardır. Bu girişimleri sonucunda, Süryanilerin bir kısmı
Katolik, bir kısmı Rum ve bir kısmı da Protestan mezheplerini kabul
etmişlerdir.144 Gerçi misyonerlik amacı ile gelip burada din değiştirerek
Süryani kilisesine bağlanan misyonerlere de rastlanmaktadır.145
Aslında misyonerlerin asıl hedefi Müslümanlar gibi görünmüş olsa da
aslında hedef Hırsitiyanlar olmuştur. En fazla etkilenenler Hırsitiyanlar ise;
Ermeniler ve Süryaniler olmuştur. Misyoner faaliyetleri sonucunda Süryaniler,
tekrar bölünmeler yaşamışlardır.
139
Özdemir, 19. Yüzyılda Mardin Süryanileri, s. 389.
White, a.g.e., s.36.
141
Mim Kemal Öke, Ermeni Sorunu, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1991, s. 73.
142
Özdemir, 19. Yüzyılda Mardin Süryanileri, s. 390.
143
Salahi R. Sonyel, “Büyük Devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu Parçalama Çabalarında Hristiyan
Azınlıkların Rolü”, Belleten, Cilt XLIX, Sayı 195, Türk Tarih Kurumu, Aralık, 1986, s.652.
144
Gabriele Yonan, a.g.e., s.31.
145
Kapusen kilisesinde görevli Salvador isimli, tıp alanında uzman bir misyoner, Süryani Kadim
Kilisesine geçmiştir. İtalya vatandaşı olan bu misyoner kilisesiyle beraber tabiiyetini de
değiştirmiş, Osmanlı tabiiyetine geçmiştir. Bkz. İshak Armale, Türkiye Mezopotamyasında
Mardin, çev. Turan Karataş, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1993, s. 36.
140
153
3.2.3.1. Katolik Misyonerler
Osmanlı
sınırlarında
misyonerlik
faaliyetleri
ilk
kez
Papalığın
girişimleriyle Katolik misyonerler tarafından başlatılmıştır. Bunda Doğu
Akdeniz ticaretinde İtalyan ve Fransızların genel rolü ve Kanuni
zamanında kapitülasyonlarla verilen imtiyazların etkisi büyüktür.146 Daha
ziyade Osmanlı’nın genişlemesini önlemeye yönelik olarak da ele alınabilen
Katolik misyonerlik hareketi, 1587'de Papa olan V. Sikst zamanında
başlamıştır. Osmanlı sınırlarındaki Ermeni, Nasturi ve Süryaniler üzerinde
maddi ve manevi nüfuz elde etmek için yapılan bu misyonerlik faaliyetleri,
Fransa Kralı V. Lui döneminden itibaren giderek yoğunluk kazanmış ve
kısmen de başarılı olmuştur.147 Gerçi 18’nci yüzyıl Süryani Katolikliği adına
pek anlamlı bir yüzyıl olmamıştır. 148 Fransa öncülüğünde ve himayesinde149
başlayan Katolik misyon hareketi,150 giderek yoğunlaşmış ve Fransız
misyonerlerini 1750’den itibaren İtalyan Dominikler izlemiştir.151
Fakat Süryani Katolik Patrikliği, Patrikliğin Roma ile birleşmesi
sonrasında
146
1830
yılında,
padişahça
ayrı
millet
statüsü
verilerek
Suavi Aydın, "Anadolu Hıristiyanlığında Dönüşüm Misyoner Faaliyetlerinin Doğu Hıristiyanlığı
Üzerindeki Etkisi ve Modernleşme", Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi, 25-28 Ekim 2000,
Ürgüp/Nevşehir, s. 73-88.
147
Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s. 269-275.
148
Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anadolu'daki Amerika, 19. Yüzyılda Osmanlı
İmparatorluğundaki Amerikan Misyoner Okulları, İstanbul, Arba Yayınları, 1989, s. 86; Çerme;
"Ermeni Katolik Kilisesi'nin…", s. 37-43.
149
Fransa’nın himayesine olan özlem ve Fransız hayranlığındaki abartıyı anlamak uzun yıllar ortak
kaderi, iyi ve güzeli paylaştıkları insanları, hatta bu insanlar içinde köklerini dahi aynı cevherden
aldıkları Süryanileri (Kadim-Yakubi) düşman ilan ederek Osmanlı devleti aleyhine düşmalıktaki
kararlılık, misyonerlerin başarısı olarak zikredilebilir. Örnek olması adına bir Süryani Katolik Mardin
Papazının; “Bizim Fransa, yaşlı bir Mardin ruhbanının kendisi uğruna çarmıha gerildiğini öğrenince
alkışlayacak onu. Buralara gelip kendisi yüzünden kalbine derin yaralar alan bu yaşlı ruhbanın
yaralarını göğsüne iliştireceği bir 'Legion d'Honneur' (Fransa'nın önemli bir devlet onur nişanı.
Fransa için önemli işler yapanlara verilir) madalyası ile kapatacaktı.” demesi insanlık adına da
düşündürücüdür. Bkz. Fr. Hyac. Simon des Fr. Precheurs, 1915: Bir Papazın Günlüğü, çev. Mehmet
Baytimur, İstanbul, Peri Yayınları, 2008, s. 57.
150
Osmanlı bu Hıristiyanları, Katolik misyonerlerin faaliyetlerden koruyabilecek güçte olmaması ve
bu misyonerlerin Osmanlı sınırlarındaki Katoliklerin hamisi konumuna gelmiş olan Fransa'dan da
destek almaları bu süreci hızlandırmaktaydı. Fransa'nın bu desteğinin sebebi dini duygulardan ziyade
Doğu Hıristiyanları arasında kendi emperyalist düşüncelerine destek olabilecek bir Katolik grup
oluşturma çabasına dayanmaktaydı. Bkz. Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi Ve Süryani Kiliselerinde
Bölünme:”, s.269.
151
Gabriele Yonan, a.g.e., s.31-32.
154
tanınmıştır.152 Her ne kadar Osmanlı yönetimi altında yaşayan Müslüman ve
Hristiyan halk misyonerlik hareketlerinden rahatsız da olsa Osmanlı üzerinde
devam eden politikaların ve kaybedilen siyasi gücün sonucu olarak Katolik
Patrikliği’ni tanımak zorunda kalmıştır.153
Osmanlı Devleti'nin Katolik mezhebini resmen tanıması ile en azından
Osmanlı'nın uyguladığı millet sistemi çerçevesinde bağımsız olacaklarını
düşünen Katolik cemaatler, Papa'ya bağlılıklarını bildirmekle beklentilerinin
aksi olarak bağımsızlıklarını kaybetmişlerdi. Bundan sonra bu Katolik cemaat
her türlü işlerinde, Papalığın müdahalesi ile karşılaşmışlardır. Bu durum
Keldani ve Süryani Katolik Kilisesi cemaatini zaman zaman Osmanlı Devleti
ile karşı karşıya getirmiştir. 154
Katolik misyonerler özellikle Nasturiler ve Ermeniler olmak üzere155
Süryaniler üzerinde de etkili olmuştur. Nasturiler üzerine yoğunlaşan misyon
hareketleri sonucunda “Keldani Kilisesi”, Süryaniler üzerine yoğunlaşan
misyonerlik faaliyetleri sonucunda da “Süryani Katolik Kilisesi” ortaya
çıkmıştır.
3.2.3.1.1. Papalık Misyonerleri ve Keldani Kilisesinin Ortaya Çıkışı
Esasında Katolik misyon hareketinin başlangıç noktası Papalık’dır.
Katolik dünyasının lideri durumundaki Papa, rakipleri olarak gördüğü
Doğu Hristiyanlarını kendi denetimi altına almak için yönlendirdiği Katolik
misyonerler, Süryanilerin yaşadığı bölgelerde çalışmalarına 16’ncı yüzyılda
başlamıştır.156 Aslında 5’inci yüzyılda başlayan fakat 16’ncı yüzyıldan itibaren
yoğunlaşan bu misyonerlik hareketleri, bir taraftan etki alanını geliştirmek
152
J. Roldanus, De Syrisch Orthodoxen in Istanbul, Kampen, Hollanda, Uitgeversmaatschappij
J.H. Kok, 1984, s.31-32.
153
Eryılmaz,a.g.e., s.71.
154
Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi ve Süryani Kiliselerinde Bölünme:”, s.271-272.
155
Çemre, a.g.m., s. 37-43.
156
Heikki Palva, Dün'den Bugüne Doğu ve Batı Süryanileri, Södertalje-İsveç, Nsibin Yayınevi,
1990, s. 53.
155
isteyen Papa’nın diğer taraftan hami arayışında olan grupların kesişim
kümesinin bir ürünüdür. Her ne kadar Katolik misyonerlerin hedefinde gene
Müslümanlar
olsa
da
sonuçta
mezhep/din
değiştirenler
çoğunlukla
Hristiyanlar olmuştur. Daha çok tarikatlar aracılığı veya "Kaasıt" adı verilen
Papa temsilcileri vasıtasıyla misyon hareketini yürütmeye çalışan Papalık;157
bu amaçla Cizvit, Fransiskan ve Kapusen tarikatlarını Osmanlı topraklarına
yönlendirmiştir.158 Tarikatlar dışında Roma Katolik misyonerlik hareketine en
büyük desteği de Fransa vermiştir.
Katoliklerin, Süryanileri hedef alan misyonerlik faaliyetlerinin ilki,
1552’de Mardinli Musa’nın Roma’ya Papa III. Julius ile uzlaşmak için
gittiğinde gerçekleşmiştir. Bu dönemdeki çabalar sonucunda, Diyarbakır ve
yöresinde yaşayan Süryaniler, Katolikliği kabul etmişlerdir.159
Ana gayeleri Roma ile Bizans Kiliselerini birleştirmek olan Katolik
misyonerleri, Doğu Hristiyanlarından kısmen Ermeniler üzerinde başarı
sağlarken,
Süryaniler
üzerinde
pek
başarılı
olamamışlardır.
Katolik
misyonerlik çalışmaları, Süryaniler arasında tepki ile karşılanmıştır. Katolik
olan Süryaniler,160 Katolik olmayan Süryaniler tarafından Arapçada yenik
anlamına gelen “Maglubin” diye adlandırılmışlardır.
Katolik mezhebinin Nasturiler tarafından kabulü ise 1553 yılına
dayanır. Fransiskan misyonerleri Nasturi Patriği ile irtibata geçerek, ihtilaflı bir
seçimle gelen Patrik Yuhanna’yı Papa’nın onayıyla Katolik mezhebini kabul
edecek olursa konumunu güçlendirebileceğine inandırdılar. Bunun üzerine
Patrik Yuhanna Roma'ya giderek 1553'te Katolik mezhebini kabul etmiştir.
Sonuçta Nasturilerin iç sorunlarını da fırsat bilerek etkili misyon faaliyetlerini
157
Ebubekir Hazım Tepeyran, Hatıralar, İstanbul, Pera Yayınları, 1998, s.374-375.
Işık, a.g.t., s.105; Suavi Aydın, “Doğu ve Batı Hıristiyanlığı Arasında Son Hesaplaşma:
Modernleşme Ve Doğu Hıristiyanlığı Üzerinde Misyon Faaliyetleri”, Süryaniler ve Süryanilik, haz.
Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Cilt III, Orient Yayınları, Ankara, 2005, s. 108.
159
“Misyonerlik Faaliyetleri”, (Erişim) http://www.suryanilik.com/suryanilik/misyonerfaaliyetleri.
html , 11 Mart 2009.
160
İbrahim Özcoşar, “19. Yüzyılda Mardin Süryanileri”, Kayseri, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2006, s.274.
158
156
Nasturilere yönelten Katolik misyonerlerin bu çalışmaları sonucunda bugüne
kadar devam eden bir cemaat; “Keldaniler” ortaya çıkmıştır.161
Katolikliğe rağmen eski örf ve adetlerine bağlı kalan Keldaniler,162
Osmanlı Devleti tarafından 19’uncu yüzyılın ilk yarısında "Nasturi Katolikler"
olarak isimlendirilmiş163 ve 1844 yılında da “millet” statüsü verilmiştir.164
Ancak daha sonra Katolik mezhebinin resmen tanınması ve İstanbul'da bir
Katolik Patrikliği’nin ihdasıyla birlikte, Süryani Katolikler’de olduğu gibi,
İstanbul Katolik Patrikliği’ne bağlı sayılmışlar165 ve bu bağlılıktan dolayı, bazı
belgelerde Keldaniler için "Keldani Kadim Ermeniler" ifadesi kullanılmıştır.166
Roma’ya bağlanma sonrası başta patrik seçimleri olmak üzere Süryani
Katolik patrikliğinde olduğu gibi hemen her konuda Papa’nın baskısıyla karşı
karşıya kalmışlardır.167 Bu durum bazen Keldanileri Osmanlı idaresi ile
bazen de Osmanlı idaresini diğer devletler ile karşı karşıya getirmiştir.168
161
Layard, a.g.e., s. 184-185.
Nasturilerin, Keldani Kilisesi adı altında Katolik mezhebine geçmesine rağmen eski adet ve
geleneklerinden vazgeçmediklerini; kendi eski formlarını, dua ve törenlerini, festivallerini,
kronolojilerini, kutsal kitaplarındaki eski dillerini kullanmaya devam ettiklerini, hatta Roma ile
bir mücadele halinde oldukları görülmektedir. Bkz. Layard, a.g.e., s.184-185.
163
İbrahim Yılmazçelik, XIX. Yüyılın İlk Yarısında Diyarbakır, Ankara, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 1995, s. 116.
164
Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s.42.
165
Salnâme-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, Def’a 1, Sene 1263, s. 102’den aktaran Özcoşar, a.g.t.,
s.71.
166
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühime Kalemi Evrakı, Dosya No:636, Gömlek No1.’den
aktaran İbrahim Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi Ve Süryani Kiliselerinde Bölünme:, s.273-277.
167
Patrikler, patrik seçimlerinde hemen sonra veya en azından patriklik süresi içinde bir kez Roma'ya
gitmek zorunda kalıyorlardı. Bu patrikliklerinin meşrulaşması, papa tarafından tanınma
zorunluluğunun bir sonucuydu. Patriklerin Roma'ya yaptıkları bu ziyaret, Roma'daki Osmanlı sefirleri
tarafından da takip ediliyordu. Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Yıldız Mütenevvi Maruzat, Dosya
No:45, Gömlek No:81’den aktaran Özcoşar, a.g.t.,87.
168
Bu konuda en dikkat çekici örnek 1900 yılında patriklik seçiminde Papa’nın müdahalesi ile seçilen
Emmanuel Efendi’nin patrikliği Osmanlı idaresi tarafından kabul edilmemesi üzerine Fransa’nın
baskıları sonucu Osmanlı devletince kabul edilmekle kalmıyor, bu olaylardan 6 yıl sonra Osmanlı
padişahı Keldanî Patriği Emmanuel Efendi'ye Mecidî Nişanı ihsan ediyordu. Bkz. Maruzatı, Dosya
No:25, Gömlek No: 29’den aktaran Özcoşar, a.g.t.,90.; R. Rabban, "Chaldean Rite", New Catholic
Encyclopedia, Washington, Vol. III, 1967, s.428.
162
157
3.2.3.1.2. Fransız Katolik Misyonerleri ve Süryani Katolik Kilisesi
Aslında Fransız misyonerlik faaliyetlerini, Roma’nın misyonerlik
faaliyetlerinden ayırmak pek mümkün olmasa da Fransız misyonerlerinin
siyasi gerekçeler ile 19’ncu yüzyıldan itibaren daha fazla ön plana çıktıkları,
Protestan ve Ortodoks misyonerlik faaliyetleri ile de bir yarış içinde oldukları
görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin Hristiyan tebaasını, Katolik misyonerlerin
faaliyetlerden koruyabilecek güçte olmaması ve bu misyonerlerin Osmanlı
sınırlarındaki Katoliklerin hamisi konumuna gelmiş olan Fransa'dan da destek
almaları bu süreci hızlandırmıştır. Fransa'nın bu desteğinin sebebi dinî
duygulardan
ziyade
Doğu
Hristiyanları
arasında
kendi
emperyalist
düşüncelerine destek olabilecek bir Katolik grup oluşturma çabasına
dayanmaktadır.169
Özellikle
eğitim
ve
yardım
kurumları
üzerinden
yürütülen
misyonerlik faaliyetlerine baktığımızda, Fransa’nın kendi himayesinde
bulunan 260 okul ve 354 müessesenin (kilise, manastır, yetimhane,
hastane vs.) misyonerlik amacıyla kullanıldığı ve bunların tanınması için
Osmanlı Devleti’ne baskı yaptığı görülmektedir.170
Tüm bu gelişmelere rağmen misyonerlerin, Süryaniler üzerinde
istedikleri etkiyi yaratamamasının nedeni, Süryanilerin bu misyon hareketini,
kendi kimliklerine ve çıkarlarına yönelik bir saldırı olarak görmeleridir. Ancak
Süryanilerin
tüm
tepkilerine
rağmen,
Katoliklerin
ısrarlı
çabaları,171
Katolikliğin Süryani cemaati arasında da yayılması ve 1782'de Süryani
169
Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.99.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Yıldız Parekende Evrakı Adliye ve Mezahip Nezareti Salnâme-i
Nezaret-i Maarif-i Umumiye, Def’a 2, Sene 1317, Matbaa-i Amire, s. 1194’den aktaran Özcoşar,
a.g.t., s.275.
171
1838'de Mardin'e iki Kapusen rahip gelmiş, 1841'de de İspanya ve İtalya Kapusenleri, Urfa ve
Mardin'de kendi misyonlarını kurmuşlardır. 1850'de Midyat'ta faaliyet göstermeye başlayan
Katolikler burada da bir Katolik Kilisesi inşa etmişlerdir. Nikola Kestles isimli bir rahip 1870 yılına
kadar Mardin'de çalışan bir başka Katolik misyonerdir. Kapusen rahipleri tarafından 1884 yılında,
Süryani Katolik Patrikhanesinin hemen altındaki geniş meydanda bir kilise inşa edilmiştir. Bkz.
Kieser, a.g.e., s. 94; İshak Armale, Türkiye Mezopotamyasında Mardin, çev.Turan Karataş,
İsveç,Nsibin Yayınevi, 1993, s. 36.
170
158
Katolik Patrikliği’nin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Osmanlı Devleti'nin
Katolik mezhebini resmen tanıması aslında Süryanilerden bağımsız olarak
gelişmiştir. Osmanlı Devleti'nde Katolikliliğin resmen tanınması II. Mahmut
döneminde,
Ermeni
Gregoryenler
ile
Katolik
Ermeniler
arasındaki
mücadelelerle ilgilidir.172
Misyonerlik faaliyetleri sonrasında Süryani Kadimler ile Süryani
Katolikler arasında ciddi sorunlar yaşanmıştır. Süryani Katolikler ile ilgili
sorunlar, Osmanlı devletince “millet sistemi” içinde çözülmeye çalışılmıştır.
Bu dönemde Süryaniler iki cemaat olarak ele alınmış, Süryani Kadimler
(Yakubi) İstanbul Ermeni Patrikliği’ne, Süryani Katolikler ise Katolik
Patrikliği’ne bağlanmışlardır. Ancak iki cemaat arasındaki sorunlar
çözülmemiş ve devlet sık sık müdahale etmek zorunda kalmıştır.173
3.2.3.2. Ortodoks Misyonerler
Osmanlı-Rus ilişkilerinde Küçük Kaynarca Antlaşması dönüm noktası
olmuştur. Bu Antlaşma ile İstanbul Beyoğlu'nda bir kilise yapma hakkı elde
eden
Rusya,
bu
tarihten
sonra
Ortodoks
dünyasının
hamiliğine
soyunmuştur.174 Bu hamilik, Yunanistan'ın bağımsızlığında da etkili
olmuştur.
Rusya’nın
Osmanlı
üzerinde
etkinliğini
artırma
çabalarını
Avrupalılar önlenmek için gayret göstermiş olmasına rağmen Rusya,
(Katoliklere karşı kutsal yerlerde Ortodoksları desteklemek şeklinde)
Ortodoksların hamiliği sıfatını devam ettirmiştir. Bu mücadele aslında
172
Tomas Çemre, “Osmanlı İmparatorluğunda Misyoner Faaliyetler”, Yaba Edebiyat, Ocak-Şubat
2004, s.1047’den aktaran İbrahim Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi Ve Süryani Kiliselerinde”, s.271.
173
Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde Süryani cemaatine ait tek defter olan "Süryani Kadim Yakubî
Defteri" inde "devlet-i âliyem reayasından Diyarbekir eyaletinde vaki nefs-i Diyarbekir ve Cebel-i
Tur'da ve Mardin ve Musul ve Haleb-i Şehabe ve Şam-ı Şerif ve Bağdad'da bulunan Süryani milleti
iki sınıf olarak bir sınıfı Yakubî Süryani sınıf-ı diğerine dahi yalnız Süryani tabir olındığından bahisle
işbu iki sınıfın Süryani Yakubîsi Ermeni Murahhası ve beratlarında münderiç olan yalnız
Süryanisi, Katolik murahhası idarelerinde olub birbirlerine tabiyet ve müdahale vaki olmamak "
şeklinde ifade edilmektedir. Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Gömlek No:15’den aktaran Özcoşar,
Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.104.
174
Eryılmaz,a.g.e., s.45.
159
Rusya'nın Ortodoksların hamiliği sıfatını kullanarak Osmanlı üzerinde
etkin olma çabalarından başka bir şey değildir.175
Osmanlı topraklarında çalışan Rus misyonerler, diğer devletlerin
misyonerlerinden farklı olarak, bir devlet kurumu gibi tüm yönleriyle Rusya
devletine
bağlı olarak
faaliyet
yürütmüşlerdir.
Rus veliahtlarının bu
cemiyetlerin kuruculuğunu yapmış olması, devlet ile olan ilişkisini gösteren
güzel bir örnektir.176 Rus misyonerleri faaliyetlerini daha çok Suriye, Cebel-i
Lübnan, Beyrut ve Kudüs bölgelerinde yürütmüştür.177
Rus misyonerleri Ermeniler ve Rumlar dışında Nasturiler ile de ilişki
içinde olmasına rağmen178 Süryani Kadimlerle -her ne kadar Ortodoks
olsalar da- ciddi bir ilişkiden ve etkileşim içine girmemişlerdir.179 Bu
durumun sebebini Süryani Kadimlerin Rusların direkt ilgi alanına girmeyen
bir coğrafyada yaşamaları olarak değerlendirilebilir.
Fakat Nasturi isyanlarında da görüleceği üzere Hakkâri ve İran’daki
Nasturilere yönelik ciddi bir Rus misyoner hareketi yürütülmüştür. Bu
çalışmaları Rusya adına yürüten deneklerden biri de ‘Kyrill ve Method
Kardeşliği’ misyonudur. Politik amaçlarla kurulmuş olan bu misyonerlik
kuruluşu, birkaç yıl sonra Kuzeybatı İran’ı istila edecek olan Rus alaylarının
da öncüsü konumunda olmuştur.180 Nasturileri, Rus misyonuna yaklaştıran
en önemli sebep ise bağımsızlık, korunma ve özerkliktir. Nasturiler bu
kavramların Rusya himayesinde sağlanabileceği düşünmüşler ve Rusları,
175
Şamil Mutlu, Osmanlı Devleti'nde Misyoner Okulları, İstanbul, Gökkubbe Yayınları, 2005, s. 7778.
176
Mutlu, a.g.e., s. 79.
177
Mutlu, a.g.e., s. 84-94.
178
Özellikle 19. yüzyılın sonlarında Rusya ile Nasturîler arasında anlaşmalar imzalanmıştır. Bkz.
Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 297.
179
Rus Sefareti, Diyarbakır Silvan civarında, Kürt aşiretlerin Süryanilere karşı yağma hareketlerinde
bulunduklarına dair Osmanlı makamlarına şikâyette de bulunmasına, Kırklar Kilisesi'ndeki Süryani
Kadim Patriği Divanında Rus Kraliyet Ailesi'nin de resimleri bulunmasına rağmen Süryani Kadimler
ile Rusya arasındaki ilişkinin boyutlarını açısıdan yetersizdir. Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi,
Mühime Kalemi Evrakı, Dosya No:637, Gömlek No: 17’den aktaran Özcoşar, a.g.t.,s.295.; Parry,
a.g.e., s. 60.
180
Gabriele Yonan, a.g.e., s.35-36.
160
diğer misyonerlerden kendilerine daha yakın görmüşlerdir. Sonuçta özellikle
İranlı Nasturiler arasında ciddi bir kitle, Rus Ortodoks Kilisesine geçmiştir.
3.2.3.3. Protestan Misyonerler ve Süryaniler
Güçlü Avrupa devletlerinin Osmanlı topraklarındaki Hristiyanlarla
ilgilenmelerindeki asıl sebebin siyasi olduğunu daha önce belirtmiştik. Amaç
siyasi olunca Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale etmek için hamisi
olunacak bir kitlenin bulunması önem kazanmaktaydı. Fransa, Katolikleri;
Rusya, Ortodoksları himaye ederken bu yarışta İngiltere’nin de himaye
edeceği bir kitleye ihtiyaç vardı. Himaye edecek hazır bir topluluk olmadığına
göre Protestan bir toplum yaratmak amacıyla başlayan İngiliz misyonerlik
hareketi, 1842 yılında Kudüs'te resmî olarak ilk Protestan kilisesinin açılışı ile
ciddi bir seviyeye ulaşmıştır. Amerikan ve Alman misyonerlerinin de
desteklediği Protestan misyoner hareketi ile himaye edilecek bir Protestan
toplum oluşturulmuştur.181
Protestanlar, 1850 yılında cemaat olarak Osmanlı Devleti tarafından
resmen tanınmış olsa da182 millet statüsüne kavuşmaları 1878 yılında
Protestanlarla ilgili bir nizamnamenin kabul edilmesiyle olmuştur. Bu
nizamnameye rağmen Protestan cemaati, millet sisteminde sahip olunan
hakların tamamına sahip olamamıştır. 183 Tanzimat dönemine kadar Osmanlı
Devleti’nin “Protestan Sorunu” yoktur. Bu sorun ABD misyonerleriyle ortaya
çıkmıştır. Protestan misyoner hareketine karşı diğer cemaatlerin cephe
almasına rağmen, ABD ve İngiltere’nin baskıları karşısında Osmanlı Devleti,
Protestanların ayrı bir “millet” olduklarını tanımak zorunda kalmış ve böylece
Protestanlar kendi kiliselerini kurmuşlardır.184
181
Eryılmaz, a.g.e., s.74-75; Cihangir İleri, “Türkiye`de Nasturi Sorunu”, Ankara, Ankara
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2000, s.50.
182
Kieser, a.g.e., s. 85.
183
Düstur, Cezire-i Rabi', Matbaa-i Amire 1296, s.652-654’den aktaran İbrahim Özcoşar, a.g.t., s.92.
184
M. Cevat Eren, “Tanzimat”, Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi, Eskişehir, Cilt XI, Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1997, s.725.
161
Protestan Süryaniler ağırlıklı olarak Mardin ve Diyarbakır’da, az
sayıda da Beyrut’ta bulunmuştur.185 Süryani Protestanlar kendilerine has bir
kilise örgütlenmesine gitmemişler, daha çok Protestan olmalarında etkili olan
misyoner kuruluşu ile irtibat halinde olan kiliselerde örgütlenmişlerdir.
Süryani Protestan cemaatinin yapısı da aynı olmuştur.
Osmanlı sınırları içindeki 1740 yılından itibaren görülen ilk örgütlü
Protestan misyonerleri kısaca “Moravya Kilisesi (Moravian Church veya
United Brethern)” olarak anılan “Brethern's Society for the Furtherance of the
Gospel Among the Heathen” isimli misyonerlik kuruluşudur.186 Bu cemiyeti
“Bristish East India Company” ile “Church Missionery Society of Church Of
England” gibi İngiliz kökenli, “American Board of Commissioners for Foreign
Mission (ABCFM)” gibi ABD kökenli cemiyetler takip etmiştir.187
Sonuçta Osmanlı topraklarında küçük bir grup Süryani Protestanlığı
seçerek Süryani Protestan Kilisesini kurmuştur. Protestan inancında ruhban
sınıfı olmayışından dolayı Süryani Protestanlarının bağlı bulunduğu bir
patriklik yoktur. Günümüzde göçler sonrası Süryani Protestan cemaati
sayısında ciddi bir azalma olmuştur.188
3.2.3.3.1. İngiliz Protestan Misyonerleri
Dünyanın en büyük sömürge devleti olan İngiltere, 17’nci yüzyılın
ortalarında sömürgecilik faaliyetlerini misyonerlik kapsamında geliştirmek
istemiştir. Bu amaçla 1649'da kurduğu “Misyonerlik Cemiyeti” adlı derneğin
19’uncu yüzyılın sonuna gelindiğinde şube sayısı yedi bine ulaşmıştır.189
185
Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 37.
Ömer Turan, "Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Türkiye'de Protestan Misyonerlik Faaliyetleri", Osmanlı,
Ankara, Cilt 2, Yeni Türkiye Yayınları, 2000, s. 204.
187
Diyanet İslam Ansiklopedisi, Misyonerlik Maddesi, Cilt 30, İstanbul 2005, s. 196.
188
Durak, a.g.e, s.196.
189
Hasan Tahsin Fendoğlu; "Amerika Birleşik Devletleri'nin Misyonerleri ve Osmanlı Devleti",
Türkler, Cilt 14, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 189.
186
162
Hindistan yolu üzerindeki Osmanlı Devleti, İngiltere için stratejik
öneme sahip olmasından dolayı bu topraklar üzerinde rakipleri olan Fransa,
Rusya gibi ülkelerin aksine etkileyebileceği topluluklardan yoksun olması,
İngiltere’yi kendine münhasır bir topluluğu yaratmaya yöneltmiştir. İngiltere,
bu amaçla Osmanlı topraklarında Protestan bir cemaat yaratmaya
çalışmıştır.190 Bu cemaati oluşturmak için de Amerikan kökenli misyoner
örgütlerini desteklemeye başlamış ve 1804 yılında ilk Protestan kuruluşu olan
"Bible Society" İstanbul'da açılmıştır. Bunu 19’ncu yüzyıl sonuna kadar
değişik alanlarda çalışan 20'den fazla İngiliz kökenli misyoner cemiyetinin
Osmanlı topraklarında faaliyeti izlemiştir.191
İngiltere ve Amerikan destekli yürütülen ve Süryanilere yönelik
19’uncu yüzyılda ivme kazanan bu misyonerlik çalışmaları sonunda,
Ermeniler ile birlikte Nasturiler ve Keldaniler de etkilenmişlerdir. Bu
etkileşimin bugüne kadar yansıyan ve o dönemde İngiliz arkeolog ve
diplomat Layard tarafından ortaya atılan, söz konusu toplulukların etnik
kökenlerin Asur medeniyetine dayandığı tezi, zamanla diğer Süryanilerin
de bu kimliği sahiplenmesi ile ikinci bölümde detayları verilen ve
günümüzde bile Süryani cemaatleri için önemli bir sorun olan, "Asurî
Milliyetçiliği” ortaya çıkmıştır.192
Süryanilerin İngiliz misyoner hareketinden elde ettiği tek olumlu
sonuç, matbaadır. Patrik IX. Petrus döneminde İngiltere’den getirilen
matbaanın Süryani aydınlanma dönemini başlattığı ileri sürülmektedir.193
Ayrıca Patriğin İngiltere’ye giderek getirdiği matbaa yanında pek etkili bir
işlev yürütmemiş olsa da “Süryani Patrikliği Eğitim Topluluğu (The Syrian
Patriarchate Education Society)" adıyla bir kuruluş oluşturulmuştur.194
190
Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 277.
Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 277; Mutlu, a.g.e., s.235-238.
192
İbrahim Özdemir, a.g.t., s.298.
193
The Ancient Syrian Church in Mesopotamia, Published for the Syrian Patriarchate Comittee,
London, 1908, s.3-7; Gabriyel Akyüz, Deyrulzafaran Manastırı’nın Tarihi, s.41-42.
194
Parry, a.g.e., s. 13; Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 38.
191
163
Burada İngiliz misyoner teşkilatının asıl amacının ne olduğunun
anlaşılması adına İngiliz Misyoner Teşkilatı Başkanının;
"Biz
İngilizlerin
müreffeh
ve
saadet
içinde
yaşamamız
için
Müslümanların arasına nifak tohumlarını ekmemiz lazımdır, onların içinde
ihtilaf kıvılcımlarını tutuşturmalıyız. Biz Osmanlı Devleti'nin her tarafına fitne
sokarak, onu yıkacağız. Böyle yapmazsak İngilizler gibi bir millet nasıl
müreffeh olur…"195 ifadesi çok söze gerek bırakmadan İngiliz misyoner
faaliyetlerinin amacını bize göstermektedir.
3.2.3.3.2. ABD Protestan Misyonerleri
ABD'nin
Osmanlı
Devleti
ile
ilk
ilişkileri
"Garp
Ocaklarının"
Akdeniz'deki ABD gemilerine saldırılarıyla başlamış196 ve 19’uncu yüzyılda
ticari anlaşmalarla devam etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’na ayak basan ilk
Amerikalı misyoner teşkilatı "American Board of Commissioners for Foreign
Mission (ABCFM)" teşkilatıdır. İlk misyonerler ise 15 Ocak 1820'de İzmir'e
gelen Pliny Fisk ve Levi Parsons adlı kimselerdir.197 1830 yılında da ABD'ye
en
çok
kayrılan
ülke
statüsü
verilmesi
ile
Osmanlı
topraklarında
kapitülasyonlardan en çok yararlanan ülkelerden biri konumuna gelmiştir.
ABD, kendisine verilen imtiyazlar sonrasında ticari ilişkilerinde simsar olarak
daha çok Süryanileri ve Ermenileri kullanmıştır. Diğer yandan bazı Amerikalı
iş adamları Babıali'nin misyonerlerin faaliyetlerden rahatsız olabileceği ve
ticari ilişkilerinin zedeleneceği endişesinden dolayı misyonerik faaliyetlerine
karşı bir tutum takınmışlardır.198 Başlangıçtaki ilişkiler, nitelik olarak daha çok
195
İhsan Süreyya Sırma, Sömürü Ajanı ve İngiliz Misyonerleri, İstanbul, 12. Baskı, Beyan Yayını,
1993, s.112.
196
Hasan Tahsin Fendoğlu, Modernleşme Bağlamında Osmanlı-Amerikan İlişkileri, Beyan
Yayınları, İstanbul, 2000, s. 178.
197
Kocabaşoğlu, a.g.e, s.16; Bilal N. Şimşir, “Ermeni Propagandasının Amerikan Boyutu Üzerine”,
Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Erzurum, 8-12 Ekim 1984,
Ankara, 1985, s.92.
198
Mim Kemal Öke, Unutulan Savaşın Kronoloji: Kore, 1950-53, İstanbul, Boyut Yayınları, 1990,
s.45.
164
ticari de olsa küçük ölçekli olduğundan dolayı bu durum fazla önem arz
etmemiştir.199
ABD ve misyonerleri, diğer devletlere göre Osmanlı topraklarına geç
girmesine rağmen faaliyetlerini çok yönlü yürüterek din, eğitim, ekonomi,
kültür gibi konularda diğer misyoner kuruluşlara göre daha büyük başarı
göstermişlerdir. Amerikan misyonerlerinin çalışmaları,200 1810'da Boston'da
kurulan Amerikan Board misyonerlerinin 1819'da Türkiye'yi programlarına
almasıyla önemli bir gelişme göstermiştir. 201
Amerikan Board'ın Süryanilerin yaşadığı bölgelerle ilgisi 1836'da
Horatio Saouthgate'yi Türkiye, İran, Suriye ve Mısır'da misyonerlik girişimleri
için daha fazla olanak olup olmadığını araştırması için görevlendirilmesiyle
başlatılmıştır. Daha sonra Mardin'deki Süryani Kadimlere yönelik yürütülen
misyon faaliyetlerinin sonucuna baktığımızda ise bu girişim ve çabaların
anlamlı sonuç elde edemediği görülmektedir.202 1850'de Musul, 1857'de
Diyarbakır ve 1858'de Mardin'de açılan istasyonlar203 ile tekrar canlanan
Amerikan misyonerliği, bu defa Mardin ve Diyarbakır'da bazı Süryanilere
Protestanlığı benimsetmiştir. 1852-1860 arasında Protestanlığı kabul eden
Diyarbakırlı Şemmas Saliba ve Mardinli Şemmas Cercis Hedaye, kendi
bölgelerinde Süryani Protestan cemaatinin ilk piskoposları olmuşlardır 204.
Amerikan
misyonerleri
1840'lara
kadar
yaptıkları
çalışmalar
sonucunda, Osmanlı topraklarında kendileri için en önemli kaynağın
Ermeniler olduğu kanaatine varmış olmalarına rağmen, kurdukları "Asur
Misyonu" ile de Nasturilere ve kısmen de Süryanilere yönelmişlerdir.
199
Orhan Ateş, “Misyonerlik Faaliyetlerinin Ermeni Boyutu”, Kütahya, Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2002, s.46.
200
Kocabaşoğlu, a.g.e., s. 16.
201
Gülbadi Alan, “Merzifon Amerikan Koleji ve Anadolu'daki Etkileri”, Kayseri, Erciyes
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2002, s.21-22.
202
Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 37.
203
Suavi Aydın, "Anadolu Hıristiyanlığında Dönüşüm Misyoner Faaliyetlerinin Doğu Hıristiyanlığı
Üzerindeki Etkisi ve Modernleşme", Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi, 25-28 Ekim 2000
Ürgüp/Nevşehir, s. 79.
204
Gabriel Akyüz, Mardin İli'nin Merkez ve Civar Köylerinde, s.101-102.
165
Çalışmaların Ermeniler üzerinde yoğunlaşması sebebiyle Süryanilere olan
ilgi zayıflamış205 olsa da Mardin'de yapılan çalışmalardan Süryaniler de
çok
etkilenmişlerdir.
Manastırının
Bunun
yakınındaki
en
köylerde
anlamlı
bile
örneği;
Deyru’l-zafaran
Protestanlaşan
Süryanilere
rastlanmaya başlamasıdır. 206 Burada dikkat edilmesi ve ders alınması
gereken bir konu da Amerikan misyonerlerin etki edecekleri kitlenin dilleri
dâhil olmak üzere, önem arz eden konulara hakim olmaları ve işlerindeki
ciddiyettir.207
1860 yılından itibaren ABCFM Osmanlı misyonu; Doğu Misyonu, Batı
Misyonu, Merkez Misyonu ve Avrupa Türkiyesi Misyonu olarak dörde
ayrılmıştır. Yeni kurulan Doğu Misyonu, Musul, Diyarbakır ve Mardin'de
bulunan şubeleriyle; eski Asur Misyonu ile Arapkir, Bitlis, Erzurum ve
Harput'ta faaliyet göstermiş olan Kuzey Ermeni Misyonunun birçok şubesini
de kapsıyordu.208 ABCFM'nin Mardin'deki misyonerlik faaliyetleri 1917'de
ülkeyi terk edinceye kadar devam etmiştir.209
Protestan okullarında çocukların, Osmanlı Devleti’nin aleyhine olan
fikirlerle zehirlendikleri, okulların asıl amacının memleketin ve hükümetin
çıkarlarına aykırı olduğu, tebaa arasındaki huzuru ve manevi birliği yok
etmeye yönelik faaliyet gösterdikleri, Osmanlı idaresi tarafından bilinmesine
rağmen210 kapitülasyonlar ile yapılan antlaşmalardan dolayı hiç bir şey
yapılamamıştır. 1845-1904 yılları arasında Amerikan misyoner okullarının
205
Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 37.
Mardin Şer'iye Sicili. 270, 20 Muharrem 1297’den aktaran Özcoşar, a.g.t., 205; Grattan Geary,
Through Asiatic Turkey: Narrative of a Journey from Bombay to the Bosphorus, S. Low,
Marston, Searle & Rivington, London, 1878, s.159-160.
207
1832 yılında İstanbul'a gelen Amerikalı Misyoner William G. Schauffer (1798-1883) Süryanice ve
Keldanîce dilleri yanında başka birçok dili de bilmektedir. Elias Riggs (1810-1901) de Keldanîce ve
Süryanice biliyordu. Rigs, daha 20 yaşındayken Keldanî grameri üzerine bir kitap yayınlamıştır.
Hatta Amerika misyonunun Süryanilere yönelik faaliyetlerinin de artması üzerine 1837'de Süryanice
yayın yapan bir matbaayı da devreye sokmuşlardır. Bkz. Kocabaşoğlu, a.g.e., s. 43; Açıkses, a.g.e., s.
54.
208
Kieser, a.g.e., s. 91.
209
Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 285.
210
İlknur Haydar Polatoğlu, Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar, Ankara, 1. Baskı, Kültür
Bakanlığı Yayını, 1990, s.191.
206
166
sayısı; 1845 yılında 34 misyoner, 7 okul ve 135 öğrenci iken, 1904 yılında bu
sayı 187 misyoner, 465 okul ve 22867 öğrenci sayısına ulaşmıştır.211 1913’de
ise bu sayı 163 kilise ve 450 okula ulaşmıştır.212
Osmanlı-Amerikan ilişkilerinin belirlenmesinde önemli rol oynayan
misyonerlerin Amerikan dış politikasına etkisinin Amerikan diplomatlarından
daha fazla olduğu iddia edilmektedir.213 Böyle olunca İngiliz ve Amerikan
misyonerlerinin yönlendirmesiyle Amerikan Devleti tarafından Osmanlıya
uygulanan baskılar sonucunda, 15 Kasım 1847 günü Padişah tarafından
yayınlanan bir kararname ile Protestanlık, bağımsız bir dinî topluluk (millet)
olarak tanınmıştır. 214
3.2.3.3.3. Alman Protestan Misyonerleri
19’uncu yüzyılda paylaşım ve ekonomik yayılmacılık mücadelesini
Osmanlı coğrafyasında sürdürmek isteyen devletlerden bir diğeri de Alman
İmparatorluğu’dur. Diğer devletlere göre daha geç girdiği bu coğrafyada
Almanya, diğer Avrupalı devletlerden farklı olarak faaliyetlerini Osmanlı
devletini kendine müttefik yapma yönünde yoğunlaştırmıştır.215
II. Abdülhamid tarafından Alman İmparatoru II. Wilhelm'e 1898'de
Protestanlarla birlikte Katoliklerin hamiliği sıfatı verilmiştir. Böyle olmasına
rağmen
Amerikan,
Fransız
ve
İngiliz
misyonerlerine
göre
Alman
misyonerler, beklendiği kadar etkin olamamışlardır.216
211
Rakamlar arasında pek fark olmadığı için genel sayılar verilmiştir. Ayrıntılar için bkz. Roger Reed
Trask, “The Relations of the United States and Turkey 1927-1939”, Pennsylvania–ABD, The
Pennsylvania State University, A Thesis in History, Submitted For The Degree of Doctor of
Philosophy, 1959, s. 9; Polatoğlu, a.g.e., s. 101; Vahapoğlu, a.g.e., s. 73.
212
Robert Daniel, American Philantrophy in the Near East 1820-1960, Athens, Ohio University
Press, 1970, s. 94.
213
Öke, Unutulan Savaşın Kronoloji:, s.46.
214
Leland James Gordon, “American Relations with Turkey 1830-1930”, An Economic
Interpretation, Philadelphia, University of Pennsylvania Press, 1932, s. 228.
215
Mutlu, a.g.e., s. 96-97.
216
Mutlu, a.g.e., s. 101.
167
Daha çok Ermenilere yönelik faaliyetlerine ağırlık veren Alman
misyonerlerin, Süryanilere yönelik çok ciddi bir çalışmasından bahsetmek
mümkün değildir. Daha çok Urfa, Van, Diyarbakır ve Urmiye'de faaliyetlerini
yoğunlaştıran Alman misyonerler, Urfa'da Süryani çocukları için bir erkek
okulu açmasına rağmen, Süryaniler üzerinde ciddi bir etki yaratamamış,
faaliyetleri Mardin'e dahi ulaşmamıştır.217
3.2.3.4. Misyonerlik Faaliyetlerinin Süryaniler Üzerindeki Etkileri
Misyonerlik
faaliyetlerinin
etkileri,
baktığınız
noktaya
göre
değişebilen göreceli bir durumdadır. Misyonerlik faaliyetleri, Osmanlı
Devleti ve Süryaniler için olumsuz olarak değerlendirilirken, aynı durum
misyonerlerin çalışmaları sonucunda mezhep veya din değiştirmiş olanlar
ile misyonerler için olumlu olarak değerlendirmek gerekir. Nasıl ki savaşın
neticesi mağlup için travma, galip için zafer ise; süreçten olumlu ve
olumsuz etkilenenlerin olması da kendi doğası gereğidir.
Özcoşar’a göre misyoner çalışmalarının Süryaniler üzerindeki etkileri;
çözülme-çatışma, kimlik sorunu, dünyaya açılma ve modernleşme şeklinde
değerlendirilmektedir.
218
Buna göre Süryanileri öncesinde bir arada tutan en
önemli ve hayatî unsur kilise teşkilatlanması olmasına rağmen, misyonerlik
çalışmaları en çok bu kilise teşkilatlanması üzerinde etkili olmuştur. Katolik
misyonerler tarafından Halep ve Musul’da başlatılan bu süreç, 18’inci yüzyılın
ikinci yarısından itibaren Süryani cemaatini ciddi şekilde etkilemeye
başlamıştır.219 Protestan misyonerlerin çalışmaları, Katolikler kadar kesin
çizgilerle olmasa da, benzer sonuçlar doğurmuş ve bu konuda özellikle
18’inci yüzyılın ortalarında çalışmaya başlayan Amerikan misyonerleri etkili
217
Gabriele Yonan, a.g.e., s.33-37.
İbrahim Özcoşar, 19. Yüzyılda Misyonerlik Faaliyetlerinin Süryani Kadimler Üzerindeki Etkileri,
Mevzuat Dergisi, Yıl 11, Sayı 133, Ocak 2009,(Erişim) http://www.mevzuatdergisi.com, 28.02.2009.
219
Hirmis Aboona, “How And When Catholicism Was Imposed on National Churches of
Mesopotamia?”, (Erişim) http://www.atour.com.education/20010303.html, 10 Ocak 2004; Molitor,
a.g.e., s. 55.
218
168
olmuştur.220 Protestan misyonerleri başlangıçta Süryanilere yaklaşırken
Katoliklere karşı onları destekler bir nitelikte yaklaşmışlardır. Ancak zaman
içinde, Protestan Evangalist kiliselerini kurmaya başlamalarıyla birlikte
Katolikler gibi onlar da Süryaniler tarafından tehdit olarak algılanmaya
başlanmışlardır.221 Gerçi Protestanların Süryani toplumuna yönelik yarattığı
menfi etki, Katolikler kadar olmamıştır.
Protestan misyonerlerin çalışmaları, aynı zamanda Süryanilerin
kendilerine ve ritüellerine bakışını da etkilemiştir. Örneğin; manastır ve
kiliselerde ayin sırasında, içeriğinden ziyade varlığı ile önemli bir yeri olan
değerli taşlarla bezeli İncil’in yerine misyonerlerin getirdiği halk diline
çevrilmiş İncil’in gelmesi, geleneksel ritüellerine duyulan güveni yıkmış ve
Doğu kiliseleri için bir çeşit dinî travma etkisi yaratmıştır.222 Bu değişim basit
gibi görülse de kiliseye olan inancın sarsılmasına, dolayısıyla kilisenin
birleştirici konumu yerine alternatiflerin aranmasına sebep olmuştur. Sonuçta
milliyetçilik fikrinin Süryani toplumu içinde doğmasına ortam yaratmıştır. Her
ne kadar misyonerlerin bazı faaliyetleri doğrudan milliyetçilik duygusuna
yönelik olmasa da anadiller konusunda yapılan çalışmalar, okullaşma ve
okuryazarlığın artması, yabancı dil öğrenimi ile batıya ve batılı düşüncelere
açık hale gelme gibi faaliyetler, milliyetçiliği dolaylı olarak körükleyen
faaliyetler olmuştur.223
Milliyetçiliğe misyonerlerin en önemli etkisi, Süryani kimliği üzerine
giydirilmeye çalışılan Asurî kimliği ile olmuştur. Mezopotamya’da yaşayan
Hristiyan halkların kökeninin Asurîlere dayandırılması iddiası, zamanla
misyonerler tarafından da ele alınmış, Amerikalı ve İngiliz misyonerleri ve
bilim adamlarının başını çektiği bir grup tarafından da konu bilimsel bir
220
Kocabaşoğlu, a.g.e., s. 16.
Aziz Surya Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi Mezopotamya’da İlk Doğu ve Batı Süryani
Kiliseleri Yakubî, Nasturî, Maruni , Södertalje-İsveç, Nsibin Yayınları, 1995, s.38.
222
Kieser, a.g.e., s. 78-79.
223
Suavi Aydın, “Anadolu Hıristiyanlığında Dönüşüm Misyoner Faaliyetlerinin Doğu Hıristiyanlığı
Üzerindeki Etkisi ve Modernleşme”, Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi, 25-28 Ekim 2000,
Ürgüp/Nevşehir, s. 79.
221
169
tabana oturtulmaya çalışılmıştır. Keza 1840’lardan itibaren Ruslar da bu
konuda çalışmalar yapmaya başlamışlardır.224 19’uncu yüzyılda ortaya atılan
bu düşünce 20’nci yüzyılda Süryani çevrelerince de dile getirilmeye,
Nasturiler, Keldaniler, Maruniler, Süryani Katolikler, Protestan Süryaniler
arasında inanç farklılıkları yerine bir kimlik altında, Asurî kimliği altında
toplanmaya davet edilmeye başlanmıştır.225 Patrik Efram Barsavm gibi bazı
din adamları ise bu duruma karşı çıkarak Asur kavramının bir İngiliz oyunu
olduğunu ve Süryanilere dinlerini de kaybettireceğini ileri sürmüşlerdir.226
Başlangıçta çok önemli olarak görülmeyen bu Asurî kimliğine yönelik
gelişme, Birinci Dünya Savaşı sonrasında kiliseye karşı bir bayrak gibi
milliyetçilerin kullandığı bir argüman olmuştur.227
Misyonerler bir taraftan toplumsal gelişimi sağlayarak modernleşmenin
yolunu açarken aynı zamanda Hristiyan unsurların siyasallaşmasının da
yolunu açmışlardır. Misyonerlik faaliyetleri Osmanlı toplumunu birbirine
bağlayan düzene yönelik etkisinden dolayı sadece Süryaniler için değil aynı
zamanda toplumun geneli için de bir tehdit olmuştur. Müslim-gayrimüslim
ilişkisinde oturmuş olan düzen sarsılmış ve ayrılık tohumları, toplumları
karşılıklı olarak hızla kutuplaşmaya yöneltmiştir.
Sonuçta; 13’üncü yüzyıldan itibaren kapalı bir toplum özelliği gösteren
Süryaniler, misyonerlik faaliyetleri sonrası kendilerine has bir modernleşme
süreci yaşamış ve dünya ile iletişime geçmeye başlamışlardır. Misyoner
faaliyetlerinin bu olumlu etkisinin yanında, cemaatin bölünmesi, “kilisenin”
etkinliğini kaybetmesi gibi sonuçlar da Süryanileri olumsuz yönde etkilemiştir.
224
19’uncu yüzyılda Safony Skoleski, R. Ticmen, Y.E. Lalayan ve S. Figin gibi yazarlar, Nasturî
kilisesi ve Asurların etnik kökeni, tarihi ve sosyo-ekonomik yapısına dair çalışmalar yapmışlardır.
Bkz. Matfiyef, a.g.e., s. 14-15.
225
Çıkkı, a.g.e., s. 67.
226
Ali Rıza Bayzan, “Süryaniler, Yine ABT’nin Kuşatması Altında”, Yeni Mesaj Gazetesi, (Erişim)
http://www.yenimesaj.com.tr/index.php?haberno=&tarih=2004-03-15, 11 Ekim 2004.
227
Atman, a.g.e., s.10-11.
170
Süryanilere yönelik misyonerlik faaliyetleri günümüzde de devam
etmektedir.
Bunun
en
dikkat
çekici
örneklerinden
birisi
kuşkusuz
24.1.1971’de Almanya’da kurulan ilk Süryani kilisesinin papazı Bıtrıs
Öğünç’ün 20.01.1991’de Roma Katolik kilisesine geçmesi ve bu olaydan 14
yıl sonra 9.6.2005 tarihinde ise yeniden Süryani Kilisesine dönmüş
olmasıdır.228 Geçmişte bu gibi olayların sık sık olması ve hatta din
adamlarının bile bu şekilde mezhep değiştirmesi229 Süryaniler için en önemli
kimlik belirleyeni olan dinin bile ne kadar etkiye açık olduğunu da
göstermektedir.
Konumuz gereği Süryaniler açısından konuya baktığımızda; misyoner
çalışmaları Süryanileri iç çatışma ve bölünmeler, kimlik sorunu, diğer
toplumlarla entegrasyon, toplumsal çatışma ve Türk düşmanlığı şeklinde
etkilemiştir.
3.2.3.4.1. İç Çatışmalar ve Bölünmeler
Süryani kimliği tanımlanırken din ve mezhep kavramları ön plana
çıkarılmaktadır. Dolayısıyla Süryanileri bir arada tutan en önemli unsur doğal
olarak kilise teşkilatlanması olmaktadır. Geçmişte belirli dönemlerde bu
teşkilat yapısı içinde özellikle patriklik mücadelelerinde çatışmalar yaşansa
da genel olarak birleştirici unsur yine bu teşkilatlanma olmuştur. Misyonerlik
çalışmalarının da en önemli etkisi bu teşkilat yapısına yönelik olmuştur.
Protestan misyonerler, Süryanilerin diğer misyoner örgütler ile olan
çatışmalarından faydalanmışlardır. Başlangıçta insani yardım çerçevesinde
teşkilatlanmaya
değiştirmeye
228
başlayan
başlayarak
Protestan
Süryanileri
misyonerler
kendi
zaman
içinde
mezheplerine
tavır
sokmaya
Papaz resamet belgesi için bkz. Elena Ucan, Aziz Grigo ve Ranja Ucan, Ein Pfarrer verläßt seine
Mutterkirche, Zürich, 2001, s.121.
229
Gabriel Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”, Avrupa Birliği,
Türkiye ve Süryani Göçü Sempozyumu, çev. Edip Bayındır, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi,
26 Mayıs 2005.
171
başlamışlardır.230 Protestanların bu çalışmaları sonucu ortaya çıkan çözülme,
Katoliklerin sebep olduğu kadar derin ve uzun süreli olmamıştır.
Protestanlaşma, Süryani cemaati tarafından tepki görürken, kilise
hiyerarşisi ve bunun yanında sivil idareciler tarafından da tepki görmüştür.
Bey ve ağa olarak adlandırılan birçok idarecinin gelirlerine negatif yönde etki
eden bu durum, bu idarecileri de hoşnut etmiyordu. Bu konuda bazı
çatışmalar ve sorunlar yer yer kendini göstermeye başlamıştır.231 Bedirhan
Bey’in isyanı bu konuda ortaya çıkan en ciddi sorun olmuştur. 1840'lara
kadar bölgedeki Nasturiler ile Kürtlerin ilişkileri dostane olmasına rağmen, bu
ilişkiler bölgedeki misyonerler ve yabancı diplomatların müdahaleleri
sonrasında bozulmuştur. Özellikle batılı kaynaklar, misyoner ve batılı
diplomatların Nasturi ve Kürtleri birbirine düşürüp, bu vesileyle bölgede
Osmanlı aleyhine bir ortam oluşturma çabalarına dair entrika örnekleriyle
doludur.232
Misyonerlik çalışmalarının diğer önemli bir etkisi de Süryani cemaati
üzerinde yaratmış oldukları anlayış değişikliğidir. Daha önce belirtildiği gibi
misyonerlik faaliyetleri sonrasında ortaya çıkan yeni anlayış ve bakış açısı,
Süryaniler
için
anlamsızlaştırmış
dinle
ve
eş
anlam
kilisenin
taşıyan
geleneksel
birçok
ritüeli
ritüellerine
ve
sembolü
duyulan
güven
yıkılmıştır. Katolik misyonerlerin faaliyetleri de benzer şekilde Süryani kilise
anlayışına şüphe sokmuştur. Bu şüphe Süryani toplumunu bir arada tutan
Kilisenin Süryani toplumundaki yerinin sarsılması ile sonuçlanmıştır. Bu
230
Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 38.
Örneğin;1879’da Midyat’ta Protestan Süryaniler vergilerini, eski sosyal yapılarından bağımsız
ödemeye kalkışınca Süryani ağaları Midyat’taki Amerikan misyon evini basmışlardı. Doğal olarak bu
baskın, hukuki ve diplomatik birtakım sorunlara sebep olmuştu. Benzeri bir çatışma Dargeçit’te
Protestan Süryaniler kilise açmak için müracaatta bulununca, yerli Süryani (Kadim) cemaati Protestan
rahibin evini basmış, evin çocuğunu öldürmüş ve 200 koyununu da çalmışlardı. Bkz. Kieser, a.g.e., s.
237; Suavi Aydın, "Anadolu Hıristiyanlığında Dönüşüm Misyoner Faaliyetlerinin Doğu Hıristiyanlığı
Üzerindeki Etkisi ve Modernleşme", Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi, 25-28 Ekim 2000,
Ürgüp/Nevşehir, s. 80.
232
Celilê Celil, XIX. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu'nda Kürtler, çev. Mehmet Demir, Ankara,
ÖzgeYayınları, 1992, s. 137; Joseph, a.g.e., s. 51.
231
172
sürecin sonunda da toplumu bir arada tutacak yeni gerekçelerin aranmasına
yani Süryani milliyetçiliğinin ilk fitilinin yakılmasına neden olmuştur.
3.2.3.4.2. Kimlik Sorunu
Süryani kimlik tanımlamasında karşımıza çıkan en önemli kavram olan
Hristiyanlık, bugün bile Süryanilik kavramı ile iç içe geçmiş durumdadır.
Türkiye’nin çoğu bölgesinde hâlâ Süryani kavramı yerine, sıklıkla Hristiyan
kavramının kullanılması tercih edilmektedir.233 Hristiyanlık ile bu kadar iç içe
geçmiş bir topluluk olan Süryanilerin, etnik bir kimlik arayışları da misyonerlik
faaliyetlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Dinî gerekçelerle faaliyetlerini yürüten misyonerlerin bazı siyasi
hareketleri, dinî yönlerinin önüne geçecek kadar abartılı bir hal almıştır.
Siyasal bir görünüm sergileyen bu misyonerlik faaliyetlerinin en önemli
temaların başında milliyetçilik gelmektedir. Misyonerlerin amaçları bu olmasa
bile milliyetçilik duygusunu körükleyen; Süryani dilleri üzerine yaptıkları
çalışmalar, en ücra noktalara kadar yaygınlaştırılan misyoner okulları,
matbaanın kullanılması ve basılan yayınlar, öğrenilen yeni diller vasıtasıyla
batı düşünce sisteminden etkilenme gibi eylemleri en belli başlıları olarak
sayılabilir.234 Bu kapsamda daha önce belirtildiği gibi Süryanilerin Asurî
kökenli oldukları yönündeki iddia ile Asurî şemsiyesi altında şekillenen yeni
milliyetçilik anlayışı; ABD, İngiliz misyonerleri ve Ruslar tarafından da
desteklenmeye başlamıştır. Bu gelişme üzerine birçok bilim adamı da bu tezi
destekler nitelikte çalışmalar yapmışlardır.235
Süryanilerin Hz. İsa'dan önce de var oldukları ve Mezopotamya
coğrafyasındaki medeniyetlerin bir ürünü oldukları konusunda bir fikir birliği
varsa da misyonerler, daha çok siyasal nitelikte değerlendirilebilecek
233
Duygulu, a.g.m.
Aydın, Suavi; "Anadolu Hıristiyanlığında Dönüşüm Misyoner Faaliyetlerinin Doğu Hıristiyanlığı
Üzerindeki Etkisi ve Modernleşme", Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi, 25-28 Ekim 2000,
Ürgüp/Nevşehir, s. 79.
235
Matfiyef, a.g.e., s. 14-15.
234
173
amaçlarla bu konuyu abartılı bir şekilde sunmuşlardır. Başlangıçta Nasturi ve
Keldanilere yönelik başlayan bu süreç, kısa zamanda Süryanileri de içine
almıştır.
Bu iddia çerçevesinde Nasturiler, Keldaniler, Maruniler, Süryani
Katolikler, Protestan Süryaniler arasında inanç farklılıkları yerine milli birlik
eksenli bir süreç başlatılmıştır.236 Süryani aydınlar arasında da kabul gören bu
yeni yaklaşım, zaman içinde Süryani-Asurî kutuplaşması şekline dönüşmeye
başlamış, kilise ile kendini milliyetçi olarak tanımlayan yeni bir grup
arasında çatışma ortaya çıkmıştır.237 Sonuçta Süryaniler Batının ilmi
çalışmaları çerçevesinde fikri olarak da bölünmeye başlamışlardır.
3.2.3.4.3. Entegrasyon ve Adaptasyon
Misyon faaliyetlerinin etkilerinden biri de Batı medeniyetinin kapılarını
Süryanilere
açmış
olmasıdır.
Misyonerler,
Osmanlı
sınırlarında
modernleşmeyi halka yayarak aynı zamanda onların politikleşmesine de
sebep olmuşlardır. Süryanilerin idari anlamda modernleşme çabaları 1912'de
Süryani Kadim Milleti Nizamnamesinin hazırlanmasıyla sonuçlanmıştır.
Diğer Hristiyan cemaatler kadar olmasa da Süryani Kadimler
üzerinde de modernleşme; idari, politik, ekonomik ve kültürel alanlarda etkili
olmuştur. Süryanilerin diğer Hristiyan cemaatler kadar bu süreçten
etkilenmemesinin bir sebebi de Osmanlı sınırlarında hiçbir zaman dikkate
değer ekonomik bir güç oluşturmamış olmaları ve Batılılar tarafından da bu
anlamda işbirliği yapılacak bir zümre olarak görülmemiş olmalarıdır. Süryani
Kadimlerin 12’nci yüzyıldan sonra, içine girdikleri dar kalıpların
aşılmasında
ve
eski
kültürlerini
hatırlayıp,
yenileşme
faaliyetine
girişmelerinde, bu sürecin önemli bir etkisi görülür. Bu kapsamda Süryaniler
236
237
Çıkkı, a.g.e., s.67.
Atman, a.g.e., s.10-11.
174
için en ciddi modernleşme hamlesi, 19’uncu yüzyılda Deyru’l-zafaran’da
kurulan matbaadır.238
3.2.3.4.4. Toplumsal Çatışma ve Türk Düşmanlığı
Misyonerlerin çalışmalarının bir diğer sonucu da Osmanlı Devleti
açısından baktığımızda toplumsal çözülmenin bir yönünü oluşturmasıdır.
Müslüman halkla Hristiyan halk arasında benzerlikleri ortadan kaldıran
misyonerlik faaliyetleri, yıllardır
aynı coğrafyanın insanı olmuş bu
topluluklar arasındaki ayrılıkları derinleştirmiştir. Sonuçta da toplumsal
çatışmalar kaçınılmaz olmuştur.
Toplumsal çatışmayı ortaya çıkaran iki önemli faktör vardır. Bunlardan
ilki mağduru oluşturmak, diğeri de sebebi yaratmaktır. Taraflardan biri ‘hak
etmediği bir mağduriyete’ sahip olduğu yönünde propagandaya maruz
bırakılırken aynı zamanda diğer taraf kötülenerek bu mağduriyetin sebebi
olarak gösterilmektedir. Böylece körüklenen düşmanlık çatışmaya doğru
sürüklenmektedir.
Misyoner örgütler de bir taraftan dinsel görevlerini yaparken, diğer
taraftan da Ermeniler, Araplar, Arnavutlar, Yunanlılar ve Bulgarlar arasında
bağımsızlıktan
mahrum
bırakıldıkları
yönünde
menfi
propaganda
yapmışlardır. Bu kapsamda Türklerin son derece adaletsiz bir yönetim
gösterdikleri ve imparatorluktaki diğer ulusları ezdikleri yönünde yapılan bu
menfi propaganda sonucunda taraflar karşılıklı kutuplaştırılmıştır. Bu
propagandanın ülke dışındaki yarattığı sonuç ise, bugüne kadar devam eden
kötü Türk imajı ve Türk düşmanlığıdır.239 Misyonerlerin etkili çabaları
238
Ahmet Taşğın, “Süryanilerin Basın-Yayın Faaliyetine İlişkin Resmi Yazışmalar”, Süryaniler ve
Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Cilt IV, Orient Yayınları,
Ankara, 2005, s. 33.
239
ABD'de yayınlanan gazetelerde yer alan Ermenilere yardım ilanları, 1894 olayları sırasında
Amerikan Misyonerlerinin tahriki gibi konular buna örnek gösterilebilir. Bkz. Başbakanlık Osmanlı
Arşivi, Hariciye Nezareti Siyasi Kısım (HR. SYS), Dosya No: 2834, Gömlek No:31’den aktaran
İbrahim Özcoşar, “19.Yüzyılda ABD Misyonerlerinin Mardin Süryanilerine Yönelik Faaliyetleri”,
Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 18, Güz -2006, s.148; Açıkses, a.g.e., s.117.
175
sonucunda zaten Balkanlardaki gelişmeler ile zedelenmeye başlamış olan
Türk imajı, giderek olumsuz bir surete bürünmüştür. “Konuşulmaz Türk
(unspeakable Türk)”, “korkunç Türk (Terrible Türk)”, “Türk barbarlıkları (The
Turkish Barbarities)”, “Bulgaristan’daki mezalim (The Atrocities in Bulgaria)”,
“binlerce insan vahşice katledildi (Thousands of People Brutally Murdered)”
gibi gazete başlıkları ve terimler bu çabalar sonucunda ortaya çıkmış ve
sadece icat edildiği ABD de değil, tüm Batıda yoğun olarak kullanılmıştır.
Osmanlı-ABD ilişkisi genelde samimi olarak sürdüğü halde bu propagandalar
sonrası ilk defa, 1894 yılından itibaren ABD kamuoyu Türk düşmanı
kesilmiştir.240
Özellikle Hristiyanlara yönelik yapılan bu propaganda sonrası taraflar
arasındaki düşmanlık kışkırtılmıştır. Tarafların birisinin korunması diğerinin
ise cezalandırılması ile aradaki düşmanlık kronikleştirilerek çatışmalar
yaratılmıştır.241 Ermeni meselesindeki misyonerlik boyutunun özü de budur.
Ayrıca devlet otoritesine karşı koyulması ve kendilerinin misyonerler
tarafında korunacağı yönünde yapılan propagandalar da etkili olmuş ve yer
yer isyanlar vuku bulmuştur. 1840’larda Hakkari’ye gelen misyonerler
buradaki
Nasturileri
kışkırtmışlardır.
242
devlete
karşı
vergi
vermeme
konusunda
Bundan dolayıdır ki Osmanlı Devleti’nin zayıfladığı
dönemlerde azınlıkların Osmanlı’ya karşı ayaklanmalarında ve onların
devletten ayrılarak birer bağımsız devlet olmalarında sözü edilen misyoner
okullarının da payı büyüktür.
Emperyalist bir zihniyet ile yola çıkmış olan bu misyonerlerin
düşüncesini anlatma adına bir örnek verecek olursak; Eli Smith ve Harrison
Gray Otis Dwight adlı iki Amerikan Board misyoneri Anadolu'da yaptıkları
"Researches in Armenia" isimli araştırmaları sonucunda yazdığı kitapta
240
Trask, a.g.t., s.1, 11; Gordon, a.g.m., s. 16.
Amerikan misyonu 1894'te Ermeni olayları sırasında sığınma yeri olması da iddiamızı destekler
niteliktedir. Bkz. Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 282.
242
M. Abdulhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, Boğaziçi Yayınları, s.342, 346-347,
449-462, 480.
241
176
Smith, Müslümanların Protestanlaştırılmasının olanaksız olduğunu belirttikten
sonra
"...
ancak
Hristiyanlar
arasında
çalışmak
suretiyle,
düşman
topraklarının ta kalbine kolayca girme olanağına kavuşmuş oluyoruz"
diyerek243 aslında Osmanlı topraklarının içten fethedilmesine yönelik
çalışmalarının yöntemini ortaya koymuştur.
3.2.4. Birinci Dünya Savaşında Süryaniler
19’uncu yüzyıl sonu ile 20’nci yüzyıl başları Osmanlı İmparatorluğu
için çöküşün hızlandığı, toplumsal huzursuzluğun başladığı, toprak kayıpları
ile özgüvenin yitirildiği yıllar olması yanında, dinin siyasete çok fazla karıştığı
bir dönem olmuştur. Diğer taraftan yine aynı dönem, dünya siyasetine
Osmanlı İmparatorluğunun toprak bütünlüğü anlayışının yerine, parçalama
siyasetinin ve hatta yok etme siyasetinin geldiği yıllar olmuştur. 244
Osmanlı İmparatorluğu yeniden eski günlerine dönme hayali ile Birinci
Dünya Savaşında kendine taraf ararken Osmanlı Devleti'ni saflarına katmak
istemeyen İtilaf devletleri, Birinci Dünya Savaşı başladığında Osmanlı
topraklarına yönelik askerî hazırlıklarına hız vermişlerdir. Fransa, gizli
antlaşmalarda payına düşen Suriye'de faaliyetlerini artırırken, İngiltere de
Mısır'da ve Basra Körfezi'nde çalışmalarını yoğunlaştırmış, Rusya ise Kuzey
İran topraklarını kullanarak Türk sınırına yakın Türk topraklarına karşı
saldırılara başlamıştır. Fakat Rus saldırıları daha çok çeşitli vaatlerle Türkler
aleyhine kışkırtılmış olan Türk-İran sınır bölgelerinde yaşayan Ermeni,
Nasturi, Keldani ve Kürt aşiretler vasıtasıyla yapılmakta ve bölgede ilan
edilmemiş bir savaş başlatılmıştır.245 Savaşın başlaması ile de Doğu Anadolu
topraklarına karşı saldırıya geçen Rusların yanında Ermeniler dışında gönüllü
243
Eli Smith, Researchs In Armenia, Boston, 1833, s.335’den Kocabaşoğlu, a.g.e., s.38.
Ziya Enver Karal, Osmanlı Tarihi, (1789-1856), Ankara, Cilt V, Baskı V, Türk Tarih Kurumu
Yayını, 1988, s.203.
245
ATASE Arşivi, Kls. 1488, Ds. 32, Fhr. 3/1-15’den aktaran İsrafil Kurtcephe, “Birinci Dünya
Savaşında Bir Süryani Ayaklanması”, OTAM (Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve
Uygulama Merkezi Dergisi), Sayı 5, 1993, s.293.
244
177
olarak Nasturiler, Keldani246 ve bazı Kürt grupları Türk ordusuna karşı savaşa
katılmışlardır. 247
Gerçi Osmanlı imparatorluğu Birinci Dünya Savaşına girmeden birkaç
ay önce, 14 Ağustos 1914’de Doğu Süryani Patriği (Nasturi) Mar Şimun, Van
Mutasarrıfı tarafından şehre davet edilerek şikâyet ettikleri konuların
çözümleneceği konusunda teminat verilmiş ve ayrıca mali, dinî ve idari
konularda da birçok vaatlerde bulunulmuştur. Fakat Patriğin İran’da bulunan
Rus askerî yetkilileri ile görüşmesi ve onlardan aldıkları güvence ile de
savaşta Osmanlı Devleti aleyhine bir tutum almışlardır.248 Diğer taraftan
zaten savaş öncesinde bölge halkı olan Hristiyan ve Müslüman topluluklar
arasındaki
sosyo-ekonomik
farklılıklardan
kaynaklanan
bir
Hristiyan
Müslüman çatışması da bölgesel olarak devam etmektedir.249
Birinci Dünya Savaşı sonunda tüm bölge halkı ve öncelikle Hristiyan
unsurlardan Ermeniler, Nasturiler, Keldaniler ile daha az olmakla beraber
Süryaniler de zarar görmüştür. Savaş sonunda en büyük eziyeti ise her
zaman olduğu gibi çoğunlukla masumlar çekmiştir.
Savaşın başında Osmanlı politikasında sayısal azlıklarından dolayı
(Tablo 1’de görüldüğü üzere Süryaniler, Ermeni nüfus içinde veya diğerleri
içinde telakki edilmişlerdir.) doğrudan İttihatçılar için öncelikli tehlike
olarak algılanmayan Süryani ve Nasturilere yönelik politikalar daha çok
yerel yetkililerin ve güçlerin (vali ve mutasarrıflar, askerî yetkililer ve
özellikle Teşkilat-ı Mahsusa) inisiyatifinde şekillenmiştir.250
246
Nezzal, Selman, El-Ekalliyatu Gayru’l-Müslime Fi’l-Irak”, El-Müntalik, Sayı 80-81, NisanTemmuz, 1991’den aktaran Kadir Albayrak, a.g.e., s.145.
247
Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul, Belge Yayınevi, 2. Baskı, 1987, s.
605.
248
Nikitine, "Nesturiler”, s.210; Muzaffer İlhan Erdost, Şemdinli Röportajı, İstanbul, Onur
Yayınları, 1987, s.39.
249
Bilge, a.g.t., s.90.
250
Sonyel, “Büyük Devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu Parçalama”, s.7.
178
Tablo 1.1906 ve 1914 Osmanlı Nüfusunun Dinlere Göre Dağılımı251
Dinler
1906
Müslüman
1914
15.518.478
15.044.846
Rum
2.833.370
1.792.206
Ermeni
1.140.563
1.294.831
Bulgar
762.754
14.908
Yahudi
256.003
187.073
Protestan
53.880
-
Diğerleri
332.569
186.152
20.897.617
18.520.016
TOPLAM
Süryaniler
diğer
gruplara
kıyasla
bir
bölgede
yoğunluk
oluşturmamakta, en yoğun oldukları bölgelerde bile bölge nüfusunun
%6’sını
geçmeyecek
yoğunlukta
yaşamaktaydılar.
Süryaniler,
aynı
mezhebi paylaştıkları Ermeniler ile karıştıklarından dolayı Ermenilere
yönelik hareketlerden istemeden de olsa etkilenmişlerdir. Diyarbakır,
Musul, Ma'mûret-ül-azîz, Halep ve Bitlis Süryanileri, merkezin özel emri
olmamasına rağmen kısmen sürgüne konu olmuşlardır. Diyarbakır'da
yaşayan 4.000 civarındaki Süryani (Kadim) ise Talat Paşa'nın tüm
uyarılarına rağmen sürgüne dahil edildiği iddia edilmektedir.252
Süryanilerin trajik bir durum ile karşılaşmaması için çaba sarf edenler
sadece devletin resmî görevlileri değil aynı zamanda yerel liderlerden de bu
251
Ali Rıza Bayzan, “Soykırım Teslisi, Ermeniler’den Sonra Rum /Pontus Ve Süryani /Nasturi
Soykırım Söylemleri” 2023 Dergisi, Sayı 64, 2006, s. 25-26.
252
Talat Paşa, Diyarbakır valisini, bila-tefrîk-i mezheb tüm Hristiyanlar "hakkında katliamlar tertip
olunduğu" yönünde uyardığı ve "Ermeniler hakkında ittihaz edilen tedabir-i inzibatiye ve siyasiyenin
diğer Hristiyanlara” kat'iyyen uygulanmaması gerektiğini emrettiği belirtilmektedir. Bkz Başbakanlık
Osmanlı Arşivi, Dâhiliye Şifre Kalemi (BOA.DH-ŞFR) 55.273 (28 Ağustos 1915) ve BOA.DH-ŞFR
87.40 (4 Mayıs 1918), BOA.DH-ŞFR 57.112 (25 Ekim 1915), BOA.DH-ŞFR 58.147 (28 Kasım
1915), BOA.DH-ŞFR 54.406. (12 Temmuz 1915)’den aktaran Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin
Şifresi: İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği (1913-1918), İletişim Yayınları, İstanbul, 2008,
s.349-351.
179
konuda hassas olanlara rastlanmaktadır. Mardin bölgesinde Savur Şeyhi
Fethullah bunlardan biri olup 1914 yılında Hristiyanlara yönelik eylemleri
önlemek için gösterdiği çabalardan dolayı onun anısına Deyru’l-zafaran
Kilisesi duvarında Hristiyan din adamlarının arasında resmi asılmıştır.253
Bir
diğer
karşımıza
çıkan
somut
kaynak
da
Mardin'in
Gül
Mahallesinde bulunan Mor Petrus ve Pavlus Kilisesinin dış kapısı üzerinde
yapılış tarihi olarak 1914 yılının yazılı olmasıdır.254 Buna göre en azından o
tarihte Süryanilere yönelik bir baskı, tecrit olmadığı veya en azından
ibadethane yapımında bir sorun ile karşılaşmadıkları düşünülebilir.
Ayrıca Birinci Dünya Savaşı sırasında patriklik merkezi Mardin'den
Deyru'l-Zafaran Manastırı'na taşınarak255 savaşın etkilerinden korunmaya
çalışılmış olmasına rağmen işgal edilme riski ile zaman zaman karşılaşmış
fakat bu durumlarda da devletin üst makamlarından gelen özel emirlerle
durum kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. 1915 yılında bölge genelinde
yaşanan trajediden bu manastır ve Süryanilerin korunmaya çalışılması,
Süryaniler tarafından bugün bile şükranla anıldığı söylenmektedir. 256
Savaşın patlak verdiği yıllarda, 1914-1915 yıllarında patriklik görevini
Patrik vekili Ethenesiyos Tuma Kaser (1908-1912), Patrik İğnatiyos 2’nci
Abdulmesih (1915), Patrik Abdullah (1906-1915) yürütmüştür.257 O yılları en
iyi anlatacak olan bu patriklerin hatıralarıdır.
Savaşın sonuna baktığımızda ise ortaya çıkan dünyadaki konjektürel
değişim, Süryanilere etnik milliyetçilik olarak yansımış ve dönemin hegomon
güçleri tarafından Süryani kimliği, Süryanilerin barışını bozacak nitelikte
şekillendirilmiş
253
ve
bulundukları
coğrafyada
kanlı
bir
savaşın
içine
Celal Başlangıç, “Kilisede bir şeyh var!”, Radikal Gazetesi, 30 Ekim 1999, (Erişim)
http://www.radikal.com.tr/1999/10/30/yasam/kil.html, 11 Mayıs 2009.
254
Gabriel Akyüz, Mardin İli'nin Merkezinde, Civar Köylerinde, s.75-76; Aydın, Emiroğlu, Özel,
Ünsal, a.g.e., s. 453.
255
Durak, a.g.e, s.198.
256
Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, Bar-Hebraeus Verlag, Losser Glanerbrugstr, Holland, 1984, s.35.
257
Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, s.32, 34.
180
sürüklenmelerine neden olmuştur. Özellikle bu süreç Nasturiler için daha
üzücü bir şekil almıştır.
Nasturiler ve Keldaniler, kendilerine bir vatan kazandıracağı ümidi ile
müttefiklerin
yanında
yer
aldıkları
bu
savaşta258 Türklerle
yaptıkları
muharebelerin bir kısmını kazanmış olmasına rağmen, tarafı oldukları
Rusya’nın ve İngiltere’nin kendilerini yüz üstü bırakmasıyla aldatılmış ve
kandırılmış olduklarını görmüş,259çok acılar çekmiş ve 1918 yılında da
Nasturilerin çoğunluğu Rusya’ya göç etmiş veya Irak ovalarındaki İngilizlerin
“çadır şehirlerinde” yaşamaya başlamışlardır.260 Nasturi ve Keldaniler’e
yönelik 1917 yılında İngiliz Yüzbaşı Gracey’in, Urmiye’de “bizim sizin
özgürlüğünüz için savaştığımızı unutmayın”261 sözleri, sanki İngilizler’in o
bölgedeki insanlar için geldiği ve borçlu olanın Nasturi ve Keldaniler olduğunu
ima eder niteliktedir. Aynı şekilde gene İngiliz belgelerinde 1914-1918 yılları
arasında Rusların teşviki ile Türk hükümetine karşı ayaklanmaları sonrasında
Rusların kendilerinin korunmamasından dolayı Süryanilerin Irak’a kaçtığını
belirtmektedir. Yine aynı belgede Nasturi/Süryanilerden oluşturulan Levi
kuvvetlerinin sadece Irak da değil Kıbrıs ve Suriye dâhil Ortadoğu’da birçok
yerde İngiliz emelleri için kullanılmasına rağmen İngilizleri beklentilerinin
bitmesi ile Nasturi/Süryanilerin yüzüstü bırakıldığı aktarılmaktadır.262
Sonuçta birçok acıları geride bırakarak biten savaştan yenik çıkan
Osmanlı Devleti'ni fiili varlığı 30 Ekim 1918 tarihli "Mondros Mütarekesi" ve
258
Stephan Thernstrom (Ed.), “Assyrians”, Harvard Encyclopedia of American Ethnic Groups,
USA, Harvard University Press, 1994, s. 161.
259
Robert DeKelaita, “The Origins and Developments of Assyrian Nationalism”, Chicago-USA,
University of Chicago, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, http://www.aina.org/books/oadoan.pdf ,
12 Haziran 2010, s.20.
260
DeKelaita, a.g.t., s.20.
261
Joel E. Werda, The Flickering Light of Asia, Chicago, Second Edition, 1990, s. 88.
262
Memorandum by The Secretary of State for Foreign Affairs, “Future of The Assyrians in Iraq and
Syria”, 26 Temmuz 1946, Copy No.38, CP.(46) 304.
181
daha sonra 10 Ağustos 1920'de imzalanan "Sevr Antlaşması" ile son
bulmuştur. 263
3.2.4.1. Sevr, Azınlıklar ve Süryaniler
Çok uluslu imparatorlukların yaşadığı bu çözülme sürecinde ve
özellikle büyük sınır değişikliklerinin yaşandığı Birinci Dünya Savaşı'nın
ardından
azınlıklar
önemli
bir
gündem
maddesi haline gelmiştir.
İngilizlerin gayretleri sonunda sözde Asur (Nasturi, Keldani, Maruni vb.)
meselesi (temsilen heyet katılmamış olsa da) resmî olarak ilk defa Sevr ile
uluslararası bir görüşmede gündeme gelmiştir.264 Dolayısıyla
Osmanlı’yı
fiilen bitiren 10 Ağustos 1920’de imzalanmış olan Sevr Antlaşma’sının
azınlıkları ve Süryanileri ilgilendiren ilgili bölümlerine göz atmak uygun
olacaktır.265
433 maddeden oluşan Antlaşma'nın dördüncü bölümünün 140151’inci
maddeleri,
azınlıkların
korunmasına
ayrılmıştır.
Öncelikle
Antlaşma’nın 140’ncı maddesi, 141’inci, 145’inci ve 147’nci madde
hükümleri bu konuda öne çıkmaktadır.266
263
Ürer, a.g.e., s. 199.
Matfiyef, a.g.e., s.113.
265
Sevr Antlaşması için bkz. Paul C. Helmreich, Sevr Düzeni, Büyük Güçler, Maşalar,Gizli
Anlaşmalar ve Türkiye’nin Taksimi, çev. Şerif Erol, İstanbul, Sabah Kitapları, 1996.
266
Antlaşma'nın 141’inci maddesi Türkiye'de oturan herkesin; doğum, milliyet, soy, dil ve din
ayrımı yapılmaksızın hayat ve özgürlüklerinin korunacağı, her inancın, dinin ya da mezhebin
gereklerini özgürce yerine getirme hakkına sahip olacakları, buna yönelik herhangi bir
müdahalenin cezalandırılacağı belirtilmiştir. 142’nci maddesi, 1 Kasım 1914'ten itibaren
Türkiye'de bir terör ortamının olduğundan dolayı Müslümanlığa geçenlerin (ihtida) kendi isteğiyle
İslamiyet'i benimsediğine ilişkin gerekli işlemleri yerine getirmedikçe Müslüman sayılmayacağını
ve ayrıca Osmanlı Devleti'nin, 1 Kasım 1914'ten sonra Türkiye'deki toplu öldürmelerden dolayı
sorumlu kabul edileceği belirtilmiştir. Sevr Antlaşması'nın 145’inci maddesi, bütün Osmanlı
uyruklarının kanun önünde eşit olduklarını, soy, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin aynı medeni
haklarla siyasal haklardan yararlanacaklarını, özellikle devlet hizmetlerine ve görevlerine kabul
edilme, yükseltilme ve çeşitli iş kollarında çalışma bakımından bir engel sayılmayacağını ifade
etmiştir. 147’nci maddesi tüm Osmanlı uyrukluların giderlerini kendileri karşılamak kaydıyla her
türlü hayır ve eğitim kurumu, dinsel ya da sosyal kurumlar kurmak, yönetmek ve denetlemek
hususunda eşit haklara sahip olacakları, kendi dillerini özgürce kullanmak ve kendi dinlerini
uygulamak hakkına sahip oldukları ifade edilmiştir. Antlaşma'nın 149’uncu maddesindeyse,
Osmanlı Devleti'nin Türkiye'deki bütün soy azınlıklarının kilise ve okul konularında özerkliğini
264
182
Hiçbir zaman uygulanamayan ve kâğıt üzerinde kalan bu antlaşmada,
Ermenistan kurulması açıkça ifade edilirken, yakın gelecekte bir Kürt devleti
kurulabilmesi için de hükümler bulunmaktaydı. Ancak Süryaniler veya
Nasturiler için bağımsız bir devlet söz konusu bile edilmemiştir Sevr
Antlaşması’nın sadece 62’nci maddesinde adı geçen Süryaniler/Nasturiler,267
bir millet olmadıkları ya da bir millet olmanın niteliklerini taşımadıkları
yolundaki İngiliz ve Fransız görüşleriyle bir kez daha hayal kırıklığına
uğramışlardır.
Sevr Antlaşması, Lozan Antlaşması ile hükmünü yitirmişse de bugün
ortaya
atılan
iddiaların
büyük
çoğunun
Sevr
ile
örtüşmesi
de
düşündürücüdür. Süryaniler, Sevr Antlaşmasından ve Lozan Antlaşmasından
azınlıklar olarak değil de daha ziyade kurucu asli unsur şeklinde
yararlanmışlardır.
tanımayı ve saygı göstermeyi üstleneceği, bu çerçevede Müslüman olmayan soylara kilise, okul ya
da adalet konularında, başka sultanlarca verilmiş olmak üzere tüm ayrıcalıkları ve bağışıklıkları
teyit ederek gelecekte de destekleyeceği hükmü yer almıştır. 150’nci maddesi ile Osmanlı
İmparatorluğu içinde yaşayan bütün azınlıkların inançları ya da dinsel uygulamalarına saldırı
niteliğindeki tüm davranışları engellemeyi ve onların bu haklarını güvence altına almayı Osmanlı
İmparatorluğu'nun garantisi altına konulmuştur. Nihayet 151’inci maddede, Müttefik Devletlerin
garantörlüğü öngörülmüştür. Buna göre, Antlaşma'nın azınlıklarla ilgili hükümlerinin yerine
getirilmesini güvence altına almak için Osmanlı Devleti'nin alması gereken önlemleri, Milletler
Cemiyeti Konseyi ile birlikte inceledikten sonra, Müttefik Devletlerin saptayacağı karara
bağlanmıştır. Bkz. Deniz Bozkurt, Karşılaştırmalı Lozan ve Sevr Barış Antlaşmaları, Ankara,
Umay Kültür Sanat Merkezi Yayınları, 1998, s. 7-8; Ürer, a.g.e., s. 201-202; ayrıca bkz. Taha
Akyol, Medine'den Lozan'a, İstanbul, 3. Baskı, Milliyet Yayınları, 1997, s. 129-136.
267
Sevr Antlaşması’nın 62. Maddesi: Fırat’ın doğusunda ileride saptanacak Ermenistan’ın güney
sınırının güneyinde ve 27. Maddenin II/2. ve 3. fıkralarındaki tanıma uygun olarak saptanan Suriye ve
Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin yerel özerkliğini işbu
antlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak altı ay içinde İstanbul’da toplanan ve İngiliz,
Fransız ve İtalyan Hükümetlerinden her birinin atadığı üç üyeden oluşan bir komisyon hazırlayacaktır.
Herhangi bir sorun üzerinde oy birliği oluşamazsa bu sorun komisyon üyelerince bağlı oldukları
hükümetlerine götürülecektir. Bu plan Süryani-Keldaniler ile bu bölgelerin içindeki öteki etnik ve
dinsel azınlıkların korunmasına ilişkin tam güvenceleri de kapsayacaktır; bu amaçla İngiliz, Fransız,
İtalyan, İranlı ve Kürt temsilcilerden oluşan bir komisyon incelemelerde bulunmak ve işbu antlaşma
uyarınca Türkiye sınırının İran sınırı ile birleşmesi durumlarında Türkiye sınırında yapılması
gerekebilecek düzeltmeleri kararlaştırmak üzere bu yerleri ziyaret edecektir. Seha L. Meray ve Osman
Olcay, Osmanlı İmparatorluğunun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr Antlaşması,
İlgili Belgeler), Ankara, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1977, s.67-68.
183
3.2.5 Osmanlı Dönemi Süryani Sorunsalı ve İsyanlar
Nasturi isyanı olarak adlandırılan isyanların konumuz ile alakası hem
Süryani geleneğinden gelerek Doğu Süryanileri olarak adlandırılmalarından
hem de isyana Nasturiler ile beraber Süryanilerden de katılanların
olmasından kaynaklanmaktadır. Bu isyanlar sonrasında kendilerine tenkil
harekâtı uygulanan bu kitle, kendilerine soykırım uygulandığı iddiası ile
günümüzde uluslararası bir platform oluşturma gayreti içine girmişlerdir.
Nasturi isyanlarının 1917 yılına kadar olan bölümü, Rusya ile ilişkili
gelişirken; bu tarihten sonrası ise daha çok İngiltere ile ilişkili gelişmiştir.
Sınırlara yakın yerlerdeki etnik grupların düşmanın geri bölgelerinde
çeşitli eylemlerde kullanılması, yeni bir strateji olmayıp Rus ve Osmanlı’nın
sıklıkla birbirine karşı uyguladığı bir yöntem olmuştur. Fakat bu stratejinin
mağduru da doğal olarak yine bu kitle olmuş, taraftarı olduğu devletin
başarısızlığında da karşı taraf tarafından hain olarak nitelendirilerek
cezalandırılmışlardır.268
Bazen
de
“ihtimal”
bile
bu
grupların
cezalandırılmasına vesile olmuştur.269
Diğer önemli bir gelişmede bölge ileri gelenleri ve aşiret ağalarının
özellikle Tanzimat sonrası oluşan ortamdan hoşnutsuzluğu ve misyonerlerin
etkisi ile Hristiyanlara karşı ortaya çıkmaya başlayan bir nefrettir. Toplumsal
kutuplaşma önce bölgesel aşiret kavgaları, sonrasında isyanlar ve bu ortama
müdahil olan yabancı ülkelerin çevresinde şekillenmiştir. Tenkil hareketi ve o
döneme ilişkin ileri sürülen sözde soykırım iddiaları ileri bölümlerde ele alınacak
olup burada Bedirhan Beyin isyanı ile Nasturi isyanlarına değinmek uygun
olacaktır.
268
David Gaunt, Massacres, Resistance, Protectors: Muslim-Christian Relations in Eastern
Anatolia during World War I, New Jersey, Gorgias Press LLC, 2006.
269
Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin Şifresi: İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği (19131918), İstanbul, İletişim Yayınları, 2008, s.349-351.
184
3.2.5.1. Bedirhan Bey Olayı
Başlangıçta Müslüman halkla uzun süre barış içinde yaşayan
Nasturiler, İngiliz ve Rusların kışkırtmaları sonucu yanlış bir tutum içine
girmiş ve ilk taşkınlık hareketi 1843 yılında Hakkâri bölgesindeki Nasturi
aşiretlerden biri olan Tiyari aşiretinden gelmiştir. Cizre Beyi Bedirhan'ın
emirlerini dinlemeyerek gönderdiği adamların hepsini öldürmesi ile başlayan
bu iki toplum arasındaki çatışmalarda misyonerlerin faaliyetleri de son derece
önem taşımıştır.270 Bedirhan Bey’in Tiyari aşireti başta olmak üzere
Nasturilere yönelik harekâtını Osmanlı Hükümeti durdurduğunda, 1843'te
Tiyari ve 1846'da Tuhup’da bazı Nasturiler için iş işten geçmiştir.271 Ayrıca
Bedir Bey’in Nasturi Tiyari aşiretinin üzerine yürümesi, Müslüman halkla
Nasturilerin
mücadelelerini
başlatan
en
önemli
sebeplerden
birini
oluşturmuştur.
Daha çok Nasturiler ile anılan Bedirhan Bey isyanı, Batı’ya sıçrayarak
Süryanileri de etkilediği ileri sürülmektedir. Osmanlı belgelerinde 1848'de
Bedirhan Bey'in esir aldıkları arasında Nasturiler ile birlikte Süryanilerin de
olduğu, Diyarbakır ahalisinden toplanıp eski yerlerine iade edildiğinden söz
edilmektedir. Aynı dönemlerde Mardin ve çevresinde gayrimüslim nüfusun
önemli bir kısmının 'firar' etmesinin de bu olaylarla bağlantılı olabileceği ileri
sürülmektedir.272
Bedirhan Bey’in isyanının en önemli nedeni olarak Tanzimat
sonrası yapılan düzenlemelerin kendi bölgesindeki hâkimiyetine zarar
270
Bedirhan Bey, bölgede uzun yıllar devlet adına hizmet gören, yöneticilik yapan ve Cizre tarihinde
"Azizi" veya "Azizan" lakabıyla anlatıla bir aileden gelmektedir. II.Mahmut döneminde Redif askerî
teşkilatı kurulunca, diğer bölgelerde olduğu gibi, bu bölgede de Bedirhan Bey "Redif Miralayı" (Redif
Albayı) olmuştur.Tanzimat'ın ilk yıllarında Güneydoğu Anadolu'yu ve Diyarbakır'ı doğrudan
ilgilendiren önemli gelişmelerden biri Bedirhan Bey ayaklanmasıdır. O sıralarda iyi anlaşılmayan ve
bu yüzden de büyük sıkıntılara yol açan bu ayaklanma günümüzde de birçok yanlış yorum ve
değerlendirmelere başlıca konu olmaktadır. Bkz. Hatip Yıldız, a.g.m., s.161-183.
271
İleri, a.g.m., s.155.
272
İbrahim Özcoşar, "Süryani-Müslüman İlişkileri", der. İbrahim Özcoşar, Makalerle Mardin IV:
Önemli Simalar Dini Topluluklar, Mardin, Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi, 2007, s.204.
185
vereceği endişesidir.273 Diğer taraftan bu düzenlemelerle etkinliklerini
arttıran misyoner faaliyetlerinin bölgedeki Müslümanlar ve güç sahiplerini
tedirgin etmeye başlaması da isyana yönelik ortamı hazırlamıştır.274
Bu gelişmelere Nasturi Tiyari aşiretinin bazı Müslüman köylerine
saldırması, Hakkâri Beyi Nurullah'a karşı gösterdikleri itaatsizlik ve vergi
vermekten kaçınmaları da eklenince, Bedirhan Bey Nasturiler üzerine
yürümüştür.275 Aslında, Bedirhan Bey'in Nasturilere karşı harekâtına sebep
olan sorunlar, Kürtler ve Nasturiler için yeni değildir. Geçmişte de yaşanan
benzer sorunlarda, genellikle tarafların aşiret reisleri bir araya gelerek sorun
çözülüyordu. Fakat misyonerlerin tek taraflı etkisi, tarih içinde oluşmuş güç
dengesini bozması ve özerk feodal iktidar sahiplerinin kendilerini tehdit altında
görmesi ile ciddi sorunlar ve isyanlar çıkmaya başlamıştır.276 Patrik Mar
Şemun'un öldürülmesi ile de karşılıklı kin ve şiddet eskisinden farklı olarak
geri dönülemez bir hal almıştır. 1843 ve 1846 yıllarında Bedirhan Bey’in
Nasturilere yönelik harekâtı sonrasında Nasturi taifesinden yaklaşık 20.000
erkek, kadın ve çocuğun öldüğü ileri sürülmektedir.277
Bedirhan Bey'in
yakalanması üzerine Ermeni Patrikliği, İstanbul dışındaki tüm kiliselere 9
Aralık 1847 tarihinde Peder Matteos imzalı bir genelge göndererek, bütün
Ermenilerin
Sultan'a
ve
onun
güçlü
devletine
şükran
duymalarını
emretmiştir.278 Bu durum soykırım iddiaları ile bir paradoks yaratmaktadır.
Sonuçta, Bedirhan Bey'in Nasturiler üzerine düzenlediği iki askerî
harekât, İngiltere, Fransa ve Rusya gibi Avrupa devletlerinin tepkisine neden
olmuştur.279 Bu tepkiler üzerine Osmanlı Devleti Bedirhan Bey'i cezalandırma
yoluna gitmiş, Osman Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetlerine yenilerek
273
Hatip Yıldız, a.g.m., s. 163-164.
Martin van Bruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet, İstanbul, İletişim Yayınları, 2004, s. 222.
275
Hatip Yıldız, a.g.m., s. 166-168.
276
Gabriele Yonan, a.g.e., s.40.
277
Hatip Yıldız, a.g.m., s.174.
278
Yakup Hıdırşah, Mezopotamya'da Hristiyan(Süryani, Nasturi, Keldani, Ermeni) Katliamı ve
Kürtler, Belgesel İnceleme, Hannover, 1997, s.41-44.
279
Hıdırşah, a.g.e., s. 35.
274
186
esir düşen Bedirhan Bey, önce İstanbul'a ve oradan da Girit adasına
gönderilmiştir.280
Bölgede devam eden bu istikrarsız ortam, başta Nasturiler olmak
üzere Keldani ve Süryanileri olumsuz etkilemiştir. Bu olaylar, Osmanlı’ya
yönelik dış müdahalelere zemin hazırladığı için de önem arz etmektedir.281
3.2.5.2. Nasturi İsyanları
19’uncu
yüzyılın
sonunda
Osmanlı
Anadolusu’nun
doğusunda
çoğunluğu Van ve Hakkâri bölgesinden olmak üzere yaklaşık 110.000
Nasturi’den, yarı göçebe olarak yaşayan yaklaşık 35.000'inin sebep olduğu
Nasturi ayaklanmaları, diğer ayaklanmalarda olduğu gibi daha çok Osmanlı
Devleti'nin içinde bulunduğu siyasal, sosyal ve ekonomik durumun bir
sonucudur.282 Bu isyanlar, Türkiye'nin Misak-ı Millî sınırları içinde bulunan
Musul, Kerkük ve Süleymaniye bölgelerinin kaybetmesinde önemli bir etken
olmuştur.
Bir
taraftan
Osmanlı
Devleti’nin
zayıflaması
ile
bağımsızlık
mücadelesine girişen topluluklar Nasturiler için örnek oluştururken, diğer
taraftan Fransız, İngiliz ve Rus kışkırtmaları sonucunda, Nasturiler 1843
yılından itibaren isyanlar çıkarmaya başlamışlardır.283 Özellikle Müslümanlar
ile Hristiyanlar arasına sokulan nifak, Avrupa devletlerinin propagandaları
sonucunda büyürken, zayıflayan Osmanlı devleti ise bu gelişmelere tedbir
alamaz bir hale gelmiştir.284 1840'lara kadar olan çatışmalar, bazı Nasturi
aşiretleri arasındaki iç çatışmalar şeklinde seyretmiştir. Fakat 1876 yılından
sonra yavaş yavaş Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti'nin toprak
bütünlüğünün korunmasına yönelik düşüncelerin değişmesi ile birlikte,
280
Hatip Yıldız, a.g.m., s.174,183.
İhsan Şerif Kaymaz, “Aldatılan Bir Halkın Trajedisi: Asuriler (Süryaniler)”, Akademik Ortadoğu,
Cilt I, Sayı 2, 2007, s.119.
282
İleri, a.g.t., s.20.
283
İleri, a.g.m., s.151.
284
İleri, a.g.m., s.143-146,151-152.
281
187
Nasturiler Osmanlı devletine karşı kullanılabilecek bir aktör durumuna
gelmiştir.285 Bu nedenle İngiltere, Fransa ve Rusya'nın devlet politikalarının
Nasturi ayaklanmalarını başlatan en önemli dış sebep olarak zikretmek yanlış
olmayacaktır.286 Zaten bu politikanın sonucu olarak önce Müslüman ve
Hristiyan liderler arasına düşmanlık girmiş, 1846 senesinden itibaren de
olaylar çıkmaya başlamıştır.287
Osmanlı devleti gelişmeler karşısında 1891'de, II. Abdulhamid
tarafından kurulan ve bölgenin sosyal, siyasi ve iktisadî hayatına yeni bir
çehre kazandıran yeni bir askerî yapılanmaya gitmiş ve Hamidiye Alayları
oluşturmuştur. Fakat gerek Nasturi isyanlarına yönelik gerekse bölgede
asayişi sağlamak amacıyla kurulmuş olan bu alaylar hem müslümanlara hem
de gayrimüslimlere yönelik kabul edilemeyecek davranışlar sergilemişlerdir.
Nasturi isyanları da dâhil olmak üzere bölgedeki isyanlara karşı ve bozulan
asayişin yeniden teşekkülü için kullanılan bu alaylar, çok fazla tenkit
edilmişlerdir.288
Birinci Dünya Savaşı’na kadar pek ciddi bir olay olmasa da bölgedeki
istikrarsızlık devam etmiş, Osmanlı Devleti'ne karşı ilk ciddi Nasturi isyanı
Birinci Dünya Savaşı'nda olmuştur. Daha önce belirtildiği gibi 1914'te
Osmanlı İmparatorluğu daha I. Dünya Savaşı'na girmeden önce, Nasturi
Patriği Mar Şimun, Van mutasarrıfı (dönemin valisi) tarafından bu şehre
285
İleri, a.g.m., s.149.
İleri, a.g.m., s.146.
287
Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Osmanlı Ermenileri (1856-1880), çev. Şinasi Orel, Bilgi
Yayınevi, Ankara, 1986, s.89’den aktaran İleri, a.g.e., s.148.
288
II. Abdülhamit’in adına atfen ‘Hamidiye Alayları’ olarak anılan ve özellikle ülkenin doğusunda her
biri 1200 kişiden oluşan ve bölgedeki Kürt aşiretlerden teşekkül ettirilmiş olan 36 tane alay kurulmuştur.
Hamidiye Alaylarının kuruluş sebepleri arasında artan Ermeni isyanlarına karşı önlem almak olmasına
rağmen, sadece Hristiyanlar değil Müslümanlara karşı da zaman zaman kabul edilemeyecek davranışlar
içine girmişlerdir. Bunun yanında Milli Aşireti gibi bazı aşiretlerin Hristiyanlara karşı koruyucu bir tavır
içinde oldukları da söylenmektedir. Rus Kazak Alayları’ndan esinlenerek oluşturulun Hamidiye
Alayları'nın kuruluş amacı hakkında; bazı yazarlar Ermeni ayaklanmalarını bastırmak, bazı yazarlar ise
Rusya'ya karşı Kürt aşiretlerini tampon yapmak, bazısı ise göçebe Kürtleri kontrol altına almak amacıyla
teşkil edildiklerini dile getirmektedirler. Bayram Kodaman, "Hamidiye Hafif Süvari Alayları II.
Abdulhamid ve Doğu Anadolu Aşiretleri", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi,
İstanbul, Sayı 32, Mart 1979, s. 427, 441; Şevket Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır
Tarihi, Ankara, Cilt 2, Diyarbakır Belediyesi Yayınları, 1990, s. 740; Ali Karaca, Anadolu Islahâtı ve
Ahmet Şâkir Paşa (1838-1899), İstanbul, Eren Yayıncılık, 1993, s. 43, 174.
286
188
davet edilerek Osmanlı devletine bağlılığını devam ettirmek maksadıyla
birçok vaatte bulunmasına rağmen Rus yetkililerin tekliflerini tercih eden
Patrik,289 10 Mayıs 1915'de Osmanlıya karşı seferberlik ilan etmiştir. Bu
ayaklanmadaki Nasturi lideri, bir süre Urmiye Osmanlı konsolosluğu yapmış
olan Petros Ağa’dır.
Savaş sırasında Nasturiler, Rus Kazak subaylarının komutasında Türk
ordusuna karşı savaşmışlar290 ve bunun yanında Müslüman halka yönelik
katliamlar yapmışlardır.291 Nasturilerin isyanda başarıya ulaşamayacaklarını
anlamaları üzerine İran tarafına geçerek Ruslara sığınmışlardır.292 Bolşevik
İhtilali'ne kadar Rusya'da barınan Nasturiler, 1918 yılındaki savaşta da
Türkler,
Kürtler
ve
İranlılardan
kaçarak
Irak’taki
İngiliz
kuvvetlerine
sığınmışlardır.293
1917 yılına kadar daha çok Rusya etkisinde hareket eden Nasturiler,
Rus devrimi sonrasında çekilen Rusya’nın ardında ortada kalınca bir müddet
kendi başlarına Osmanlı Devleti ile mücadeleyi denemişler, başarısız olunca
da ülkeyi terk etmişlerdir.294 Bu tarihe kadar Rus kışkırtması ile isyan eden
Nasturilerden bahsederken bu tarihten sonra Rusların boşluğu daha çok
İngilizler tarafından doldurulmuş ve Nasturiler İngiliz emellerine alet edilmeye
başlanmıştır. İngilizler, Nasturilerle daha çok Hindistan’ın ve yolunun
güvence altına alınması,295 Musul petrollerinin kaybedilmemesi, 296 Rusya’nın
289
Baselie Nikitine, Kürtler, Deng Yayınları, İstanbul, 1991, s.210; Erdost, a.g.e., s.39; Yakup Bilge,
Süryanilerin Kökeni, s.110.
290
Gabriele Yonan, a.g.e., s.235.
291
Rıfat N. Bali, "II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye'de Azınlıklar-1 Yirmi Kur'a İhtiyatlar
Olayı", Tarih ve Toplum, Sayı 179, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998, s.4-18; İleri, a.g.e., s.157.
292
Erdost, a.g.e., s.39.
293
Selman Nezzal, "El-Ekalliyattı Ğayru'l-Müslitne fi'l-lrak"', El-Müntalik, Sayı 80-81, NisanTemmuz, 1991, s.177-178’den aktaran Kadir Albayrak, a.g.e., s.147.
294
İleri, a.g.e., s.158.
295
Bayram Kodaman, II. Abdulhamid’in Doğu Anadolu Politikası, İstanbul, Türk Kültürü
Araştırma Enstitüsü Yayınları: 67, Seri:4, Sayı: A.21, s.155. den aktaran İleri, a.g.e., s.152-153.
296
Bazı Nasturilerin, Musul sorunun görüşüldüğü İstanbul Konferansı sırasında çıkardıkları ve ancak
28 Eylül 1924'te bastırılmış olan bu isyan da bize Musul ile Nasturi isyanları arasındaki ilişkiyi
göstermektedir. Mete Tunçay, T.C.'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Ankara,
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1992, s.111-112.
189
kontrol altında tutulması açısından ilgileniyorlardı.297 Tabii aynı zamanda
bölgede
hamisi
olacakları
bir
Protestan
toplumu
yaratılmaya
çalışılmaktaydı.298
İran'a kaçan Nasturilere sahip çıkan İngilizler, onları İran'dan Irak'a
naklederek Bakuba kampına yerleştirmişlerdir. Musul'un İmadiye bölgesini
kendilerine vereceğini vaat ettikleri Nasturilerden oluşturulan taburlar ile
Osmanlı ile mücadeleye devam etmişler, fakat bunda da arzu ettikleri
başarıyı sağlayamamışlardır.299
Daha sonra Osmanlı topraklarına geri dönmek için çok mücadele eden
Nasturiler, bu amaçlarında da başarılı olamamışlardır. Hatta 1928'de ilan
edilen af kapsamına Nasturiler alınmayarak Türkiye'ye girmeleri halinde
cezalandırılacakları yönünde beyanlar verilmiştir.300
Paris Barış Konferansına iştirak eden Nasturi delegasyonu, sınırları
Musul, Urmiye, Diyarbakır, Urfa’yı içine alacak, başlangıçta otonom ama
sonrasında bağımsız olacak bir Asurî-Keldani devleti kurma yönündeki
taleplerini Avrupalı devletlere iletmişlerdi.301
İngiliz, Fransız ve Rusların ihanetine uğrayan Irak’taki Hristiyanlar
1950'deki kanlı olaylar nedeniyle Bağdat'a göç etmişlerdir. 1978'de çıkarılan
bir yasayla, Irak'ın yalnız Araplara ve Kürtlere ait olduğunun ilan
edilmesinden sonra da Keldaniler ve Nasturilerin büyük bölümü, nüfus
kayıtlarına Hristiyan Arap olarak kaydedilmelerine ses çıkarmamışlardır.
297
İleri, a.g.e., s.149.
Mayewski, Van-Bitlis Vilayetleri Askeri İstatistiki, çev. Binbaşı Sadık Bey, İstanbul, 1930,
s.104-105’ den aktaran İleri, a.g.e., s.149.
299
İleri, a.g.e., s.158.
300
Joseph Yacoup, The Assyrian Question, Chicago, Alpha Graphic, 1986, s.11-12;Yakup Bilge,
Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 114.
301
Suat Akgül, Musul Sorunu ve Nasturi İsyanı, Ankara, Berikan Yayınları, 2004, s.81.
298
190
Böylece Keldani, Nasturi, Süryani, Ermeni ve Türkmen azınlıkların varlığı
ortadan kaldırılmıştır.302
Son olarak da Ağustos-Eylül 1924’te Hakkâri bölgesinde keşif gezisi
yapan Hakkâri Valisi başkanlığındaki heyete yönelik Nasturi saldırısına ve 13
Şubat 1925’te patlak veren Şeyh Said İsyanı’na bir grup Midyat Süryanisinin
de katıldığı yönünde iddialar vardır. Bu olaylar sonrasında Süryani Patriği
İlyas Şakir, durumu düzeltmeye yönelik bazı girişimlerde bulunmuşsa da
1925 yılının sonlarında gittiği Halep’ten geri dönmemiştir.303 Bu olay
Cumhuriyet dönemi Süryani göçlerinin başlangıcını oluşturmuştur.
3.3. CUMHURİYET DÖNEMİNDE SÜRYANİLER
Osmanlı Devleti yıkılıp yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra
ülke içerisinde yüzyıllardan beri yaşayan gayrimüslim unsurların statüsünün
belirlenmesi cumhuriyeti kuran kadroların en ciddi sorunları arasında yer
almıştır. Osmanlı Devleti döneminde millet sistemi aracılığıyla "zimmi" olarak
nitelenen ve mensup oldukları dinleriyle birbirinden ayrılan topluluklar
Cumhuriyet yönetimi ile birlikte "azınlık" olarak isimlendirilmeye başlanmıştır.
Gerçi Cumhuriyetin ilanı sonrası, ulus devletin inşası kapsamında tüm
Müslümanlar ile ülke içinde yaşayan tüm vatandaşlar "Türk" kimliği ile
tanımlanmışlardır.
Lozan Antlaşması ile Türkiye’de yaşayan gayrimüslimlere azınlık
statüsü verilmiştir. Fakat Süryanilerin Lozan’da azınlık statüsü alıp almadığı
tartışmalıdır. Aslında Türkiye’deki Süryanilerin sorunlarının büyük bir
çoğunluğu bu tartışma çerçevesinde şekillenmektedir. Bu durumları ile
Türkiye’deki azınlık statüleri tartışmasız olan Ermeni, Rum ve Yahudilerden
ayrılmaktadırlar.304
302
Andersson, a.g.e., s.31.
Dolapönü, a.g.e., s.168-169.
304
Daha sonra 18 Ekim 1925 tarihinde imzalanmış olan Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması ve Ekli
303
191
Diğer
taraftan
özellikle
Cumhuriyetin
ilk
yıllarında
Türkiye
Cumhuriyeti'ni kuran kadro ile Süryanilerin (Yakubi/Kadim) ilişkisi diğer
Hristiyan unsurlardan (Rum, Ermeni, Nasturi, v.b.) farklı olmuş ve Patriklik,
savaş
sonrası
özellikle
Mardin
bölgesinde
işgale
karşı
bir
duruş
sergilemiştir.305
Cumhuriyet
döneminde
Nasturiler
ile
devam
eden
sorunlar,
Nasturilerin Doğu kilisesi adı ile de anılıyor olmasından dolayı bazen Süryani
problemi gibi algılanmıştır. Ayrıca Asurî kavramının içine, Süryanilerin de
sokulmaya çalışılması, bu durumu daha karışık hale getirmektedir.
Nasturiler ile karıştırılan Süryaniler, birkaç küçük hadise dışında
Osmanlı idaresine bağlı kaldıklarına, üstelik yaşadıkları bölgelerde Batılı
devletlerin
misyonerlerini
bile
istemediklerine
dair
bilgiler
mevcuttur.
Süryaniler’in devlet ile olan ilişkileri daha çok itaatkâr ve uyumlu bir görüntü
içinde olmuştur.306
Tüm bu gelişmelere rağmen Cumhuriyet döneminde, patriklik
merkezlerinin yıllardır var olduğu toprakları terk ederek Suriye’ye taşınmış
olması,307 Süryanilerin zaman zaman yaşadıkları topraklarda arzu ettikleri
huzuru bulamadıkları yönünde yorumlara da neden olmaktadır.
Protokol ile Ermeni, Rum ve Yahudiler’e Bulgarlar da eklenmiştir. Bkz. Kader Özlem, “Bulgaristan
Türklerinin Tarihsel Perspektiften İncelenmesi”, TÜRKSAM, (Erişim) http://www.turksam.org/tr/
yazdir431.html#_ftn25, 11 Kasım 2010.
305
Mardin şehrinin İngilizlere bağlanması yönünde çalışmalarda bulunan Binbaşı Noel bu amaçla
geldiği Mardin'e Süryani Patrikliğiyle görüşmüş olmasına rağmen Süryani Patriği III. İlyas'ın
Mardin'de Osmanlı egemenliğinin devamı için İstanbul'dan gelen Fehim Efendi ile birlikte İstanbul’a
müracaatlarının önüne geçememiştir. Bkz. Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s.350.
306
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dâhiliye İdare, Dosya: 123, Gömlek: 4; Rahime Sezgin ve Murat
Uçar,” Süryaniler... Azınlık mı, değil mi?”, Aksiyon, Sayı 378, 02 Mart 2002, (Erişim)
http://www.osmanli.org.tr/dosyaara.php?bolum=4&id=289, 25 Ağustos 2009. Bu iddianın tersi
görüşü savunan ve Süryanilerin de bir dönem devlet taleplerini olduğunu ileri sürenler de vardır. Bkz.
Kadir Albayrak, Keldaniler ve Nasturiler, s.118-144.
307
Patrik III. İlyas Şakir, Hindistan’da bulunan Süryani cemaatini ziyaret etmek için 1932 yılında
Hindistan’a gidince orada vefat eder. Patrik III. İlyas Şakir’in vefatından sonra patriklik merkezi,
metropolitlerin oy birliğiyle Suriye’nin Humus kentine taşınır. 1959 yılında da Başkent - Şam’a
nakledilir ve halen patriklik merkezi Şam’da bulunmaktadır. Bkz Koluman, a.g.e., s. 97.
192
3.3.1. Millî Mücadele Dönemi
19 Mayıs 1919 yılında Atatürk’ün Samsun’a çıkışı ile başlayan millî
mücadele dönemi, Süryaniler için Osmanlı’dan yeni Cumhuriyete geçiş
anlamındadır. Bu anlamda, milli mücadele dönemi Süryaniler için hem
Osmanlı hem de millî mücadele kahramanları ile ilişkili bir dönemdir. Daha
çok Süryani Patriği III. İlyas Şakir çevresinde şekillenen milli mücadele
dönemi, çeşitli spekülasyonlarına rağmen Süryanilerin bugünkü statülerinin
belirleyicisi olmuştur.
Millî mücadele döneminde Süryani Patriği, Patrik III. İlyas Şakir’dir.308
Patriğin
Osmanlı
Devleti
ile
olan
iyi
ilişkileri309
yanında Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile de yakın ilişki içerisinde
olmuştur. Patrik ile Atatürk’ün ilişkisini siyasi ilişkiden ziyade samimi dostluk
ilişkisi şeklinde yorumlayanlar da vardır.310
Millî
Mücadele
döneminde
aslında
devletçi
politikalar
izleyen
Süryaniler, işgale karşı bir pozisyon sergilemişlerdir. Bu konuda 8 Mayıs
1919 günü Türkiye'ye gelen Fransız işgal kuvvetleri komutanı Franchet de
Esperey azınlıkların ruhanî liderlerini çağırarak isteklerini sorduğunda
toplantıda hazır bulunan Süryani Patriği III. İlyas'ın "600 yıldan fazla oluyor ki
Türk yurttaşlarımızla beraber kardeşçe yaşadık. Türklerin nimetleri kanımızın
her zerresinde dolaşmaktadır. Türklerden ne isteyebiliriz? Türklerin kaderi
bizim kaderimizdir." diyerek toplantıyı terk etmesi, Süryanilerin her zaman
kıvanç duyduğu değerli bir anı olarak aktarılmaktadır.311
308
1932 yılında vefat eden Patrik III. İlyas Şakir, Türklüğü ile övünerek her an ve her yerde daima
savunucusu olmuş, yüce devlet ve hükümetin ricalinin teveccühünü kazanarak saygı duyulan bir şahıs
olmuştur. Bkz.Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, s.43.
309
Patrik III. İlyas Şakir Osmanlı Devleti ile olan iyi ilişkileri ve hizmetlerinden ötürü 1919 yılında
Padişah Vahdettin tarafından nişan ile ödüllendirilmiştir. Bkz. Günel, a.g.e., s.187-188.
310
Koluman, a.g.e., s. 97.
311
Mardin eski Belediye Başkanı ve Milletvekili Dr. Aziz Uras Bey'in notlarından aktarma için bkz.
“Amerikan Belgesinde Adı Geçen Ağa Petros Süryani Değil, Nasturidir”, Milliyet Gazetesi, 19 Kasım
1977, (Erişim) http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Arsiv/1977/11/19, 11.05.2009; Koluman, a.g.e., s. 61.
193
Ayrıca Irak'taki İngiliz siyasi hakimi Binbaşı Noel, yanında kumandan ve
danışmanları olduğu halde Mardin'e geldiğinde; şehri teslim etmeleri için
şehrin ileri gelenlerine yaptığı çağrıya, Süryani Patriği III. İlyas Şakir, Mardin
halkı adına; "Biz Türk'üz. Türk idaresinden başka herhangi bir idareyi
istemiyoruz. Aksi halde yek vücut olarak, can'en ve malen mücadeleye
hazırız” diyerek işgale karşı durmuştur.312 Bu söylemin böyle olmadığını
iddia edenler de vardır.313
Urfa’da Fransızlarla bazı Süryanilerin işbirliği yaptıkları yolunda
söylentiler çıktığında ise, Patrik III. İlyas Şakir Efendi, Urfa’da yaşayan
Süryani
toplumu
başkanlığına
şu
bildirgeyi
göndermiştir:
“Osmanlı
uyruğundan olduğumuzu unutmayınız. Ne yazık ki Urfa’daki Süryanilerin bir
kısmının Fransızlar ve Ermenilerle birleşerek Türklere karşı çarpışmalara
katıldıklarını üzüntü ile öğrenmiş bulunmaktayız. Bu iş patrik efendinin ve
bütün Süryanilerin isteğine aykırı olduğundan kutsal değerlerimizin korunuşu
ve büyüklerimizin sözlerine saygı duyarak Türkler aleyhindeki çarpışmalara
katılmaktan geri durmanızı bildiririz. Ayrıca bu uğurda pek çok fedakârlıkta
bulunmanızı sizlere öneririz.”314 diyerek Süryanilerden işgal kuvvetleri
yanında olanlara karşı bir tavır da sergilemiştir.
1920
yılında
TBMM’nin
açılışında
Ankara
garında
Atatürk’ü
karşılayanlar arasında olan Patrik III. İlyas Şakir’e ithafen; “Süryani Patriği III.
İlyas’ın Millî Mücadele yıllarında müstevlilere karşı bu yurdun evladı olarak
312
Dolapönü, a.g.e., s. 103; Koluman, a.g.e., s. 62; Ali Bulaç, “Patrik İlyas Efendi Meselesi”, Zaman
Gazetesi, 17 Aralık 2008, (Erişim) http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=771036&title=patrikilyas-sakir- efendi-meselesi, 11 Mayıs 2009.
313
Binbaşı Noel’in teklifine cevap için müddet istendiği ve Süryanilerin de katılığı bir istişare
sonunda karar alındığı, kararın tüm böle temsilcilerinin ortak kararı olduğu ve İlyas Şakir Efendi'nin
"akıl verdiği"ni değil, söz konusu karara "katıldığını” belirtmektedirler. Bkz. Latif Öztürkatalay,
Mardin ve Mardinliler, İstanbul, Kendi Yayını, 1995, s.30.
314
Gabriyel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s. 445.
194
takındığı mücadeleci tavır Millî Mücadele kahramanlarından olduğunu
göstermiştir.” şeklindeki sözlerini yansıtan bilgiler bulunmaktadır.315
Görüldüğü üzere Nasturi cemaatinin aksine genel olarak Süryaniler
Osmanlı Devleti’ne sadık kalmışlar ve Avrupalı devletlerin oyununa
gelmemişlerdir. Gerçi bir kısım Süryani’nin Cizre ve Midyat bölgesinde kısa
süreli bir başkaldırışları olsa da önem arz edecek bir konuma gelmemiştir.316
Sonuçta Nasturiler, Batılı devletlerin verdikleri sözlere inanarak devlete
başkaldırmışlar ve bunun olumsuz sonuçlarını da uzun yıllar yaşamak
zorunda kalmışlardır.
Diğer taraftan Patrik İlyas Şakir’in İtilaf devletleri nezdinde girişimlerde
bulunmasına rağmen arzu ettiği sonucu elde edememesinden sonra Osmanlı
Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti ile sıcak ilişki içine girdiği doğrultusunda
iddialar da vardır. Bu iddiaya göre Paris Barış Konferansı’na Musul’daki
Dominiken Mektebi’nde eğitim gördüğü için önce Katolik olan, ancak daha
sonra Ortodoksluğa geçen Suriye Metropoliti Severios Efram Barsavm
başkanlığında bir heyet göndermiş, fakat Süryani heyeti bu konferansta
ciddiye bile alınmamıştır.317 Bu gelişmeler üzerine Patrik III. İlyas Şakir,
cemaati için en akıllıca tavrın, Kemalistlerle uzlaşmak olduğu sonucunu
çıkarmış ve ilk iş olarak Süryani Kadim erkeklerinin Millî Mücadele’ye
katılmasını emretmiştir. Bu askerlerin ailelerinden gelen 70-75 kişilik bir kadın
315
Gabriyel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s. 454-456; Dolapönü, a.g.e., s. 102; Mardin İl
Yıllığı, Mardin, 1967, s. 87.
316
İsrafil Kurtcephe, “Birinci Dünya Savaşında Bir Süryani Ayaklanması”, OTAM, Sayı:5, Ankara,
1993, s.291-296, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/821/10429.pdf
317
Konferans sonrası Fransız Dışişleri Bakanlığı’nın raporlarındaki “Doğu’da bol olan entrikacı
papazlardan biri”, “Türkler ve Almanlara yaptığı riyakârlıkları unuttu”, “Suriye’deki tüm entrikacılar
gibi hararetle ve yüksek sesle konuşarak baskı yapabileceğini zannedenlerden”, “Endişeye gerek yok,
Emir Faysal kendi rolünü emniyete aldıktan sonra bu küçük Hristiyantopluluğunu hakir görecek ve
uzaklaşacaktır. İşte o gün onlar bizim sunacağımız himayeden mutlu olacaklardır” gibi ifadelerden
Fransızlar’ın Ortodoks Süryanileri pek ciddiye almadıkları sonucu çıkarılabilir. Öte yandan, Barsavm,
Diyarbakır, Harput, Bitlis, Van ve Urfa vilayetlerini kapsayan özerk bir yönetimden yana olduğu için
de Fransız çıkarlarıyla uymuyordu. Sonuçta Barsavm, “büyük bir hayal kırıklığına uğradığını, orada
halkının başına gelen felaketleri açıklamasına rağmen, konferansa katılan delegelerin hiç birinin
gözyaşı akıtmadığını ve hatta delegelerin bize acımadıklarını görünce, orada taştan heykellere
konuşma yaptığımı hissettim” diyerek büyük devletlerin 1915 konusundaki ikiyüzlü tavrını
doğrulamıştır. Bkz. Mor Iğnatiyos I. Afrem Bet-Barşawmo, Tur-Abdin Tarihi, İsveç, Nsibin, s.5’ten
aktaran Talip Atalay, “Lozan Antlaşması Öncesinde ve Sonrasında Süryani…”, s.63-69.
195
grubu da Diyarbakır’daki bir kilisede dikimevi açarak orduya katkıda
bulunmuşlardır.318
Bu iddianın ne kadar doğru olduğu bilinmemekle beraber yine Binbaşı
Noel yazmış olduğu bir raporda; Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan
Hristiyanlardan savaş sırasında en az zarar görenlerin Süryaniler olduğu
belirtilmektedir. Noel, Süryanilerin Osmanlı Devleti ile iyi ilişkiler kurduklarını
ve Ermeni tehciri kararı alındıktan sonra Süryanilerin bu kararın dışında
tutulduğunu da raporuna eklemiştir. Ayrıca Noel, Diyarbakır’da yaşayan
Süryanilerin Osmanlı yönetiminin devamından yana olduklarını hatta Mardin
ve Diyarbakır’da Süryanilere ait kiliselerde Osmanlı yönetimi ve padişah için
dualar
edildiğini
de
raporunda
belirtmektedir.319
Noel’in
bu
raporu
hazırlamadan önce özellikle Mardin ve Midyat bölgesindeki Süryaniler ile
yaptığı görüşmelerden Süryanilerin baskı altında olmadığı yönünde bilgiler
aldığını belirtmektedir.320 20 Mayıs 1919 tarihli bir belgeden anlaşıldığı üzere;
Noel’in Midyat’ta görüştüğü Süryani ve Keldani muallim ve murahhasların
genel olarak Osmanlı Hükümeti’ne karşı sadakat beyanında bulunduklarını
ve hatta görüştüğü kitlenin hemen hepsinin hükümet lehine cevaplar verdiği
belirtilmektedir.321
Ayrıca yöredeki aşiret reisleri, Keldani ve Süryani rahipler toplanarak
Osmanlı Devleti’ne bağlılık yemini etmişler ve Meclis-i Mebusan’a çektikleri
telgrafla bölgedeki bölücü faaliyetleri protesto etmişlerdir.322 Sonuç olarak
Süryanilerin millî mücadele döneminde İtilaf devletlerinin karşısında yer
aldığını söyleyebiliriz.
318
“Amerikan Belgesinde Adı Geçen Ağa Petros Süryani Değil, Nasturidir”, Milliyet Gazetesi, 19
Kasım 1977, (Erişim) http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Arsiv/1977/11/19, 11 Mayıs 2009; Zeki
Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Cilt IV, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1994, s.491; Deniz
Bayburt, “Milli Mücadele Dönemi’nde Süryaniler”, Akademik Bakış, Cilt 3, Sayı 6, Yaz 2010, s.54.
319
Bülent Özdemir, Süryanilerin Dünü Bugünü: I. Dünya Savaşı’nda Süryaniler, Ankara, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, 2008, s. 112.
320
Yaşar Ertürk, Büyük Oyunun Eski Perdesi Doğu Güneydoğu ve Musul Üçgeni (1918-1923),
İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayınları, 2. Baskı, 2007, s. 308.
321
ATASE, İstiklal Harbi Kataloğu: 30, G: 33, B: 33-1, 33-2’den aktaran Bayburt, a.g.m., s.53.
322
Yaşar Akbıyık, “Kurtuluş Savaşı’nda Güneydoğu Anadolu’da Bölücülük Faaliyetlerine Karşı
Tepkiler”, XII. Türk Tarih Kongresi: Bildiriler, Cilt IV, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1994,
s. 1312.
196
3.3.2. İnkılaplar ve Uygulamaları
Türkiye
Büyük
Millet
Meclisinin
açılışından
itibaren
inkılaplar
Süryaniler tarafından heyecan ve sevinç ile takip edilmiştir. Patrik III. İlyas
Şakir, Meclis’in açılışına katılmış ve ilan edilen inkılaplar için de tebrik
telgrafları gönderilmiştir. Şapka devriminden sonra bugün bile Süryani
papazlarının fötr şapka giymesi323 inkılaplara olan inançlarının bir göstergesi
olarak değerlendirilebilir.
1928 yılında Harf Devrimi’ne geçildiği tarihte, Hindistan seyahatinde
bulunan Patrik III. İlyas Şakir, Süryanilerin bütün yazışmalarını yeni harflerle
yapmalarını isteyen bir telgraf çekmiştir.324 Hatta Süryaniler kilise litürjisine
Türkçeyi
sokmuşlar,
ayinde
okunan
ilahî
ve
duaların
bir
kısmını
Türkçeleştirmişlerdir. Bugün bile ayinde okunan bazı dua ve ilahîlerin Türkçe
olması, Süryani Cemaatinin inkılaplara olan bağlığının içtenliğini ve ayrıca
devlet kanunlarına riayeti göstermesi adına da önemlidir.325
29.11.1934 tarihinde cemaat reisi dışındaki din adamlarının mabet ve
ayin dışında dinî kıyafet giymelerini kaldıran kanun çıktığında, önce patrik
vekili Horepiskopos Abdullahad, sivil kıyafetle sokağa çıkmıştır. Atatürk,
Patrik III. İlyas'a yaptığı yardımlardan dolayı teşekkür etmiş ve talimatlar
vererek Süryanilere her türlü kolaylığın sağlanmasını emretmiştir.326
Deyru’l-zafaran Manastırının en parlak zamanın Türkiye Cumhuriyeti
anayasasının laiklik ilkesi ile teminat altına alındığı dönem sonrası
gösterilmesi,327 inkılaplar ile yaşanan devrim sürecinin Süryaniler üzerinde
pozitif etki yaptığını göstermektedir.
323
Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s. 456.
Sertoğlu , a.g.e., s.81- 82.
325
Günel, a.g.e.,s.59-60.
326
İris, a.g.e., s.172.
327
Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, s.35.
324
197
Diğer taraftan 1934'te çıkarılan ‘Soyadı Kanunu’ gibi bazı inkılaplar ve
kanunların Süryaniler de hoşnutsuzluk yarattığı da bir gerçektir. Soyadı
kanununa ilişkin bazı nüfus memurlarının keyfi davranışları, azınlıklara kendi
isteklerine
göre
soyadı
vermeleri
ve
bazı
gazetelerin
kışkırtıcı
propagandaları328 ve sonrasında devlet dairelerine gayrimüslim alınmaması
yönünde çıkarılan kanun,329 Süryaniler tarafından hoş karşılanmamıştır.
Ulu önder Atatürk’ün yakın dostu, Atatürk’ten taltif ve takdir gören
sayın Patrik III. İlyas Şakir dönemine kadar patriklik merkezi Deyru’l-zafaran
Manastırındayken, Patriğin ölümü sonrasında yerine patrik seçilen Patrik
Efram Barsavm döneminde;330 1932'de Humus'a, 1957'de de Şam'a
taşınması, devletin sahip olduğu bir değeri kaybetmesi olarak da
görülebilir.
Kısaca, Cumhuriyetin ilk yıllarında Süryanilerle devlet arasındaki
ilişkiler genelde olumlu bir seyir izlerken331 daha sonraları zaman zaman
olumsuz gelişmeler de yaşanmıştır.
3.3.3. Lozan Antlaşması ve Süryaniler
Lozan’a giden Türk tarafı, “azınlıklar” konusunu çözümü gerekli
önemli başlıklar içinde ele almıştır.332 Bunun sebebini gayrimüslim
azınlıklara ilişkin tarihsel travmalar ile oluşan önyargı olarak belirtmek yanlış
olmayacaktır. Bu anlayış ile başlayan Lozan Konferansı, 21 Kasım 1922 4 Şubat 1923 tarihleri ile 23 Nisan 1923-24 Temmuz 1923 tarihleri arasında
328
Koçoğlu, a.g.e., s.15.
1926 tarihinde 788 sayılı Memur Kanunu'nun 4. maddesi memur olabilmeyi Türk olma
zorunluluğuna bağlamıştır. Bu hüküm, 1965 yılında 'T.C. vatandaşı olmak' diye değiştirilmiştir. Bkz.
Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve "Türkleştirme" Politikaları, İstanbul, İletişim Yayınları, 2006,
s.119.
330
Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, s.20.
331
Sertoğlu, a.g.e., s. 80; Günel, a.g.e., s. 322.
332
Ankara Hükümeti, konferansa giden heyete 14 maddelik bir talimat vermiştir. “Başbakanlık
Kararı” bu talimatın 8 ve 9’uncu maddeleri Gayrimüslimlerle (Azınlıklarla) ilgilidir. 8’nci madde,
“Kapitülasyonlar kabul edilemez, mütarekelerin kesilmesi lazım gelirse yapılır”, 9’uncu madde ise
“Ekalliyet” (Azınlıklar); Esas mübadeledir” şeklinde idi. Ali Güler, Sevr'den Kopenhag'a
Parçalanan Türkiye, Ankara, Ocak Yayınları, 2000, s.16.
329
198
toplam 8 aylık bir sürede tamamlanmıştır. Azınlıklar konusu her ne kadar
konferans iç tüzüğünün 5’inci maddesi gereğince “Yabancılar ve Azınlıklar
Komisyonu”nda görüşülmesi planlanmış olsa da Lord Curson’un müdahalesi
ile birinci komisyonda ve ilk defa 12 Aralık 1922 tarihinde toplanan “Arazi ve
Askerlik Komisyonu”nda ele alınmıştır. Sonuçta, Lozan Konferansı'nda
azınlıklar konusu, birinci komisyonunun beş ve azınlıklar alt komisyonunun
ise on altı toplantısında görüşülmüş ve hararetli tartışmalara neden
olmuştur.333
15 Aralık 1922 günü Başkan Montagna’nın; “birinci komisyondaki
genel
görüşmeler
sırasında
azınlıkların
korunmasına
ilişkin
Avrupa
antlaşmalarında kabul edilen ilkelerin, antlaşmalara temel olarak alınacağı,
daha önceden bildirilmişti." diyerek oturumu açması üzerine Rıza Nur Bey,
"Türkiye'de din azınlıkları bulunduğunu, fakat soy azınlıkları (minorites de
race) bulunmadığını, böyle olunca Türk Temsilci Heyeti'nin soy ya da dil
azınlıklarının korunması ilkesini kabul etmediğini" belirtmiştir.334
15 Aralık 1922 tarihli 3 sayılı tutanağa ek olarak Komisyona sunulan
"Müttefik Temsilci Heyetlerince Azınlıkların Korunmasına İlişkin Tasarı"da
kavram, değişik maddelerde şu şekilde idi: "...din ve dil bakımından etnik
azınlıklardan olan kimselerin..." (Madde: 4); "din ya da dil azınlıklarından olan
Türk uyrukları..." (Madde: 6); "din ya da dil bakımından etnik azınlıklarından
olan Türk uyruklarının..." (Madde: 7); "...bu azınlıkların...", (iki kere) "...
azınlıkların ...", "...azınlıklara..." (Madde: 8); "Hristiyan ya da Musevi dininden
Türk uyrukları..." (Madde: 9); "...Müslüman olmayan Türk uyruklarına..."
(Madde: 11). Üçüncü tutanağa Ek olarak Komisyona sunulan 18 Aralık 1922
tarihli "Türk Temsilci Heyetinin sunduğu tasarı " ise toplam sekiz maddeden
333
Seha L. Meray, Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar-Belgeler, Takım I, C. I, Kitap II, İstanbul,
Yapı Kredi Yayınları, 1993, s.150.
334
Meray, a.g.e., s.205-208.
199
oluşuyordu. Bu tasarının tamamında kullanılan konu ile ilgili kavram
"Müslüman olmayan (gayrimüslim) azınlıklar" şeklinde idi.335
Müttefik heyetinin başlangıçtaki azınlıklara ilişkin tutumu Türk
heyetinin
kararlı
tutumu
karşısında
zayıflamış
ve
23
Aralık
1922
oturumundan itibaren Türk görüşünün kabul edildiği görülmüştür. Yapılan
bazı konuşmalarda, bu tarihten sonra "azınlıklar" terimi yerine "Müslümanolmayan azınlıklar" kavramı kullanılmaya başlanmıştır.336 Fakat antlaşma
maddelerinin hiçbir yerinde, gayrimüslimlerden anlaşılması gerekenin kimler
olduğu açıkça belirtilmemiştir.
Lozan
Antlaşması
Türkiye
Cumhuriyeti’nin
kuruluş
antlaşması
niteliğinde olup çok büyük önem taşımaktadır. Azınlıklar konusu, Lozan
Barış Antlaşması'nın, "Siyasal Hükümler" başlığını taşıyan I. Bölümünün,
"Azınlıkların Korunması" başlıklı III. Kesimi'nde 37-45. maddelerinde
düzenlenmiştir. Lozan Antlaşması’nın maddeleri irdelendiğinde gayrimüslim
azınlıklara haklar tanındığı görülmektedir. Gayrimüslim azınlıklara ilişkin
önem arz eden maddelere baktığımızda; 337
-38/3. maddesinde belirtilen bütün Türk uyruklarına uygulanan dolaşım
ve göç etme özgürlüğünden tam olarak yararlandırılacağı,
-39/1. maddesinde Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık
(medeni) haklarıyla siyasal haklardan yararlanacağı,
-40. maddesinde hukuk ve uygulama bakımından öteki Türk uyrukları
ile aynı işlem ve garantilerden yararlanacağı, hayır kurumu, dinsel, sosyal
kurumlar, her türlü okullar, öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve
335
Meray, a.g.e., s.161-167.
Meray, a.g.e., s.201-202,213; Erol Dora, “AB’ye Katılım Sürecinde Süryaniler ve Çok
kültürlülük”, Avrupa Birliği, Türkiye ve Süryani Göçü Konulu Sempozyum, İstanbul, İstanbul
Bilgi Üniversitesi Göç Araştırmaları Ve Uygulamaları Merkezi, 26-27 Mayıs 2005.
337
Dora, a.g.m.
336
200
denetlemek hakkı, burada kendi dillerini serbestçe kullanma ve dinsel
ayinlerini serbestçe yapmada eşit hakka sahip oldukları,
-41.
maddede
önemli
oranda
bulundukları
il
ve
ilçelerdeki
ilkokullarında anadillerinde eğitim hakkı,
-41/2. maddesinde bütçeden pay alma hakkı,
-42/1.maddede aile ve kişisel durumlar konusunda gelenek ve
göreneklerine uygun çözüm hakkı,
-42/2. maddede din kurumlarına saygı, kuruluşları için gerekli
kolaylıkların gösterilmesi,
-43/1. maddesinde inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı
davranışta bulunmaya zorlanamayacakları, hafta tatillerinde herhangi bir
resmî işlemi yerine getirmeye zorlanamama hakları bulunduğu belirtilmiştir.338
Lozan
Antlaşması’nda
yukarıda
açıkladığımız
üzere
sadece
gayrimüslim azınlıklar kabul edilmiş, bu azınlıklar tek tek sayılmamış olmakla
beraber Lozan Antlaşmasının imzalanmasından sonra Türkiye, Antlaşmadan
doğan azınlık haklarını sadece Ermeni, Rum ve Yahudiler için uygulamaya
koymuş, diğer gayrimüslim gruplar ise azınlık kavramı dışında telakki
edilmiştir. Durum böyle olmakla beraber Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 24
Ocak 2003 tarihinde çıkarılan yönetmelik ile cemaat vakıfları sayılırken
Lozan’da azınlık olarak tanınan Rum, Ermeni ve Yahudiler dışındaki Bulgar,
Gürcü, Süryani ve Keldanilere ait vakıfların da cemaat vakıfları içinde
sayması bazı soru işaretlerini doğurmaktadır. Bazı kesimlerce Süryani ve
338
Naz Çavusşoğlu, Uluslararası insan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları, Bilim Yayınları,
İstanbul, 1999, s. 67; Dora, a.g.m.
201
Keldanilerin de Türkiye Cumhuriyeti tarafından azınlık olarak kabul edildiği
şeklinde yorumlanmaktadır.339
Süryanilerin azınlık statülerindeki bu belirsizlik, yeni bir durum
değildir. Çünkü Osmanlı döneminde de azınlık olduklarına ilişkin net bir
durum da yoktur. 1890 yılına kadar Osmanlı nezdinde Ermeni milletine tabi
olan Süryaniler, 1897'den itibaren salnamelerde kendi adlarıyla, yani Süryani
Kadim
Patrikliği
başlığı
altında
kayıt
altına
alınmaya
başlandığı
görülmektedir.340 Ancak Lozan Antlaşmasıyla birlikte Süryanilerin yine
belirsiz
bir
statüye
büründükleri
görülür.
Bu
belirsizlikte,
Lozan
Konferansı'nın ikinci bölümünün başladığı gün, 23 Nisan 1923'te Süryani
Kadim Kilisesi Patriği III. İlyas Şakir'in Kudüs seyahatinden döndükten
sonra Ankara'ya gelip Mustafa Kemal'le görüşmesi ve Nasturiler konusunun
gündemde olduğu bir sırada, Süryanilerin azınlık statüsü istemediklerini
açıklamasının payı olduğu ileri sürülmektedir. Süryanilerin Misak-ı Milli
hudutları dâhilinde bir ekalliyet olduğunu söyleyen İlyas Efendi, “yegâne
arzularının iyi günde de kötü günde de ebediyen çoğunlukla yaşamak”
olduğunu belirtmiştir. “Cemaatinin şimdiye kadar hiçbir hususta rencide
edilmediğini” beyan ederek her fırsatta Türkiye’ye olan bağlılıklarını dile
getirdiğini belirtmiştir.341
339
Dora, a.g.m.; Funda Keskin, "Azınlıklar Konusu"in Yaşayan Lozan, Ed. Çağrı Erhan, Ankara,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2003 s. 251; Oran, Türkiye'de Azınlıklar:, s. 54-55; Emre
Öktem, ” Türkiye ve Avrupa'da İslam, Devlet ve Modern Toplum Türkiye’deki Gayri Müslim
Cemaatlerin Durumu”, Konrad Adenauer Vakfı, http://www.konrad.org.tr/index.php?id=703,
11 Mayıs 2010. “Cemaat Vakıfları”, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü, (Erişim)
http://www.vgm.gov. tr/02_VakiflarHakkinda/004_CemaatVakiflar/cemaat.cfm, 11 Ağustos 2010.
340
Seyfeli, a.g.m., s.74-75.
341
Lozan görüşmelerinde azınlıklar ve Musul sorunu konularında da yeni Türkiye hükümetinin
görüşüne destek vermiş, tercihini Müslüman-Türklerle birlikte, aynı hukuki statüde ve milletin bir
parçası olarak yaşamak yönünde kullanmış, Süryani Kadim Cemaati olarak Lozan'da azınlık statüsü
istemediklerini açıklayarak, katılımcı ülkelerin Türkiye'deki Hıristiyanların Avrupa'nın vesayeti
altında yaşamak istedikleri yönündeki tezlerinin çürütülmesini sağlamıştır. Bkz. Yeni Gün Gazetesi,
Ankara, 5 Şubat 1923; İleri Gazetesi, İstanbul, 09 Şubat 1923; Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e.,
s.363-364; Lozan’da Süryanilerin gayrimüslim azınlık statüsünde telakki edilmemelerinin sebepleri
olarak da Osmanlı Millet Sistemi’nde Ermeni, Rum ve Musevilerin en büyük dini gruplar olarak kabul
edilmeleri ve küçük gayrimüslim toplulukların “Altı topluluk patriği” olarak ifade edilen Ermeni
Patrikliği üzerinden devlet ile ilişki kurmuş olmaları gösterilmektedir. Diğer bir sebep ise İçişleri
Bakanlığı’na ait bir genelgenin varlığına dayandırılmaktadır. Adı geçen grupların isimleri bu
202
Nitekim Lozan görüşmelerinde İnönü de bu konuyu; Keldaniler ve
özellikle Diyarbakır Vilayetindeki Asurilerin dıştan yapılan kışkırtmalara hiçbir
zaman kapılmadan, Türk yurttaşlarıyla tam bir anlaşma içinde yaşadıklarını
belirterek vurgulamıştır.342 Aynı sonucu farklı nedenlerle anlatan Andrews’e
göre bunun bir nedeni de Süryanilerin o dönemde bir kilise teşkilatına sahip
olmamalarıdır.343 Kendisi de Süryani olan Aziz Günel ise konuyu emik bakış
açısı ile ele alarak; “Süryaniler kendilerini azınlık saymazlar, çünkü yabancı
ülkelerden gelme olmadıklarına göre, dış ülkelerde de, kendi ırk ve
mezheplerinde kurulmuş bir devletleri yoktur. Bundan dolayı Süryaniler
kendilerini, Türk Süryanileri olarak bilirler, Türklükleriyle övünür, şeref
duyarlar” demektedir.344
Süryanilerin Lozan’da azınlık olarak tanınmamasının hukuken geçersiz
olduğu iddiası ile bu konuya şiddetle karşı çıkanlar vardır. Çünkü onlara göre
azınlık hakları, bireysel haktır ve bir bireyin hakkından o bireyin mensubu
olduğu grubun lideri/temsilcileri (patriği, metropoliti) feragat edemez.345
Bu durumun hukuksal bir geçerliliğinin olmadığını iddia edenlere göre
dar bir yorum ile ‘azınlık’ kavramı ile üç tarihsel gayrimüslim grup; Ermeniler,
Museviler, Rumlar kastedildiği belirtilmesine rağmen sadece gayrimüslim
değil
Müslimlerin
de
Lozan’da
azınlık
haklarından
faydalandırılması
gerektiğini söylemektedirler. Bu iddiayı savunanlara göre bunun üç sebebi
vardır. Tarihsel sebep, grupların etnik veya dilsel değil din ve mezhep
temeline göre tanımlanması anlamına gelen “millet sistemi”; siyasal sebep,
Hristiyan grupların Avrupa ülkeleri tarafından koruma altına alınmış olmasının
genelgede geçmediği için ve Süryani hakları akraba bir devlet tarafından takip edilmediği için
gayrimüslim statüsünde kabul edilmemişlerdir. Ayrıca Süryanilerin kırsal bölgelerde yaşıyor olması
nedeniyle haklarını arayamamış olmaları da dikkate alınmaktadır. Bkz. Ömer Ergün, “Lozan’daki
Azınlık Anlayışı ve Süryaniler”, Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi,
Canan Seyfeli, Ankara, Cilt II, Orient Yayınları, 2005, s. 251-252.
342
Meray, a.g.e., Takım I, C.I, Kitap I, s.347.
343
Peter Alford Andrews, Türkiye'de Etnik Gruplar, çev. Mustafa Küpüşoğlu, Ant Yayınları,
İstanbul, 1992, ss.284-285.
344
Hasan Güneri, "Azınlık Vakıflarının İncelenmesi", Vakıflar Dergisi, Ankara, Vakıflar Genel
Müdürlüğü Yayınları, Sayı 10, 1973, s.80.
345
Dora, a.g.m.
203
onları çoğunluk açısından “öteki” haline getirmesi, ideolojik sebep ise 1923’te
kurulan Cumhuriyet idaresinin de dağılabileceği korkusundan doğan
tahammülsüzlüktür.346
Yine bu görüş taraftarlarına göre Lozan’ın hiçbir maddesinde,
azınlıkların yalnızca Rum, Ermeni ve Yahudilerdir diye belirtilmediği
vurgulanarak, Süryanilere ilişkin azınlık olmadıklarına dair görüş ve
uygulamalar da tamamen Lozan Antlaşması’nın lafzına ve ruhuna aykırı
olduğu ve durumun sebebinin sadece politik bir tavırdan kaynaklandığı ileri
sürülmektedir.347
Fakat
Lozan
görüşmelerinde
Osmanlı’daki
millet
sisteminde ilk akla gelen gruplar olan Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler dışında
kalan Asurî, Keldani ve Nasturi kavramlarının da geçtiği görülmektedir.348
Hatta bu gruplara yönelik ortaya atılan bazı talep ve iddialar söz konusu
olduğunda Türk Heyeti'nin büyük bir tepki gösterdiği ve Batılı diplomatların
bu toplulukların haklarının garantiye alınması konusunda ısrar etmesi
sonucunda
da
belirtilmektedir.
Rıza
Nur’un
tepki
göstererek
toplantıyı
terk ettiği
349
Lozan’da kimi iddiaya göre azınlık haklarının Süryaniler tarafından
istenmediğinden, kimi iddiaya göre de en azından alt komisyonlarda bile olsa
Nasturi ve Keldaniler’den bahsedilirken Süryanilere ilişkin bir bahsin veya
Süryaniler ile ilişkili bir maddenin bulunmaması büyük devletlerin kendi
çıkarları ile Süryanilerin taleplerinin örtüşmemesinden kaynaklandığını iddia
edenler vardır. Bu iddia çerçevesinde Süryaniler, tarihsel ve siyasi
nedenlerden dolayı azınlık kavramı içerisinde değerlendirilmemiştir. Tarihsel
346
Oran, Türkiye’de Azınlıklar:, s.36-37.
Dora, a.g.m.
348
Meray, a.g.e., s.277-282; Pazarcı Lozan’da azınlıkların kimler olduğundan bahsederken
gayrimüslimler olduğu konusunda muatabakata varırken bu gayrimüsmileri tek tek sayarak Rum,
Musevi, Ermeni, Nesturi, Asuri ve Bulgar olarak nitelemektedir. Lozan’da görüşmelerde bu grupların
geçmesi bunların azınlık olarak kabul edildikleri anlamında değildir. Burada Pazarcı’nın Lozan’da bu
gruplar hakkında talepler olduğu şeklinde yorumlamak daha doğru olacaktır. Yoksa bu grupların
azınlık olarak kabul edildiği anlamında değildir. Ayrıca Süryani kelimesi ise hiç geçmemektedir.
Dolaysıyla Lozan’da gayrimüslimler genel olarak azınlık kabul edilmiştir. Süryanilere yönelik bir
talepise hiç dile getirilmemiştir. Bkz. Pazarcı, a.g.e., s.196.
349
Meray, a.g.e., s.280; Ürer, a.g.e., s.224.; M.Cemil Bilsel, Lozan, İstanbul, Sosyal Yayınlar, Cilt II,
1998, s.272, 282.
347
204
neden olarak; Osmanlı’nın millet sistemi içinde Süryanilere, Ermeni kilisesi
üzerinden
bakması
ve
doğrudan
azınlık
olarak
kabul
etmemesi
gösterilmektedir. Ayrıca bu anlayışın Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde de
devam ettiği düşünülmektedir. Siyasi neden olarak da 1920 ya da 1930'larda
İçişleri Bakanlığı'nın gizli bir genelgesinde azınlık olarak Nasturiler,
Keldaniler ve Süryanilerden bahsedilmemiş olması gösterilmektedir.350
Bu konuya farklı bir pencereden bakan bazı akademisyenlere göre;
Lozan’da azınlıklar kavramı dar anlamında gayrimüslimler için kullanılmıştır.
Bunun nedeni ise Türkiye Cumhuriyeti’nin savaşın galibi olarak masaya
oturması ve azınlıklar konusunda ortaya koyduğu iradeye bağlanmaktadır.
Buna göre Lozan’da kabul edilen azınlık haklarından bahsederken bunun
sadece
gayrimüslimlere
genişletilebilecek
bir
değil,
yelpazede
Türkiye'de
çeşitli
oturan
hakları
herkese
da
ihtiva
kadar
ettiği
söylenmektedir.351
Lozan Antlaşması, Sevr'de azınlıklara ilişkin kabul edilen bazı
aşırılıkları da ortadan kaldırmıştır. Ermenilerin geriye dönüşü ile ilgili
hususlar Sevr’de varken Lozan’da bahsedilmemiştir. Ayrıca Sevr’de soy,
dil ve din azınlıklarından bahsedilirken Lozan’da sadece dinsel azınlıklar
ve bu kapsamda gayrimüslim azınlıklardan bahsedilmiştir. Ayrıca daha
önceden kilise, okul ve adalet gibi konularda verilmiş olan ayrıcalıklar
Sevr’de ele alınmışken, bu ayrıcalıkları tanıma zorunluluğu Lozan'da
ortadan kaldırılmıştır.352
Süryaniler’in
azınlık
kapsamında
değerlendirilmemesi
gerektiğini
düşündüren önemli bir neden de hukukun kaynaklarından olan örf ve adet
hukukudur. Bireyin dışında toplumca istenmiş olmak ve toplumsal yaşamı
kolaylaştırmak amacıyla bugüne kadar benimsenmiş olan şeylerin gelecekte
350
Ömer Ergün, “Lozan’da Azınlık Anlayışı ve Süryaniler”, Süryaniler ve Süryanilik, der. Ahmet
Taşğın - Eyüp Tanrıverdi - Canan Seyfeli, Ankara, Cilt II, Orient Yayınları, 2005, s.251.
351
Oran, Türkiye’de Azınlıklar:, s.62-67.
352
Oran , Türk Dış Politikası (Kurtuluş Savaşı'ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar),
Cilt I:1919-1980, der. Baskın Oran, İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 238.
205
de benimsenmesine yönelik olarak diğer kaynaklar tarafından doldurulamayan
boşluk; örf ve adet hukuku tarafından doldurulmaktadır.353 Uluslararası
hukukta örf ve adet kurallarının aynı tutum ve davranışların hukuk kuralı
olduğu inancı ile belirli süre tekrarlanması neticesinde ortaya çıktığı gerçeği
dikkate alındığında, gerek Türkiye’nin Lozan Antlaşmasının azınlıklara ilişkin
hükümlerinin Süryanileri kapsamadığına ilişkin değerlendirmesine gerekse
Süryanilerin kendilerini azınlık olarak kabul etmemelerine herhangi bir itirazın
gelmemiş olması bu konuda hukuksal bir dayanak oluşturmaktadır.
Sonuç olarak, Lozan Antlaşması'nda Süryaniler hiç anılmadığı
gibi; Süryaniler, Keldaniler, Nasturiler spesifik olarak da azınlık kabul
edilmemişlerdir. Keza bir çok Süryani tarafından da kendilerinin azınlık
statüsü içinde olmadığı dile getirilmektedir. Bu yönüyle de oluşan kabul örf
ve adet hukuku kapsamında Süryanilerin azınlık olmadığı yönündedir.
3.3.2.2. Patriklik Merkezinin Türkiye’yi Terk Etmesi
Cumhuriyetin ilanından sonraki ilk yıllara nazaran 1930’lu yıllar
azınlıklara yönelik giderek artan olumsuz bir ortam doğurmaya başlamıştır.
Bu ortam doğal olarak Süryanileri de etkilemiştir. Patrik İlyas Şakir’in önemli
miktarda Süryani cemaatinin yaşadığı Hindistan’ın Malabar bölgesindeki
Kerela eyaletinde 13 Şubat 1932 günü vefat etmesinden sonra 1933 yılında
Patriklik Merkezi, Mardin’den Suriye’nin Humus şehrine taşınmıştır. Bu nakle
ilişkin; “Süryani cemaatinin isteği”, “görülen lüzum üzerine” gibi resmî
ifadelerin yanında iki önemli nedenden bahsedebiliriz. Birincisi yeni Patrik
Severios Efram Barsavm’ın Suriye Metropolitliğinden patrik seçilmesi ve
ikincisi Türkiye’de kendilerini mutlu ve huzurlu hissetmemeleridir.
Başlangıçta geçici olarak Türkiye’yi terk eden patriklik makamı,
Atatürk'ün ölümü ve İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçilmesi ile kalıcı
353
Yasemin Işıktaç, Hukukun Kaynağı olarak Örf ve Adet Hukuku, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2004,
s.19-35
206
olarak Suriye’ye yerleşmiştir.354 Tam bu dönemde Fransa’nın Suriye’de
Ermeni, Süryani ve Kürtlere yönelik yaptığı çalışmalar da bu sürece önemli
bir etki yapmıştır.355 Konunun zamanlamasına ve Fransa’nın bu bölgede
bugüne kadar devam eden ilgisine bakıldığında, gelişmelerin kendiliğinden
oluştuğunu söylemek ise fazla iyimser bir yaklaşım olacaktır. Gelişmeleri
etkileyen önemli bir faktör de yaklaşan savaş ve 1940 yılında Balkanların
işgali
sonrasında
güvensizliktir.
356
ortaya
çıkan
azınlıkların
geneline
yönelik
Sonuçta 1930’lu yılların başları Süryaniler için huzur dolu
iken 1932’den sonra İkinci Dünya Harbine doğru giderek artan bir
huzursuzluk ve buna bağlı göçler karşımıza çıkmıştır.
3.3.2.3. İkinci Dünya Savaşı ve Varlık Vergisi
İkinci Dünya Savaşı yıllarında 12 Kasım 1942 tarihinde resmî
gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 4305 sayılı kanunla konulan
olağanüstü servet vergisi yani "Varlık Vergisi Kanunu"; savaş yıllarında
Türkiye'de enflasyonun artması, karaborsacılığın yaygınlaşması ve bu
sayede aşırı kazanç sağlayan bir zümrenin ortaya çıkması sonrasında, bu
kazançların vergilendirilmesi amacıyla devlet tarafından konan vergidir.
Her ne kadar genel ifadeler ile adlandırılmış olsa da daha ziyade
azınlıkları hedef alan bu kanun ile sermayenin Türkleştirilmesi amaçlandığı
ileri sürülmektedir.357 Fakat Avrupa ülkelerinde bu kanuna yönelik gelen
eleştiriler358 ve İkinci Dünya Savaşı'nın kritik günleri içinde olunmasından
dolayı, Türkiye bu durumdan etkilenmemek için 15 Mart 1944 tarih ve 4530
sayılı "Varlık Vergisi Bakayasının Terkinine Dair Kanun" ile o tarihe kadar
354
Koçoğlu, a.g.e., s.17.
CHP’li İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Cumhurbaşkanlığı’na yazdığı 23 Haziran 1938 tarihli rapor
için Bkz.Oral, a.g.m., s. 289.
356
Rıfat N. Bali, "II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye'de Azınlıklar-1, s.4-18.
357
Faik Ahmet Barutçu, Siyasi Anılar 1939-1954, İstanbul, Milliyet Yayınları, 1977, s.263; Zeynep
Aydın , “Lozanda Farklı Kökenlilere Tanınan Haklar”, Bianet, İstanbul, 2004, (Erişim)
http://bianet.org/bianet/kultur/46222-lozanda-farkli-kokenlilere-taninan-haklar,11 Mayıs 2009.
358
Rıdvan Akar, Aşkale Yolcuları: Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, İstanbul, Belge
Yayınları, 2000, s.67.
355
207
tarh edilmiş, ancak tahsil edilememiş vergilerin silinmesiyle "Varlık Vergisi"
uygulaması ortadan kalkmıştır. Varlık Vergisi kanunu ile toplam 314.900.000
lira vergi tahsil edilmiştir. Toplam tahsilat, 394 milyon lira olan 1942 devlet
bütçesinin %80'i kadardır. Bu vergi ile ilişkili diğer önemli bir gelişme ise, bu
kanundan sonra 1935 yılında yapılan nüfus sayımında, gayrimüslimlerin
Türkiye nüfusuna oranı %1,98’den, varlık vergisi uygulaması sonrasında
önemli miktarda göç vererek 1945 yılında %1,56'ya, 1955 yılında da %1,08'e
kadar düşmüş olduğudur.359
12 Kasım 1942 yılında yürürlüğe konulan Varlık vergisi, her ne
kadar dünyayı saran iktisadi bunalım gerekçesi ile alınmış olsa da
uygulamadaki
dengesizlikten
ötürü
eleştirilmektedir.
Yüksek
gelir
grubundan yüksek vergi alarak toplumsal denge sağlanmaya çalışılmış
olsa da eleştirinin asıl noktasını, inanışların bu tasnif içine dâhil edilmiş
olmasıdır. Yani Müslümanlar, gayrimüslimler, sonradan Müslüman
olanlar/dönmeler, ecnebiler gibi tasniflerin vergi matrağı belirlenirken
kriter olarak alınması, eleştirinin en önemli nedenidir.360 Bir diğer eleştiri
konusu da vergiyi ödeyemeyenlere yönelik yaptırımlar hususunda
olmuştur.
Belirtilen
süre
içinde
vergisini
ödeyemeyeler
bedeni
yeterliliklerine göre genel hizmetlerde veya belediye hizmetlerinde
çalıştırılmıştır.3611400 kişi bu amaçla çalışma kamplarına gönderilmiştir. Bu
uygulama kısa dönemde yarattığı gelire rağmen, uzun dönemde hükümetin
ve Türkiye Cumhuriyeti'nin saygınlığına gölge düşüren bir uygulama
359
Rıdvan Akar, "Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları", Modernleşme ve Çokkültürlülük,
İletişim Yayınları ve Helsinki Yurttaşlar Derneği Dizisi, İstanbul, 2001, s. 22-23; Erol Anar, Öte
Kıyıda Yaşayanlar Azınlıklar,Yerli Halklar ve Türkiye, İstanbul, Belge Yayınları, 1997, s. 90-91;
Varlık Vergisi ile ilgili ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz. Ayhan Aktar, V a r l ı k V e r g i s i v e
"Türkleştirme" Politikaları, İstanbul, İletişim Y., 2006, s.135-244; karşıt görüş için bkz.Arslan
Başer Kafaoğlu,Varlık Vergisi Gerçeği, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2002; Cumhuriyet'in ilk
yıllarındaki azınlık politikaları için ayrıca bkz. M. Çağatay Okutan, Tek Parti Döneminde
Azınlık Politikaları, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004; Ahmet Yıldız, "Ne
Mutlu Türküm Diyebilene", Türk Ulusal Kimliğinin Etno-Seküler Sınırları (1919-1938),
İstanbul, 2. Baskı, İletişim Yayınları, 2004; “Varlık Vergisi”, (Erişim) http://tr.wikipedia.org/wiki/
Varl%C4%B1k_Vergisi, 11 Mayıs 2010.
360
Rıdvan Akar, Varlık Vergisi-Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği, İstanbul,
Belge Yayınları, 1992, s.482; Faik Ökte,Varlık Vergisi Faciası, İstanbul, Nebioğlu Yayınevi, 1951,
s.48,72,73.
361
Rıdvan Akar, Varlık Vergisi-Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği, s.52,53.
208
olmuştur.362 Bu uygulamanın bir diğer olumsuz etkisi de Türkiye’deki azınlık
nüfusunun ülkeyi terk etmesi ile ortaya çıkan yatırımlardaki azalma
olmuştur.363 Varlık vergisine yönelik eleştiriler yanında şartların o dönemde
bu kanunun çıkarılmasını gerektirdiğini düşünenler de vardır.364
Aslında
Varlık
Vergisi
ağırlıklı
olarak
İstanbul’da
uygulamaya
konulmuştur. Mardin ve Midyat bölgesinde Süryanilerin Varlık Vergisinden
etkilendiği yolunda ciddi bir tespit bulunmamaktadır.365 Varlık vergisinden
Süryanilerin etkilendiğine dair yeterli bilgiye sahip olmasak da eğer etkilenme
olmuşsa bile önem arz edecek seviyede olmadığı değerlendirilmektedir.
3.3.2.4. 6-7 Eylül Olayları ve Kıbrıs Sorunu
Çok partili siyasal hayata geçilmesi ile azınlıkların yaşamında da
olumlu gelişmeler olmuştur. Azınlıklar 1950 seçimlerinde çoğunlukla
Demokrat Parti'yi (DP) desteklemişlerdir. Bu dönemde Rum, Ermeni ve
Yahudi cemaatlerinin temsilcileri DP listesinden TBMM'ye girmişlerdir.
DP'nin, özellikle İstanbul'da oy potansiyeli nedeniyle azınlık cemaatleriyle
kurduğu sıcak ilişkiler 1955'te Kıbrıs sorununun patlak vermesine kadar
sürmüştür. 366
Kıbrıs sorunu ülkenin iç politikasına damgasını vurmuş, 6 Eylül
1955'te Selanik'te Atatürk'ün evine bomba konulduğu yolundaki haberin
basında yer alması üzerine, İstanbul ve İzmir'de, başta Rumlar olmak üzere,
gayrimüslim azınlıklara yönelik saldırılar başlamıştır. 6 ve 7 Eylül
tarihlerinde azınlıkların mallarının, işyerlerinin, kiliselerinin ve okullarının
hedef alındığı yıkım ve yağmalamalar yaşanmıştır. "6-7 Eylül Olayları"
olarak tarihe geçen bu tahrip eylemleri sonrasında birçok gayrimüslim,
362
Rıdvan Akar, Varlık Vergisi-Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği, s.73.
Rıdvan Akar, Varlık Vergisi-Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği, s.90-94;
Ökte, a.g.e., s.210.
364
Rıdvan Akar, Varlık Vergisi-Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği, s.95.
365
Öztemiz, a.g.t., s.174-175.
366
Koçoğlu, a.g.e., s. 25.
363
209
özellikle de Rumlar Türkiye'yi terk etmişlerdir.367 Duruma hakim olamayan
hükümet 7 Eylül’de sıkıyönetim ilan etmiş, olaya sebep veren ve karışanlar
hakkında tutuklamalar olmuş, zarar görenlerin zararları tazmin edilmeye
çalışılmıştır.368 Bu olayların bir provokasyon olduğu ve siyasal iktidarın bu
olayların gelişmesine göz yumduğu iddia edilmiştir.
6-7 olayları kadar Kıbrıs’daki gelişmeler de gayrimüslimlere yönelik
olumsuz ortam doğmasına neden olmuştur. 1964 yılında yaşanan Kıbrıs
bunalımı sonrasında başlayan bu gerilimden özellikle Rumlar olmak
üzere369 Süryaniler de etkilenmiş, bazı bölgesel tedhiş hareketlerine
muhatap olmuşlardır. Bu durum bir kısım Süryani’nin daha iyi ve huzurlu
hayat şartları aramak için göç etmesine sebep olmuştur.
Tüm bu gelişmelerin olumsuz etkisi özellikle Türkiye’de yaşayan
Ermeni, Rum olmak üzere tüm gayrimüslimlere yönelik olmuştur. Fakat
Süryaniler diğer gayrimüslimler kadar bu olaylardan etkilenmemişlerdir. Bu
sonucu Mardin bölgesindeki kilise ve manastırın bakım, onarım ve inşaat
faaliyetlerinin bu yıllar içinde devam ediyor olmasından da anlamak
mümkündür.370 Zaten olayların İstanbul ve İzmir ağırlıklı olması, oralardaki
367
Yelda, a.g.e., s.22.
Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti, İstanbul, Phoenix Yayınları, 2004,
s.433-439.
369
Rıdvan Akar, "Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları", s. 24; Rıfat N. Bali, "Cumhuriyet
Döneminde Azınlıklar Politikası", Birikim, Sayı: 115, Kasım 1998, s. 83-85; Keskin, a.g.e.,s. 256258; Sevin Toluner, "Lozan Azınlıkların Korunması Rejimi ve Batı Trakya Türkleri",
Cumhuriyet'in 75.Yıl Armağanı, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1999, s. 219-247.
370
Mardin’in Midyat ilçesinde bulunan ve bugün ibadete açık olan Süryani Ortodoks cemaatine ait
Mor Ahısnoyo Kilisesi 1960 yılında eski yıkıntılarından faydalanılarak onarılmış, 1960 yılında çan
kulesi yapılmış olan Anıtlı Köyü Meryem Ana Kilisesi, 1957 yılı tarihli çan kulesi olan Yemisli
Köyü Mor Kuryakos Kilisesi,1936 ve 1958 tarihli onarımlar gören Gülgöze Köyü Mort Smuni
Kilisesi, 1968 yılında eskisinin yanına yapılmıs olan Yemisli Köyü Mor Esayo Kilisesi, 1968
yılında yapılan Balaban Köyü Mor Esoyo Kilisesi, 1965 yılında yapılan Odabası Köyü Mor
Abrohom Kilisesi, 1958 yılında Günyurdu’ ndaki Süryani cemaatinin insa ettirdiği kilise ve aynı
köydeki Mor Bobi kilise 1969 yılında ile Mor Aho Kilisesinin 1958-1974 tarihlerinde gördüğü
onarım, 1955 yılında eski temeller üzerinde yeniden insa edilen Üçköy Mor Melke Manastırı,
Ermeni Katolik Cemaatine ait Mor Yusuf Kilisesi 1950 yılında onarım görmüş, 1998 yılına kadar
çeşitli defalar onarım ve eklentileri yapılan Altıntaş Köyü Mor İzozoel Kilisesi ile devletin
yardımlarıyla 1956 yılında yapılmıs olan Mor Sarbel Kiliseleri bize cumhuriyet yıllarında
Süryaniler yönelik bir baskının olmadığının da bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Bkz. Gabriel
Akyüz, Mardin İli'nin Merkezinde, Civar Köylerinde, s. 121-154; Hollerweger, a.g.e., s.145297; Daha geniş bilgi için bkz. Ayduslu, a.g.t., s.128,133,162,164, 166,173, 180,181, 184,
368
210
Süryani sayısının o yıllarda fazla olmaması da bu Süryanilerin bu olaylardan
fazla etkilenmemelerinin diğer nedenidir.
3.3.2.5. 1980’den Günümüze
Günümüz Türkiye’sinde Süryanilere yönelik değerlendirmeler tezin
ilerleyen bölümlerinde detaylı ele alınacağından dolayı burada kısaca
değinecek olursak Türkiye siyasi hayatında önemli bir dönüm noktası olan
1980 ihtilalinden başlanması uygun olacaktır.
1980 ihtilalinin Süryaniler için iki yönü bulunmaktadır. Bunlardan
birincisi dönemin ideolojik çatışma ortamında kendilerini tehdit altında
görmeleridir. O dönemde Türk-İslam fanatikleri için azınlık ve Hristiyan
olmaları nedeniyle düşman olarak görülmüşlerdir.371 Diğer taraftan 1980
sonrasında giderek artan terör olaylarının yaşandığı coğrafyada bulunmaları
ve iki ateş arasında kaldıklarını düşünmeleridir. Her iki süreç sonunda Batı’ya
doğru bir Süryani göçü başlamıştır. Örneğin 1980 yılında Mardin’de 18.700
Süryani yaşarken, bu sayı 2001’de 1975’e düşmüş, bugün için ise Türkiye
genelinde yaklaşık 10-15 bin Süryani’nin kaldığı tahmin edilmektedir.
Sonuçta, günümüz Türkiye’sinde Süryanilere yaklaşım daha çok
konumsal, araçsal ve siyasal içeriklerle yüklü olmuştur. Siyasi iktidar,
Süryanileri bölgedeki etnik dengeler ve Hristiyan Batı ile ilişkiler çerçevesinde
değerlendirmiştir. Batı dünyası ise daha çok dinselliği ön plana çıkararak bu
tür grupları Türkiye’ye karşı bir baskı aracı olarak gündemine almıştır.
Bölgedeki Kürtler, Süryanileri dinsel olarak dışlamakla birlikte zamana ve
siyasi konuma göre bazen kendileri gibi “mazlum” bir topluluk, bazen maddi
bir kaynak olarak görmüşlerdir. Türkiye’de yaşayan Arap kökenliler ise
Süryanileri, Kürtlere karşı birlikte hareket edebilecekleri kültürel ortaklıklar
185,186,192, 203.
371
Rıdvan Akar, "Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları", s. 25.
211
olarak değerlendirmişlerdir.372 Kısaca Süryanilerle kurumsal veya toplumsal
ilişkiler dinî, siyasi, ekonomik nedenlerden dolayı çoğu zaman istikrarlı
olmamıştır.
372
Özmen, “Süryaniler Örneğinde Etkinleştir(İl)me”, s. 165.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ERMENİ MESELESİ IŞIĞINDA SÜRYANİLER
" Tarih, ders almasını
bilmeyen
toplumlar
için,
tekerrürden ibarettir."
(A n o n i m )
Süryaniler, ülkemizde bin yıldır yaşayan, en sorunsuz Müslüman
olmayan grup olma özelliği taşımasına rağmen, son yıllarda özellikle yurt
dışında yaşayan Süryanilerin de dâhil olduğu, Türkiye aleyhine bir tavır
değişikliği
gözlemlenmektedir.
Osmanlı
da
olduğu
gibi,
Cumhuriyet
döneminde de sorunsuz bir topluluk özelliği gösteren Süryaniler, Ermeni
meselesinin bir parçası olmaya başlamışlardır. Bazı Süryani papazları
neşretmiş oldukları kitap veya broşürlerde, Süryanilerin Hristiyanlığı kabul
etmelerinden sonra devlet kurmaya hiçbir zaman teşebbüs etmedikleri ve
hatta bunu düşünmediklerini de beyan etmektedirler. Ayrıca siyasi hayatla
uyumlu bir yaşam sürdüklerini dile getirmektedirler. Tüm bu söylemlere
rağmen Ermeni meselesi içine dâhil edilmeye çalışılan Süryanilerin, bu
kapsamda da incelenmesi gerekmektedir. Ermeni meselesi ile Süryanileri
hatta Kürtleri ilişkilendirme gayretleri de yeni bir oluşum değildir.1
Ermeni meselesinin günümüze kadar uzanan hikâyesinde Türkiye
devleti adına ders alınması gereken birçok olay yaşanmıştır. Durum böyle
olmasına rağmen yavaş yavaş hazırlanan Süryani soykırımı iddialarına karşı
geçmişten ders alınmamış gibi duyarsızlık gösterildiği değerlendirilmektedir.
1975’li yıllara kadar habersiz olduğumuz Ermeni meselesindeki
gelişmeler,
1
Türk
diplomatlarına
yapılan
eylemler
sonrasında
Türkiye
Burchard Brentjes, The Armenians, Assyrians & Kurds:Three Nations, One Fate?, CaliforniaABD, Rishi Publications, 1997, s.16, 133-136.
213
gündemine düşmüştür. 1975 yılından sonra ise böyle bir olay yaşanmadığı
iddia edilerek, konu görmezden gelinmeye çalışılmıştır. Bu söylemin başarısız
olması üzerine karşılıklı bir katliam “mukatele” söylemi ortaya atılmıştır. Daha
sonra rakamlar üzerinden geliştirilen söylemler de haklı olunan davanın
anlatılmasında yetersiz kalmıştır. Ermeni meselesinde bugün, haklı veya
hukuki olunup olunmadığı değil, siyaseten konunun ne aşamada olduğu daha
önemli görünmektedir. Diğer taraftan soykırım söylemleri genişletilerek Rum ve
Süryani soykırım söylemleri de Ermeni meselesi ile ilişkilendirilmeye
çalışılmaktadır. Gelişmelerin bu şekilde seyrine yönelik Türkiye’nin proaktif bir
politika oluşturması zorunlu görülmektedir.2
Ermeni
meselesinin
mağduriyet
söylemi
üzerine
inşa
edildiği
görülmektedir. Bunun en önemli nedeni Batılı devletlerin ve Ermenilerin
Osmanlı İmparatorluğu ile yaşadığı tarihsel travmalar olarak görmek
mümkündür. Avrupa ülkeleri, yüzyıllar önce yaşadıkları savaş yenilgilerinin
etkisi ile kendilerini mağdur olarak görmekte ve hâlâ çocuklarını Türk korkusu
ile yetiştirmektedirler. Diğer yandan Ermeniler, kendi varlık ve kimlik
tanımlamasını aynı mağduriyet üzerine kurmuşlardır. Nesilden nesile aktarılan
bu düşmanlık, bu olayları hiç yaşamamış olan üçüncü nesilde ciddi, ütopik
Türk düşmanlığı yaratmaktadır. Fakat burada atlanmaması gereken savaşın
taraflarından biri için zafer, diğer tarafı için mağduriyet yarattığıdır.3 Yani
savaşın kaybeden tarafı olarak Ermeniler, mağduriyet psikolojisi ile hareket
etmektedirler.
4.1. KISACA ERMENİ MESELESİ
Anadolu’daki varlıkları MÖ 6’ncı yüzyılda başladığı ileri sürülen
Ermeniler,4 tarihleri boyunca iki kez krallık, bir kez de monarşik bir süreç
2
Avrasya İncelemeleri Merkezi, “Ermeni Soykırım Sorunu - Tarihsel İhmaller Ve Değişen Türk
Diplomasisi”, Günlük Bülten, Sayı: 390, 9 Nisan 2010, (Erişim) http://www.avim.org.tr/bultentekli.
php?haberid=18903, 25 Ağustos 2009.
3
Abdülkadir Çevik, Politik Psikoloji, Ankara, Dost Kitapevi Yayınları, 2007, s.68-69.
4
Ermeniler Anadoluya Balkanlardan gelen Trakya-Frigya kabilelerinin bir kolu idiler. Ermeni ismi ilk
defa M.Ö. 6. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bölgeleri ellerine geçeren Aramo-Frigyalılara Persler Ermeni
214
yaşamışlardır. M.Ö. 95’te kurulan Büyük Ermeni Krallığı, Romalılarca; MS
1080’de
kurulan
Kilikya
Krallığı,
Memluklularca
sonra
erdirilmiştir.
Selçukluların Anadolu’ya geliş tarihlerinden 19 yıl önce Van yöresindeki son
bağımsız monarşik Ermeni yönetimi de 1045 yılında Bizanslılar tarafından
ortadan kaldırılarak varlıklarına son verilmiştir.5
Türklerin Anadolu’ya gelişi ile başlayan Türk-Ermeni ilişkisi, Fatih’in
1461 yılında Ovakim’i İstanbul’a getirterek verdiği haklar ile devam etmiş,
Yavuz Sultan Selim zamanında “millet” statüsü verilmesinin ardından da
Ermeniler, Osmanlı toplum hayatının her zerresine girmişlerdir.6 18’inci
yüzyıla kadar sorunsuz devam eden bu birliktelik, bu tarihten sonra giderek
artan bir sorun haline gelmiştir.
1774 Küçük Kaynarca Antlaşması'yla Rusya, 1856 Paris Antlaşmasıyla
Rusya'nın yanı sıra İngiltere, Fransa, Avusturya ve Prusya, Osmanlı
Hristiyanlarını himayeci devletler konumuna gelmişlerdir. 3 Mart 1878
Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması ile ilk defa Rusya tarafından siyasi
gündeme sokulan Ermeni meselesi, 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin
Antlaşmasıyla, uluslararası bir mesele halini almıştır.7
Beş yüz yıl birlikte huzur içinde yaşamış olan Ermeniler, Türkler ile ilk
kez II. Abdülhamit döneminde, 1894 ve 1895’de ciddi bir kriz yaşamışlardır.8
Bu kriz, Batı literatürüne Ermeni katliamı olarak geçmiş ve ABD Senatosu 3
Aralık 1894’de Ermeni katliamı ile ilgili ilk kararı kabul etmiştir.9
ismini takmışlardır. Ermeni kelimesi buradan kaynaklanmaktadır. Bkz. İrfan Işık, Birlikte Olduğumuz
Halklar, İstanbul, Sorun Yayınları, 2000, s.101.
5
Ercan Çitlioğlu, Ölümcül Tahterevalli- Ermeni Ve Kürt Sorunu, Ankara, Destek Yayınları,
2.Basım, Kasım 2007, s.85.
6
Shaw, a.g.e., s.95,128.
7
Karaca, a.g.e., s.37-38; Altınok, a.g.e., s.12.
8
Ağustos 1894'te Sasun İsyanı, 30 Eylül 1895'te Bab-ı Ali yürüyüşü, 24 Ekim 1895 Zeytun İsyanı
Ermenilerin devam eden eylemleri olmuştur. Bkz. Nejat Göyünç, “Osmanlı Devleti'ndeki Ermeniler
Hakkında”, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, (Erişim) http://www.osmanli.org.tr, 25 Ağustos 2009.
9
Gordon, a.g.m., s. 24-34.
215
Ermeniler ile Türk halkı arasındaki en sorunlu dönem Birinci Dünya
Savaşı sırasında gerçekleşmiştir. İsyanlar, katliamlar ve göçlerin olduğu bu
dönem her iki taraf içinde acı dolu olmuştur. Bu döneme yönelik Türk
Hükümeti eleştirilirken aynı zamanda Türk hükümetinin verdiği sözleri tuttuğu
da belirtilmektedir.10
Lozan Barış Antlaşması’ndan 1970'lere gelinceye değin Ermeni
meselesi bir daha gündeme gelmemiştir. 23 Ocak 1973'te Santa Barbara'da
bir Ermeni’nin Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ve yardımcısı
Bahadır Demir‘i öldürmesiyle mesele yeniden gündeme gelmiş ve günümüze
kadar da devam etmektedir.11
Ermeni meselesini 1878 Berlin Antlaşmasından bu güne gelinceye
kadar geçen 120 yılı aşkın süre içinde, beş dönem olarak ele almak
mümkündür. Birincisi emperyalist ülkelerin kışkırtmaları ile oluşturulan yapay
Ermeni meselesi çerçevesinde Birinci Dünya Savaşı öncesinde Türklere
yapılan Ermeni suikastları, kundaklamalar ve isyan hareketleri dönemidir. Bu
dönemi de kendi içinde üçe ayıranlar vardır.12 İkincisi, Birinci Dünya Savaşı ve
İstiklal Savaşı yıllarında cephe gerisinde ihanet ettikleri Türk halkına Ermeni
çetelerince hunharca yapılan katliamlar dönemidir. Üçüncüsü, Lozan
Konferansında
umduklarını
bulamayan
Ermenilerin
eski
Osmanlı
yöneticilerine karşı yürüttükleri eylemler dönemidir. Dördüncüsü 1970’lerin
başından itibaren özellikle yurt dışındaki diplomatları hedef alan Ermeni
terörüdür.13 Beşincisi ise, 1984 yılından itibaren Ermeni terörünün yerine PKK
terör örgütünün ortaya çıkışı ile eş zamanlı olarak bugüne kadar gelen siyasi
10
National Archives, Political Intelligence Department, Foreign Office, Special I, “Settlement Of
Turkey And Arabian Peninsula”, Momerandum, Catalogue Reference CAB/24/72.
11
Göyünç, a.g.m.; 1973’den 1984’e kadar Ermeni terörü, Türkiye Cumhuriyetine 34 şehit verdirmiştir.
Sedat Laçiner, “ 11 Eylül Olayları (Yeni Terörizm) ve Ermeni Sorunu”, Stratejik Analiz, Cilt 2, sayı
19, Kasım 2001.
12
Birinci dönem; altı büyük devlet konsoloslarının Hariciye Nezaretine verdikleri 11 Haziran 1880
tarihli ortak notayla başlar ve 1883 yılında sona erer. İkinci dönem; 1894 tarihinde meydana gelen
Sason olaylarıyla başlar ve 1897 tarihinde kesintiye uğrar. Üçüncü dönem ise, 1912’den başlayarak
(1914 yılında patlak veren) I.Dünya Savaşını da içine alan dönemdir. Bkz. Salih Altınok, Belgeleriyle
19 ve 20. Yüzyıl Başlarında Ermeni Sorunu, Ankara, 3. Baskı, Bizbize Yayınları, 2007, s.19.
13
Azmi Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler (Temel Kitap), Ankara, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Rektörlüğü Yayını, 1995, s.302.
216
eylem dönemidir. Bugün Süryani (Asur) meselesi bu siyasi eylem döneminin
bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır.
Günümüzde Türkiye’de Ermenilere ait çoğu İstanbul olmak üzere 33
kilise, 1 hastane, 2 yetimhane, 3 tane vakıf, 20 tane anaokulu, ilköğretim ve
lise düzeyinde okulları vardır. İstanbul’da kurdukları derneklerin sayısı ise 17,
İstanbul’daki mezarlıklarının sayısı 16’dır. Ermenice yayınlanan gazete ve
dergilerin sayısı 11 tane olup, bunlar bülten, günlük gazete, haftalık dergi,
okul dergisi, hastane dergisi, çocuk dergisi, öğrenci dergisi ve derneklerin
çıkardıkları dergiler şeklinde satışa sunulmaktadır. Zamanımızda takriben 7-8
milyon Ermeni, 3 milyonu Ermenistan’da olmak üzere dünyanın pek çok
bölgesine yayılmıştır.14
4.1.1.Ermeni Meselesini Hazırlayan Sebepler
Ermeni birliğini ve beraberliğini sağlayan Ermeni kiliseleridir. Ermeni
kiliseleri,
asırlardan
beri
“Ermeni
Krallığı”
idealini
yaşatan
unsurlar
olmuşlardır. Ermeni ayrılıkçı hareketinin bu dinsel yönü dışında, ırksal
farklılıklardan kaynaklanan kültürel yönü de vardır.15 Misyonerlerin etkidiği bu
iki yön, Ermeni meselesinin bugüne gelişinin en önemli nedenidir.16 Ayrıca
Müslim-gayrimüslim arasındaki sosyo-ekonomik farklar ve dengesizlik de diğer
önemli faktörlerdir.
XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren başta Çarlık Rusya ve İngiltere
olmak üzere Fransa ve Amerika, Ermenileri Osmanlı ülkesi aleyhine
kışkırtarak
kendi
çıkarları
doğrultusunda
kullanmışlardır.
Bu
durum
Anadolu’da bütün yerli Hristiyan grupların batılı devletlerin işbirlikçileri gibi
görülmesine neden olmuştur. J. Roldanus'a göre, bu paranoya Birinci Dünya
14
Ermenistan İstatistik Enstitüsü’nün 2003 Nüfus sayımının sonuçlarına göre, Ermenistan’ın nüfusu
3.213.000’dir ve bunun 3.145.400’ünü Ermeniler oluşturmaktadır. Bkz.Yasin Aslan, “Ermenistan
Faşist Bir Devlettir ”, Yankı Dergisi, Sayi 1052, Nisan/2007.
15
Süleyman Kocabaş, Ermeni Meselesi Nedir, Ne Değildir, İstanbul, Vatan Yayınları, 2004, s.24.
16
Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara, Üçüncü Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1985, s.29.
217
Savaşında
yerli Hristiyanların tutumları incelendiğinde çok da yanlış
görülmemektedir.17
4.1.2.Tehcir Kanunu ve Uygulaması
Arapça asıllı bir kelime olan tehcir, "bir yerden başka bir yere göç
ettirmek, yer değiştirmek, hicret ettirmek (immigration, emigration)" manasını
taşır. Bir ‘sürgün’, bir ‘deportation’ manası yoktur. Bununla birlikte ‘Tehcir
Kanunu’ diye adlandırılan kanunun asıl adı, "Savaş Zamanında Hükümet
Uygulamalarına Karşı Gelenler İçin Askerler Tarafından Uygulanacak
Önlemler Hakkına Geçici Kanun"dur. Bu kanuna dayanılarak gerçekleştirilen
yer değiştirme uygulamasının anlatımında kullanılan ‘tenkil (nakletme)’ tabiri
de batı dillerinde ‘sürgün’ anlamına gelen ‘deportation’, ‘exile’ veya
‘proscription’ gibi terimlere karşılık değildir.18
Osmanlı orduları, Doğu Cephesi’nde Ruslarla savaşırken; kendi
yurttaşları olmasına karşın, kışkırtılmış ayrılıkçı Ermeni çetelerin saldırılarına
uğrayarak arkadan vuruluyor, ikmal yolları kesiliyordu. Çeteler bununla da
kalmıyor, eli silah tutan tüm erkeklerini askere göndermiş savunmasız köy ve
kasabaları yağmalayıp yakıyor, kadın ve çocukları vahşice öldürüyor19 ve
yörede yaşamakta olan Türkleri göçe zorluyordu. Bu eylemlere ek olarak
Osmanlı ordusundaki Ermeni kökenli askerlerin bir bölümü silahları ile birlikte
kaçarak Ruslara, bir bölümü de ayrılıkçı Ermeni çetelerine katılıyordu. 20
Osmanlı Hükümeti, cephe gerisini güvence altına alarak, savunmasız
yurttaşlarını koruyabilmenin tek çözümünü, yörede yaşayan Ermenileri, o
dönemde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bulunan Suriye’ye topluca
17
J. Roldanus, De Syrisch Orthodoxen in Istanbul, Uitgeversmaatschappij J.H. Kok, Kampen,
Hollanda, 1984, s.34.
18
“Yer Değiştirme (Tehcir)”, Ermeni Sorunu:İddialar-Gerçekler, (Erişim) http://www.
ermenisorunu.gen.tr/turkce/tehcir/index.html, 25 Ağustos 2009.
19
Ermeni çetelerinin bu dönemde Rusla ile beraber yaptıkları mezalimler için bkz. Altınok, a.g.e.,
s.307-323.
20
Çitlioğlu, a.g.e., s.20.
218
göç ettirmekte bulmuştur.21 Gerçi Ermeniler için bu zorunlu göç ya da toplu
sürgün
ilk
kez
1915
yılında
olmamıştır.
Sadece
Osmanlı
dönemi
konuşulmakla birlikte MS 867-976 yılları arasında kendi soylarından gelen
Bizans imparatorlarının elinde de zorunlu göçe maruz kalmışlardır.22 Aynı
şekilde zorunlu göç uygulaması sadece Osmanlı devleti tarafından değil,
gerekçesi bile makul olmayan nedenlerle, çeşitli devletler tarafından farklı
topluluklara da uygulanmıştır.23
Devlet, halkın ve askerin güvenliğini sağlamak için 21 Mayıs 1915
tarihli Sevk ve İskân Kanunu çıkartmış,24 Haziran ayının üçüncü çeyreğinde
tellallar vasıtasıyla ‘tehcir’ (27 Mayıs 1915 tarihli yasanın 2. maddesi25)
duyurulmuş ve 1-3 Temmuz günleri arasında da uygulamaya konulmuştur.26
90 yılı aşkın bir süredir Türklerin ’planlı bir soykırım‘ uyguladıklarına
temel gösterilen yasa bundan ibarettir. Kaldı ki yasa metninde ‘Ermeni’
sözcüğü bulunmadığı gibi bu uygulamalar asayiş bozan olay çıkartan,
eşkıyalık ya da eşkıyalara yataklık yapan Rumları27 ve Nasturileri de içine
almıştır.28 Gerçi tehcir olayının daha ziyade Ermenilere yönelik olduğu da
yaygın bir inanış29olmakla beraber Süryaniler de dâhil olmak üzere sadece
Hristiyanları kapsadığı da iddia edilmektedir.30
Yer değişikliğine tabii tutulan Ermeni nüfusa baktığımızda özellikle
Süryanilerin yaşadığı alanlardan Musul ve Zor çevresine gönderilmek üzere
21
Çitlioğlu, a.g.e., s.21.
Çitlioğlu, a.g.e., s.83.
23
Öymen, a.g.e., s.121; Çitlioğlu, a.g.e., s. 22-23.
24
Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Ankara, 1990, s.110; Uras, a.g.e., s.618.
25
Madde 2: Ordu ve müstakil kolordu ve fırka kumandanları, icabat-ı askeriyeye (askerliğin
gerektirdiği kurallara) mebnî (dayanarak) veya casusluk ve hiyanetlerini hissettikleri kurâ (köyler) ve
kasabat (kasabalar) ahâlisini münferiden (tek olarak) veya müctemi’an (toplu olarak) diğer mahallere
sevk ve iskân ettirebilirler. 13 Receb 1333, 14 Mayıs 1331.
26
Hans Lucas Hieser, Iskalanmış Barış, İstanbul, İletişim Y., 2005, s.597.
27
Çitlioğlu, a.g.e., s.162.
28
Bâb-ı Âlî Dâhiliye Nezâreti Emniyyet-i Umûmiyye Müdîriyyeti, DH. ŞFR, 87/40, Fî Mayıs sene
1334, Devlet Arşivleri, (Erişim) http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/belge.asp?kitap=26&belge=
745#secili, 22 Mayıs 2010.
29
Öztemiz, a.g.t., s.144.
30
Hieser, a.g.e., s. 628.
22
219
18 Eylül 1915 tarihi itibariyle Diyarbakır'da 120.000, 28 Eylül 1915 tarihi
itibariyle Cizre’de 136.084 Ermeni nüfusun toplandığı görülmektedir.31 Bu
Ermeni nüfusu içine Süryanilerden de dâhil olanlar olmuş olabileceği akla
gelmektedir. Zira kanun kapsamına sadece Ermeniler değil, Müslüman, Rum,
Süryani asıllı Osmanlılar da girmiştir.
Zorunlu göçe tabi tutulan Ermeniler ve Rumların geri dönüşlerini
düzenleyen pek çok karar alınmış ve 1919 Şubat ayına kadar 145 bin, aynı
yılın Nisan sonuna kadar 270 bin kişi eski ve yeni yerlerde iskân edilmişlerdir.
Aynı sayı gayrimüslim muhacir iskânının sona erdiği 3 Şubat 1920 tarihi itibari
ile 338.883’dür.32
4.1.3. Ermeni Meselesine Yönelik Görüşler
Ermeni
meselesine
yönelik
görüşlerdeki
farklılığın
nedeni,
araştırmacıların dünya görüşlerindeki farklılıktan ve taraf oldukları grubun
menfaatlerinden kaynaklanmaktadır. Siyasi görüş çerçevesinde konu ele
alındığında milliyetçi kesim Osmanlı’nın gayrimüslimlere yönelik tüm iyi
niyetine rağmen Osmanlı’yı en zayıf anında arkadan vurdukları için
yaptıklarının bağışlanamayacağını ileri sürmektedirler. Sosyalist sol görüşü
benimseyen araştırmacılar ise konuyu daha çok gayrimüslimler yönünden ele
alarak, Osmanlı’nın baskıcı politikasının sonucunda gayrimüslimlerin dış
müdahalelere açık hale geldiği ve bu durumun sorumlusunun Osmanlı Devleti
olduğunu düşünürler. Resmî tarih tezini kabul eden ama daha liberal ya da
sosyal demokrat görüşte olanların yaklaşımı ise uzlaşmacı bir yaklaşımdır.33
Diğer taraftan da araştırmacıların milliyeti çerçevesinde, ait olduğu ülkenin
31
DH. EUM. 2. Şube, nr.68/71 (Ek-XXIX); 2. Şube, nr.68/84’den aktaran “Yer Değiştirmeye Tabi
Tutulan Ermeni Nüfusu”, Ermeni Sorunu: İddialar ve Gerçekler, (Erişim) http://www.
ermenisorunu.gen.tr/turkce/ tehcir/yerdegistirilen.html, 25 Ağustos 2009.
32
İleri Gazetesi, 3 Şubat 1336 /1920, No: 745 Ati Gazetesinin 28 teşrinisani 1334/1918 320 No’lu
nüshasında iskân edilen gayrimüslimlerin sayısı 23.594 olarak verilmektedir. Bkz. Çitlioğlu, a.g.e.,
s.167.
33
Öztemiz, a.g.t., s.122.
220
resmî ideoloji ve menfaatlerine göre Ermeni meselesini ele aldıkları
görülmektedir.
Psikolojik yönden konuya bakıldığında, mağduriyetin sebebi ne olursa
olsun,
sorumlu
olarak
devletin
görülmesi,
çocukluk
dönemine
dayandırılmaktadır. Bu kapsamda psikanalitik anlayışa göre; çocukluk
döneminde otoriteyi aile temsil ederken ergenlik döneminde aile bağlarının
gevşemesiyle ailenin temsil ettiği otorite liderlere ve devlete geçmektedir. Bu
nedenle bebeklik ve çocukluk döneminde yaşanan sorunlar başlangıçta aile
içine yönelirken ilerleyen yıllarda devlete yöneldiği kabul edilmektedir.34
Sonuçta Ermeni meselesi adına bakıldığında mağduriyet psikolojisi, kimlik
bunalımının bir parçası olarak sorumluluğu dönemin devletine yani Osmanlı
İmparatorluğuna yöneltmektedir.
4.1.3.1. Atatürk’ün Ermeni Meselesine Bakışı
Bugünkü Türk resmî görüşü ile Atatürk’ün Ermeni meselesine35 bakışı
hemen hemen örtüşmektedir. Atatürk’e göre Ermeni meselesinin “soykırım”
olarak ortaya atılmasının nedeni işgal güçlerinin, işgal gerekçelerini haklı bir
zemine oturtmak ve meşrulaştırmak istemeleridir. Çünkü gerek Doğu
Anadolu’da gerekse Maraş’ta olsun Ermenilere yönelik bir soykırım
yapılmadığını, bölgedeki batılı temsilcileri bilmelerine ve hatta bu gerçeği
çeşitli kereler dile getirmelerine rağmen hem işgali meşrulaştırmak hem de
ulusal çıkarlarına hizmet edecek bir Ermeni vatanı oluşturmak için Ermenilere
yönelik bir katliam yapıldığı söylemini geliştirmişlerdir.36
34
Çevik, a.g.e., s.112.
Atatürk’ün Ermeni Meselesine ilişkin diğer sözleri için bkz. “Atatürk'ten Ermeni Sorunu”,
Ermeni Sorunu: İddialar - Gerçekler, (Erişim) http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/ataturk/
index.html, 25 Ağustos 2009.
36
Atatürk'ün Milli Dış Politikası, Ankara, Cilt I, Kültür Bakanlığı, 1994, s.242-245, 259; Mustafa
Kemal Atatürk, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt III, haz. Ali Sevim, M.Akif Tural, İzzet
Öztoprak, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, 1922, s.23,126.
35
221
Doğu Anadolu'daki yaşayan Müslüman Türk'lerin uğradığı katliamları
göz önüne almasak bile,37 Ermeni katliamı olduğuna dair tüm dünyayı
aldatmak için yaratılan bu kin ve hırs ürünü propagandaların sonlandırılması
ve bu suretle haksızlığa uğramış Türk ulusunun, iğrenç ve alçakça bir
suçlamadan arındırılması gerektiğini düşünen Mustafa
Kemal
Paşa,
Maraş'ta, Fransız ve Ermenilerin yaptıkları katliamlar sebebiyle Müdafaa-i
Hukuk şubelerine çektiği 25 Ocak 1920 tarihli telgrafında: "...Her tarafta
mitingler yapılarak hükümet-i merkezî ve yabancı temsilcilerine bu
zulümlere bir son verilmesi için müracaat olunmasını" istemiştir.38
Gerçi
Vilayat-ı
Şarkiye
Müdafaa-i
Hukuk-ı
Milliye
Cemiyeti’nin
kuruluşuna yol açan asıl sebep ve düşünce, gene Ermeni meselesi yani doğu
illerinin Ermenistan’a verilmesi ihtimaliydi.39
1920 yılında Mustafa Kemal Paşa, Ermeni meselesi ile ilgili olarak
düşüncelerini çok net bir biçimde açıklamış ve İstanbul'da bulunan İtilaf
Devletleri temsilcilerine ve Amerika Yüksek Komiseri Amiral Bristol'e,
gönderdiği yazıda Anadolu'da Ermenilerin öldürüldüğüne dair gerçek
dışı haberleri yalanlayarak; "..Bu uydurma Ermeni kırımı meselesi ve tüm
dünyayı aldatmak için yaratılan bu kin ve hırs ürünü propagandaların
niteliği hakkında uygarlık ve insanlık dünyasının bir kere daha aydınlatılması
ve bu suretle haksızlığa uğramış Türk ulusunun iğrenç ve alçakça bir
suçlamadan arındırılması için İtilaf devletleri ile Amerika hükümetinin adalet
severlik duygularına müracaat ediyoruz"40 demektedir.
Ayrıca Atatürk batılı politikalardaki iki yüzlülüğü, Amerikalı gazeteci
Clarence K. Streit’e 26 Şubat 1921 tarihinde verdiği demeçte; “ İngiltere’nin
37
Naci Şahin, "Ermeni Sorunu ve Birinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Doğu Anadolu'da Ermeni
Faaliyetleri" Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Afyon Kocatepe Üniversitesi
Yayınları, Cilt VII, Haziran, 2005, s.117-141.
38
Atatürk'ün Bütün Eserleri (ATABE), Ankara, Cilt 6, Kaynak Yayınları, 2001, s.179; Utkan
Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Ankara, İş Bankası
Yayınları, 1999, s.129.
39
Kemal Atatürk, Nutuk, haz. Zeynep Korkmaz, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2000, s. 4.
40
Kocatürk, a.g.e., s.134-135.
222
sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü
muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkarı, Ermeni
ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı
haklı bir ithamda bulunamaz.” diyerek belirtmekte ve sorunun bu safhaya
gelmesinde İtilaf devletlerinin büyük rolü olduğunu dile getirmektedir.41
4.1.3.2. Türkiyeli Ermeniler
Ermeni meselesi, herkes tarafından konuşulurken aslında en önemli
taraf olan Türkiye Ermenilerinin düşüncesi genelde göz ardı ediliyor gibi
görünmektedir. 30 Ocak 2001 yılında Türkiye Ermenileri adına İstanbul
Patriğinin yaptığı açıklama, Türkiye Ermenilerinin düşüncesini ortaya koyma
adına önemlidir. Türkiye’deki Ermeni Apostolik Ortodoks, Ermeni Katolik ve
Ermeni Protestan cemaatlerinin sivil temsilcilerinden oluşan 90 kişilik heyet,
30 Ocak 2001 tarihinde dünya kamuoyunun dikkatine sundukları bildiride
“…yabancı ülke parlamentolarının Türkiye Ermenilerinin hamisiymişçesine
davranmaları tarafımızca gereksiz bir tutum olarak algılanmaktadır. Lozan
Antlaşması şartları doğrultusunda Türkiye Ermenileri bugün 540 yıllık
patrikhanesiyle, 2 hastanesiyle, 57 kilisesiyle, 58 vakfıyla, 18 okuluyla, 25
korosuyla, 17 derneğiyle, 2 spor kulübü, 3 gazetesi ve 5 dergisiyle onurlu bir
şekilde
yaşamını
sürdürmektedir.
Uluslararası
bir
takım
stratejilerini
gerçekleştirmek pahasına yabancı parlamentolar tarafından yapılan bu gibi
müdahaleler ülke kaderini paylaştığımız diğer tüm Türk vatandaşları gibi bizi
de üzmekte ve olumsuz etkilemektedir.” demektedirler.42 Aslında bugün yurt
dışında
veya
uluslararası platformlarda
tartışma
konusu
yapılan
ve
tartışmanın iyi niyetli olduğu yönünde kaygılar taşınmasına neden olan önemli
bir husus da Türkiye’deki bu Ermenilerin seslerinin dinlenmemesidir. Daha
çok kendileri gibi düşünenlerin açıklamalarına itibar edilmesi, bu konudaki
samimiyeti ve objektifliği tartışmalı kılmaktadır.
41
Atatürk’ün Milli Dış Politikası, s. 259.
Ali Rıza Bayzan, Misyonerlerin Soykırım Oyunu, İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2006,
s.207.
42
223
4.1.3.3. Türkiyeli Süryaniler
Bilimsellikten ziyade siyasi bir konu şekline dönüşmüş olan Ermeni
meselesine yönelik Süryaniler de çeşitli görüşler ileri sürmektedirler.
Diyarbakır Meryem Ana Kilisesi Papazı Yusuf Akbulut’un Ermenilere soykırım
yapıldığı hatta Süryanilere de Ermeniler ile birlikte soykırım yapıldığı
doğrultudaki sözleri üzerine, kendi cemaati ile bazı Süryani din adamları da
tepki göstermiştir.43 Münferit çeşitli söylemler olabilir. Fakat kurumsal
söylemler veya bir cemaati temsilen söylenmiş olanlar, daha bağlayıcı ve
kabul edilebilir niteliktedir. Bu anlamda bir papazın görüşüne gösterilen tepki
aslında Süryanilerin genelinin soykırım söylemlerini paylaşmadığını bize
göstermektedir. Fakat burada dikkat çeken konu, bu papaza yönelik davayı
izlemek ve papazı desteklemek için yurt dışından önemli bir kitlenin geldiğidir.
Gelen sayıdan ziyade, kimlerin geldiği bize bu konuya kimlerin sahip çıktığını
göstermesi adına önemlidir.44
Aslında çeşitli ve bize ters gelen görüşler olabilir. Bazen olumlu bazen
de olumsuz olarak algılanabilen bu yorumlar; bilgisizlikten veya siyasi
görüşlerinden
kaynaklanabildiği
gibi
bizim
yaklaşımımızdan
da
kaynaklanabilir. Fakat çoğunluğun düşüncesini ve halk tabanındaki genel
görüşü
anlayabilmek
için
yerel
insanlarla
görüşmeler
yapılması
gerekmektedir. Bu kapsamda görüşlerine başvurduğumuz Süryani din
adamlarından konuyu samimi bir şekilde anlatan Öğündük Papazı; 1915
yıllarında Süryanilerin de kısmen sorun yaşadığını, civar köylerden kendi
köylerine saldıran Kürt aşiretler olduğunu, bölgede Ermeni ve Süryani’den
ziyade Hristiyan olarak görüldüklerini, yaklaşık iki yüz kişinin öldüğünü,
olayların
bu
getirmektedir.
43
seviyeye
Fakat
gelmesinin
Osmanlı
sebebinin
devletinin
Almanlar
durumu
olduğunu
öğrenmesi
dile
üzerine
Mardin Süryani Cemaati Başkanının, yönetim kurulunu olağanüstü toplantıya çağırarak, Papaz
Yusuf Akbulut’u disiplin kuruluna sevk edeceklerini söyleyerek; “bir din adamının böyle konuşmasını
prostesto ediyoruz” diye açıklamada bulunmuştur. Bkz. “Süryani papaz, ‘papaz’ oldu”, Hürriyet
Gazetesi, 05 Ekim 2000; Bayzan, a.g.m., s.18.
44
Namık Durukan, “Avrupa İzledi”, Hürriyet Gazetesi, Diyarbakır, 23 Şubat 2001.
224
kendilerine dokunulmaması ve korunması yönünde emir verdiğini, Osmanlı
askerinin o bölgede olması durumunda olayların o seviyeye gelmeyeceğini,
çünkü 1960’lı yıllarda tekrar çevre köylerden bir saldırıya uğradıklarında bu
sefer orada bulunan karakolun kendilerini koruduğunu söylemektedir. Ayrıca
kendisine yurt dışından veya yurt içinden sözde soykırım üzerine bir dayatma
veya bir baskı yapılıp yapılmadığı konusunda bilgisi sorulduğunda böyle bir
bilgiye sahip olmadığını dile getirmiştir.45 Yine bir bölgede sevilen yaşlı bir
Süryani de benzer söylemi tekrarlayarak, bazı aşiretlerin kendilerine
saldırırken bazılarının da kendilerini koruduğunu, Atatürk dönemi ile huzurlu
bir dönem yaşamaya başladıklarını, fakat İnönü döneminde kıtlıktan sıkıntı
çektiklerini aktarmaktadır.46
4.1.3.4. Batı’nın Ermeni Meselesine Bakışı
BM Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu,
Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Dünya Kiliseler Konseyi, İnsan
Hakları Derneği, Permanent Peoples' Tribunal gibi kuruluşlar ile Arjantin,
Belçika, Kanada, Şili, Güney Kıbrıs Cumhuriyeti, Fransa, Yunanistan,
Litvanya, Lübnan, Hollanda, Polonya, Rusya, Slovakya, İsveç, Uruguay,
Vatikan, Venezuela gibi ülkeler sözde Ermeni soykırımının yapıldığını kabul
ederken buna karşılık Birleşik Krallık (Katliamlar olarak tanımlamaktadır),
Azerbaycan, Bulgaristan, Danimarka, İsrail ve Türkiye soykırım yapılmadığını
ileri sürmektedir.47
Batının Ermeni meselesine bakışı konusunda Ermeni meselesini
soykırım
olarak
kabul
eden
ülkelere
baktığımızda,
sorun
zaten
anlaşılmaktadır. Kendi tarihleri soykırımlarla dolu olan Avrupa ve Amerika
kendi geçmişlerine bakmadan Türkiye’yi bu haksız ithamlar ile suçlamaları
pek vicdani değildir. Diğer taraftan Avrupa’da Fransa gibi sözde düşünce
45
Öğündük köyünde 08 Mayıs 2007 günü Papaz M.T. ile yapılan görüşme.
Midyat ilçesinde 1932 doğumlu İ.G.ile evinde 09 Mayıs 2007 günü yapılan görüşme.
47
“Soykırım Olarak Tanımlayan Kuruluşlar Ve Ülkeler “, Vikipedi: Özgür Ansiklopedi, (Erişim)
http://tr.wikipedia.org , 11 Haziran 2010.
46
225
özgürlüğü kavramlarını başkalarına karşı kullanırken kendi ülkesinde Ermeni
soykırımı olmadığını söylemenin dahi suç sayan bir ülkenin varlığına
Avrupa’nın sessiz kalması Batı’nın riyakârlığının güzel bir örneğidir. Diğer
taraftan soykırımı tanıyan ülkelerin bir kısmında ciddi Türk nüfusu olmasına
rağmen, soykırımı tanımış olmaları bu nüfusun sayısal olarak varlığına
rağmen ya ulusal meselelere duyarsızlığı ya da siyasi etkisizliği olarak
görülebilir. Sonuçta; sözde soykırımı tanıyan ülkelerin, bu kararlarının sebebi
olarak, geçmişe dayanan olumsuz Türk algıları, siyasi hesapları veya ulusal
çıkarları neden olarak gösterilebilir.48
4.1.3.5. Ermeni Meselesinin Bugüne Gelişinde Türk Aydını
Ermeni meselesinin içinden çıkılmaz bir uluslararası sorun olarak
bugüne gelmesinde, yeterince bilgili ve ilgili olmayan, başta akademisyenler
olmak üzere tüm yetkililerin sorumluluğu vardır. Birçok akademisyenin özür
diliyorum kampanyasına katılarak49 sözde soykırım iddialarına destek
vermesinin başka bir açıklamasının olmadığını değerlendiriyorum.
Belirli kaygılar ile Ermeni meselesine taraf olmaktansa konunun
özünün bilinerek, bilinçli olarak konuya yaklaşılmasının gerekli olduğu
görülmektedir. Genel olarak Türk toplumu, Ermeni meselesine ilişkin:
-
Tehcir Yasasının ne amaçla, ne kadar süre ile, kimleri kapsayacak
şekilde çıkarıldığını;
-
Tehcir esnasında yaşananların ne olduğunu, geriye dönüşü olup
olmadığını, tehcire tabi tutulanların emniyetin sağlanmasına ilişkin nelerin
yapıldığını;
48
Tüm bunların yanında soykırımın ne anlama geldiğini, ne zaman
Onur Öymen, Ulusal Çıkarlar: Küreselleşme Çağında Ulus-Devleti Korumak, İstanbul, 2.Bas.,
Remzi Kitapevi, 2005, s.58.
49
Özür diliyorum kampanyasına 28 Ağustos 2010 gününe kadar 30601 kişi katılmıştır.
226
böyle bir suçun ortaya çıktığını, soykırım suçu işleyen devletlerin bu ithama
maruz kalmazken Türkiye’yi bu itham ile mahkûm etmelerinin nedenlerinin
neler olduğunu bilinmediği acı bir tespit olarak karşımızda durmaktadır.
Ermeni meselesine ilişkin bilinmesi gerekenlerin listesi daha da uzatılabilir.
Diğer taraftan, toplumu bilinçlendirmesi gereken aydın ve bürokratların
bu konudaki ilgisizliği de gaflet tanımlaması içine konulabilir kanaatindeyim.
Keza 1973 yılına gelene kadar, Avrupa’daki gelişmelerden habersiz kalan
Türk toplumunu bilgilendirmeye yönelik, ciddi bir girişimin olduğunu söylemek
de pek mümkün değildir.
Tüm bu gelişmeler olurken, Ermeni diasporasının etkin çalışmaları
sadece yurt dışında değil, yurt içinde de taraftar bulmaya başlamıştır. Fakat
Türk aydınlarının, Türkiye Ermenilerinin göstermiş olduğu bilince dahi
ulaşmamış olmuş olması ayrıca kaygı vericidir.
Ermeni meselesinin veya sözde soykırım iddialarının konumuz
açısından önemi, Süryanilerin bu mesele içine çekilerek gelecekte benzer bir
Süryani meselesi yaratılmaya çalışılıyor olmasıdır. Konunun diğer bir yönü ise
yaratılacak bir Süryani meselesinin gelecekte Ermeni meselesine dayanak
oluşturacak olmasıdır. Bu anlamda Ermeni-Süryani ilişkilerine, sürece etki
eden politikalara ve karşılıklı etkileşime bakmak konumuzu pekiştirecektir.
4.2. ERMENİ-SÜRYANİ İLİŞKİSİ
Osmanlı ‘millet’ sistemi içinde 19’ncu yüzyılın sonuna kadar Süryaniler;
mezhepsel
yakınlık,
sayısal
azlık
ve
İstanbul’da
temsilciliklerinin
olmamasından dolayı Ermeniler ile beraber değerlendirilmiştir. Yalnız bu
beraberlik, devlet nezdindeki idari hizmetlerin yürütülmesinden öteye
gitmemiştir. Bundan dolayı, Süryani menfaatleri İstanbul'da yeterince
duyulmamıştır.
227
Süryaniler kendi içinde otonom bir yapıya sahiptirler. Süryaniler
Ermenilerden, İsa’nın beşeri varlığının fani olmasını kabul etmeleri açısından
ayrılırlar. Süryanilere göre kilise ebedidir, patrik ise Petrus’un halefidir.
Süryanilere göre kilisenin dünyevi bir idarecisi yoktur. Ancak Ermeniler ile
Süryaniler ‘Üçlük ve Birlik’ inancı konusunda bugüne kadar aynı itikadı
paylaşmaktadırlar.50 Zaten birbirlerinin kiliselerini de kullanabilmektedirler.
Osmanlı idare yapısındaki ‘millet' sistemi içinde Ermeniler ve Rumlar
ayrı birer millet olarak kabul edilmişlerdir. Diğer Hristiyan Ortodoks gruplar, bu
iki kiliseden birinin içine dâhil edilmişlerdir. İdari yönden Rum kilisesi içinde
olmayanlar, Ermeni kilisesi içinde sayılmışlardır. Bu unsurlar arasında
Ermenilikle hiç bir ilişkileri bulunmayan Hristiyanlar da vardır.51 Yani osmanlı
Devleti ile ilişkilerde Batı Hristiyanları, Rum Kilisesi aracılığı ile Doğu
Hristiyanları ise Ermeni Kilisesi aracılığı ile yapabilmekteydi.
Osmanlı Devleti, idaresi altındaki topluluk sayısının artmasını pek
istememiştir. Bunun en önemli nedeni, tanınan her yeni topluluk kendileri
açısından ‘yeni bir sorun’, ‘yeni bir meşguliyet alanı’ ve bir yabancı devletin
artan baskısı anlamına gelmekteydi. Bu nedenle 1882 yılına kadar Süryanileri
ayrı bir millet olarak tanımamıştır.52
Süryaniler tarihleri boyunca devletle sorunsuz olarak yaşamışlardır.53
Ermeniler ise özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde olmak üzere sorunlu
olmuşlardır. Ermeni-Süryani ilişkilerine bu durumun iki önemli sonucu
yansımıştır. Birincisi, özellikle Birinci Dünya Savaşı yıllarında Süryanileri
50
Bülbül, a.g.e., s.25-26.
Bayzan, a.g.e., s.153.
52
Suavi Aydın, “Doğu ve Batı Hıristiyanlığı Arasında Son Hesaplaşma:”, s. 122; bu tarih 1890 olarak
da verilmektedir. Bkz. Canan Seyfeli, “Osmanlı Devleti'nde Gayrimüslimlerin İdari Yapısı: Süryani
Kadim Kilisesi Örneği”, Süryaniler ve Süryanilik, Haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan
Seyfeli, Ankara, Cilt I, Orient Yayınları, 2005, s.264.
53
Süryaniler’in tarih boyunca hep itaatkâr bir topluluk olduğu, hiç bir zaman devlet kurma sevdasına
kapılmadığı, sadece yaşadıkları toprakların vatandaşları ile aynı haklara sahip olmak istedikleri
belirtilirken kendileri Devletle olan ilişkilerini; "Devlet olmazsa işimiz çok zor. Devlet bozulmadığı
sürece devlete karşı gelmek günahtır." diye açıklamaktadırlar. Bkz. Sezgin ve Uçar, a.g.m.
51
228
(özellikle Nasturileri) de etkilemiş olan Ermeni milliyetçiliğidir.54 İkincisi ise
dönem dönem Ermenilerin kendilerine yönelik tedhiş hareketlerinden
korunmak için Süryani kimliğine bürünmüş olmalarıdır. Bir de bölgesel olarak
nüfusu kalabalık olan ve kendisine en yakın inanç grubu içinde olanla
bütünleşme arzusu da sayılabilir.55 Bu bazen Süryaniler ve bazen de
Ermeniler için iddia edilebilir. Bugün Avrupa’da kendilerini Asurî olarak
tanımlayan ve Süryanilere de soykırım uygulandı diyen grubun içinde önemli
sayıda Ermeni kökenli Süryani olduğu iddia edilmektedir.56
Cumhuriyet sonrasında zoraki gelişen bir diğer ilişki de soykırım
söylemleri etrafında şekillenmiştir. Çünkü Ermeni soykırım iddialarının
dayanak noktalarından biri olan Hristiyan olmalarından kaynaklanan bir
katliama maruz kaldıkları iddiasının, Süryanilerin bu duruma katılmaması ile
çürüdüğünden dolayı Ermeniler, Süryanilere onların da soykırıma uğradığı
yönündeki baskılarından kaynaklanmaktadır.57
Tüm bunların dışında sorunların gerisinde veya üreticisi durumda olan
Batılı devletlerin kışkırtma ve propagandaları ile de bir etkileşim doğmaktadır.
Asurî kimliğinin İngiliz menşeli olarak Nasturi, Keldani ve Süryanilere adapte
edilmeye çalışılması ve sözde soykırım iddialarının Ermeni ve Asur kimliği
etrafında oluşturulmaya çalışılması hatırlanırsa ne demek istenildiği kolayca
anlaşılacaktır. Fakat bu sorunun daha çok yurt dışı menşeli üretildiği de
unutulmamalıdır. Tabii ki Türkiyeli Süryani ve Ermenilerden de bu görüşte
olanlar bulunmaktadır.
Ermeni Ahkâm Defterlerinde ‘Ermeni milleti kullarına bağlı Süryani
taifesi’ veya ‘Ermeni yamakları’ gibi terimlerle anılan Süryanilerin 1882 yılında
millet olarak tanınmalarına rağmen, kendileri adına aldıkları ilk berat 1897
tarihini taşır. Ancak, bu berat ile statülerinde önemli bir değişiklik olmamıştır.
54
Gabriele Yonan, a.g.e., s. 56.
Özmen, a.g.t., s.233-234.
56
Mehmet Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, 2023 Dergisi, Sayı 64, s.7.
57
Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, s.4; Sezgin ve Uçar, a.g.m.
55
229
Süryaniler, ilk defa 18 Mart 1330/1914 tarihinde Adliye ve Mezahip
Nezareti’ne başvurarak, Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi’nin Osmanlı
bürokrasisindeki yerini tescil ettirmişlerdir.58
Ermeni meselesini, Süryani meselesinden ayıran temel nokta ise,
bugün Ermenistan adı altında bir devletin mevcudiyetine rağmen Süryanilerin
kendilerini ilişkilendirebilecekleri bir devletin olmayışıdır. Ermenistan bugün
kendi anayasası içine soykırım iddialarını ve hayalini kurduğu büyük
Ermenistan idealini de dâhil etmiştir.
4.2.1. Misyonerlik Faaliyetleri
Ermeni-Süryani
ilişkilerinde
misyonerliği
iki
boyutta
ele
almak
mümkündür. Birincisi soykırım iddialarının sebebi ve üreticisi olarak
misyonerlik faaliyetleri59, ikincisi ise hedef olarak seçilen Süryaniler ve
Ermenilere yönelik yürütülen misyonerlik faaliyetleri. Her iki açıdan da
misyonerlik, hem Osmanlı Devleti hem de hedef aldığı Süryani ve Ermeniler
için zarardan başka bir sonuç üretmemiştir. Nitekim 1890’lara geldiğinde,
misyonerler padişah tarafından ‘toplumsal düzenin en tehlikeli düşmanları’
olarak görülmeye başlanmıştır.60
Rusya, İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri61 Ermeni ve
Süryanilere yönelik yürütülen misyonerlik faaliyetlerinde, bir taraftan kendi
mezheplerini empoze etmeye çalışırken, diğer taraftan da kullanabilecekleri
kendilerine bağlı bir kitle oluşturmaya çalışmışlardır. Kendi ülkelerinin
menfaatlerine göre kullandıkları bu kitleyi, milliyetçilik söylemleri ile Türkler
üzerine yöneltirken, kendini savunmak adına misillemede bulunan Türkleri de
katliam yapan barbarlar olarak empoze etmeye çalışmışlardır. Bunu yaparken
de din adamları ve kilise hep bu olayların içine sokulmuştur. 25 Ekim 1895
58
Murat Bebiroğlu, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Nizamnameleri, İstanbul, Akademi
Matbaası, 2008, s.195-213.
59
Bayzan, a.g.e., s.31.
60
Bayzan, a.g.m., s.10.
61
Çitlioğlu, a.g.e., s.150.
230
tarihinde cereyan eden Bitlis ve Muş olaylarında ‘misyonerlerin’ de önemli rol
oynadığı görülmektedir. Şâkir Paşa, Bitlis olaylarını inceledikten sonra, bu
hadiselerin arkasında Amerikan Misyoner Okulu'nun büyük etkisi olduğunu
tespit etmiştir.62 Anadolu’nun dört bir yanına dağılan yüzlerce (1317 misyoner,
bunlardan 223’ü Amerika’dan gelmiş olup diğer 1094’ü Ermeniler arasından
seçilip yetiştirilen kişilerdir.) Amerikalı Protestan misyoner, bir yandan
Hristiyanlık propagandası yaparken, bir yandan da Amerikan okulları aracılığı
ile (Antep Amerikan Koleji, Harput-Fırat Koleji, Merzifon-Anadolu Koleji,
Üsküdar Amerikan Kız Koleji, Kayseri Talas Koleji, Mersin-Tarsus Koleji,
Rumeli Samakov Eğitim Enstitüsü v.b.) eğitim faaliyetlerinde bulunuyor ve
Ermenileri kışkırtıyorlardı.63 Bu yolla Osmanlı'nın (Protestanlara sahip çıkma
bahanesi ile) iç işlerine karışma imkânı bulabilmiştir. Protestanlık politikaları
da Ermeni kültürünü öncelikle ele aldığı için Ermenilerin millî duygularını
kolaylıkla harekete geçirebilmişlerdir.64
Misyonerlerin
faaliyetleri
Osmanlı
dönemi
ile
sınırlı
kalmamış,
Cumhuriyet döneminde de fazla dikkat çekmeden faaliyetlerini yürütmeye
devam etmişlerdir. Fakat bu misyonerlik faaliyeti süryaniler tarafından tepki ile
karşılanmıştır. Süryanilerin Amerikan Protestan misyonerlerinin faaliyetlerine
tepki göstermeleri sonucunda PKK terör örgütünün hedefi oldukları yönünde
ileri sürülen iddialar ile misyonerler ile terör örgütlerinin aralarında bir ilişki
olduğu iddia edilmektedir. Buna göre Süryaniler iki ateş arasında kalmış ve
göçe yöneltilmişlerdir.65
4.2.2. İhtilaflı Mal ve Araziler
Süryaniler, Ermeni Patrikliği altında Osmanlı sistemine dâhil oldukları
dönemin bir sonucu olarak bazı arazi ve kilise malları konusunda Ermeniler ile
ihtilaf yaşamaktadırlar. Süryanilerin bazı mallarının ve arazilerinin Ermeniler
62
Karaca, a.g.e., s.66.
Çitlioğlu, a.g.e., s.150.
64
İsmet Binark, Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), Osmanlı Arşivi Genel Müdürlüğü,
Ankara, 1995, s.XXII.
65
Bayzan, a.g.m., s.21.
63
231
tarafından işgal edildiğine dair Osmanlı idaresine yaptığı şikâyetler ve
Osmanlı idaresinin bu konularda verdiği fermanlar bu konudaki sıkıntıyı
göstermektedir.66 Gabriel Akyüz ile yapılan mülakatta da hâlâ bu konuda
çözüme kavuşmamış ihtilaflı mal ve araziler olduğu öğrenilmiştir. 67
Tabii Ermeniler ile tarihsel yönü olan bu konunun yanında, Süryanilerin
Avrupa ve Amerika’ya göçleri sonrası Süryanilere ait bazı mal ve arazilere
geride kalan Kürtler tarafından el atıldığı iddia edilmektedir. Özellikle geri
dönmek isteyen Süryanilerin bu konuda sorunlar yaşadıkları ulusal basına da
yansımaktadır.68
4.2.3. Propaganda ve Dünya Kamuoyu
Osmanlı
Devletine
ve
Türkiye
Cumhuriyetine
yönelik
menfi
propaganda, her halde dünyada başka bir ülkede olmadığı kadar yoğun ve
çeşitlilikte sürdürülmektedir. Bu propagandalarda Hristiyanlara zulüm yapan
barbar Müslüman Türk imajı genellikle ön plana çıkarılmaktadır.
Osmanlı Devletine karşı yürütülen misyonerlik faaliyetleri ile eş güdüm
içinde yapılan menfi propaganda, batılı devletler için o dönemde alışılageldik
bir
yöntem
olarak
nasıl
kullanıldıysa
bugünde
kullanılmaya
devam
edilmektedir. Yapılan menfi propaganda ile zayıflatılan hedef ülkeye,
isteklerini daha kolay kabul ettirdiklerini düşünmektedirler. Bazen yaydıkları
haberlere kendileri bile inanmasalar da özellikle Hristiyanların tehlikede
oldukları yolunda uydurulan haberlerin Avrupa’da bir kamuoyu oluşturduğu da
görülmektedir.69 Özellikle bin bir entrika ile Müslümanlara yapılan eziyet
66
17 Rebiüyül-ahır 1335 (1916) tarihli Ferman (Mehmet V. Reşat), 20 Cemaziyel 1182 (1768) tarihli
mektup, Zilkade ayının ortaları 1152 (1739) tarihli mektup ve aynı tarihli ferman, 9 ağustos
1317(1899) tarihli arzuhal, 5 teşrin-evvel 1307 (1889) ve 15 rebiyül-evvel 1309 (1891) tarihli arzuhal,
Recep ayının sonları 938 (1531) tarihli Arapça hüküm, 14 mayıs 1914 tarihli rapor için bkz. Gabriel
Akyüz, Osmanlı Devletinde Süryani Kilisesi, , s.42-43, 47, 62-65, 71-72.
67
Kırklar kilisesinde 05.07 2007 günü Gabriel Akyüz ile yapılan sözlü mülakat.
68
Bayzan, a.g.m., s.19-20.
69
Altınok, a.g.e., s.118,124.
232
ortada dururken, Hristiyanlara yönelik yapılan yaygara70 kendilerince de
zaman zaman kabul edilmekle beraber bugün de benzer senaryoların
uygulanmaya devam etmesi toplumsal barışı tehdit etmektedir. Atatürk’ün bu
konuya ilişkin ;
"İngilizlerin sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak
İrlanda'ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir
şekilde bakan dünya efkârı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda
almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda
bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş
olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi
tekrar harp etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı. Brest
Litovks Muahedesi'nin akdini müteakip Rusların şark vilayetlerimizi
tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları
katliam ve tahribat kâfi derecede herkesin malumudur.'' sözü bugün
Ermeni
meselesinin
özetlemektedir.
gerisinde
yatan
sebebi
çok
güzel
71
Ermeni meselesini yurt dışında medya aracılığıyla nasıl servis
edildiğinin ve toplumun yanıltıldığının bir örneği de Amerikan basınında
yapılan bir çalışmanın sonucunda görülmektedir. Bu çalışmaya göre; Ermeni
teröristler tarafından öldürülen Türk diplomatlarının öldürülme tarihlerinden
hemen sonra Amerikan gazetelerindeki çıkan haberler değerlendirildiğinde; ya
önemsiz haberler kategorisinde ya da Ermeni eylemlerini haklı gösterecek
şekilde “Ermeni gruplar öldürmelerin Birinci Dünya Savaşı sırasında Türklerin
öldürdüğü Ermenilerin intikamını almak için yapıldığını" veya "Türkiye'deki
1915 soykırımında öldürülen 1,5 milyon Ermeni’den geride kalanların
oluşturduğu Ermeni mültecilerin 1973'te başlattığı öldürme eylemlerinin
Avrupa'da 14 Türk diplomatına ulaştığı" gibi ifadelerle yer bulmuştur. 1973
yılında Türk diplomatlarına yönelik başlayan Ermeni terörist eylemlerine 1982
70
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.74; Altınok, a.g.e., s.165.
“Ermeni Diasporasının Soykırım İddialarına Atatürk'ten Tarihî Cevap”, Zaman Gazetesi, 09 Mayıs
2005.
71
233
yılına kadar “terörist” ibaresini dahi verememişlerdir.72 Yine bir araştırmacının
The New York Times gazetesinin 1965-1983 yılları arasında yayınlanan
makaleleri üzerine yaptığı araştırmaya göre; incelendiği 242 makaleden
106'sının Ermeni meselesi ile ilgili olduğu, 106 makaleden 56 tanesinin
siyasal şiddet konusu üzerinde, 50'sinin ise Ermenilere ait hatıralar ve diğer
konular üzerinde yoğunlaştığını, bunların 15’inin hatıra makaleleri, 35'inin
Ermeni Kilisesi, Ermeni ölümleri, Ermeniler ve Sovyet Ermenileri üzerine
yazılmış olduğundan hareketle Ermeni soykırımı meselesinin, barışçıl
konulara nazaran, Ermeni siyasal şiddeti içeren haberlerden çok daha fazla
yer aldığı tespit edilmiştir.73 Amerikan toplumunun bu şekilde yanlış
bilgilendirilmelerinin bedeli bugün ödenmeye devam edilmektedir. Diğer
taraftan bugün ABD'de bulunan 18 Ermeni okulu, Ermeni sorunlarıyla uğraşan
10'u İngilizce olmak üzere yayınlanan 28 periyodik, birçok alanda faaliyet
gösteren siyasi ve sosyal Ermeni organizasyonları da yapılan propagandaları,
bilimsel ve kabul edilebilir hale getirmektedirler.74
Basın ve önyargı birbirini tetikleyerek giden bir sarmal gibidir. Türklere
karşı oluşan önyargı Türkiye’nin etkili lobi faaliyetlerini yürütmesini de
zorlaştırmaktadır. Bu önyargının yeni olduğunu söylemek de pek doğru
değildir. Çünkü 1915'ten itibaren Rus Ordusu Doğu Anadolu'ya girdiğinde
Ermenilerin Müslümanlara yaptığı mezalim her nasılsa ABD'ye ulaşınca,
Barton,
Bogos
Nubar'a
mektubunda,
merak
etmemesini,
Amerikan
kamuoyunun Türk'ü senelerdir vahşi ve kan dökücü bir millet olarak tanıdığını
ve bu gerçeklere itibar etmeyeceklerini belirterek, Ermeni liderini teskin
etmiştir.75 Türklere karşı batı kamuoyunda oluşan yerleşik ve yaygın
önyargıların nedenini ise John Wake:
72
Aydemir Okay, “Türk Amerikan İlişkilerinde Ermeni Faktörü”, İstanbul, Marmara Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 1992, s.158-161.
73
Zaven V.Sinanian, “Coverage of Armenian Issue in The New York Times, 1965-1983”, Armenian
Review, Vol 40, 1987, s.32-33’den aktaran Okay, a.g.t., s.161.
74
Michael M. Gunter, "Contemporary Aspects of Armenian Terrorism" in International
Terrorism and the Drug Connection , Ankara, Ankara University Press, 1984, s.40-41.
75
Öke, Unutulan Savaşın Kronoloji:, s.48.
234
“Bugünlerde bir gazete veya dergi alır da bunlarda Türkiye’ye ait
bir haber görürseniz, bu ya terörizm ya da Türk hükümetinin insan
hakları konusundaki baskı politikaları ile ilgilidir. Öyle görülüyor ki
çoğumuz, 1453’te Türklerin, İstanbul’u fethetmelerini, babalarımızı
ve büyük babalarımızı 1915’te Gelibolu’da mağlup etmelerini hâlâ
affedebilmiş değiliz.”76 Bu tespiti İsmet İnönü’de “Türkiye aleyhine
ne vakit diplomatlar siyasi ve fena bir karar vermek isterse, daha
evvel Hristiyanlar hakkında bir propaganda yaparlar. Bu artık
moda olmuştur.” diyerek teyit etmektedir.77
Diğer taraftan yaratılan ortak düşman kendi toplumlarındaki ihtilafların
ortadan kalkmasına yardımcı olduğundan, Türklere karşı olumsuz haberlerin
kabulü ve inandırıcılığı kolay olmaktadır.
Önyargıların yıkılması kolay olmamaktadır. Bu konudaki önyargı
Ermeni
meselesinde
gerçekleri
dahi
duymak
istememelerine
neden
olmaktadır. Ayrıca yine bu konuda Ahmet Rüstem Bey’in Amerika’ya 24
Haziran 1914 tarihinde Türk büyükelçisi olarak atanması sonrası gelişmeler
güzel bir örnek oluşturmaktadır. Asıl adı Alfred De Bilinski olan Polonya asıllı
olan Ahmet Rüstem Bey, Amerika’daki Ermenilerin, İngiliz ve Fransız
desteğinde Türkiye’de katliama uğradıkları yolunda Amerikan basının da
süregelen propagandaları karşısında “İngiltere ve Fransa'nın Türkiye'de
Hristiyanlara katliam yapıldığı yalanını Amerikan kamuoyunun önüne
serdiklerini ve bu yalanı bahane ederek Türk limanlarına Amerikan savaş
gemileri gönderilmesini istediklerini, Amerika dâhil birçok ülkenin kendi
tarihine bakması gerektiği” yönündeki açıklamaları sonrasında istenmeyen
76
Çitlioğlu, a.g.e., s.109.
İsmet İnönü, İsmet Paşa’nın Siyasi Ve İçtimai Nutukları, 1920-1933, Başvekalet Matbaası,
Ankara, 1933, s.139.
77
235
kişi ilan edilerek, 18 Ekim 1914 tarihinde Türkiye’ye gönderilmesi nasıl bir
önyargı ile karşı karşıya kalındığını göstermektedir.78
Diğer taraftan sözde soykırım iddiası etrafında şekillenen Ermeni
meselesinin gölgesinde kalan Süryani meselesi ise çok sonraları ortaya
çıkmıştır. Bunun en önemli nedeni dikkate değer bir ekonomik güç
oluşturmamış olmaları ve Batılılar tarafından da bu anlamda işbirliği yapılacak
bir zümre olarak görülmemiş olmalarıdır. Ayrıca bahse konu soykırım söylemi
aslında Kadim Süryaniler olarak bahsettiğimiz gruptan ziyade; daha önce de
bahsettiğimiz Asur kimliği etrafında oluşturulmaya çalışılan ve çoğunluğunun
Nasturi ve Keldanilerin oluşturduğu topluluğa yöneliktir. Diğer yandan
Dünyadaki ülkelerin sadece % 9’u etnik açıdan homojen sayıldığını79
düşünecek
olursak,
her
toplumu
azınlıklar
konusunda,
sorunlarla
boğuşturmak ve bu konuda bir kamuoyu oluşturmanın mümkün olduğu da
akılda tutulmalıdır.
4.3. ORTAK PAYDA: SOYKIRIM
Soykırım iddialarının olduğu dönem Birinci Dünya Savaşı yıllarıdır.
Savaş sırasında üretilmiş olan destan, balad, ilahî vb. sözlü ürünlerin
yanında yaşanan acılar, travmalar da etnik biçimlendirmede önemlidir. Savaş
sırasında yaratılan 'düşmanlıklar' etnik grubun yeniden tanımlanmasında
büyük öneme sahiptir. Savaş ve çatışmalarla yaratılmış düşmanlıklar,
grubun dışarıya karşı tutumunu belirlediği gibi, olmakta olan ya da olma
olasılığı olan 'iç çatışmaların' önlenmesinde de etkili ve bütünleştiricidirler.80
Dünya üzerindeki ülkelerin iç çatışmalar ve savaşlarda verdiği kayıplar, bugün
78
Ayrıca Ahmet Rüstem Bey’in Ermeni soykırımı suçlamalarına karşı 1918'de Bern'de Fransızca
olarak yayınladığı 'La Guerre Mondiale Et La Question Armenienne' (Cihan Harbi ve Türk Ermeni
Meselesi) adlı kitabının önsözünde; “Ermeni meselesinde dünya kamuoyuna karşı Türkiye'yi
savunmayı amaçlayan bu kitabı yazarken, her şeyden önce doğduğum, pek çok iyiliğini ve nimetlerini
gördüğüm bu ülkeye bağlılık duygularını sürdürmeyi düşündüm…diyerek bir vefa örneği de
göstermiştir. Bkz. Cengiz Özakıncı, Neveser, İstanbul, Filika Yayınları, 2004, s.111-115.
79
Öymen, a.g.e., s.139.
80
Smith, Ulusların Etnik Kökeni, s.66-68.
236
birbirlerini itham edemeyecek kadar çok olmasına rağmen81 bazı ülkelerin
kendi tarihlerini görmezden gelip,82 başka ülkeler üzerinden siyaset yapmaya
devam etmeleri işte bu yüzdendir.
Ermeniler için birleştirici etkisi olan soykırım söylemi ile Türkiye, ilk defa
ciddi bir şekilde 1970′li yılların başında karşı karşıya gelmiştir. Gelişmelerin
öngörüsünden uzak bir tutum içindeki Türk siyasetinin ise bu olay ve
sonrasında gelişmeleri yönlendiren bir politika izlediğini söylemek de mümkün
değildir.83
Aynı realiteyi Mehmet Çelik, Ermenilerin sözde “soykırım” iddiasının
arkasından Süryani, Yezidi ve Pontus soykırım iddialarının da peşi sıra
getireceğini ve aynı hataların tekrar edilmemesi gerektiğini vurgulayarak
Türkiye'nin, Ermeni iddiaları konusunda dünya kamuoyunu ihmal ettiğini
dile getirmektedir.84 Çelik; “çeşitli sebeplerle Avrupa'ya giden Süryanilere
Ermenilerin 30 yıldır siz de 'bize soykırım yapıldı' deyin biçiminde baskı
yaptığını, bunun yanında kendilerine soykırım yapıldı iddiasında bulunan
ve bugün Süryani sandığımız ciddi bir grubun da aslında Ermeni kökenli
olduğunu” belirtmektedir.85
Tabii Süryani soykırım söylemi olarak genellediğimiz soykırım
söylemi
81
içerisine
Keldani
veya
Asur
soykırımı
iddiaları
da
dâhil
“Secondary Wars and Atrocities of the Twentieth Century”, (Erişim) http://users.erols.com/mwhite
28/warstat3.htm, 25 Nisan 2010.
82
Soykırım esasında Avrupa için yeni bir kavram değildir. Din uğruna kendisi ile aynı mezhebi
paylaşmadığı için 24 Ağustos 1572’de Paris’te Katoliklerin Protestanları, 1635’te halkının neredeyse
tamamı katledilen Magdeburg kentinin durumu bu konuya örnektir. Saint Barthelemy Günü olarak
tarihe geçen kıyım üç hafta sürdü ve 30 bin Protestan öldürülmüştür. Bkz. Kemal Tayfur, “Avrupalı
Olmak”, Atlas Dergisi, İstanbul, Sayı:141, Doğan Burda Rizzoli Dergi Yayıncılık, 2004, s.129
83
Olaydan bir gün sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti Dışişleri Bakanı; "... Mıgırdıç Yanıkyan'ın da
ifâde ettiği gibi, şayet bu tür olaylar olmuşsa, 1914-1915′lerde olmuştur. Yâni Osmanlı Devleti
döneminde... Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise 1923′te kurulmuş yeni bir devlettir..." şeklinde beyanat
vermiştir. Önce tarihi kökler reddedilmeye, 1975′lerden sonra "böyle bir şey yaşanmadı" söylemi,
1990′lara doğru "mukatele...", 2000′lere doğru rakamsal itirazlar, cenosit-soykırım tanımına "hukuki"
yaklaşım getirme çabaları da sorunu çözmemiştir. Bkz. Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak
Sesleri”, s.4-8.
84
Mehmet Çelik, “Türkiye'nin Soykırım Çıkmazları ve Süryanilerin Soykırım İddiaları”, Konferans,
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Süleymaniye Kültür Merkezi, 03 Şubat 2007.
85
Çelik, “Türkiye'nin Soykırım Çıkmazları ve Süryanilerin Soykırım İddiaları”.
237
edilmektedir. Zira bu grupların bazen doğrudan kendi adlarıyla bazen de
Süryani adı altında soykırım iddialarında bulunduğu görülmektedir. Gerçi
bu grup temsilcilerinden soykırım söylemlerinin hayal ürünü olduğunu
iddia edenler de vardır.86
Aslında
Ermenilerin,
Süryanilere
‘soykırım’
konusunda
baskı
yapmalarının en önemli sebebi, kendi iddialarını kuvvetlendirmek içindir.
Çünkü Ermenilerin; Soykırım iddialarını, kendilerinin Hristiyan olmalarına
dayandırarak
Süryanilerin
Hristiyan
de
dünyasının
Hristiyan
olmalarına
desteğini
rağmen
almaya
sözde
çalışırken
bu
soykırım
söylemlerini paylaşmaması, Ermeni iddialarını tutarsız yapmaktadır.
Ayrıca
Osmanlı’nın
son
dönemine
kadar
Ermeni
Kilisesi
içinde
değerlendirilen Süryanilerin Ermeni iddialarını paylaşmaması, Ermenileri
asılsız bir iddia ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle Ermeniler için
Süryanilerin de soykırıma uğradığını iddia etmeleri önem arz etmektedir.
Bundan
dolayı
yurt
dışındaki
Süryaniler
uzun
zamandır
iknaya
çalışılmaktaydı. Bugün dile getirilen sözde Süryani soykırım söylemleri bu
çabaların bir ürünü olarak değerlendirilmelidir.
Diğer taraftan Kurtuluş Savaşında yaşadıkları travmayı hâlâ
üzerinden atamamış olan ve Türkiye aleyhine tüm oluşumları desteklemeyi
alışkanlık haline getirmiş olan Yunanistan da bir taraftan Ermeni soykırım
iddialarına destek verirken, diğer taraftan da Rum/Pontus soykırım
iddialarını ileri sürmektedir.87 Yunan Parlamentosu Türkiye’ye yönelik olarak;
1994 yılında 19 Mayıs’ı sözde Pontus soykırım günü, 1996 yılında 24 Nisan’ı
sözde Ermeni soykırım günü ve 1999 yılında da 14 Eylül’ü sözde Küçük Asya
soykırım günü olarak ilan etmiştir. 88
86
Keldani-Asurî Cemaati Ruhani Reisi ve Patrik Vekili Peder Francois Yakan, Aksiyon
Dergisine yaptığı açıklamada 250 bin rakamının hayal, Keldani soykırımının ise bir safsatasının
ürünü olarak değerlendiriyor. Bkz. Bayzan, a.g.m., s.19-20.
87
Bayzan, a.g.e., s.22; Salim Gökçen, “Dogmatik Yunan Paranoyası ‘Anadolu’da Rum Soykırımı’”,
2023 Dergisi, Sayı 64, 2006, s. 34-39.
88
Bayzan, a.g.m., s.14; Bayzan, a.g.e., s.23.
238
Soykırım söyleminin Türkiye üzerinde etkili olduğunun görülmesi
üzerine, bu iddia etrafında şekillenen diğer iddiaların da ortaya atılması
sürpriz olarak görülmemelidir.89 Aslında dünyada soykırım iddiasını hak
edebilecek nitelikte, dünyanın gözü önünde gerçekleşmiş birçok dramatik olay
varken, soykırım ithamını en az hak edecek toplumlardan biri olmasına
rağmen çeşitli gerekçelerle, Türkiye’nin önüne devamlı bir soykırım iddiası
konulmaktadır.90 Sonuçta bugün Türkiye aleyhine olanların buluştukları
söylem veya ortak payda da “soykırım” iddiası olmaktadır.
4.3.1.Tarihsel Olarak Süryanilerin Maruz Kaldığı Katliamlar
Süryaniler, Hristiyanlığı kabul ettikten sonra çok defalar zulüm ve
katliamlara maruz kalmışlardır. Bu katliamlardan dolayı Süryani nüfusu ciddi
zarar görmüş, bitme noktasına kadar yaklaşmıştır. Fakat diğer taraftan da bu
katliamlar,
Süryani
milliyetçiliğinin
doğmasının
başlangıcı
olarak
da
gösterilmektedir.91
586 yılında ölen tarihçi Efesli Yuhannes, yaşadığı zamana dek
Bizans’ın Süryanilere yönelik üç büyük zulüm dalgasından söz etmektedir.
Monofizit inancından vazgeçirmek için yürütülen bu katliamlarda Süryaniler
çok acı çekmişlerdir.92 Bunlardan ilki Sasani krallarından II. Hürmüz (303-310)
ve II. Şapur (310-379) zamanında, Bahreyn ve Hacer bölgelerinde uğradıkları
katliamlardır. Behram (420-432) zamanında ise ikinci katliam dalgasına maruz
kalmışlardır. Bar Hebraeus, bu tazyikler sebebiyle Bizanslıların Sâsânî
hâkimiyetindeki Ermenistan'a saldırdıklarını ve bir müddet sonra bu baskıların
89
Selçuk Gültaşlı, “'Soykırımlar' listesine Dersim'i de eklediler”, Zaman Gazetesi, 29 Ekim 2008,
(Erişim)http://www.zaman.com.tr, 25 Ağustos 2009; Kerime Cercis (Siirt) ile İstanbul’da 1918 yılında
Urfa’lı bir Keldani rahip tarafından yapılan mülakat, J. Naayen ile 18 Aralık 1918 yılında Şam’da
yapılan mülakat için bkz. (Erişim) http://www.christiansofiraq.com/Turkey1915-16.html ve
http://www.christiansofiraq.com/ Turkey1915-16.html, 25 Ağustos 2009.
90
Çitlioğlu, a.g.e., s.22-23; Avni Özgürel, “ Uygar Batı ve İki Soykırım”, Radikal Gazetesi, (Erişim)
http://www.radikal.com.tr/ haber.php?haberno=152729&tarih=15/05/2005, 15 Mayıs 2005.
91
Mehmet Çelik, “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”, Avrupa Birliği, Türkiye ve Süryani
Göçü Konulu Sempozyum, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Araştırmaları Ve Uygulamaları
Merkezi, 26-27 Mayıs 2005.
92
J. Roldanus, De Syrisch Orthodoxen in Istanbul, Kampen, Hollanda, Uitgeversmaatschappij
J.H. Kok, 1984, s.19-20.
239
durduğunu kaydetmektedir. Tüm bunların yanında Necrân'da bulunan
Hristiyanların Yahûdî kral Zû Nuvâs'dan gördükleri eziyetler, diğer önemli
katliam dönemidir.93 Bu üçüncü dönem içinde ayrıca bir tarihçinin belirttiğine
göre İran Kralı Kubat, Diyarbakır’ı 502 yılında istila ederken şehirde yaşayan
seksen bin Süryani’yi katletmiştir.94 Bu süreç, VII. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren bölgeye gelen İslam hâkimiyetine kadar devam etmiştir. Bu tarihten
sonra başta Süryaniler olmak üzere tüm bölge Hristiyanları, Bizans’ın mezhep
katliamlarından kurtulmuşlardır.95
Haçlılar
döneminde
yaşanan
sıkıntılar
ve
Anadolu’nun
Türkler
tarafından işgali esnasında Bizans’ın zulümlerini saymazsak, 14’ncü yüzyıla
kadar geçen sorunsuz dönem, Moğolların Mezopotamya'ya gelişi ile
bozulmuş, Süryaniler yine kendilerini zulüm ve katliamlar içinde bulmuşlardır.
Diyarbakır, Mardin, Musul, Turabdin (Midyat bölgesi) ve Tekrit gibi
Süryanilerin yoğun oldukları bölgeler, kilise ve manastırlarla birlikte yakılıp
yıkılmış, yakalanan Süryaniler El-Cezire ve Yukarı Mezopotamya'da
katledilmiş, bu katliamdan kaçanlar da dağlara sığınmışlardır.96 Bu olayı
izleyen yıllarda, bölgeden pek haber gelmemiştir. Ortodoks yazarlara
göre, Moğolların saldırıları, Mezopotamya'daki Hristiyanlık için ardından
iyileşemediği, öldürücü bir darbe olmuştur.97
Bu olaydan sonra Osmanlı Devletinin son yıllarına kadar huzur ve
güvenlik içinde yaşamışlardır. Fakat Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla
Rusların Anadolu’yu işgali, İngiliz ve Fransızların propagandası ile Osmanlı
aleyhine tavır alan Nasturi ve Ermenilerin isyanı sonrasında, bazı bölgelerde
Süryanilerin de bu isyanlara katıldıkları ve sonrasında bazı sıkıntılar
yaşadıkları görülmektedir.
93
Levent Öztürk, “İslamiyet’in Yayıldığı Coğrafya’da Yaşayan”, s.17-19, 22, 26.
Çıkkı, a.g.e., s. 45.
95
Geniş bilgi için bkz. Mehmet Çelik - Mustafa Korkmaz, Edessa’dan Urfa’ya, Ankara, Cilt II,
Atılım Üniversitesi Yayını, 2004, s. 24.
96
Aziz Suryal Atiya, Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri, s.34-35.
97
J. Roldanus, De Syrisch Orthodoxen in Istanbul, Kampen, Hollanda, Uitgeversmaatschappij
J.H. Kok, 1984, s.29-30.
94
240
4.3.2. Sözde Süryani Soykırımı (Seyfo)
Sözde Süryani soykırımına atfen kullanılan Seyfo (Sayfo, Saypa)
sözcüğü, "kılıç/kılıçtan geçirme/İslamın kılıcı" anlamına gelmekte ve
Süryanice’de
Ermeniler,
(sayfō) olarak ifade edilmektedir. “Seyfo” kelimesi yerine
büyük
felaket
anlamında,
`meds
yeghern`
deyimini
kullanmaktadırlar.98 “Seyfo” kelimesi 1915 yılındaki tehciri ve o dönemi
kapsayan sıkıntıların bir soykırım olduğu iddialarının Süryanice’deki karşılığı
olarak da kullanılmaktadır. Ayrıca “cihat” anlamında tüm Hristiyanlara
yönelen bir soykırım anlamında kullanıldığı da görülmektedir.99
Osmanlı’nın millet sistemi içinde 19’uncu yüzyıla kadar homojen bir
şekilde yaşamış olan Süryaniler, zamanla kendileri aleyhine bozulan sosyoekonomik dengenin ve değişen demografik yapının etkisi ile bulundukları
ortamlarda diğer toplumların hedefi haline gelmeye başlamışlardır.100
Güçlünün zayıfı ezdiği bir ortamda sayısal ve fiziki güce sahip Kürt
aşiretleri için Süryanilerin sahip oldukları zenginlikler, tehcir esnasında
değerlendirilmesi gereken bir fırsat olarak görülmüştür.101 Tabii bu sürecin
öncesinde karşılıklı yaratılan nefret ve Kürt aşiretlerinin göreceli olarak
Süryanilere göre daha fakir olmaları, Süryanileri Kürt aşiretlerinin hedefi
yapmıştır.102
Sözlü tarih anlatımlarında iki Hristiyan fermanından (fermana Fıleh’a)
söz edilmektedir. Süryaniler, bu fermanları; ‘seyfo’ (kılıçtan geçirme), ‘qettla’
98
Elif Görgü, “Mor Gabriel Ve Turabdin-5”, Evrensel, 06 Mayıs 2009, (Erişim)
http://www.tumgazeteler.com/?a=5045522, 25 Ağustos 2009.
99
Ninib Tıglat, “Lozan Dün Bugün Yarın”, Renyo Hiro, Sayı 10, Seri No 57, Ekim 2002, s.56.
100
Jan Schukkink, “De Suryoye – Een Verborgen Gemeenschap. Een Historisch-Antropologische
Studie Van Een Enschedese Vluchtelingengemeenschap Afkomstig Uit Het Midden-Oosten”, Faculteit
der Sociale Wetenschappen, Vrije Universiteit, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2003, s.58’den aktaran
Öztemiz, a.g.t., s.109.
101
Her ekonomik güçlük döneminde Süryani mallarını gelir seviyesini yükseltmek için el
konulabilecek bir meta olarak görme anlayışının haklılaştırma yollarından birisi olarak görülebilir.
Süryanilerin ‘gâvur’ olması bu tarz girişimlerin daha haklılaştırılmasının birçok durumda da dince
verilmiş bir hak olarak görülmesinin ana nedeni olmaktadır. Bkz. Özmen, a.g.t., s.175-179.
102
Schukkink, a.g.t., s. 59’den aktaran Öztemiz, a.g.t., s.109.
241
(katliam)
ve
‘sawqiyat’
(sürgün)
olarak
adlandırmaktadırlar.
Süryani
anlatımlarına göre ferman, her ne kadar Ermeniler için çıkarılmış olsa da
Süryanilere de uygulanmıştır. Gerçi İstanbul Hükümetinin çıkarmış olduğu bu
fermandan sonra Süryanilere yönelik, Süryanilerin korunmasını ihtiva eden
fermanlar
sonrası
bölgede
kalabildikleri
inancı
vardır.
Çıkarılan
bu
fermanların, Süryanilerin bölgede beraber yaşadıkları diğer gruplara ilişkin
yargılarının oluşmasında da oldukça önemli bir yeri vardır. Her ne kadar
sonraki ferman ile Süryanilerin korunmasına ve Ermenilerden ayrılmasına
yönelik gelen emirlere rağmen bölgedeki Kürtler ve Araplar için oluşan ortam
bir fırsat olarak değerlendirilmiş, özellikle varlıklı Hristiyanlara yönelik daha
çok gasp ağırlıklı şiddet eylemleri görülmüştür. Bu inanışı destekler bir iddiaya
göre; bir kısım Süryani, köylerine karşı yapılan bu tür saldırılara karşı
devletten yardım istemişlerdir.103 Süryaniler arasında da bu eylemlerin nedeni
olarak Süryani nüfusunun elindeki malları ele geçirmek olduğu inancı oldukça
yaygındır. Yani devletin Süryanilere yönelik bir hareketinin olmadığı aşikârdır.
Yurt dışında ise bu anlatımın tersi olarak fermanın yerel Müslüman
gruplar tarafından değil, devlet tarafından organize edildiği şeklinde bir inanış
göze çarpmaktadır. Bülbül ise bu konuda sarayda protokol müdürü olan ve
aslında Urfa Episkoposu Tematius Plus’un oğlu olan Fehim Erinur
tarafından padişahın konudan haberdar edildiği, bunun üzerine padişahın
oradaki Süryanilere dokunulmaması ve korunması yönünde ferman
verdiğinden bahsetmektedir.104
Diğer taraftan Süryani kaynaklarının bir kısmında, soykırımın aslında
1843 yılında başladığı ve bu tarihten itibaren devam ettiği iddia
edilmektedir. Buradan yola çıkılarak soykırım ile Asur milliyetçiliği arasında
bir bağ kurulmaya çalışılmaktadır. Bu kapsamda Nasturi ağırlıklı bir katliam
dillendirilmesi vardır. Milliyetçi söylem içine Süryaniler de dâhil edilmeye
103
Örnegin, Eksor Köyü’nün önde gelenlerinden Mansur Garburi Kano, daha önce iki üç kez saldırıya
uğramış olan köylerinin savunulması için, Mardin mutasarrıfından asker gönderilmesini istemiştir.
Bkz. Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s.336.
104
Bülbül, a.g.e., s.61.
242
çalışılmaktadır. Bu süreç Nasturi İsyanı ile ilişkilendirilerek Nasturilerin,
Anadolu ve Irak topraklarında kalkıştıkları isyanın bastırılmasında verdikleri
kayıplar,
tehcire
ve
dolayısıyla
soykırıma
delil
olarak
gösterilmeye
çalışılmaktadır.105
Yani kimi kaynaklarda ağa veya aşiret reislerinin katliam yaptığı106
kimilerinde ise devletin katliam yaptığı yönünde iddialar vardır.107 Yani
Süryanilerin sözde soykırıma uğratıldığını ileri sürenlerin bir kısmı suçlu
olarak Kürt aşiretlerini, bir kısmı Müslümanların genelini, bir kısmı İttihat ve
Terakki Partisini, bir kısmı da Almanları suçlamaktadır. Bunun devletin bir
politikası olduğunu iddia edenler olduğu gibi tersini iddia edenler de vardır.
Hatta Katolik Süryanilerin, Yakubi/Kadim Süryaniler tarafından baskıya maruz
bırakıldığı bile iddia edenler vardır.108
Bazı Süryani kaynaklarında ise Süryani ileri gelenlerinin Süryanilerin
isyana iştirakini engellemek için büyük gayret sarf ettiği, hatta bu yüzden de
Osmanlı idaresi tarafından çeşitli ödüllerle ödüllendirildiği ileri sürülmektedir.
105
ATASE Arşivi, Kls. 17, Ds. 81, Fhr. 3. 10’den aktaran Kurtcephe, a.g.m., s.293.
1978 doğumlu bir katılımcı ile yaptığı görüşme için bkz.Öztemiz, a.g.t., s.142-143.
107
Bazı yazarlar ise bir taraftan bir devlet politikası olarak soykırım yapıldığı yönünde iddialarda
bulunurken kendi içinde de tutarsız açıklamalarda bulunmaktadırlar. Örnek olarak Yonan; “Rusların
Asurları kendi saflarında Kürtlere karşı savaşmaları için silahlanmaya zorladığı, Rus komutanların
Müslümanlar arasında düşmanlık yaratan şiddet eylemleri yaptığını, bunlara bazı Asurlularında
katıldığı, Müslümanların iyice kışkırtılmasından sonra Rus işgal güçlerinin 2 Ocak 1915’te
Urmiye’den ayrılması ile yaklaşık 12.000 Asur’un kendilerine Müslümanların bir zarar vereceği
korkusuyla Rusların ardı sıra kaçışa başladıkları ve bu kaçış esnasında tabiat şartlarından dolayı bir
çoğunun yollarda öldüğü, kalanların da Müslüman halk tarafından saldırılara maruz kaldığı, buna
rağmen bazı Müslümanların bunların bir kısmını koruyup gizlediği, mülteci durumundaki büyük
kitlelerin bir kısmının Rus sınırından içeriye alınmayarak sınırda salgın hastalıklara kırdırıldığını..”
dile getirmektedir. Yonan, bu iddialarını Alman Papazı Otto Went’in (Lerbeck) 1915 tarihli bir
haberinden ve kızı Elisabeth Wendt’in Urmiye’den yollandığı mektuplara dayandırmaktadır. Diğer
taraftan 27 tartışmalı belgede de Osmanlı impratorluğunun bir politika olarak Süryanileri soykırıma
uğrattığını ifade ederek kendi içinde tutarsızdır. Bkz. Gabriele Yonan, a.g.e., s.201-205.
108
Bir papazın 1915 yılına ait günlüklerine baktığımızda; “Yakubiler [Süryani Ortodokslar]; aynı dinin
ayrık kardeşleri Katolikleri vurmak için Mardin Türkleri ile birleştiler.”, “Yakubilerin….eski
düşmanlıklarını tazeleyerek Süryani Katoliklerin oturduğu yerlere saldırdılar.”, “Yakubiler düzenin hile ve
ihanetlerine karşın Katolikleri pes ettiremediler.” ifadeleri sanki Süryani Yakubilerin Süryani Katolikleri
diğer bir ifade ile kendi kendilerini katliama uğrattığı veya bu olayın sanık tarafına Süryani Yakubilerin
koyulduğu hissini doğurmaktadır. Ayrıca kitabın diğer bölümlerinde Mardin’de katledilen Süryani
sayılarını verirken toplamı 92.232 kişinin katliama uğradığı şekline iken toplamda verdiği 157.200 kişilik
rakam da kaynağın güvenirliği konusunda ciddi tereddüt yaratmaktadır. Bkz. Precheurs, a.g.e., s.51-52,
91-106.
106
243
Örnek olarak; 1915 yılında Ermenilerle birlikte Diyarbakır, Mardin, Cizre’de
ayaklanan Süryanileri yatıştırmak için gösterdiği çabalardan dolayı 26 Eylül
1919’da Sultan Vahdettin ile görüşen İlyas Şakir Efendi’ye Vahdettin
tarafından birinci dereceden Osmanlı nişanı verilmiştir. Süryani Kadim Patriği
İlyas Şakir Efendi yine Mondros Mütarekesi sonrası Mardin ilinin İngilizlere
teslim edilmemesi yönünde büyük gayret göstermiştir. Aynı dönemde Süryani
Ortodoks cemaati temsilcilerinin Padişah’tan, göç ettirilen Süryanilerin geri
dönüşü, okul inşası, yardım yapılaması gibi taleplerde bulundukları ve
padişah tarafından da bu taleplerin kabul edildiği görülmektedir.109
Bazı Süryaniler ise sözde Süryani soykırımı söylemini dahi yeni
duyduklarını dile getirerek, sözde bu iddiaların sonradan ortaya atıldığını
düşünmektedirler. Bu konuda, 25 yıldan fazla Norveç'te yaşamış Eser Afacan
isimli Süryani asıllı ressamın Hürriyet gazetesine gönderdiği mektupta;
“kendisinin Süryani olmasına rağmen Süryanilere soykırım yapıldığını ilk defa
duyduğunu, İsveç’te göçmenlik statüsü almak için uydurulan bu söylemi
zamanla göçmenlik statüsü almak isteyen Kürtlerin de kullanarak kendilerini,
Süryani olarak tanıttığı ve daha sonrasında bu kanalın PKK terör örgütü
tarafından kullanıldığını ve aslında Süryani soykırımı diye bir şey olmadığını”
söylemektedir.110
Tüm bu iddialara rağmen söylenebilecek en basit cümle, 1914-1915
yıllarının tüm Anadolu halkı için zor olduğudur. Sadece Süryaniler veya
Ermeniler değil, başta Müslümanlar olmak üzere tüm Osmanlı halkı için o
dönem, zorlukların ve acıların yaşandığı bir dönemdir. Karşılıklı öldürmeler
olmuştur. Fakat tüm bunların bir politikanın ürünü olmadığı da çok aşikârdır.
Olayların gelişimi böyle olmakla beraber, bu olayların soykırım kavramı
içinde değerlendirilmesi de hukuksal olarak mümkün değildir. Çünkü
109
Geniş bilgi için bkz. Mustafa Oral, “Mardin’in Son Süryani Kadim Patriği Mar İgnatios III. İlyas
Şakir Efendi”, Makalelerle Mardin IV: Önemli Simalar, Dini Topluluklar, haz. İbrahim Özcoşar,
İstanbul, Mardin İhtisas Kütüphanesi Yayını, 2007, s.281-282.
110
Özdemir İnce, “’Süryani Soykırımı’na Süryani yanıtı”, Hürriyet Gazetesi, 10 Eylül 2006.
244
“soykırım” kavramı 1948 yılından itibaren uluslararası hukuk açısından bir suç
niteliğine
kavuşmuştur.111 Hukukun genel ilkelerine göre hiçbir suç,
yasalaşmadan suç değildir ve geriye yürütülememektedir. Sözde soykırım
ithamı ile karşı karşıya bırakılan Türkiye Cumhuriyeti’nin bahse konu
dönemde daha oluşmamış olduğu da göz önüne alındığında, bu suçlamalar
ile ithamda bulunmak dahi uluslararası hukuk açısından mümkün değildir.
Bahse konu dönemde yapılan tarihi ve bilimsel incelemeler karşılıklı
öldürmeler olduğu fakat bahsedildiği gibi politik bir katliamın olmadığını ortaya
koymaktadır. Mukatele olarak da adlandırılan bu olaylar hakkında bir soykırım
iddiasını dile getirmek; “akla” ve “bilme” aykırı olup, sadece “siyasi” nitelikli bir
yaklaşım olarak kabul edilmelidir.
Diğer taraftan soykırıma uğrayanlar ile soykırım iddialarının peşinde
olanların da kimler olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Tabi ki o yıllarda
yaşananlar Süryaniler için de kolay olmamıştır. Fakat soykırım gibi bir
söylemin şartlarının oluştuğunu söylemek de mümkün değildir. Türkiye’ye
yönelik olarak, Süryanilere soykırım yapıldığı iddiaları, politik amaçlarla
yapılmakta ve tarihi hakikatlere uymamaktadır. Özellikle, savaş sonrasında
değişik nedenlerle Amerika, Avustralya ve Batı Avrupa ülkelerine göç etmiş ve
kimliklerini korumak amacıyla örgütlenerek bir diaspora oluşturmuş olan
Nasturi, Keldani ve bir kısım Süryani için soykırım iddiaları, Ermeni
diasporasında olduğu gibi bir varlık ve kimlik sorunu haline gelmiştir.112 Sırf
111
Soykırım kavramı, ilk kez, “soykırım suçunun önlenmesine ve cezalandırılmasına ilişkin sözleşme”
ile tanımlanmış ve Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli kararıyla
onaylanıp, 12 Ocak 1951'de yürürlüğe girerek, uluslararası bir sözleşmede ilk defa kullanılmıştır. TCK
md. 76’daki düzenlemesi, bu sözleşmenin 2’nci maddesinden alınmıştır. Türkiye, 29 Mart 1950
tarihinde 5630 sayılı kanunla bu sözleşmeye taraf olmuştur. Bkz. Sönmezoğlu, a.g.e., s. 631.
112
Süryaniler bölgedeki Kürt aşiretleri tarafından aşiret kapsamı içine alınmakla birlikte, Ferman
sırasında bu aşiretlerin çoğu kendilerine sahip çıkmamış; hatta aynı aşiret mensupları tarafından da
baskıya maruz kalmıştır. Bu baskının oluşmasında Süryanilerin tabi oldukları aşiretlerin bölgedeki
gücünü yitirmesinin etkisi de oldukça fazladır. Örneğin, bölgedeki çoğu Süryani ve Yezidi’nin mensup
olduğu Haverka Aşireti Reisi Haco’nun Suriye’ye gitmesiyle birlikte, Süryani ve Yezidilerin diğer
aşiretler, özellikle Dekşuriler, tarafından baskıya maruz kaldıkları hatta öldürüldüklerine dair sözlü
bilgiler vardır ve bu bilgiler Müslümanlar tarafından da doğrulanmaktadırlar. Bkz. Bülent Özdemir,
“Süryani Diasporası, Kimlik ve Soykırım İddiaları”, Tarihçi Gözüyle, (Erişim)
http://tarihcigozuyle.blogspot.com.html , 21 Kasım 2006.
245
Süryani soykırımını tanıtmak ve kabul ettirmek için “Seyfo Center”113 gibi
dernekler, örgütler ve web siteleri oluşturulmuştur.
Sözde soykırım iddilarının Türkiye’ye yöneltilmesinin asıl nedeni olarak
Türkiye’nin stratejik konumu gösterilmektedir.114 Bunun yanında Türkiye’nin
Müslüman ülke olması, Şark Meselesi, Avrupa’daki Türk korkusu ve algısı,
Batı ile Doğu arasındaki zihniyet farkı gibi nedenler de sayılabilir.
Ermeni meselesine benzer bir süreç içinde Süryanilere yönelik tüm bu
iddiaları gerçek kabul ederek bir soykırım olduğu yönünde karar alan siyasi
gruplar ve kuruluşlar da vardır. İsveç’te parlamentonun en büyük grubu
Sosyal Demokratlar, sözde “Ermeni ve Süryani Soykırımı” kararını kabul
etmiştir. Delegelerin çoğunluğuyla kabul edilen karar metninde, Birinci Dünya
Savaşı sırasında Ermenilerin yanı sıra, Süryanilerin de soykırıma uğratıldığı
iddiasına yer verilmiştir.115 Diğer taraftan Uluslararası Soykırım Uzmanlar
Kurumu da (International Association of Genocide Scholars) 2007 yılının
Aralık ayında sözde Süryani Soykırımını kabul etmiştir.116 En son İsveç
Parlamentosu, 11 Mart 2010 tarihinde Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ermeni,
Asur/Süryani/Keldani ve Pontus Rumlarına yönelik soykırım uygulandığına
dair karar almıştır.117 Sonuçta, Seyfo olarak adlandırılan bu olayların
gerisinde; ekonomik, sosyal ve siyasal nedenler yattığı söylenebilir.
4.3.2.1. Soykırım Etkinlikleri
Ermenilerin lobi çalışmalarını örnek alarak faaliyet gösteren kimi Nasturi,
Keldani ve Süryaniler; Ermeniler kadar olmasa da giderek artan bir şekilde
etkinlikler düzenlemektedirler. Çeşitli konferans, panel, seminer, toplantılar
113
İlgili derneğin web adresi için bkz.www.seyfocenter.com/
Sefa Yürükel, “Türkiye'yi Suçlayan Soykırım İddiaları Planlı”, 14 Mart 2005, (Erişim)
http://www.acikistihbarat.com, 25 Ağustos 2009.
115
Osman İkiz, “Sosyal Demokratların ‘soykırım’ Kararı”, Stockholm, (Erişim) http://www.dwworld.de/dw/article/0,,4879950,00.html, 25 Aralık 2009.
116
Samuel Sawme, “Sydney’de Süryani Soykırım Anıtı” Seyfo Centre, (Erişim) http://www.
seyfocenter.se/index.php?sid=10&aID=113, 25 Ağustos 2009.
117
“Türk milletvekili 'hayır' diyemedi”, ntvmsnbc, http://www.ntvmsnbc.com/id/25068340/
114
246
icra edilirken bir taraftan da Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde sözde Süryani
soykırımı anıtları açılmaktadırlar. Tüm bu etkinliklerin amacı, kendilerine
yönelik bir kamuoyu oluşturmak, Avrupa’nın çeşitli parlamento ve yetkili
organlarında soykırım kararı alınmasını sağlamaktır.
4.3.2.1.1. Konferanslar, Seminerler ve Toplantılar
İsviçre’de, Avusturya`da, Almanya’da, İngiltere’de Belçika’da verilen
konferanslar ile sözde “Süryani Soykırımı” konusu bilimsel bir zemine
taşınarak, bu iddiaları kabule hazır bir toplum yaratılmaya çalışılmaktadır.118
Türkiye basınının yeni yeni farkına vardığı Süryanilerin bu etkinlikleri,
yoğun bir şekilde devam etmektedir. Örnek olması açısından 2003 yılı içinde
yaklaşık bir aylık bir süre içinde Süryanilerin Avrupa’da soykırıma uğradığı
yönünde yürütülen etkinliklere bakacak olursak; 09.04.2003 tarihinde İsveç
Parlamentosunda konferans, 11.04.2003 tarihinde Brüksel Saint-Josse
Sarayında ve 12.04.2003 tarihinde Zürih Bürkli Platz’da ışıklı gösteri,
12.04.2003 tarihinde Almanya Gütersloh şehrinde ve Hollanda Enschede
şehrinde, 19.04.2003 tarihinde İsveç Södertälje şehrinde, 19.04.2003
tarihinde Almanya Berlin şehrinde, 19.04.2003 tarihinde yine Berlin’de duyuru
ve panel tartışması, 20-24.04.2003 tarihleri arasında Wiesbaden’de açlık
grevi ve açlık grevinin son gününde kilise hizmeti, 03.05.2003 tarihinde
Augsburg’da konferans yapılmıştır.119
Etkinliklerin seviyesini ve siyasi yönünü görmek adına da nerelerde
yapıldığına bakmak gerekmektedir. Bu anlamıyla İngiliz, Fransız, İsveç,
Hollanda,
Avusturya,
Belçika
ülke
parlamentolarında
ve
Avrupa
Parlamentosunda yapılan bu etkinliklerin basite alınmaması gerekmektedir.120
118
Avcı, “Ermeniler`den sonra şimdi de Süryaniler...”, Milli Gazete, 28 Kasım 2005, (Erişim)
http://www.milligazete.com.tr, 25 Ağustos 2009.
119
“To the Assyrian-Aramean-Chaldean-Syriac People”, (Erişim) http://f27.parsimony.net/forum
66532/messages/37.htm, 25 Ağustos 2009.
120
Bayzan, a.g.m., s.19-20; “72nd Assyrian American National Convention” Christians of Iraq,
(Erişim)http://www.christiansofiraq.com/72ndconv.html;http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=6
247
Benzer sürecin Ermeni meselesinde yaşandığı düşünülürse, gelecekte
Süryani meselesinin Türkiye’nin uluslararası potansiyel bir sorunu olması
muhtemel görünmektedir.
Diğer taraftan 1933 yılında Irak’ta Nasturi ve Keldanilere yönelik
yaşanan katliam dahi bugün Süryanilerle ve dolayısıyla Türkiye ile
ilişkilendirilebilmektedir.
ABD’de
bu
katliamın
yıl
dönümünde
yapılan
etkinlikler Süryani soykırım etkinliklerine dönüşmektedir.121
Hollanda’da
soykırım
demeyen
Türk
adayın
seçim
listesinden
çıkarıldığı, Fransa’da Ermeni soykırımı olmamıştır demeyi suç sayan
düzenlemelere benzer senaryoların gelişen dönemler içinde Türkiye’nin
karşısına çıkabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.122
Yürütülen bu etkinliklerin sonuçları bazı ülke parlamentolarında alınan
kararlarda görülmektedir. Sözde Ermeni soykırımı olduğu yönünde karar alan
ülke sayısı 21’e ulaşırken diğer taraftan Sözde Süryani Soykırımı olduğu
yönünde karar alan ülkelar de giderek artmaktadır. Gelişmlere bize bu
etkinliklerin ciddiye alınması gerektiğini de göstermektedir.123
101, 05 Kasım 2009; “Viyana'da SEYFO Konferansı”, http://www.furkono.com/modules.php?
name=News&file=article&sid=1625, 05 Kasım 2009; Avcı, a.g.m.
121
“72nd Assyrian American National Convention” Christians of Iraq, (Erişim) http://www.
christiansofiraq.com/72ndconv.html, 25 Ağustos 2009.
122
Ünal Öztürk, “Soykırım demeyen Türk adayı seçim listesinden attılar”, Hürriyet Gazetesi, 23.
05.2003, (Erişim) http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=5155636, 25.08.2009.
123
1965 yılından beri gündemde olan sözde Ermeni soykırım ile ilgili iddiaları 21 ülke kabul etti. Bu
kabullerin en çok yaşandığı yıl ise 2005'tir. 2005 yılında toplam 7 ülke sözde soykırımı tanımıştır.
Süryanilere de soykırım uygulandığını İsveç Parlamentosu (11 Mart 2010), Avusturalya New South
Wales yerel yönetimi, New York yerel yönetimi ile Uluslararası Soykırım Bilim Adamları Derneği
(IAGS) (2007) Kabul ederek bu doğrultuda kararlar almıştır. Bkz. http://riksdagen.se/templates/
R_PageExtended____21484.aspx;http://www.thelocal.se/25468/20100311/;http://www.aina.org/news/
20100311192620.htm;http://www.fairfieldcity.nsw.gov.au/upload/hutxy19692/FINAL_Assyrian_Mem
orial_ConsultationPaper.pdf;http://www.ny.gov/governor/keydocs/proclamations/proc_armenian.html;
http://www.aina.org/news/20071215131949.htm, 25 Aralık 2010.
248
4.3.2.1.2. Sözde Soykırım Anıtları
Soykırım etkinlikleri kapsamında dünyanın çeşitli yerlerinde soykırım
söylemini desteklemek ve gündemde kalmasını sağlamak amacıyla soykırım
anıtları dikilmektedir. Süryanilere ilişkin ilk sözde soykırım (Seyfo) anıtı, 15
Ekim 2005 tarihinde Paris dışındaki Sarcelles belediyesinde dikilmiştir.124 Bir
diğer sözde soykırım anıtı 1914-1918 yılları ve 1933 yılında Simele (Irak)’da
yapıldığı iddia edilen katliamlara atfen Amerika’nın California eyaletinin
Tarzana Belediyesinde 17 Şubat 2007’de açılmıştır. Amerika Birleşik
Devletleri’nin Columbia ve Los Angeles şehirlerinde de açılmış sözde anıtlar
vardır.125
En son dikilen anıt ise Avusturalya’nın Sydney kentine bağlı Fairfield
semti belediyesi tarafından dikilmiştir. Süryani halkına karşı 1915’te işlenmiş
bir soykırım olduğu iddiası kabul edilerek, soykırım kurbanları anısına bir anıt
dikme kararı, Türkiye tarafından esefle karşılanmaktan öteye gidemediği için
de126 2010 yılında sözde Süryani soykırım anıtı açılmıştır.127
Bir diğer sözde soykırım anıtı açma çalışması ise Södertälje (İsveç)
belediyesince yürütmüş olmasına rağmen128 Södertälje sakinlerinin sözde
124
Sarcalles Belediyesi tarafından finanse edilen 2 metre yüksekliğindeki sözde soykırım anıtının
üzerinde ‘1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun soykırımına uğramış 250 bin Asurî-Keldani ‘nin
anısına’ ibarelerine yer veriliyor. Dikilen bu anıt sözde 1915 Ermeni soykırım anıtıyla aynı meydanda
bulunmaktadır. Bkz. Bayzan, a.g.m., s.19-20.
125
“Assyrian Genocide Monument Unveiled in Australia” AINA, (Erişim) http://www.aina.org/
releases/20100807163306.htm;http://www.greek-genocide.org/monument_ columbia. html, 25 Aralık
2010.
126
Dışişleri: Avustralya'nın ''Asuri Soykırımı'' anıtı dikilmesine izin vermesini esefle karşıladık,
Zaman Gazetesi, 18 Aralık 2009, (Erişim) http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno= 929379
&title=disisleri-avustralyanin-asuri-soykirimi-aniti-dikilmesine-izin-vermesini-esefle karsiladik, 10
Şubat 2010.
127
“Sydney’de Süryani soykırım anıtı açıldı”, Hürriyet, 9 Ağustos 2010, (Erişim)
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/15513147.asp 09 Ağustos 2010.
128
“Assyrian Genocide Memorial Wall in California”, Stockholm, 23 Şubat 2007, (Erişim)
http://bethnahrain.blogspot.com/2007/02/assyrian-genocide-memorial-wall-in.html, 25 Ağustos 2009.
249
soykırım anıt dikme konusundaki ihtilafı mahkemeye intikal etmiş ve şimdilik
mahkeme vasıtasıyla engellenebilmiştir.129
1965 Nisan ayında sözde katliamın 50’nci yıldönümünün anma törenleri
için geniş çaplı propaganda faaliyetlerine başlanılmış ve bu tarihte New
Jersey eyaletinin Emerson kasabasında İhtiyarlar Yurdu’nun bahçesine
aleyhimizdeki ilk Ermeni anıtı dikilmiştir.130 40 yıl kadar geriden takip eden
Süryani anıtları ile sözde Pontus soykırım anıtı131 ve devam eden bu anıtlar
silsilesinin nasıl bir sona ulaşacağı da ayrı bir araştırma konusudur. Zira
Hollanda, Almanya ve İsveç Asurî Federasyonları adına açıklamada bulunan
Sabri Atman, başta Fransa olmak üzere, İsveç, Avusturya, Almanya ve
Hollanda’da Asurî-Süryani soykırım anıtları dikeceklerini ve asıl amaçlarının
Van, Hakkâri ve Diyarbakır’da dikilecek anıtlar olduğunu açıklamaktadır.132
Ermenistan’da sözde Ermeni soykırım anıtının yanına Süryani soykırım anıtı
dikme çalışmaları da yoğun olarak devam etmektedir.
4.3.2.1.3. Legal ve İllegal Örgütlenmeler
Soykırım iddialarını desteklemek ve organize etmek amacıyla birçok
legal ve illegal dernek, merkez, örgüt, internet sitesi gibi oluşumlar teşekkül
ettirilmiştir. Bu örgütlerin yoğunlaştığı ülkeler, genellikle kilise yapılanmasının
ağırlıklı olduğu ülkeler olmaktadır. Bunun nedeni nüfusun buralarda
yoğunlaşması veya kilise vasıtasıyla kitlelere daha rahat ulaşma imkânı
sağlaması olarak açıklanabilir. Bu anlamda kilise örgütlenmesi başlangıçta
Viyana merkezli iken Midyatlı İsa Çiçek'in Hollanda'ya metropolit olarak
atanmasıyla, ağırlık noktası Hollanda ve civarına kaymıştır.133 Günümüzde
129
Metin Altınışık, “İsveç`te Süryani Soykırım Anıtı Mahkemece Engellendi”, (Erişim)
http://www.harbigazete.com/haber_yorum/080505_seyfo.html, 25 Ağustos 2009.
130
Okay, a.g.t., s.155.
131
Yunanistan'ın kuzey batısındaki Aleksandria kentinde Cumhurbaşkanı Kostis Stefanopulos
tarafından açılmıştır. Bkz. “Yunan Cumhurbaşkanı 'soykırım' anıtı açtı”, Hürriyet, 27 Mayıs 2002,
(Erişim) http://hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=74561, 25 Ağustos 2009.
132
Avcı, a.g.m.
133
Mehmet Çelik, “Süryanilerin Turabdin'e Geri Dönüşü”, IV. Türkiye'nin Güvenliği Sempozyumu,
Elazığ, 2004, s. 235.
250
daha çok İsveç, Belçika ve Hollanda merkezli örgütlenmeler karşımıza
çıkmaktadır. Bu örgütler, 1991 Körfez Savaşı ve Türkiye'nin AB üyeliği
çalışmalarıyla eş güdüm içinde, Türkiye’ye yönelik politikalar üzerine
yoğunlaşmaya başlamışlardır.
Süryani soykırımı olduğunu ispat etmek amacıyla oluşturulmuş en
bilindik legal örgüt “seyfo centre”dır. Bunun dışında Doğu ve Afrika
Çalışmaları Okulu (School of Oriental and African Studies-SOAS) ile Firodil
Enstitüsü (Londra) ve Gomidas Enstitüsü (Londra)adlı kuruluşlar da bu
iddiaları desteklemektedirler. Asurî Federasyonu, Süryani Federasyonu gibi
bünyesinde birçok derneği barındıran çatı örgütlenmeleri de bu iddiaları
destekler nitelikte bir görüntü çizmektedirler.134 İnternette birçok web sitesi de
bu konuda yayınlar yapmaktadır. Televizyon ve diğer basılı organların da
etkisi azımsanmayacak boyuttadır.
Türkiye aleyhine oluşan bu legal veya illegal oluşumların bir özelliği
Asur kimliği altında birleşmeye çalışmalarıdır. Bu gruplar çeşitli ülkelerde
çıkardıkları dergi, gazete ve kitaplarda; anavatanlarının kurulması ve
anavatana dönme çağrısı, anadil ve ulusal kültürün korunması ve birey
özgürlüğünün korunması yönünde görüşlerini yaymaktadırlar. Bu görüşlerini
gerçekleştirebilmek için ilk defa 1968 yılında Fransa’da yapılan 1’nci Asur
Kongresi’nin ardından Dünya Asur Birliği’ni kurmuşlardır. Bu tarihten itibaren
yılda bir kez düzenli olarak yapılan bu kongrenin şu anki en büyük hedefi BM
İnsan Hakları Kuruluşu’nda temsil edilmektir. Çeşitli sosyal, kültürel ve siyasi
taleplerinin yanında bu kongrelerin en büyük amacı Asur Devleti’nin kurulması
konusudur. Kongre içerisindeki bazı gruplar, Irak’ta özerk bir Asur yönetim
bölgesi isterken, bazı gruplar Kuzey Irak’ta bağımsız bir Asur Devleti’nin
kurulmasını amaçlamaktadırlar. Bu grupların son dönemdeki en ciddi çabası
134
Atman, a.g.e., s.53,131.
251
1979’da Irak’ta kurulan Asur Demokratik Hareketi olmuştur. Bu hareket
zaman zaman silahlı eylemlere de başvurmuştur. 135
Soykırım iddialarını destekleyen terör örgütleri ise daha çok etnik
ayrılıkçı örgütlerdir. Soykırım söylemleri etrafında şekillenmiş olan terör
örgütlerinin başlangıcını Ermeni Taşnak ve Hınçak örgütleri oluşturmuştur. Bu
örgütler vasıtasıyla çıkarılan birçok isyanın izleri daha silinmemişken,136
ASALA ve JCAG (Justice Commandos against Armenian Genocide) adlı
Ermeni terör örgütleri ortaya çıkmış ve bu örgütler ile bu defa yurt dışındaki
Türk diplomatlarına yönelik eylemler başlamıştır.137 Kendilerine göre Ermeni
soykırımının intikamını aldığını düşünen bu örgütler, PKK ayrılıkçı etnik terör
örgütünün oluşumu ile etkinliklerini yitirmişlerdir. PKK terör örgütü bir taraftan
Ermeni ve Süryani soykırımı olduğu yönünde söylemlerde bulunurken, diğer
taraftan da Kürt soykırımı olduğu iddiası ile eylemler yapmaktadır. Ayrıca
Süryani terör örgütü olan Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü (BYDÖ)
örgütü ile de işbirliği içinde faaliyet yürütmektedir. Tezin ilerleyen bölümlerinde
bu konu daha geniş olarak ele alınacaktır.
4.4. ERMENİ SÜRYANİ ETKİLEŞİMİ
Süryaniler kendilerini tanımlarken “tanrıdan en çok korkan millet” olarak
tanımlamaktadırlar.
Süryaniler
tarih
boyunca
kendilerini
bir
inancın
savunucuları olarak görmüşler ve inançlarına yönelik herhangi bir saldırı
olmadığı zamanlarda çok fazla ön plana çıkmamışlardır. Devlet oluşturmak
veya siyaset yapmaktan ziyade kendi inançlarına yönelmiş bir topluluk
görünümü çizmişlerdir. Dolayısıyla Osmanlı Devleti’ndeki millet sistemi içinde
Ermenilere bağlılıkları başlangıçta bir sorun yaratmazken, 19’uncu yüzyıldan
itibaren özellikle misyonerlik faaliyetleri ve Osmanlı devletindeki modernleşme
hareketleriyle birlikte Süryaniler de Ermenilerden bağımsız bir millet olma
135
Matfiyef, a.g.e., s.160.
Şenol Kantarcı, “Tarih Boyutuyla Ermeni Sorunu”, Bilim Ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi,
Yıl 4, Sayı 38, Nisan 2003; Bayzan, a.g.e.,s.36.
137
Çitlioğlu, a.g.e., s.53.
136
252
çabası içine girmişlerdir. Hatta bu sebeple İstanbul’da bir merkez açmaya
çalışmışlar ve 1844 yılında İstanbul Tarlabaşı’nda Meryem Ana Kilisesinin
kurmuşlardır.
Süryaniler, Ermeniler’den farklı herhangi bir dönemde siyasi amaçlarla
ayrılıkçı bir faaliyet içinde olmadıklarını söylemektedirler. Bu söylemde
devletiyle barışık Süryani tipi sunulmaktadır. Gürbüz Erkiner’in aktardığına
göre bir Süryani katılımcının; “Babam tüm çocuklarının cüzdanlarına “Süryani
Kadim” yazdırdı. Hristiyan değil. Çünkü Hristiyanlık Ermenileri de çağrıştırıyor.
Ama onların başka emelleri de var”138 sözleri Türkiye Süryanileri’nin
Ermenilere
yönelik
olumsuz
önyargıdan
etkilenmek
istemediğinin
bir
göstergesidir. Bu durumun devamı olarak kendilerini Süryani olarak tanıtan
Ermeniler de vardır. Bu kişilerin kendilerini bu biçimde tanıtmalarının ve
sosyal yaşamda Süryani kimliğini kullanmalarının en önemli nedeni bölgede
Süryani kimliğinin Ermeni kimliğine göre daha sorunsuz bir kimlik olmasıdır.
Ermenilerin Süryani kimliğini kullanmasının ikinci nedeni ise, bölgedeki
Ermeni nüfusunun yok denecek kadar az olması ve kendilerine en yakın
olduğunu düşündükleri inanç grubuna bir nevi tabi olmalarındandır.139 Ayrıca
anadillerini kaybederek Ermenice dâhil başka dilleri kullanmaya başlayan
Nasturi ve Süryanilerden oluşan bir kesimin Paris Barış Konferansı’nda
Ermeni olarak tanındığı da dile getirilmiştir.140
Ermeniler
ve
Süryaniler
bazen
aynı
kiliseleri
de
beraber
kullanmaktadırlar. Mezhepsel yakınlıktan kaynaklanan bu durumun bir diğer
yönü ise, karşılıklı etkileşimlerinin oluşmasıdır. Ayrıca kimlik oluşumu
kapsamında özellikle yurt dışındaki soykırım iddiaları Ermeni ve Süryanileri
birbirleri ile doğal olarak etkileşim haline sokmuştur. Günümüzün teknolojik ve
iletişim imkânları da bu süreci inanılmaz bir hıza ulaştırmıştır.
138
Erginer, a.g.m., s.52.
Erginer, a.g.m., s.52.
140
Sonyel, The Assyrians of Turkey Victims of Power Policy, s. 134-135.
139
253
Fakat Süryaniler uzun yıllar boyunca Ermeni kilisesi vasıtasıyla resmî
işlerini yürütmüş olmasına, Ermeniler gibi Ortodoks olmasına ve coğrafi olarak
Ermeniler ile yakın bölgelerde yaşamış olmasına ve bazen Süryanilerin de
olumsuz hareketler içine girmiş olmasına rağmen Ermenilerin içine düştüğü
duruma asla düşmemişlerdir.141Ayrıca Süryaniler, Ermenilerin çıkardıkları
olaylardan zarar gördükleri ve Süryanileri kendi nüfusları içinde göstermeye
çalıştıklarından dolayı da şikâyet etmektedirler.142
4.4.1. Psikolojik Yönden Etkileşim
Süryanilerin etniklik ve azınlık durumlarının değerlendirilmesi için bu
kavramların açıklığa kavuşturulması ve bugün özellikle yurt dışında yaşayan
Süryanilerin
psikolojilerini
anlamlandırabilmek
için
toplumsal
psikoloji
kavramlarının anlaşılması gerekmektedir.
Ermeni ve Süryaniler göç sonrası gitmiş oldukları ülkelerde demografik
olarak
azınlıkta
kalmalarından
dolayı,
asimilasyon
tehlikesi
ile
karşılaşmışlardır. Bu nedenle kilise ve siyasi partilerin ilk hedefi, gerek
Ermenilere gerekse Süryanilere millî bilinç kazandırmak olmuştur. Bununla
birlikte bulundukları bölgelerde bir arada olmayıp daha çok dağınık
bulunmaları, etnik kimlik inşasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle her iki grupta
da dikkat çeken benzerlik; kullanılan temaların paralelliği, soykırım iddialarının
birleştirici bir unsur olarak kullanılması ve Türkleri ötekileştirme çabaları
olmuştur. Türkleri ne kadar kesin ve katı ötekileştirirlerse, etnik kimlik içine
çekilme de o denli güçlü olacaktır. Çünkü etnik homojenlik, içeriye doğru
uyumu, dışarıya doğru saldırganlığı talep etmektedir.
141
İlay İleri, “I.Meşrutiyet’ten Sonra Osmanlı Devletinde Azınlıklar Ve Genel Durum”, Süryaniler ve
Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Cilt III, Orient Yayınları, Ankara,
2005, s. 99.
142
08 Mart 1893 tarihinde Başkitabet’e yazılan yazıda Süryanilerin, Ermeni Patrikhanesi tarafından
yapılan müdahaleleri kabul etmeyerek hemen şikâyette bulunduklarını, patrikhanenin ise onları kendi
dairesinde kabul ederek ayrı mezhepleri ve müstakil patrikleri olduğu halde onların nüfuslarını Ermeni
Nüfus Defterlerine kaydederek, Ermeni nüfusunu fazla gösterdikleri belirtilmektedirler. Bkz.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi; Yıldız Esas ve Sadrazam Kamil Paşa 38/69 ve Sadaret Mühimme Kalemi
Evrakı 609/36’den aktaran Mustafa Çiçek, a.g.t., s.91-93.
254
İkinci Dünya Savaşından sonra, Holocaust ile Yahudi kimliği arasında
ortaya çıkan ilişki, Ermeni kimliğinin inşasında örnek alınmaya çalışılmıştır.
Aynı süreç daha sonra Süryaniler için de işletilmeye çalışılmıştır. Ermeniler, 9
Ekim 1948’de Birleşmiş Milletler’de imzalanan “Soykırım Suçunun Önlenmesi
ve Cezalandırılması” Sözleşmesinin ardından kendilerine uygulanan tehcirin
de bir soykırım olduğunu iddia etmeye başlamışlardır. Çünkü bu dönem
özellikle ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerde yaşayan Ermeni
diasporasının kimlik bunalımı yaşadığı, kendi kimliklerinin yok olduğu döneme
denk gelmektedir.143 İşte bu dönemde özellikle diaspora Ermenilerince,
Ermenistan’ın çekici görünmeyen bir vatan görünümünden doğan endişeyi
gidermek için “soykırım zihinsel imgesi” ön plana çıkarılarak Ermeni kimliği
güçlendirilmeye çalışılmıştır.144 Bu yaklaşımın başarılı olması Süryaniler için
de çekici olmuş ve Ermeni sürecinin bir parçası olmaya başlamışlardır.
Dolayısıyla bu etnik grupların kimliğinin önemli bir parçasını “mağduriyet
psikolojisi”oluşturmaktadır. Başta Türkler olmak üzere “öteki”ler tarafından yok
edilmeye çalışılan mağdur bir ulus imajı ve inancı, Ermeni ve Süryani kimliğini
biçimlendiren en belirgin unsurdur ve bu tema, Ermeni diasporası ve
yöneticileri tarafından devamlı canlı tutulmaya çalışılmaktadır.145
Yaratılacak ortak acılar ve oluşturulacak mağduriyet psikoloji ile
Süryaniler bir araya getirilmeye çalışılırken diğer taraftan da mazlum topluluk
olarak dünyanın ilgisi çekilmeye çalışılmıştır. Geçmişin hoş hatırlanmayan
Nasturi ayaklanması, Bedirhan Bey olayı gibi olumsuz nitelikteki olayları da bu
amaç uğruna ajite edilmektedir. Bu çalışmaların meyveleri 1985 yılından itibaren
alınmaya başlanmış, Nasturi kimliği ile Süryani kimliği Asur kimliği altında
örtüştürülerek
Asur
milliyetçiliği
yaratılmaya
çalışılmıştır.
Son
yıllarda
kendilerinin köklerini Asur ırkına dayandıran bu grubun etrafında toplandığı
143
Kantarcı, a.g.m.
Meltem Uluada, “Geçmişten Günümüze Ermeni Meselesi ve Sözde Soykırımın Uluslararası
Kriterler Açısından Değerlendirilmesi”, Ankara, Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006, s.81.
145
Uluada, a.g.t., s.82.
144
255
söylem “Seyfo” olmuş ve kendilerinin Ermeniler ile birlikte Osmanlı Devleti
tarafından bir soykırıma uğratıldıkları iddia edilmeye başlanmıştır.146
4.4.2. Maddi Yönden Etkileşim
Lobicilik faaliyetleri ciddi maddi kaynağa bağımlıdır. 1984 ve
sonrasında Ermeni lobisi çok daha iyi örgütlenmiş ve sivil faaliyetlere ağırlık
vermiş olup bu amaçla propaganda ve lobicilik için kullanılmak üzere bütçeler
oluşturulmuştur. Sadece propaganda için 100 milyon Dolar’a yakın bir bütçe
oluşturduğu hesap edilmektedir. Üstelik bu rakama gönüllü yardımlar ve
bağışlar dâhil değildir.147
Önemli bir kitle ise geçimlerini bu faaliyetler içinde yer alarak
sağlamaktadır. Zira Çelik’in dikkat çektiği gibi; sözde Süryani soykırım
iddialarını yüksek perdeden seslendiren ve kendilerine Asurî diyen bu kişilerin
ciddi bir tahsilleri olmamasına rağmen İsveç’te dolgun ücretlerle önemli
mevkileri işgal etmektedirler.148
Ermeni lobi faaliyetleri içinde olanlar ile Süryani lobi faaliyetlerini
yürütenler, çoğunlukla birbirlerini etkilemekte ve ortak düşmana karşı birlikte
hareket etmektedirler. Bu faaliyetler içinde olup da sadece maddi kazanım elde
etmek isteyenler dışında, manevi olarak toplum içinde saygınlık görme ve statü
kazanma gayesi ile çabalayanlar da vardır.
Fransa ve özellikle ABD’de etkin ve güçlü olan Ermeni lobisi,
Türkiye’ye karşı oluşan ittifaklar içinde yer almakta, Süryani ve Rum lobisi ile
işbirliği yapmaktadır. Uluslararası politik platformlara taşıma işini ise
146
Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, s.6.
Uluada, a.g.t., s.84.
148
Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, s.7.
147
256
Ermenistan
devleti
üstlenmektedir.
diasporadan para ve yardım almaktadır.
Ermenistan
bunun
karşılığında
149
Maddi yönden etkileşim içinde değerlendirilebilecek bir diğer konu ise
her iki tarafın da kendilerine ait olduğunu düşündükleri toprakların elde
edilmesine yönelik etkileşimleridir. Ermeniler, Erzurum, Van, Mamüretü'l Aziz,
Diyarbakır, Sivas, Bitlis (Vilâyat-ı Sitte) illerini kendi toprakları olarak görürken
Nasturiler ise kendi topraklarını Musul, Urmiye, Diyarbakır ve Urfa’yı içine
alan, Batı’da Fırat, Kuzeyde Van gölü, Doğu’da Türkiye’yi İran’dan ayıran
dağlar ve güneyde de Bağdat’ın kuzeyinden geçen ve Fırat ile Dicle’yi kesen
hatlar içinde kalan bölge olarak görmektedir. Ayrıca İskenderun ve Şattülarap
limanlarından faydalandırılmak istemektedirler. 150
4.4.2.1. Tanıtım, Tanınma, Tazminat, Toprak, (4T planı)
Ermenilerin diasporada yürüttükleri tüm faaliyetlerin aslında özü, 4T
planı olarak özetlenmektedir. Bu plana göre önce soykırım olduğu dünyaya
aktarılarak bunun tanınması sağlanacak ve bu başarıldığında ise soykırıma
uğramış ataları adına tazminat talep edilecektir. Planın son safhası ile
kendilerine ait olan toprakların iade edilmesi olacaktır. Gerçekten de
Ermeniler öldürüldüğünü iddia ettikleri atalarının Türkiye’de Çukurova ve
çevresi, Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu, Doğu Karadeniz illerinde çok
sayıda
gayrimenkul
gayrimenkullerin
etmektedirler.
bu
ve
arazilerinin
kişilerin
bulunduğunu
varislerine
ödenmesi
ve
bu
arazi
gerektiğini
ve
iddia
151
Koçaryan da Eylül 1998’de, California’da ileri gelen Ermeni örgütlerinin
temsilcilerine yaptığı konuşmada da bu konuyu teyit edercesine; “Türkiye’den
soykırım dolayısıyla tazminat ve gasp edilen toprakların iadesi yönünde
yapılacak talepler, soykırımın Türkiye tarafından resmen kabul edilmesi
149
Uluada, a.g.t., s.91.
İleri, a.g.m, s.158-159; İleri, a.g.t., s.63.
151
Uluada, a.g.t., s.86.
150
257
sonrasında ele alınacak hususlardır. Bu aşamada kesinlikle gündeme
getirilmemelidir. Anadolu kökenli Ermenilerin, vatanları ile bağları canlı
tutulmalıdır.” demiştir. Ayrıca 20-21 Kasım 1998 tarihlerinde Gürcistan’a
gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Gürcistan devlet başkanı ile düzenlediği
basın
toplantısında
“Batı
Ermenistan’ın
işgal
altında
bulunduğunu”
belirtmiştir.152
Aynı süreç Süryaniler için işletilmeye çalışılırken, aslında toprak talebi
daha çok Nasturiler için düşünülmektedir. Yalnız aynı coğrafyanın Nasturiler,
Keldaniler, Süryaniler, Ermeniler ve Kürtler içinde talep ediliyor153 olması da
mücadelede birliktelik sergileyen bu gruplar için bir paradoks yaratıyor gibi
görünmektedir.
4.4.2.2. Mevzuat Yönünden
Süryanilerin başkentle ilgili tüm resmî işlemleri daha önce açıklandığı
gibi İstanbul Ermeni Patrikliği aracılığıyla yapılmıştır. Dolayısıyla bu resmî
işlemlerle ilgili yazışmalar da Ermenilerle ilgili defterlere yazılmıştır.
Süryanilerin beratları, Ermeni Berat Defterinde yer alırken, Süryaniler ile ilgili
hükümler ise, Ermeni Atik Ahkâm Defteri ile Ermeni Ahkâm Defteri’nde yer
almıştır. Süryanilere ait tek defter ise, “Süryani Kadim Yakubî Defteri” isimli ve
“1251-1329” tarihli defterdir. Ancak bu defterde yazılı bir tek sayfa
bulunmaktadır. Bu sayfanın konusu ise Süryanilerden ayrılan Katolikler ve
geriye kalan Süryanilerin durumudur. Buna göre; Katolik Süryaniler ayrı bir
cemaat olarak teşkilâtlandırılırken, geriye kalan Süryanilerin (Süryani
Kadimler)
Dolayısıyla
152
İstanbul
Ermeni
Süryaniler
ile
Patrikliği’ne
Ermeniler
bağlılıkları
arasında
devam
tarihsel
etmiştir.154
birliktelikten
Uluada, a.g.t., s.91.
Çitlioğlu, a.g.e., s. 74-75.
154
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 998 numaralı “Divân-ı Hümayûn Defterleri Katalogu” Gayr-i Müslim
Cemaatlere Ait 8 No’lu Defter 1236-1274; 9 No’lu Defter 1255-1328, 10 No’lu Defter 1277-1324 ile
Gayr-i Müslim Cemaatlere Ait 15 No’lu Defter’den aktaran aktaran Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak
Bir Cemaat, s. 43.
153
258
bahsedilirken, Osmanlı idari sisteminde yer alma şekilleri ile daha ziyade bir
mevzuat birlikteliğinden bahsedilmektedir.
4.4.3. Tarihsel Etkileşim
Ortak din ve ortak coğrafyanın ürünü olarak Süryani ve Ermeniler her
yönden ilişki içinde olmuşlardır. Bugün Ermenilerin kullandığı alfabe dahi
Süryanice ve Süryaniler ile ilintilidir.155 Başlangıçta Süryani alfabesini kullanan
Ermeniler, MS 404 yılında Daniyel adlı bir Süryani öğretmen ile Mesrop
adında bir Ermeni öğretmenin katkıları ile Ermeni alfabesini oluşturmuşlardır.
Ayrıca ilk defa İncil MS 436 yılında Süryaniceden Ermenice diline
çevrilmiştir.156
Tarihsel olarak etkileşimleri paylaştıkları coğrafyanın ve dinin etkisi ile
çok eskiye dayanmaktadır. Bu süreç, olumlu olduğu kadar da olumsuz
hatıralar ile de doludur.
4.4.4. Dinsel Yönden Etkileşim
Gregoryen Ermeni Kilisesi millî bir kilisedir. Ruhanî başkanına,
milletinin
temsilcisi
anlamında
Katalikoz
denilir.
Ermeni
Kilisesinin
Ermenistan’ın Eçmiyazın şehrinde birinci derecede, Beyrut’da ikinci derecede
Katalikozluğu, İstanbul ve Kudüs’te ise patriklikleri vardır. İlk üç Konsülü
ekümenik kabul eder. İsa’da insani tabiatın ilahî tabiat içinde eridiğini ve “tek
tabiat” oluştuğunu kabul eder. Kilisenin günahları bağışlaması görüşünü ret
eder. Altı tane Sakrement kabul eder, son yağlamayı kabul etmez. Ermeni
Kiliselerinde vaftiz, çocuklara yapılır ve tam olarak suya daldırma veya
batırma ile olur. Piskoposlar ve piskopos adayları evlenemez. Evlenmiş
155
Dahwonoye, a.g.e., s.16.
Gabriel Akyüz, Mardin İlinin Merkezinde Civar Köylerinde, s.65; Bülbül, a.g.e., s.87; Mesrop
Mutafyan’ın Deyru’l-zafaran Manastırında 09 Aralık 2006 günü yaptığı konuşma, Kurkmo-Mardin
Süryani Ortodoks Metropolitliği Dini, Kültürel Ve Haber Dergisi, Şubat 2007, Sayı 6, s.5.
156
259
olanları yükselemez. Zina dışında boşanmaya izin verilmez. Gregoryen
Ermeni Kilisesi, ikonaları eski putperest adeti sayar ve ret eder.
Buna karşılık Süryani Kilisesi; Teslis’i (Üçleme’yi) üç sıfat olarak kabul
eder. Ermeni Kilisesi gibi ilk üç Konsülü kabul eder. Namazda kıble doğudur.
Pazar ve bayram dışındaki günlerde ibadetler secdeli ve rekâtlıdır.
Süryanilerde vaftiz vardır. Vaftizi manevi, sünneti ise sıhhi bir olay olarak
görürler. Ancak Tanrının ne fazla ne de eksik bir organ yaratmadığını ileri
sürer ve sünnet olmayı ret ederler. Günah itirafı vardır. Günah itirafı
ruhanîlere yapılır. İşlenen günaha göre maddi-manevi ceza verilir. Ayrıldıkları
ve benzerlikleri olan ritüelleri ve ayin usullerine rağmen doğu kiliseleri içinde
en yakın oldukları kiliselerden biri Ermeni Kilisesi’dir.
Sonuçta
soykırım
söylemi
etrafında
şekillenen
Ermeni-Süryani
ilişkisinin çeşitli yönleri ve boyutları vardır. Keza dünya genelinde tarih
boyunca uygulanan bir çok soykırım olmasına rağmen157 tarihin hiçbir
döneminde soykırım yaptığı yönünde somut bilgi olmadığı halde, haksız bir
şekilde sadece Türkiye’nin maruz bırakıldığı soykırım tehdidinin, uluslararası
kamuoyunda bu kadar yer bulması, ancak bunun batılı ülkelerin çıkarları ile
örtüşmesinden kaynaklandığı şeklinde açıklanabilir. Bu yönüyle konunun
siyasi boyutu öne çıkmaktadır. Batılı devletlerin “soykırım” kavramı üzerinden
Ermenileri kullanarak Türkiye’ye yönelik yaptıkları baskı ve tehditlerin
Süryaniler
de
kullanılarak
devam
edeceği
değerlendirilmektedir.
Bu
gelişmelere hazırlıklı olmak için iyi yetişmiş kadro, araştırma yapmayı
sağlayacak finansman ve sivil toplum örgütlerinin aktif olması gerekmektedir.
157
Bayzan, a.g.e., s.29.
BEŞİNCİ BÖLÜM
DÜNYADA SÜRYANİLER VE TÜRKİYE AÇISINDAN ÜLKESEL
KONUMLARI
“Sırça köşkte oturan,
komşusuna taş atmaz.”
(Türk Atasözü)
Günümüzde Süryaniler, başta Ortadoğu ve Hindistan olmak üzere
Kuzey ve Güney Amerika ile Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşamaktadırlar.
Dünyadaki Süryanilerin sayısını tam olarak belirlemek oldukça güçtür.
Süryanilerin sayıları hakkında kesin rakamların verilememesinin en önemli
nedeni, sürekli bir göç içerisinde olmaları ve Süryani kavramındaki
kargaşadan kaynaklanmaktadır. Süryani kavramı içinde bazen Keldani,
Nasturi, Maruni vb. gibi gruplar da değerlendirilerek sayıları yaklaşık olarak
15-20 milyon olarak aktarılırken1 bazen de etnik farklılığa bakılmadan sadece
Süryani kilisesine bağlı cemaat olarak ele alınarak, Antakya Süryani
Kilisesi’ne bağlı olan bütün cemaatin sayısı birlikte verilmektedir. Antakya
Süryani kilisesine Hindistan’daki yaklaşık 3 milyon kilise mensubu da dâhil
edildiğinde bu rakam 4,5-5 milyon olarak anılmaktadır.2 Hindistan’daki
cemaat hariç bugünkü anladığımız anlamda dünyada kalan Süryani sayısı
ise bu durumda 1-2 milyon arası olarak kabul edilebilir.
Süryaniler çok geniş bir alana yayılmış olan demografik yapılarına
rağmen, bugüne kadar kiliseleriyle, dilleriyle mevcudiyetlerini devam
1
Gabariel Akyüz, tüm bu grupların toplamının 15 milyon olduğunu ileri sürmektedir. Bkz. Gabriyel
Akyüz, Diyarbakır'daki Meryem Ana Kilisesi'nin Tarihçesi, s.34; Wikipedia portalında ise bu sayı
20 milyona ulaştırılmaktadır. Bkz.” Monofizit”, Wikipedia, (Erişim) http://tr.wikipedia.org/wiki/
Monofizit , 11 Mayıs 2009.
2
Bu nüfusun üç milyona yakını Hindistan’da Kerala Eyaletinde Angamali, Malahar, Thrissur,
Paravur, Erakulam, Kottayam, Koçin ve Kandanad da bulunmaktadır. Geri kalan kısmı ise, başta
Ortadoğu olmak üzere Avrupa’nın, Amerika’nın çeşitli ülkelerine ve Avustralya’ya dağılmıştır. Bkz.
Altınışık, a.g.e., s.7; (Erişim) http://www.suryanikadim.org, 11 Mayıs 2009.
261
ettirebilmişlerdir.3 Başlangıçta dar alanda yoğun olan nüfuslarına rağmen göç
sonrası, bulundukları bölgelerde zamanla azınlık durumuna düşmüşlerdir.
Diğer taraftan başlangıçtaki yaşadıkları yerlerin stratejik öneme sahip olması
ve bu bölgelerde daha güçlü devletlerin bulunması, Süryanilerin kendi
devletlerini kurmalarına da olanak sağlamamıştır.4
Ayrıca daha önce belirtildiği gibi Süryanilerin devlet kurmak için çaba
gösterdiklerini söylemek de güçtür. Fakat özellikle 20’nci yüzyıl ile birlikte
Nasturilerin devlet kurmak veya en azından özerklik elde etmek için bir
mücadele içine girdikleri ve Süryanilerden bir kısmının da bu sürece dâhil
olduğu
görülmektedir.5
Bu
gelişime
bağlı
olarak
Ermeni
meselesi
örnekleminden hareket ile bir kısım Süryani’nin de mağduriyet psikolojisini ön
plana çıkararak, soykırım söylemlerine dâhil oldukları görülmektedir. Göç
süreci ile şekillenen bu gelişimlerin anlaşılması Türkiye’nin diğer devletler ile
ilişkileri ve bu ilişkilerin gelişimi adına önemlidir.
5.1. SÜRYANİ GÖÇÜ VE DİASPORA
İnsanlık tarihi ile neredeyse eş güdüm içinde gelişen olaylardan birisi
olan göç olgusu, iç veya dış etkenlerle çeşitli şekillerde daima var olmuştur.
Göçler, kendi isteği ile veya isteği dışında gerçekleşebilir. İsteğe bağlı göçler,
daha iyi bir yaşam veya yaşam standardını yükseltmek için; zorunlu göçler
ise kendi isteği dışında, kendisine dayatılan şartlardan doğmaktadır. Sosyal
amaçlı ve güvenlik amaçlı yapılan göçler de vardır.6
Birçok benzer toplum gibi Süryaniler de bazen işgalci güçlerden
kaçmak, bazen dinlerini yaymak/korumak maksadıyla, bazen de istemleri
3
Koluman, a.g.e., s. 24.
Koluman, a.g.e., s. 26.
5
Irak'taki Hıristiyanların din adamları (Keldanî, Süryani, Asurî) Batılılar'ın etkisinde kalarak,
Hıristiyanları hayalî bir vatan peşinde sürüklemeye başladıkları, 1919'da, Cezire'deki Hıristiyanlar
özerk bir devlet kurmak istediklerini Keldanî Patriği aracılığıyla bir Amerikan
araştırma
komisyonuna iletilmiştir. Bkz. Andersson, a.g.e., s.17.
6
Muzaffer İris, “Süryanilerde Göç ve Edebiyat”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat,
30-31 Mart 2007.
4
262
dışında
başka güçler tarafından zorla yaşadıkları bölgelerin dışına
sürülmüşlerdir. Yani kendi istekleri ile veya istekleri dışında çeşitli göçler
yaşamışlardır. İngilizlerin 1920’de yaptığı gibi her iki durumun bir arada
olduğu göçler de olmuştur.7
Süryani göçünün genel karakteristiğine baktığımızda; Birinci Dünya
Savaşına kadar ekonomik sebepler, Cumhuriyetin ilanına kadar siyasi ve
güvenlik sebepleri, 1960’lı yıllarda işgücü ve ekonomik sebepler,8 1970’li
yıllardan sonraki dönem ise ekonomik, siyasi ve güvenlik sebepleri ile
yapılmıştır. Fakat 2000’li yıllardan sonra geriye doğru bir göçün de olduğu
görülmektedir.
5.1.1. Göç ve Göçün Nedenleri
Genel olarak göç; birisi sınırlı bir coğrafyada, ekonomik nedenlerle
mevsimlik olarak gerçekleşirken, diğeri savaş, fetih, kıtlık, salgın hastalıklar,
iklim değişiklikleri, ideolojik baskılar, tehcir, işsizlik vb. nedenlerle bir ülkeden
bir başka ülkeye doğru yapılan geniş nüfus hareketleri şeklinde olmaktadır.
Şekli ve nedeni ne olursa olsun günümüzde göç ve göçmenler konusu,
yarattığı potansiyel ile batılı ülkelerinin önemli sorunlarının başında gelmekte
ve bu yüzden de üzerinde çok durulan politik meta görünümündedir. 9
Göçlerin daha çok ekonomik nedenlerle oluştuğu görülmektedir.
Bununla birlikte siyasi nedenlere dayanan göçler de azımsanmayacak
sayıdadır. Bu tür göçler 19’uncu ve 20’nci yüzyıllarda, ulus devletlerin ve
milliyetçiliğin ortaya çıkmasıyla çok daha yoğun bir şekilde görülmeye
başlanmıştır. Bu göçlerin ana nedeni belirli bir toprak parçasını ülke
olarak seçen ve siyasi gücü elinde bulunduran etnik/dinsel bir grubun,
aynı coğrafyada yaşayan farklı etnik kökenden insanlara ve dinî gruplara
7
Matfiyef, a.g.e., s.115.
Süryaniler, 1963'teki Türk-Alman İşçi Antlaşmasıyla Avrupa'ya göç etmeye başlamış, Antlaşmanın
sona erdiği 1973'e kadar 7 bin, sonrasında da iltica ederek devam eden göç ile bu sayı 1977'de 20 bin
nüfusa ulaşmıştır. Bkz. Çelik, “Türkiye'nin Soykırım Çıkmazları ve Süryanilerin Soykırım İddiaları”.
9
Özmen, a.g.t., s. 235.
8
263
yönelik çeşitli düzeyde ve yoğunlukta uyguladığı baskıdır. Ortadoğu'nun
çok sayıda dine merkezlik etmesi, bu bölgenin çok sayıda göç hareketine
sahne olmasının da nedenleri arasındadır. Dinsel, etnik ve kültürel çeşitlilik,
bölgedeki savaş, göç ve çatışmaların oluşmasında önemli bir etkiye sahiptir.
Karpat, Ortadoğu'dan batıya doğru olan göçün başlıca nedenini, 1860
yılından itibaren Osmanlı Devletinin toplumsal ve ekonomik koşullarındaki
bozulmayı göstermektedir.10 Bu durum, aynı zamanda Doğu Hristiyanlarının
göç sebeplerini de teşkil etmektedir.11
Kuşkusuz her göç, hele zorunlu olunca, içinde hüzün ve pek çok
sosyal, ekonomik, kültürel etkileriyle birlikte yürek acıtıcı öyküleri de geride
bırakır. Ancak, buradaki “zorunluluk” kavramı sadece organize ve fiili
şiddetle, birilerini göçe zorlamak anlamında kullanılmamıştır. Zira çeşitli
sosyo-politik nedenlerden dolayı bir grubun kısmen olagelen ve olası
tehlikelerden korunmak için bulunduğu yerleri terk etmesi de zorunlu göç
olarak algılanmalıdır. Göçün bir diğer yönü de ortaya çıkardığı çift taraflı
toplumsal değişimdir.12
5.1.1.1. Göçün Kuramsal Nedenleri
Göç, gidilecek yere olan mesafe, geldiği yerin ve gideceği yerin nüfus
büyüklüğü, gideceği yerin soğurma kapasitesi, göçmenin cinsiyeti gibi
etkenlere bağlıdır.13 Stouffer'e göre göç olaylarının sayısı; göç edilecek yerde
var olan, göçmeni çeken fırsatların sayısı ile doğru orantılı ve göç edilen yerin
fırsatlarının sayısı ile ters orantılıdır.14 Bu fırsatlar kavramı, Lee'nin pushand-pull factors (çekme ve itme etkenleri) yaklaşımına yol açmıştır. Onun
kuramında göç, gidilecek yerde var olan çekici etkenler ve gelinen yerdeki
10
Karpat, a.g.e., s.277-291.
Karpat, a.g.e., s.6.
12
Neşe Erdilek, “Süryani Kimliği, Sivil Toplum ve Hukuk”, I’nci Uluslararası Süryani
Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007.
13
Geniş bilgi için bkz. Ernst Georg Ravenstein, "The Laws of Migration", Journal of the Royal
Statistical Society, Vol.48, No.2, 1885, s.167-227.
14
Samuel A. Stouffer "Intervening Opportunities: a Theory Relating Mobility and Distance",
American Sociological Review, Issue 5, No 6, 1940, s.845-867.
11
264
itici etkenlere bağlıdır.15 Bu kavram içine, göçmenlerin geride kalanlar için
bir yol açma ve örneklem teşkil etmesi de dâhil edilebilir.16
Uluslararası göç için bu etkenler, sert ve yumuşak olarak ikiye
ayrılabilir. Sert olanlar krizler, silahlı çatışma, çevre ve doğal afetler gibi
dramatik koşulları kapsamaktadır. Yumuşak olanlar ise, yoksulluk, toplumsal
dışlama ve işsizlik gibi daha az acil sorunları kapsamaktadır.17
5.1.1.2. Göç ve Göçmen Psikolojisi
Göç, kişilerin o güne kadar edindikleri bilgi ve ilişkilerin değiştiği bir
olgu olmasından dolayı, göç edenler adına bir travmadır.18 Çünkü göç
edenler bazen gittikleri yerlerde daha iyi imkânlar bulsalar bile göç sonrası
önemli değişiklik yaşamaktadırlar.
Göç, genellikle dinsel ve kültürel kimliği çok fazla güçlendirir. Bu
anlaşılmayan, bilinmeyen, yabancı sayılan sosyo-kültürel ortama bir çeşit
psikolojik savunmadır. Göç, yeni kimlikler meydana getirdiği gibi eski
kimliklerin ve kültürlerin yeni şekillerde ve yeniden üretilmesine de neden
olabilmektedir.19
Göç sonrası göçmenler, içinde yaşamaya başladıkları yeni ülkenin
farklı kültürel ve sosyal özellikleriyle karşı karşıya gelerek diğerlerinin kimlik
özelliklerinin baskısını yaşarlar. Göç eden kişinin şimdiye kadar alışa geldiği
ilişkiler, çevresi ve dünyasının değişmesine bağlı olarak yaşadığı ani şok ve
geride bıraktıklarıyla ilgili yaşadığı endişenin karmaşık duyguları içinde ciddi
15
Everett S. Lee, "A Theory of Migration", Demography, Population Association of America, Issue
3, No 1, 1966, (Erişim) http://www.ed.lu.se/edsdcourse/ced210/Niedomysl/Lee%201966.pdf, 22
Kasım 2005, s.47-57.
16
Bülbül, a.g.e., s.16.
17
Sture Öberg, "Spatial and Economic Factors in Future South-North Migration", The Future
Population of the World: What Can We Assume Today?, der. W. Lutz, London, Earthscan, 1996,
s.336-357.
18
İris, “Süryanilerde Göç ve Edebiyat”.
19
Karpat, a.g.e., s.10.
265
bir kimlik bunalımı geçirmeye başlar. Bu durum göçmen için, ergenlik
sürecindeki travmaya benzer bir şekilde de tasvir edilmektedir.20
Göç sonrası içine girilen ortama ilave olarak, küreselleşme ve
teknolojik gelişmelerin getirdiği değişim ve yenilikler de bireylerin kendini
diğer toplumların yaşantılarıyla karşılaştırmalarına ve sonuçta da kendi
kimliklerini sorgulamalarına neden olmaktadır.21
Bu karşılaştırmada birey kendisine evrensel olarak sunulan ve
özdeşleşmesi gerektiğini sandığı kimlik özellikleriyle, kendi kimlik özellikleri
arasında ne kadar ayrılık ve aykırılık varsa kendi kimliğinden o kadar
fazlasını terk etme sorunuyla karşı karşıyadır. Benzer sorunları kırsal
alandan büyük kentlere göç edenler de yaşanmaktadır.22 Hollinger, bu etnik
uyanış hareketlerini, başka bir ülkeye göç edenlerin asimilasyon sürecinin
son evresi olarak yorumlamaktadır.23
Süryaniler için göçün yarattığı şok, diğer göçmenlerden daha yoğun
olmuştur. Çünkü Süryaniler, ortak dil konusunda da sorun yaşamışlardır.
Kendilerini Süryani olarak tanımlamalarına rağmen geldikleri farklı ülkelerin
kültürleri ve dillerinin etkisi ile birbirlerine karşı duydukları güvensizlik,
karşılaştıkları kültür şokunu daha da güçlü kılmıştır.24
Göç ile gidilen yerlerde karşılaşılan farklı kültür ve sosyal çevreyle
uyum sağlayamayanlar, mağduriyet psikolojisi ile etnik ve dinî kimliklerine
daha fazla sarılmakta,25 kendi kimliklerini koruma iç güdüsü ile kendi
ülkelerindekilerden daha sıkı bir şekilde gelenek ve göreneklerini devam
20
Abdülkadir Çevik, “Küreşelleşme Ve Kimlik”, Polis Dergisi, Sayı: 36, (Erişim)
http://www.egm.gov.tr/, 15 Mart 2009.
21
RR.Rogers, Identity: Revisited in the new technological culture. Medicine and Law, Vol.19,
No.3, 2000, s.381-387’den aktaran Çevik, a.g.m.
22
Çevik, a.g.m.
23
Stender, a.g.m., s. 18-23.
24
Adnan Can, “Asuri/Süryani Göçü ve Tesirleri”, Avrupa Birliği, Türkiye ve Süryani Göçü
Konulu Sempozyum, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Araştırmaları Ve Uygulamaları
Merkezi, 26-27 Mayıs 2005.
25
Çevik, a.g.e., s.119.
266
ettirmektedirler. Göçmenler, yabancı ya da farklı bir kültürün etkisi altında
olduklarında, kimliklerinin tehdit altında olduğu duygusunu yaşarlar. Bu
duygular içindeki göçmenler kimliklerini korumak amacıyla üç savunma
davranışı gösterebilirler. Geleneksel kimlik özelliklerinin abartarak ortaya
koymak, geleneksel kimlik özelliklerini reddedip yeni toplumun kimlik
özelliklerini kabullenmek ya da yeni kültürün kimlik özellikleriyle kendi kimlik
özelliklerini bütünleştirerek melez bir kimlik oluşturmak.
Göçle beraber ayrılığın ruhsal acısıyla yüzleşen birey, kaybettiği
değerlere sıklıkla aşırı bir yatırımda bulunur. Sonuçta bu durum genellikle
bireyin geçmişini aşırı idealleştirmesiyle sonuçlanmaktadır. Duygusal açıdan
gelişmemiş çocukların sadece tek bir oyuncağa bağlanması gibi göçmenler
de eski özelliklerine ve anılarına bağlanırlar. Zaten var olan veya yaratılan
mitolojik gerçekler ve efsaneler de kimlik oluşumuna önemli etki yaparlar.26
Bu kapsamda grup kimliği için ihtiyaç olan birleştirici öğe, dost kadar
düşmanın varlığına da bağlıdır. Çünkü bireyin veya grupların içlerinde
yaşattıkları olumsuz duyguların, kendilerinde yaşattığı huzursuzluktan dolayı
rahatsızlıklarını, kendilerinin dışındaki bireylere veya gruplara yönelterek,
rahatlama sağlamış olurlar. Diğer taraftan da kimlik belirleyenleri abartılı bir
biçimde idealize edilerek, iç huzur sağlanmış olur.27
5.1.1.3. Süryani Göçünün Nedenleri
Süryanilerin bugünkü durumuna baktığımızda anavatanlarının dışında
dünyanın her tarafına dağıldıkları görülmektedir. Ülkemizde başta İstanbul
olmak üzere büyük şehirlere doğru, yurt dışında ise başta İsveç, Almanya,
Fransa, Hollanda ve Belçika olmak üzere, Avrupa, Amerika ve Avustralya’ya
doğru Süryani göçü olmuştur. Ayrıca Ortadoğu ve Asya ülkelerine doğru da
bir göç olmuştur.
26
27
Güleç, a.g.m., s.59.
Çevik, a.g.m.
267
İlk
Süryani
yerleşimciler
görülmeye başlamışlardır.
28
19’ncu
yüzyıl
sonrasında
Avrupa’da
Dolayısıyla bu tarihten itibaren devam eden
Süryani göçü, değişken bir tempoda 2000’li yıllara kadar sürmüştür. Özellikle
Süryanilerin yoğun olarak yaşadıkları Türkiye’nin güneydoğundan olan bu
göç sonrasında bu bölgelerde Süryani nüfusu hızla azalmaya başlamıştır.
1960'lı yıllarda Mardin nüfusunun % 90'ı Hristiyandır.29 1985 yılına
gelindiğinde Güneydoğu’da 23.496 olan Süryani nüfusu, 2001 yılında 1.925'a
kadar düşmüştür.30 Bu tarihten itibaren geri dönüşler başlamış olsa da ciddi
bir sayısal değişim olduğunu söylemek zordur.
Gabriel Rabo, 1977 yılına kadar Orta Avrupa ülkelerine göç eden
Süryani sayısını 10.900, İskandinavya ülkelerine göç edenlerin ise 10.750
kişi olduğunu ileri sürmektedir. O’na göre bu rakamlar Almanya’da 8000,
Hollanda’da 800, Avusturya’da 800, İsviçre’de 600, Fransa’da 600,
Belçika’da 100 ve Yunanistan’da da 100’e yakın Süryani’yi içermektedir.
İskandinavya ülkelerindeki dağılım ise, İsveç’te 10.000; Norveç, Danimarka
ve Finlandiya’da 500’dür. İngiltere’de (Büyük Britanya) 250 civarındadır. 31
Yoğun
bir
göç
yaşayan
Süryanilerin,
göçünün
sebeplerinin
anlaşılması, belirlenecek politikaların gerçekliğini ve geçerliğini ortaya
koyması adına önemlidir. Bu kapsamda beş dönem olarak ele aldığımız
Süryani göçünün hangi dönemlerde yoğunlaştığına bakılması gerekmektedir.
Birinci Süryani göçü, misyonerlik faaliyetlerine bağlı olarak daha çok
Amerika ve Kanada’ya yönelik olarak Birinci Dünya Savaşı öncesi yapılan
göçtür. Bu göçün siyasi32 ve ekonomik33 maksatlı olarak yapıldığı da
28
Amerika”daki Süryani Kilisesine ilk defa 1907 yılında papaz atanmıştır. Avrupa’da ise
1940’ların başında Fransa’da ilk yerleşimciler görülmeye başlanmıştır. Bkz. Bülbül, a.g.e., s.62;
Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
29
Öztemir, a.g.e., s.48.
30
Ahmet Taşğın, "Son Süryani Göçü", Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp
Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Cilt IV, Orient Yayınları, Ankara, 2005, s. 78.
31
Rabo, “Süryani Toplumunda Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
32
Osmanlı Devleti'nin Amerika ile imzalamış olduğu 1830 tarihli Ticaret Antlaşmasının 4.
maddesinde yer alan Amerikan vatandaşlarının Osmanlı makamlarınca mahkeme edilemeyişi
268
söylenebilir. İkinci Süryani göçü; Birinci Dünya Savaşı döneminde Ermeniler
ile birlikte tehcire tabi tutulan Süryanileri kapsayan göçtür.34Üçüncü Süryani
göçü; İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki gelişmelere paralel, daha çok
Avrupa’ya ve Ortadoğu’ya doğru gerçekleşen göçtür. Varlık vergisi35
sebebiyle Suriye ve Lübnan’a yönelik bir göç de olmuştur.36 Dördüncü
Süryani göçü; 1960'lardan itibaren, yurt içinde çoğunluğu İstanbul’a, yurt
dışında ise çoğunluğu İsveç, Almanya, Hollanda gibi Batı Avrupa ülkelerine
gerçekleşen işçi göçüdür. 1970'lerin başında Türkiye'den Avrupa'ya giden
Süryani nüfus 7.000 rakamına ulaşmıştır.37 Beşinci Süryani göçü ise,
1974'ten itibaren değişen yoğunlukta şekil alan güvenlik ve siyasi
gerekçelerin ön plana çıkarıldığı, daha çok Batı Avrupa ve Amerika'ya
gerçekleşen göçlerdir.38 1985 yılına kadar Avrupa’ya giden insanlar arasında
Süryanilerin oranı, Çelik’e göre ancak % 5 kadar olup tamamen ekonomik
sebeplere dayanmaktadır.39
Türkiye’deki
ekonomik
koşullar
ve
İslami
tutuculuk,
Batı
Hristiyanlığındaki yüksek hayat şartlarıyla birleşince, batıya doğru önlenemez
bir göçe dönüşmüştür. Bu durum zaman içinde Ortadoğu ve Türkiye’den
yaklaşık 1,5 milyon Süryani’yi Batıya doğru göçe yöneltmiştir.40 Göç
sonucunda ortaya çıkan demografik yapı, Süryani sayısının bölgede ciddi
boyutlarda azaldığını göstermektedir. Süryanilerin kendi ülkelerinden neden
hükmünden faydalanılarak misyonerlerin yürüttüğü faliyetler sonucu yapılan göçlerdir. Bkz. Davut
Kılıç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkisi, Ankara, ASAM Yayını, 2000, s.262.
33
Özellikle gıda sektöründeki Süryaniler ile Müslüman halkın ticaret yapmaması, Süryanileri para
kazanmak için Rusya’ye doğru göçe zorluyordu. Bu göç daha çok erkeklerin yaptığı bir göçtü.
1850’lerden sonra ise Kuzey Amerika’daki fırsatları gören Süryaniler, Latvia’dan gemilere binerek
Rusya’da durmadan Kanada ve Amerika Birleşik Devletlerine gitmeye başladılar. Bkz.Eden Naby.
“The Assyrians of Iran: Reunification of a ‘Millat,' 1906-1914.” International Journal of Middle
East Studies , Vol 8, No 2, Nisan 1977, s. 247.
34
Erginer, a.g.m., s.53.
35
Varlık Vergisi ve etkileri için bkz. Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve "Türkleştirme" Politikaları,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2006.
36
Erginer, a.g.m., s.53.
37
Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, s. 6.
38
İsmail Ayduslu, “Cumhuriyet Döneminde Mardin Ve Yöresinde Süryaniler”, Manisa, Celal Bayar
Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2005, s.26-28.
39
Çelik, “Süryanilerin Turabdin'e Geri Dönüşü”, s. 235.
40
Peter BetBasoo, “Assyrian Nationalism: A Mechanism For Survival”, Assyria Online, (Erişim)
http://www.aina.org/aol/peter/survival.htm, 05 Mart 2009.
269
ayrılmak zorunda kaldıklarını anlamak ve kalıcı olması amaçlanan çözümler
önermek için öncelikle Süryanilerin neden göç ettiklerinin anlaşılması
gerekmektedir.
5.1.1.3.1. Ekonomik Sebepler
Süryanilerin farklı göç sebepleri bulunmakla birlikte, temel sebepler
arasında genellikle ekonomik neden başta gösterilmektedir. İş olanakları,
sosyal güvence, iyi eğitim, sağlık imkânları olarak da bu kapsam içinde
düşünülmelidir. Göç potansiyeli olan kitle mevzu bahis konularda çeşitli
yollarda edindiği bilgiler doğrultusunda göç edeceği ülkeyi belirlemektedir. Bu
konuda özellikle önden gidenlerin geride kalanlara yol gösterdiği ve
yönlendirdiği görülmektedir. Ayrıca yapılan araştırmalarda ulaşılan bir sonuca
göre işsizlik, göç kararının alınmasında en önemli etkendir.41
Aslında Süryanilerin ekonomik sebeplere dayanan göçü çok daha
eskilere dayanmaktadır.42 Cumhuriyet sonrası özellikle 1950'lerde başlayan,
öncellikle İstanbul gibi şehirlere yönelik yapılan göç, daha çok ekonomik
sebeplidir. Ancak, burada hatırlatılması gereken husus, batıdaki şehirlere
sadece ekonomik yönden zayıf olanların göç etmediğidir. Aksine yöreden
ilk göç edenler aslında belli bir konuda uzmanlaşmış meslek sahipleri ve
çeşitli alanlarda faaliyet gösteren zengin esnaftır. Bu kitle içinde el
sanatlarını değerlendirmek isteyen Süryaniler de yer almaktadır.
Zengin Süryanilerin İstanbul gibi şehirlere göçüne karşın, bir kısım orta
ve dar gelirli Süryani’nin ise, daha çok Avrupa ülkelerine göç etmeyi tercih
ettikleri görülmektedir. 1960'ların sonlarından itibaren Batılı ülkelerde ihtiyaç
duyulan işgücünü karşılamak üzere göç eden Türkler arasında, Süryaniler de
yer almışlardır. Ayrıca bu insanların Hristiyan olmaları, hedef ülkeler
41
Atman, a.g.e., s.22-25.
1860’lı yıllarda orada hüküm süren çoraklık ve çekirge afetleri yüzünden, çoğunluğunu Süryanilerin
oluşturduğu yaklaşık 5000 kişilik bir grup bugünkü Suriye’ye yerleşmişlerdir. Bkz. Gabriel , “Süryani
Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
42
270
tarafından daha rahat kabul edilmelerini sağlamıştır. Özellikle Alman-Türk
İşçi Antlaşması neticesinde Süryaniler, 1963’ten itibaren önce misafir işçi ve
1973’ten sonra mülteci olarak batı ülkelerine göç etmişlerdir.43 İsveç örneğini
ele alan Atman ise; 1961-1970 arası dönemi gerçek işgücü göçü, 1971-1975
arası dönemi zincirleme olan akraba göçü, 1976-1979 arasını Asur-Süryani
göçü, 1979 sonrasını ise politik nedenli göç olarak değerlendirmektedir.44
Göçün başladığı 1950'li yıllardan 1980'lerin başına kadar bölgenin
ekonomik koşullarının ve iş imkânının yetersizliği, çok sayıda insanın iş
bulma umuduyla yurt içi veya dışına göç etmesine neden olmuştur. Göçler
nedeniyle Süryani yerleşim yerlerinin büyük bir kısmı boşalmıştır. Geriye
kalan köylerde ise Süryani nüfusu azalmıştır. Örneğin; Mardin, Batman ve
Şırnak illerinde yerleşik Süryani nüfusundaki 1985 ve 2001 yıllarına
arasındaki azalması Tablo 2’de görülmektedir.
Tablo 2. Güneydoğu'da Süryani Nüfusu Tablosu45
Mardin ve çevresi
Batman ve çevresi
Şırnak ve çevresi
Toplam
1985
2001
15.770
1.580
863
5
6.863
340
23.496
1.925
Diğer taraftan göçlerin sebebinin sadece ekonomik olarak ele
alınması, bazı Süryaniler tarafından tenkit edilerek, ekonomik sebeplerin
yanında etnik ayrımcılığa tabi tutulmaları, kilise kurmalarına kolay izin
43
İsa Çiçek, “Şutos ‘İtoto V-dayroto B-ar‘o D-goluto”, Kolo Suryoyo, Orta Avrupa Süryani Ortodoks
Abraşiyesi Dergisi, Sayı 123, Süryani Mor Afrem Manastırı/Losser, 1999, s. 59; Kai Merten, Die
Syrisch-Orthodoxen Christen In Der Türkei und In Deutschland, Hamburg 1997, s. 109’den
aktaran Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
44
Atman, a.g.e., s.31.
45
Ahmet Taşğın, "Son Süryani Göçü", Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp
Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt IV, Orient Yayınları, 2005, s. 77. Yazar, 1990 yılında
Şırnak'ın il yapılmasıyla, daha önce Mardin'e bağlı olan, Silopi, İdil ve Cizre ilçelerinin Şırnak'a
bağlandığını belirtmektedir. Ayrıca Şırnak'ta dâhil olmak üzere toplam 7 ilin nüfusunu kitabında
yayımlamıştır.
271
verilmeyişi, zorunlu din dersleri, kamu görevlerinde karşılaştıkları problemler,
terör gibi nedenlerin de çok önemli olduğu ileri sürülmektedir.46
5.1.1.3.2. Siyasi Sebepler
Aslında göçü, siyasi sebeplerden ayırmak neredeyse imkânsızdır.
Çünkü sebep ne olursa olsun iltica etmenin şekli dahi siyasidir. Siyasi
sebepler, hem iç hem de dış politika ile ilişkilidir. Dış politika adına konuya
yaklaştığımızda ise uluslararası bir durum ortaya çıkmaktadır.
Terörün yarattığı genel güvenlik endişesi yanında, siyasi kaygılarla
Süryanilerin,
terör
örgütü
ile
ilişkilendirilmesi
ve
siyasi
baskı
ile
yalnızlaştırılması da göçe neden olan sebeblerdendir. Bu durumun özellikle
bölgesel olarak beraber yaşadıkları bazı Kürtler tarafından yaratıldığı ileri
sürülmektedir. Çünkü böylece Süryanilere ait olan toprak ve mülklerin bir
kısmının kendilerine kalacağı hesabı yapıldığı değerlendirilmiştir.47
Ayrıca Türkiye’nin Hristiyan Batı ile ilişkilerindeki olumsuzlukların
Süryanilere yansıtılması da ayrı bir göç nedeni olarak değerlendirilebilir. Tüm
olaylara kendi dinî kimliklerinden bakan politik bilgisi zayıf yerel idareciler ve
bölge halkının, Süryanilere yönelik suçlayıcı yaklaşımları da Süryanilerin
kendilerini bulundukları bölgelere yabancı hissetmelerine neden olmuştur.48
Daha önce belirtmemize rağmen, burada tekrar değinilmesi gereken
bir konu da bir kısım Süryaninin, Nasturiler ile birlikte kalkıştıkları ayaklanma
sonrası ortaya çıkan siyasi tablo da göçe neden olmuştur.49 Zira daha önce
bahsettiğimiz gibi Nasturi isyanından sonra Osmanlı’nın bir cezalandırma
harekâtı uygulayacağını düşünen Nasturi ve bir kısım Süryani ülke dışına
göç etmiştir.
46
Bülbül, a.g.e., s.63.
Koluman, a.g.e., s.137, 139.
48
Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni, s.132.
49
Nikitin, Kürtler, s. 210.
47
272
5.1.1.3.3. Güvenlik ve Terör
Kimlik farkı gözetmeden bölge halklarının geneli için tehdit
oluşturan terör, özellikle 1980’li yıllardan sonra Süryaniler’i göçe
yönlendiren önemli bir sebep olmuştur. Terör ve güvenlik kaygısı ile bir
kısım Süryani köylerini terk ederek daha çok yurt dışına doğru göç
etmişlerdir.50 Aslında terör bir kesimin değil, bölgenin genel bir sorunudur.
Zira birlikte uzun zamandır güven içinde yaşayan bölge halkı, terörün
yarattığı anarşiden birlikte etkilenmiştir. Gidenler, kalanların kimliğine
değil, dostuğuna güvenerek geride bıraktıklarını emanet etmişlerdir.
Çoğunlukla bu durum Süryaninin Süryaniye emanet etmesi şeklinde
olurken
“kirve”
olarak
adlandırdıkları
Müslümanlara
da
emanet
etmişlerdir. Bu durum aslında konunun genellenemeyeceğini, sorunların
belirli kesimler çevresinde kaldığını da düşündürmektedir.
Güvenlik kaygısı ile sadece terör anlaşılmamalıdır. Bununla
beraber Trablusgarp51 veya Kıbrıs savaşlarında da kendilerinin güvende
olmadığını düşünen bir kısım Süryani göç etmiştir. Süryaniler, ASALA
gündemdeyken
Ermeni,
Kıbrıs
gündemdeyken
Rum
sayılmış
ve
bulundukları ortamlarda çeşitli amaçlarla bir kısım bölge insanı tarafından
rahatsız edilmişlerdir. Güvenlik kaygısı yaratan bu durumun sonucunda
da önce İstanbul'a, daha sonra da Avrupa'nın değişik ülkelerine göç
etmişlerdir.52
Göç, giden kadar kalan için de olumsuz etki yaratmaktadır. Ayrıca
Süryani cemaatindeki azalma özellikle kilise çevresinde kaygı yaratmıştır.
Bir kısım Süryani din adamının göçü durdurmak yönündeki girişimleri ise
pek başarılı olmamıştır. Başarısızlığın en önemli sebebi ise Avrupa'daki
ekonomik ortamının cazibesidir. Şekil 5’de 1 Nisan 2005 Süryani Bahar
50
Ahmet Taşğın, "Son Süryani Göçü", Süryaniler ve Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp
Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt IV, Orient Yayınları, 2005, s. 83.
51
Trablusgarp savaşı esnasında Hıristiyanlara karşı yükselen protestolar, Hıristiyanlar arasında
korkuya ve dolayısıyla göçe sebep vermiş ve kafile Kafile göçler yaşanmıştır. Bkz. Çıkkı, a.g.e., s. 27
52
Yelda, a.g.e., s.231.
273
Festivali Davetiyesi Kapak Sayfasında da anavatanda kalma yönünde
yapılan vurgu görülmektedir. Çelik bu durumu; “Süryaniler, adeta bu terör
ortamını kaçırılmaması gereken bir fırsat gibi görmüşlerdir.” şeklinde
açıklamaktadır. Ona göre terör; hem din adamlarına karşı geçerli bir
gerekçe hem de Avrupa ülkelerinde mülteci statüsünü rahat elde etmek için
batılı politikacı ve bürokratları ikna için abartılmış ve genelleştirilmiş
sebeptir.53
Şekil 5. 1 Nisan 2005 Süryani Bahar Festivali Davetiyesi Kapak Sayfası
Burada vurgulanması gereken önemli bir konu da siyasi gerekçelerle,
mülteci statüsünü almak amacıyla dile getirilen güvenlik kaygısıdır. Türkiye’de
bir baskıdan kaçtıklarını dile getirdiklerinde kolayca Avrupa ülkelerinde
mülteci statüsü alıyor olmalarından dolayı Avrupa’ya gidecek olanlar bu
yönteme sıklıkla başvurmuşlardır. Bu konuda 1981 yılında İsveç Büyükelçisi
Lars Bjarme’nin Süryanilerin herhangi bir baskı ile karşılaşmadıklarını yerinde
yaptığı inceleme ve görüşmeler sonrasında açıklaması da bu konuyu teyit
etmektedir.54
53
54
Çelik, “Süryanilerin Turabdin'e Geri Dönüşü”, s. 236.
Andersson, a.g.e., s.127-129.
274
5.1.1.3.4. Sosyo-Kültürel Sebepler
Süryani göçünü hazırlayan sosyo-kültürel sebepleri çok geniş bir
çerçevede ele almak mümkündür. Fakat bu sebepleri ana hatları ile ele
aldığımızda; anayasal hakların kullanılması, eğitim, parçalanmış aile yapısı,
çevresel faktörler ve toplumsal yapı olarak tasnif edebiliriz.
Süryanilerin bir kısmı uluslararası antlaşmalardan veya anayasadan
kaynaklanan hak ve özgürlüklerin kısıtlandığını, bu haklarını Avrupa’da daha
geniş kullanabildiklerini dile getirmektedirler.
Bölgenin yapısının istenilen seviyede eğitime olanak vermemesi ve
eğitimde giderek belirginleşen eksiklikler, Süryanilerin çocuklarını daha iyi
eğitim seviyesine kavuşturacaklarını düşündükleri yerlere doğru göçe
yöneltmiştir.55 Ayrıca dinî eğitim ve orta öğretimdeki zorunlu din derslerinin
Süryanilere de uygulanıyor olması, Avrupalı politikacılar tarafından istismar
edilmektedir. Bu durum da göçün sebepleri arasında gösterilmektedir.56
Göçün belirli ülkelere doğru yoğunlaşması; önden gidenlerin geride
kalanları çekmesi (Push&Pull), çeşitli sebeplerle parçalanmış ailelerin bir
araya gelme çabaları ile açıklanırken, göç daha çok ekonomik şartları uygun
olana
doğru
yoğunlaşmaktadır.
Yani
yurt
dışına
doğru
olmaktadır.
Türkiye’den yurt dışına doğru yapılan Süryani göçü incelendiğinde,
Türkiye’deki belirli bölgelerin yurt dışında belirli ülke ve şehirlere yöneldiği
görülmektedir.57 Bu konuda İdil ilçe merkezinden yurt dışına doğru 177
55
Öztemiz, a.g.t., s.208-209.
Dolapönü, a.g.e., s. 167.
57
Mardin ilinden olan göçlerin istikâmetine baktığımızda; Yeşilli İlçesi Bülbül Köyünden, Almanya
ve İstanbul’a gittikleri, Ömerli İlçesi’den 1960’lı yıllarda 6–7 hane, en son 1990 yılında da bir hanenin
İsveç’e göç ettiği görülür. Midyat İlçesi İzbırak Köyünden Almanya’nın Hamburg şehrine (1993
yılında), Doğançay köyünden çoğunluğu Almanya–Delmehorst olmak üzere yurt içi ve yurt dışına,
Güngören köyünden en son 1987 olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerine, Yemişli Köyünden daha
çok İsveç’e ve Almanya–Augsburg şehrine, Altıntaş köyünden çoğunlukla Brüksel’e, Bağlarbaşı
Köyünden genellikle Hollanda–Enschede şehrine, Gülgöze Köyünden Amerika–Los Angeles’a doğru
göçler olmuştur. Nusaybin ilçesi Odabaşı köyünden göç edenler genellikle İsveç–Göteborg’da
yaşamaktadırlar. Dargeçit Alayurt köylüleri genellikle Almanya’ya göç etmişlerdir. Derik İlçe
56
275
ailenin göçünü incelediğimizde toplam 177 aileden 168’nin Almanya’ya
yapıldığı, Almanya’da ise 90 ailenin Ahlen, 31 ailenin Bissingen, 37 ailenin
Berlin, diğer 10 ailenin ise Laufen, Ausburg, Bebra, Ingelheim ve
Ludwingsburg şehirlerine göç ettiği görülmektedir. Ayrıca iki ailenin
Avusturya (Viyana), 7 ailenin Belçika (Brüksel)’ya göç ettiği görülmektedir.58
Belirli şehirlere yönelik yoğunlaşma da bu görüşü destekler niteliktedir.
Süryanilerle yerel halk arasındaki sosyal ilişkilerde meydana gelen
çatışma alanları da göçü hazırlayan sebeplerdendir. 59 Schukkink'e göre,
Güneydoğu'da görülen göçün temelinde devlet, ağa, aşiret ve şeyh ilişkileri
yer almaktadır ve bu ilişkiler, Süryanilerin bölgedeki hareketlerini denetleyen,
sınırlandıran ve sindiren bir yapı oluşturmaktadır. Başta ekonomik olmak
üzere, siyasi, dinî ve sosyal baskıdan bunalan halkın kendilerine yönelik bir
hareketinden çekinen ağalar ve şeyhler, topluluğun bu öfkesini başka bir
hedef olarak etnik veya dinî farklılığı olan Süryanilere, Yezidilere ya da
Ermenilere yöneltmişlerdir. Bulundukları coğrafyada ekonomik olarak daha iyi
şartlara sahip olan bu grupların hedef alınması sonucunda toplu göçler
ortaya çıkmıştır.60
Bülbül, göçlerin sebebinin; %52’si dinsel, %30’u ekonomik, %2’si
siyasal olarak değerlendirmektedir.61 Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin
geneline yönelik uygulanan bir anketin sonucunda ise; göçlerin en önemli
sebebinin ekonomik olduğu ve bunu eğitim ve terör konusunun takip ettiği,
etnik ayrımcılığın ise en düşük öncelik verilen sorun olarak ortaya çıktığı
merkezinden en son 1980’li yıllarda çoğunluğu İstanbul olmak üzere 20–25 aile göç etmiştir. Bkz.
Ayduslu, a.g.t., s.108, 112, 137,154, 156, 160, 163, 171, 181, 200, 209.
58
İdil ilçesinde ileri gelen bir Süryani olan R.T. ile 11.03.2006 yılında yapılan görüşme sırasında isim
ve adresleri ile birlikte tespit edilmiştir. Fakat göç tarihleri hakkında kesin bir bilgi temin
edilememiştir. İdil’den göç eden bu Süryaniler ile irtibatları da devam etmektedir.
59
Yakup Bilge, Süryanilerin Kökeni ve Türkiyeli Süryaniler, s. 132.
60
Schukkink, a.g.t., s.80-82’den aktaran Öztemiz, a.g.t., s.209-210.
61
Bülbül, a.g.e., s.166.
276
görülmüştür.62 Bölgede yapılan sözlü tarih araştırmaları da bu tespiti teyit
eder niteliktedir. 63
5.1.2. Göçten Dönüş ve Yeniden Yerleşim
Süryani göçleri devam ederken, geriye dönüşler de yaşanmaktadır.
Gittikleri yerlerde aradıklarını bulamayan veya vatan özlemi çekenlerin bir
kısmı geri dönmektedir. Geriye dönüşlerin bir kısmını kişisel sebeplere
dayandırmak mümkün olmakla beraber bir kısmı da siyasi niteliktedir. Bugün
Süryaniler ile Müslümanların beraber yaşadıkları yerlerdeki Süryanilerin,
aslında 1915 yılında zorunlu göçe tabi tutulup daha sonra eski yerlerine geri
dönenler olduğu da ileri sürülmektedir. 64
Geri dönüş sürecinin, Avrupa Birliği müzakereleri ile ilişkili bir seyir
izlediği görülmektedir.65 Sosyo-kültürel şartlardaki olumlu gelişmelerin
yanında, güvenlik kaygısındaki azalma, toplumsal bilincin gelişimi de geriye
dönüşlerde etken olmaktır. Bununla beraber yoğun bir geriye dönüşün
olmayacağı da aşikârdır. Göç edilen yerlerde karşılaştıkları zorluklar ne
olursa olsun, alışılan şartlar ve hepsinden önemlisi sahip oldukları
imkânlardan vazgeçmek istemeyen yeni yetişen nesiller, geriye doğru göçün
önündeki en büyük engeldir. Diğer taraftan yapılan araştırmalarda gidenlerin
62
Bir Süryani katılımcı Süryani göçüne neden olan baskıların özellikle 1980’li yıllarda başladığı ve
iki ateş arasında kaldıklarını söylerken, başka bir katılımcı göçü daha çok ekonomik sebeplere
bağlamakta ve özellikle Almanya’ya doğru olan göçü kast etmektedir. Başka bir katılımcı eğitim
ihtiyacını karşılamak için göç edildiğini dile getirmektedir. Ağırlıklı olarak Güneydoğu ve Doğu
Anadolu bölgesinde yaklaşık 9000 kişiye uygulanan anket sonuçlarına göre; göçe, neden olan
faktörler arasında %47,9 ortalama ile ekonomik nedenler en önemli göç faktörü olarak belirtilmiştir.
Çocukların eğitimi ve daha iyi bir gelecek ikinci en önemli göç nedeni olarak (%20,4) belirtilmiştir.
Terör (%9,0) ve kan davası (%5,8) ikincil öneme sahip göç nedenleridir. Etnik ayrımcılık en düşük
öncelik verilen sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Bkz. “Güneydoğu Sorununun Sosyolojik Analizi”
Teknik Rapor, Ankara, Bilgesam Yayınları, Ağustos 2009, (Erişim) http://www.bilgesam.org, 22
Haziran 2010, s.40,82.
63
Öztemiz, a.g.t., s.185,187.
64
1915 yılındaki tehcirden beş altı yıl sonra genel af kapsamında köylerine dönen Süryanilerin
boşalttıkları köylerde bugün iki kesim bir arada yaşamaktadır. Bkz. Öztemiz, a.g.t., s.145.
65
Andrew Clark, “Turkey Encourages Assyrian Christians to Return under EU Pressure”, World, 8
Ocak 2005, (Erişim) http://www.christiantoday.com/article/turkey.encourages.assyrian.christians.to.
return. under.eu.pressure/1922.htm, 15 Mart 2009.
277
gitme sebeplerindeki değişikliğin ve gidilen yerdeki ortama uyumun, geri
dönüşü pek mümkün kılmadığını da göstermektedir.66
Bu geri dönüşün geride kalanların bir kısmı tarafından hoş
karşılanmayacağı da aşikârdır.
Boş
köylere
yerleşip
artık
çıkmak
istemeyen komşu köylerdeki yerleşimciler, emanet olarak aldıkları bağları,
tarlaları ve evleri kendi üzerlerine tapulayıp, bu emanetleri asıl sahiplerine
satmak isteyen ve uzun süredir göç edenlere ait mal varlıklarını işleten bazı
Süryanilerin, geri dönüş durumunda maruz kalacakları rahatsızlıklar, geri
dönüşlerin önündeki engellerden bazılarıdır.67 Şırnak’ın İdil ilçesi Sarıköy’de
yaşananlar bu açıklamaya güzel bir örnek oluşturmaktadır. Güvenlik
gerekçesi
ile
Süryani
göçü
sonrası
köye
yerleştirilen
Geçici
Köy
Korucularının (GKK) köyü terk etmek istememesine rağmen, devlet
görevlilerinin zoruyla GKK’lar köyden çıkarılmışlardır. Geri dönmek isteyen
Süryanilerin ve onlara eski yerlerine yerleştirmek isteyen kamu görevlilerinin
mücadeleleri sonunda gerekli ortam oluşturulmasına rağmen, geriye dönen
ancak 10-15 kişi olmuştur.68 Geriye dönenler ise sadece 50 yaşından daha
yaşlı olanlar olup, döndükleri köylerinde de sürekli bir ikametleri söz konusu
olmamıştır.69 Sarıköy’den yurt dışına göç edenlerin geri dönmelerine engel
olunduğu, akrabalarının dahi ziyaret ettirilmediği, kendilerine ait mallara el
konulduğu yönünde şikâyetlerinin asılsız olduğu yine bölgenin önemli
Süryani köyleri olan Haberli ve Öğündük köylerinin ileri gelenlerince ve yerel
idareler tarafından da yalanlanmaktadır.70 Durum böyle olmakla beraber
aynı dönem içinde İsveç Parlamentosu’nda ‘sözde’ Süryani köylerine
dönüşün engellendiği ve ‘sözde’ Süryani soykırımı üzerine bir önerge
verildiği görülmektedir. Bu önergeye baktığımızda önergeyi veren kişinin
66
Atman, a.g.e., s.38-41.
Özmen, a.g.t., s.242-243.
68
18.09.2005 tarihi itibariyle 12 hane geri dönerek köye yerleşmiştir. Fakat hane sayıları 1-2 kişi
kadardır. Köye döndükten sonra köyün hemen altında nöbet tutan GKK’lar olmasına rağmen her
hangi bir sorun yaşamadıkları köy muhtarı ile yapılan görüşme sonucunda tespit edilmiştir. Sarı Köy
muhtarı F.T.ile Sarıköy’de 18.09.2005 tarihinde yapılan görüşme.
69
Temmuz 2005 - Ağustos 2007 yılları arasında köy ziyaretlerim ve köylüleri ile yaptığım
görüşmeler; İdil Kaymakam Hasan Tanrıseven ile 21 Kasım 2005 tarihinde yapılan ropörtaj.
70
Haberli köyü ileri gelenlerinden Ş.G., ve Öğündük Köyü ileri gelenlerinden C.T.’nin 04.12.2001
tarihli beyanları ve İdil Kaymakam Hasan Tanrıseven ile 21 Kasım 2005 tarihinde yapılan röportaj.
67
278
Ermeni asıllı bir sol parti milletvekilinin olması, yurt dışında nasıl bir
kampanya yürütüldüğünü ve bu kampanyayı yürütenlerin nasıl bir ilişki
içinde olduğunu bize göstermektedir.71 Sonuçta Sarıköy örneği bize konuyu
net bir şekilde özetlemektedir.
Süryanilerin tekrar göç ettikleri topraklara dönmeleri için yapılan
çabalar sonucunda; Nusaybin ilçesi Güzelsu köyüne 10 hane, Dibek’e 3
hane, Üçyol’a 7 hane, Taşköy’e 4 hane, Günyurdu’na 3-6 hane, Midyat ilçesi
Elbeğendi köyüne 16 hane, Karagöl’e 4 hane, Savur İlçesi Dereiçi köyüne ise
1-2 hanenin döndüğü veya dönüş aşamasında olduğu,72 Elbeğendi köyüne
ise yurt dışından 14 hanenin geri dönüş yapması beklendiği tespit edilmiştir.
2002 yılı içerisinde Üçköy'e 1 kişi, Yemişli'ye 2 aile, Midyat Merkez'e 3
kişi, Çatalçam'a 1 aile, Odabaşı'na 1 aile, Dereiçi'ne 1 kişi, Alagöz'e 1 aile
dönüş yapmıştır. Aslında tersine göç eden veya dönmeye karar veren
Süryani ailelerin olumlu geri bildirimleri, bu konuda kararsız olan Süryanilerin
bir kısmını da geri dönme konusunda cesaretlendirecektir.73
Şimdilik az sayıda olan geri dönüşlerin bile turizmi olumlu etkilemiş
olması, geleceğe yönelik beklentileri kuvvetlendirmektedir. Turizm adına
konuya bakıldığında ikinci nesil Süryanilerin etnik ve soy/soplarını tanımaları
ve göç etmiş birinci neslin de arkadaş/akrabalarını ziyaret etmeleri ile de
kendi başına bir turizm olgusu oluşturmaktadırlar. Legacy turizm olarak da
adlandırılan göç edenlerin geriye dönüşü veya göç ettikleri yerler ile devam
eden bağları sonucunda ortaya çıkan bu süreç74 gerek resmî organlar
gerekse sivil toplum örgütleri tarafından organize edilmelidir.
71
İsveç Parlamentosu sol parti milletvekili Ermeni asıllı Murat Artin ve Merkez Parti Milletvekili
Marianne Andersson başta olmak üzere çeşitli siyasal partilere mensup milletvekillerince “Türkiye’de
İnsan Hakları” başlığı altında bir önerge verilmiştir. 2000/01:U628 sayılı önerge için bkz.
“Federasyondan Soykırım Önergesine Destek”, Bahro Suryoyo, Serienr 263, Argang 23, Nr 4, 2001,
s.35.
72
Ayduslu, a.g.t., s.28, 184.
73
Veysi Günal, “Mardin İlinde Kültürel Çekicilikler Ve Turizm Amaçlı Kullanım Olanakları”, Ankara,
Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2006, s.89.
74
Günal, a.g.t., s.284-285.
279
Burada değinilecek diğer önemli bir konu ise bir dönem sadece yurt
dışına doğru değil, yurt içine doğru da Süryani göçünün olduğudur. 2 Nisan
1991'den 14 Nisan 1991 tarihine kadar Saddam rejiminden kaçarak
Türkiye’ye göç eden 460.000 kişi Irak'tan Türkiye'ye sığınmıştır. Bunların
çoğunluğu (% 53.8) Hristiyan (Keldani, Nasturi, Süryani)’dir. 20 Ağustos 1991
tarihi itibariyle Silopi Kampı'ndaki toplam 5274 sığınmacının 2838’i Hristiyan
(Keldani, Nasturi, Süryani)’dır.75 Elimizde kesin bir bilgi olmamakla beraber
bu sığınmacıların büyük bir kısmının Irak’a geri döndüğü, fakat bir kısmının
ise Türkiye’de kaldığı veya tekrar çeşitli yollardan Türkiye’ye giriş yaptığı
değerlendirilmektedir.76
Bu gelişimler esnasında bazı Avrupa ülkelerinde Süryanilerin sığınma
gerekçelerinin ortadan kalktığı, Türkiye’deki şartların düzeldiği gerekçesi ile
sınır dışı edilecekleri açıklamaları da Türkiye’ye geri dönüşü hızlandırmıştır.77
Diğer taraftan ise terörden dolayı göç edenlerin tekrar eski yerlerine
döndürülmesi için özellikle 2004 yılından itibaren ciddi düzenlemelere
gidilmiş, hak kayıplarının önlenmesi için de ciddi tazminatlar göç edenlere
ödenmeye başlanmıştır.78 Durum böyle olmasına rağmen beklendiği kadar
geriye dönüş olmamıştır.
5.1.3. Göçün Önlenmesine Yönelik Tedbirler
Aslında ebru göründe olduğunu düşündüğümüz Türk toplum yapısı
son yıllarda giderek mozaikleştirilmeye çalışılmaktadır. Aslında ister mozaik,
ister ebru görünümünde olsun, bu toplumun renklerinden biri olan
75
Refet Yinanç. vd., İraklı Sığınmacılar ve Türkiye, (1988-1991), Ankara, Tanmak Yayınları, 1992,
s.74-77.
76
Serap Girgin Baykal, “İSMMMO Araştırması: Gelecek arayanların Göç Haritası”, Abvizyonu, 13
Aralık 2008, (Erişim), http://www.abvizyonu.com, 22 Ekim 2010.
77
“Almanya 10 bin Süryani’yi Sınırdışı Edecek”, cnntürk, (Erişim) http://www.cnnturk.com/2006/
turkiye/08/17/almanya.10.bin.suryaniyi.sinirdisi.edecek/218984.0/ index.html, 17 Ağustos 2006.
78
27 Temmuz 2004 tarihli 5233 sayılı “Terör Ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması” hakkındaki kanun ile Bakanlar Kurulu’nun 17 Ağustos 2005 tarihli “Yerlerinden
Olmuş Kişiler Sorunu İle Köye Dönüş Ve Rehabilitasyon Projesine Yönelik Tedbirler”konulu prensip
kararı.
280
Süryanilerin Anadolu’daki yokluğu hissedilmektedir. Hoşgörünün beşiği, din
ve medeniyetler kavşağı Anadolu Süryanisiz daha güzel değildir.
Süryaniler ile birlikte tüm göçleri içine alan ‘göç’ olgusu üzerine,
başlangıçta hem göç edilen hem de göç eden ülkedeki olumlu bakış, 1960’lı
yılların ortalarından itibaren değişmeye başlamıştır.79 Ülke dışına doğru olan
Süryani göçü artık Türkiye içinde de rahatsızlık yaratmaktadır. TBMM’de dahi
gündeme gelen bu konu bir sorun olarak tespit edilmekte fakat yeterince
tedbir alınmamaktadır.80
Aslında göçün nedenlerini ortaya koyduğumuzda, nedenlerin ortadan
kaldırılması ile göçün önlenebileceği doğrultusunda bir çıkarım yapılabilir.
Elbette nedenlerin kaldırılması göçün oluşumunu önlemede önemli bir
etkendir. Yalnız bunun yanında üzerinde durulması gereken önemli birkaç
hususun da burada aktarılması gerekmektedir.
Bunlardan birincisi, Süryaniler her ne kadar Hristiyan olmaları
dolayısıyla gittikleri yerlerde kendi dindaşları ile buluşmuş gibi gözükse de
gittikleri yerlerde “Avrupa’nın Müslümanı” olarak kabul edilmişlerdir.81 Yani
burada ötekileştirilirken, gittikleri yerlerde de öteki olmuşlardır. Bu konuya
vurgu yapılarak, bizden biri oldukları öne çıkarılmalıdır.
Süryani göçü aslında baskı veya zorlama ile gerçekleşmemiştir.
Bulundukları şartların olumsuzluklarına, gidecekleri yerlere yönelik yapılan
müspet propagandanın eklenmesi ile ortaya çıkan bir göçtür. Yani bir
tehcirden ziyade şartların gereği olarak, Süryanilerin bir seçimi sonrası olan
zoraki göçtür. Dolayısıyla göçe ortam yaratan bu sosyal şartlar, bilimsel
79
Atman,a.g.e.,s.37.
Anavatan Mardin Milletvekili Muharrem Doğan, “Mardin Midyat çevresinde sayıları 10 binlerden 2
bine düşen Süryanilerin haraç isteme, köylerinden uzaklaştırılmak gibi olaylar yaşadıklarını
söyleyerek, ne gibi hukuki önlem alındığını” İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu tarafından
cevaplandırılmak üzere verdiği önergede sormuştur. “’Süryanilere baskı var mı?’ önergesi”, Hürriyet,
(Erişim) http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=5155793 , 12 Haziran 2010.
81
Maşallah Dekak, “Türkiye'nin Gavurları Avrupa'nın Müslümanları”, AKnews, 3 Şubat 2010,
(Erişim) http://www.suryaniler.com/suryani-tarihi.asp?id=641, 12 Haziran 2010.
80
281
olarak ele alınarak iyileştirilmelidir. Ayrıca bu durum sadece Süryanilere
değil, toplumun geneline yönelik olmalıdır.
Süryanileri göçe yönelten nedenler ortadan kaldırılmaya çalışılırken,
diğer taraftan da toplumsal eğitime ve bilinçlenmeye daha fazla önem
verilmelidir. Uygun şartlar yaratıldığında gittikleri yerlerde asimilasyon
endişesi taşıyan Süryaniler için de geri dönüş kendiliğinden cazip hale
gelecektir. Böylece özellikle yurt dışında Türkiye aleyhindeki siyasi
oluşumlara iştirak etmiş olan Süryani gençliği82 de geri dönüş enerjisi ile
Türkiye aleyhtarlığından Türkiye taraftarlığına döndürülebilecektir.
Süryanilere ait olduğu iddia edilen veya bölge genelinde anlaşmazlık
konusu olan mal, mülk ve arazilerin asıl sahiplerine verilmesi ve yasal
düzenlemenin tamamlanması gerekmektedir. Bu kapsamda kadastro
çalışması yapılmayan yerler ivedilikle tamamlanmalıdır.
Mevcut durumda zaten devam eden legacy turizm, kültür turizm ile
birleştirilerek bölgeye yönelik turizm özendirilmelidir. Göç ile gidenler,
geçmişlerini araştırmak veya akrabalarını ziyaret için gelirken, yanlarında
geldikleri yerlerden getirecekleri turistler ile bölgesel ekonomik bir fırsat da
yaratmış olabilecektir. Bu gelişmenin başarı için de bölgenin tarihi yönü
öne çıkaracak reklamlar yapılmalıdır. Bu gelişmenin teröre yönelik bir
hamle de olabileceği değerlendirilmelidir.
Avrupa’dan sınır dışı edilmek üzere olan Süryaniler veya diğer Türk
vatandaşların ilgili ülkede hakkını aramak için NGO’lar yönlendirilmeli ve
uluslararası basın bu konuda teşvik edilmelidir. Devletin de bu mücadelede
kendini göstermesi, sahip olduğu vatandaşların itibarını diğer ülkeler
nezdinde yükseltecek, ülkelerine bağlılığı artabilecektir.
82
Koluman, a.g.e., s. 107.
282
Geriye dönüş için yapılacak tüm çalışmalara rağmen ciddi bir dönüş
olmayacağını daha önce belirtmiştik. Bu gerçekten hareketle geri dönüşün
önünü açacak düzenlemeler, ülkenin uluslararası prestijini yükseltecektir.
Sonuçta; göç, birey ve toplum adına maddi ve manevi olumsuz
etkileri olan bir süreç olup, bu süreci olumlu hale getirmek veya durumu
faydalanılabilir hale getirmek için politikalar üretilmelidir.
5.2. SÜRYANİ ORTODOKS KİLİSESİ'NİN DÜNYADAKİ YAPILANMASI
Hristiyan mezhepleri, ülkelere göre farklı yoğunluklar göstermektedir.
Rusya, Bulgaristan, Yunanistan gibi ülkelerde Ortodokslar; İtalya, İspanya,
Paraguay, Portekiz, Vatikan gibi ülkelerde Katolikler; İsveç, Norveç,
Danimarka, ABD gibi ülkelerde Protestanlar; İngiltere'de Anglikanlar diğer
Hristiyan mezheplerine göre çoğunluğu oluşturmaktadırlar. Günümüzde
dünyada çoğunluğu Katolik olmak üzere (%51–53) yaklaşık 1.560.000.000
Hristiyan yaşamaktadır.83 Süryani kilisesi sayısal olarak bu Hıristiyan
dünyasının çok küçük bir bölümünü oluşturmaktadır.
Süryani Ortodoks Kilisesi; Suriye, Lübnan, Irak, Türkiye, Hindistan,
İsveç, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri'nde teşkilatlanmıştır. Süryani
Ortodoks Kilisesi, teoride öyle olmasa bile, pratikte iki ayrı salahiyet
bölgesine bölünmüş durumdadır: Patrik Moran Mor İğnatiyos I. Zekka Iwas’ın
başında bulunduğu Suriye'nin başkenti Şam'daki patriklik merkezi ve
Hindistan'ın Kerala eyaletinin Kottayam şehrindeki mafiryanlık merkezi.
1999 yılında vefat eden Mafiryan Mor Basiliyus II. Pavlus'un yerine
yeni birisi seçilemediğinden, halen bu makam boş olarak durmaktadır.84
83
84
“Hıristiyanlık”, Dünya Dinleri, (Erişim) www.dunyadinleri.com/hiristiyanlik.html, 14 Mart 2010.
Durak, a.g.e, s.198.
283
Fakat genel hiyerarşide Süryani Ortodoks Kilisesinin dinî liderliğini Patrik
Moran Mor İğnatiyos I. Zekka Iwas yapmaktadır.85
Süryani toplumunda tek ve en belirgin sınıf din görevlileri sınıfıdır. Din
görevlilerinin yönettiği kilise kurumu, Süryani toplumunun en gelişmiş ve
yaygın kurumudur. Bu nedenle kilise ve din görevlileri, topluluğu birbirine
bağlayan temel unsurlardan birisi olarak ortaya çıkar.86 Kilisenin Süryani
toplumu üzerindeki bu etkisinden dolayı Süryani kilisesinin dünyadaki
yapılanması, Süryani toplumunun davranış kalıplarının ortaya çıkarılması
adına önemlidir.
Süryaniler, göçün başlangıç aşamasında diasporada dinî ayinlerini
Katolik ve Protestan kiliselerinde yapmaktaydılar. Daha sonraları kilise
binalarını satın almaya başlamışlar ve bu amaçla sadece Katolik ve
Protestan kilise binalarını değil, büyük salonlar ve bazı fabrika hollerini de
satın alıp kendi kilise binalarına çevirmişlerdir. 1970’li yılların başlarında Batı
Avrupa’daki Süryanilerin sayısı 7000 civarına ulaşması üzerine87 ilk Süryani
kilisesi, Almanya’nın Augsburg şehrinde kurulmuştur.88 Bu kilise başlangıçta
Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, Avusturya ve İsviçre’de dağınık olarak
bulunan Süryanilere hizmet vermekteyken89 bu tarihten sonra Berlin’de ve
takiben Almanya’nın dört farklı yerinde açılmıştır.90 Başlangıçta kiralama
usülü ile teşkil edilen kiliseler zamanla satın alınmaya başlanmıştır. Bu
anlamda ilk bina ise Avrupa’da Hollanda’nın Hengelo şehrinde, 1976 yılında
85
Diözesen der Syrisch-Orthodoxen Kirche von Antiochien”, Suryoyo Online, (Erişim)
http://wwwuser. gwdg.de /~grabo/sok /diozese.htm, 25 Ocak 2010.
86
Bilge, Süryaniler: Anadolu’nun Solan Rengi, s. 86.
87
İsa Çiçek, a.g.m., s.59.
88
Avrupa’da yerel kilise cemiyetlerinin yine yerel meclisleriyle resmi kuruluşları, rahip İsa Çiçek’in
Orta Avrupa için Patrik vekili olarak atanmasından sonra sağlanmıştır. Bunlar, en ilki 16 Ekim
1977’de Baden-Württemberg (Bietigheim)’da, daha sonra 1-6 Kasım 1977’de Viyana’da,
Augsburg’da 14.1.1978, Berlin’de 1978 (kesin tarih belli değil) ve Hengelo’da 18 Aralık 1978’de
kurulmuşlardır. Özel papazı olmayan yerel kiliseler, Köln’de 18 Aralık 1977, Füssen’de 22.1.1978,
Memmingen’de (tarih verilmedi ama muhtemelen) 23.1.1978, Ochsenfurt’ta 29.1.1978,
Aschaffenburg-Grossestheim’da 30.1.1978. Gießen’de 5.3.1978, Ahlen’de 17.3.1978, Gütersloh’da
18.3.1978, Wanne-Eickel ve Hamburg’da da 1978 yılında kurulmuşlardır. Kolo Suryoyo, Sayı 1,
1978, s.10-13’den aktaran Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
89
Gabriel Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
90
A.g.e.
284
satın alınmıştır.91 Bu bina, kiliseye dönüştürülerek Havari Mor Yuhanna
Kilisesi adını almıştır. Viyana’da 1974 yılında alınan Mor Afrem Kilisesi ve
Berlin’de 1977 yılında alınan Suruçlu Mor Yakup Kilisesi diğer mezheplerden
ilk devralınan kiliselerdir.92 Atlantik ötesi inşa edilen ilk Süryani kiliseleri ise,
1927 yılında Meryem Ana Kilisesi adıyla ABD’de New Jersey (West New
York)’de, yine aynı isimle Worcester’de (Massachusetts) ve 1949 yılında
Central Falls’taki (Rhode Island) Mor Afrem Kiliseleridir. 93
Türk Alman Misafir İşçi İş Antlaşmasının durdurulmasıyla da
Süryaniler bu sefer İsveç’e göç etmeye başlamışlardır. Orada, özellikle
Stockholm’a yakın Södertelye kasabasında olmak üzere sayıları hızla
artmıştır. Burada artan Süryani sayısı üzerine İsveç’te ilk kilise 1970 yılında
bir papazın gelişiyle kurulmuş ve 1977 yılına kadar cemaate hizmet eden
papaz sayısı 5’e ulaşmıştır.94
Bu gelişmeler üzerine 18.10.1977 tarihinde Avrupa’da 20.000'i bulan
Süryani nüfusunu yönetebilmek üzerine Patrik Mor Iğnatius Yakup III. Şam'da
bir Sinod toplamış ve Avrupa'da iki metropolitlik (abraşiye) kurulmuştur.
Bunlardan Orta Avrupa Metropolitliği’nin merkezi Hollanda, İskandinav ülkeleri
ve Büyük Britanya Metropolitliği’nin merkezi ise İsveç olmuştur. Hindistan’ın
Kerala eyaletinde görev yapmakta olan Metropolit Mor Timoteos Afram
Abude İsveç/Södertelye; o zaman Amerika’da görev yapan Mor Gabriel
Manastırı Başrahibi İsa Çiçek ise Hollanda merkezlerine atanmışlardır.95
Böylece Süryaniler, Avrupa kıtasına kalıcı olarak yerleşmişler ve kendi
ülkelerinin dışında yeni bir kimlik arayış sürecini başlatmışlardır.
91
Bu kilisenin alımı 250.000 Gulden (120.000 $)’a mal olmuştur. Kolo Suryoyo, Sayı 6, 1979, s.21;
Kolo Suryoyo, Sayı 123, 1999, s.59’den aktaran Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve
Toplumsal Kuruluşlar”.
92
Gabriel Aydın, Deyr’ulzafaran, s.51.
93
Gabriel Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
94
İnci Saklı, Süryani Ortodoks Kilisesi ve Onun Antik Aramî Mirası, İstanbul, Cilt 3, 2005,
s.89’dan aktaran Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
95
Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, s.6; Kolo Suryoyo, Sayı 1, 1978, s. 1’den
aktaran Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
285
1997’ye kadar Orta Avrupa metropolitliğinde 56 ve İskandinavya
metropolitliğinde de 28 kilise kurularak özel papazlara kavuşturulmuştur.96
Orta Avrupa ve İsveç metropolitlikleri daha sonraki tarihlerde yine kendi
aralarında ikiye ayrılmıştır. İsveç’teki patrik vekilliği de Södertelye’de olmak
üzere, 14.6.1994’te geçici bir vekaletle ABD’nin batısında vazife yapan Patrik
vekili Mor Klimis Evgin Kaplan, 11.2.1996’da yeni metropolit Mor Diyoskoros
Benyamin Ataş resmedilip atanana kadar yürütmüştür. Mor Dionysius İsa
Gürbüz’ün başlangıcından itibaren yönettiği diğer Patrik vekilliği, ikametgâhı
Warburg’ta, yeni satın alınan Suruçlu Mor Yakup Manastırında olmak üzere
18.5.1997’de Almanya’da oluşturulmuştur. Batı dünyasının ilk Süryani
metropolitliği, ABD ve Kanada’da 1952’de Doğu Kıyıları’nda (East Coast)
New Jersey’de kurulan Metropolit Mor Atanasius Yeşu Samuel’in yürütmüş
olduğu metropolitliğidir. Oradaki birkaç cemaat 1934 yılına kadar, Suriye ve
Lübnan Metropoliti Mor Severius Efram Barsavm (sonraki Patrik) tarafından
idare edilmişlerdir.97
2005 yılı itibarıyla bugün Orta Avrupa için Hollanda’da bir, Almanya’da
bir, İsveç’te iki, ABD’de iki, Kanada’da bir, Avustralya’da bir, Arjantin’de bir ve
Brezilya’da bir olmak üzere Süryani diasporasında sekizi batı ülkesinde
toplam olarak dokuz metropolitin yürüttüğü on metropolitlik mevcuttur. Bu
metropolitliklerde ruhanîleri olan toplam 143 kilise cemaati bulunmaktadır. Bu
cemaatler sayısal anlamda çoğunluk sırasıyla, Almanya 49, İsveç 28, ABD
27, Hollanda 8, Kanada 6, Avustralya ve İsviçre 5’er, Arjantin ve Belçika 4’er,
Brezilya 3, Avusturya 2 ve Fransa ile İngiltere 1’er cemaat oluşturmaktadırlar.
Bunlarla birlikte bir papaza sahip olmayan fakat en yakın veya gezgin ruhanî
ya da bir rahip tarafından dinsel vazife gören cemaatler de mevcuttur.98 Bu
kiliseler ise yaklaşık olarak Almanya'da 70.000, İsveç'te 55.000, ABD'de
96
Gabriel Rabo, “Das syrische Volk, die syrische Sprache und die syrisch-orthodoxe Kirche”, Kolo
Suryoyo, Sayı 109, 1996, s.93-94’den aktaran Gabriel Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve
Toplumsal Kuruluşlar”.
97
Gabriel Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
98
Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”. Ayrıca abraşiyelerin listesini
görmek için bkz. (Erişim) http://www.suryoyo.uni-goettingen.de/sok/diozese.htm, 14 Mart 2010;
“Syriac Orthodox Church”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Syriac_Orthodox_
Church# Australia, 14 Mart 2010.
286
40.000, Hollanda'da 15.000, Arjantin'de 6.000, Avustralya'da
4.000,
İsviçre'de 6.000, Belçika'da 6.000, Brezilya'da 4.000, Avusturya'da 3.000,
İngiltere'de 800 olmak üzere yaklaşık 210.000 nüfusluk bir Süryani cemaatine
hizmet etmektedir.99
Diaspora’da 2005 yılına kadar 82 kilise ve 3 manastır satın alınmıştır.
İlk manastır 15.8.1981 yılında Hollanda’da alınan Süryani Mor Afrem
Manastırıdır.100 İkincisi 29.3.1996’da İsviçre’deki Mor Evgin Manastırı101 ve
üçüncüsü de aynı yıl 28.8.1996’da Almanya’da satın alınan Suruçlu Mor
Yakup Manastırıdır.102 Bu manastırlar aynı zamanda Orta Avrupa ve
Almanya metropolitlerinin ikametgâhıdırlar.103
26 kiliseyle Almanya başta olmak üzere İsveç’te 16, ABD’de 17,
Hollanda’da 10, Avusturalya’da 6, Kanada’da 4, Belçika’da 3, Avusturya’da 1,
İsviçre’de 1 ve Fransa’da 1 kilise mevcuttur. En son inşa edilip 15.5.2005
tarihinde kutsanan kilise Brüksel’deki Mor İzozoel Kilisesidir. 104
Avrupa’da metropolitlikler ve kilise cemaatlerinin kuruluşundan sonra
Süryani Ortodoks Kilisesi yasal hakkını kullanarak diaspora ülkelerinde
başlangıçta
cemiyet,
sonrasında
ise
dini,
kamu
hizmeti
hukukuyla
teşkilatlanmıştır. Hollanda’da 15.10.1981 yılından beri Losser’de Mor Afrem
Manastırı, ikametgâhıyla İnanç Topluluğu olarak kabul edilmiştir. Almanya’da
Süryani Ortodoks Kilisesi 1984 yılından beri merkezi Ahlen olmak üzere
“cemiyet” statüsüyle kaydedilmiştir. Bunu, bütün diğer 29 yerel kilise de takip
99
Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, s.8.
Önceleri bir Katolik manastırı olan Mor Afrem Manastırı 1 Milyon Gulden (400.000 $)’e satın
alınmış olup bütün harcamaları ile birlikte manastır 5 Milyon Guldene mal olmuştur. Ayrıca
manastırda bütün Süryani Ortodokslar için bir mezarlık ta mevcuttur. Bkz. Kolo Suryoyo, Sayı 37-39,
1984, s.27-32, 42-49, 57-62, 98-95; Kolo Suryoyo, Sayı 50, 1986, s.7-11, 16-25; Kolo Suryoyo, Sayı
123, 1999, s.47-58’den aktaran Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
101
500.000 Frank’a mal olmuştur. Bkz.Gabriel Rabo, “Mor Augin Kloster in der Schweiz
eingeweiht”, Kolo Suryoyo, Sayı 125, 1999, s.197-198’den aktaran Rabo, “Süryani Diasporasında
Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
102
Manastır, 1.9 Milyon DM’ye satın alınmıştır. Bkz. Gabrıel Rabo, “Patriarch weihte das Kloster
Mor Jakob von Sarug in Warburg ein”, Kolo Suryoyo, Sayı 129, 2000, s.181-185’den aktaran Rabo,
“Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
103
Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
104
A.g.e.
100
287
ederek üniter bir tüzükle kendi ikametgâhlarında cemiyetler kanunuyla
kayıtlara
geçmişlerdir.
Kilise,
“Kamusal
Kurum
Hukuku”
statüsüne
erişebilmek için çaba sarf etmektedir.
Süryani Ortodoks Kilisesi Avusturya’da 25.2.1988’den beri “Din
Topluluğu” statüsüne sahip olup kamusal kurum hukukuyla “Avusturya’da
Süryani Ortodoks Kilisesi” adıyla kabul edilmiştir. Fransa’da da kilise,
hukuksal bir statüye erişmiş ve ABD’de uzun zamandan beri Din Topluluğu
olarak kabul edilmiştir.
Adıyaman’da 10.12.2006 tarihinde takdis edilen Metropolit Melki Ürek
ile birlikte Türkiye’deki Metropolit ve Abreşiye sayısı da dörde çıkmıştır.
Ortadoğu’daki duruma baktığımızda; Şam, Humus, Halep, Cezire ve Fırat,
Beyrut ve Zahle, Cebel Lübnan, Bağdat ve Basra, Musul, Kudüs, Kenaneye
abreşiyeleri şeklinde teşkilatlanıldığı görülmektedir. Hindistan’daki Süryani
kiliseleri ise Kürsü Kiliseleri Abraşiyesi (Samhasana Kiliseleri) ve Doğu
Mafiryanlığı şeklinde teşkilatlanmıştır.105 Hindistan’da mafiryana bağlı hizmet
yürüten 18 metropolitlik vardır.
Sonuçta, Antakya Süryani kilisesi; 14 tanesi Avrupa ve Amerika’da,
18 tanesi Hindistan’da, 4 tanesi Türkiye’de ve 10 tanesi Ortadoğu’da hizmet
yürüten metroplitlikler ile bu metropolitliklerin bağlı olduğu Hindistan’da
Mafiryanlık ve Şam’da Patriklik şeklinde teşkilatlanmıştır.106
5.3. SÜRYANİLERİN DEMOGRAFİK DAĞILIMLARI
Süryaniler, günümüzde daha çok Ortadoğu, Hindistan, Kuzey ve
Güney Amerika’da yoğunlaşmaktadır. Ortadoğu'da Lübnan, Suriye'nin
105
Durak, a.g.e., s.205.
Ortadoğu’da; Şam, Halep, El-Cezire ve Euphrates, Beyrut, Lübnan, Zahle ve Beka, Bağdat ve
Basra, Musul, St.Matthew, Kudüs ve Ürdün metropolitlikleri bulunmaktadır. Türkiye’de Mardin,
Turabdin, Adıyaman, İstanbul metropolitlikleri bulunmaktadır. “Diözesen der Syrisch-Orthodoxen
Kirche von Antiochien”, Suryoyo Online, (Erişim) http://wwwuser. gwdg.de /~grabo/sok
/diozese.htm, 25 Ocak 2010.
106
288
kuzeydoğu bölgesi olan Jazire ile batısında Şam, Humus, Hama ve Halep
bölgelerinde, Kuzey Irak'ın Zaho, Dahok ve Erbil Bölgeleri, Orta Irak'ta Musul
Bölgesi ve Bağdat, İran'ın Urmiye Bölgesi ve Türkiye'nin güneydoğusunda
bulunan Turabdin (Mardin Midyat bölgesi)107 yaşamaktadırlar. Ayrıca
Süryanilerin yoğun olarak yaşadıkları en önemli bölge Hindistan'dır. Amerika
kıtası ve Avrupa’daki Süryaniler ise Ortadoğu’dan XX. yüzyıl sonlarında
Ortadoğu ve Türkiye’den göç eden Süryaniler oluşturmaktadır.
Süryanilerin anavatanları olan Ortadoğu'dan binlerce mil uzaktaki
Kuzey ve özellikle de Güney Amerika'da önemli oranda bulunması dikkat
çeken bir husustur. Kuzey ve özellikle de Güney Amerika'nın 19’uncu
yüzyılın
son
çeyreğindeki
cazibe
durumu,
bu
bölgelere
Osmanlı
İmparatorluğu topraklarında yaşayan ekonomik gücü düşük kitleleri
kendine çekmiştir. Aralarında Müslümanların da bulunduğu, birçok
Hristiyan Arjantin, ABD ve Brezilya gibi ülkelere Osmanlının çeşitli
bölgelerinden, 1880'lerin başında göç etmişlerdir. Ekonomik sebepli olan
bu göç sonrası bir kısım göçmen dönerken çoğunluğu geri dönmemiştir.
Bu göçle giden yaklaşık 400.000 civarındaki Süryani'nin geri dönmeyerek
orada kaldığı değerlendirilmektedir.108
Yurt dışındaki Süryani nüfusu hakkında verilen bilgiler daha çok
tahminlere dayalı olmaktadır. Rabo, kilise hiyerarşisi içinde batı metropolitlik
bölgesinde yaşayan Süryani sayısını tahmini bir oranla 200.000-300.000
civarında olduğunu ileri sürmektedir. Bu sayının çoğunlukla Almanya’da
70.000-80.000, İsveç’te 55.000-65.000, ABD ve Kanada’da 15.000-40.000,
Hollanda’da 15.000, Arjantin’de 3.000, Belçika’da 15.000 ve İsviçre’de 6.0007.500, Avustralya’da 5.000 ve Brezilya’da 2.500-3.500, Avusturya’da 1.0002.500, Fransa’da 1.500-2.500, İtalya’da 1.000, İngiltere’de 500-800 ve adını
107
“Turabdin” kelimesi Hıristiyanlığın yayılması ile artan keşiş ve manastırlara ithafen “Tanrı’nın
kullarının veya hizmetkarlarının dağı” anlamında kullanılmaktadır. Bkz. Gabriel Akyüz, Mardin
İlinin Merkezinde Civar Köylerinde, s.25-26. Kürtler tarafından bu bölge 'Tor' ve burada yaşayan
insanlar da 'Tori' olarak adlandırmaktadırlar. Bkz. Erginer, a.g.m., s.27.
108
Kemal H. Karpat, "The Syrian Emigration From The Ottoman State, 1870-1914", Revue
D'Historie Maghrebine, Tunus, Yıl 10, Sayı 31-32, 1983, s.287-288, 294.
289
anmadığımız
diğer
düşünmektedir.
Avrupa
ülkelerinde
de
800
civarında
olduğunu
109
Tablo 3. Karşılaştırmalı Dünya Süryani Mevcudu (Antakya Süryani
Kilisesi Geleneğinden Gelen Cemaatler)
Ülke Adı
Nüfus
-1-110
Irak
1.500.000
Suriye
Nüfus
-2-111
Nüfus
-3-112
1.928.000 660.000
Ülke Adı
Nüfus
-1-
Nüfus
-2-
Nüfus
-3-
Fransa
20.000
18.000
60.000
700.000
815.000 2.000.000 Belçika
15.000
5.000
15.000
ABD
400.000
490.000 2.300.000 Gürcistan
15.000
15.000
İsveç
120.000
48. 000
110.000
Ermenistan 15.000
206.000
Lübnan
100.000
68.000
1.200.000 İsviçre
10.000
3.000
Brezilya
80.000
98.000
2.500.000 Danimarka 10.000
10.000
Almanya
70.000
31.000
Rusya
70.000
52.000
İran
50.000
74.000
Ürdün
44.000
Yunanistan 8.000
8.000
İngiltere
8.000
9.000
9.000
50.000
Avusturya
7.000
8,000
2000
15.000
8.000
İtalya
3.000
3,000
8.000
Avustralya 30.000
38.000
400.000
Y.Zelanda
3.000
4.000
50.000
Türkiye
24.000
24.000
25.000
Meksika
2.000
2.000
240.000
Kanada
23.000
23.000
200.000
Diğer
100.000
6,250
190.000
Hollanda
20.000
12.000
Hindistan
90.000
8.000
Arjantin
2.000.000 Toplam
300.000
3.447.000 4.005,250 12.425.000
Tablo 3‘de görüldüğü üzere sayılar hakkında kesin bir hükümde
bulunmak pek mümkün görünmemekle birlikte, dünya Süryani ekolünden
gelen
topluluğun
mevcudunun
%45’ini
Keldaniler,
%26’sını
Süryani
Ortodokslar, %19’unu Doğu Kilisesi mensupları, %4’ünü Süryani Katolikler,
109
Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
BetBasoo, a.g.e.
111
Assyrian Information Management, (Erişim) http://aim.atour.com/, 11 Mayıs 2010.
112
Günal, a.g.t., s.251.
110
290
%6’sını diğer Süryani cemaatinin oluşturduğu iddia edilmektedir.113 Zira
tablodaki sayıların içine sadece Süryaniler değil, Antakya Süryani Kilisesi
ekolünden gelen diğer topluluklar da dahil edilmesi sayılar arasında ciddi
tutarsızlıklara neden olmaktadır. Veysi Günal’ın Süryani, Nasturi, Keldani,
Maruni gibi Süryani geleneğinden gelen toplulukları birlikte ele alarak yaptığı
kitlesel
dağılım
Harita
1’de
görülmektedir.
Sadece
Süryanilerden
bahsettiğimizde bu rakam Avrupa, Amerika ve Avusturalya için tahmini 200300 bin, Asya kıtası için ise yaklaşık 4 milyon olmak üzere toplam 4,5 milyon
kadardır.
Harita 1. Dünyada Yoğunluğuna Göre Süryani Geleneğinden Gelen
Toplulukların Dağılımı114
Göçmenlerin
durumları
bulundukları
ülkelerin
sosyal,
kültürel,
ekonomik, siyasal ve dinsel farklılıkları nedeniyle, farklı coğrafyalarda
birbirlerinden faklılaşabilmektedir.115 Farklı coğrafyalara dağılmış olan
Süryanilerin konumsal ve ilişkisel durumlarının, dağıldıkları ülkeler bazında
incelenmesi konumuzu daha netleştirecektir.
113
Peter BetBasoo, Brief History of Assyrians, (Erişim) http://www.aina.org/aol/peter/brief.htm, 11
Mayıs 2010.
114
Günal, a.g.t., s.253.
115
Erginer, a.g.m., s.30.
291
5.3.1. Amerika
İlk resmî ilişkilerin başlangıcı 1831 yılına dayanmasına rağmen
ABD’ye doğru göçler, bu tarihten önce başlamıştır. ABD kayıtlarına göre,
Osmanlı İmparatorluğu zamanında ABD'ye göçler 1820-1860 yılları arasında
yoğunlaşmaya başlamış ve 1905-1915 arasında göç edenlerin sayısı
367.468 kişiye ulaşmıştır.116 1930’lardan önce çoğunlukla ekonomik
gerekçelerle yapılan bu göç ile gidenler, daha çok Türkiye'deki alt sosyal
kesimdendir. Bu sebeple çoğunluğu vasıfsız olan bu kimseler, Amerikan
sosyal hayatında pek de önemli mevkilere gelememişlerdir. 1940'lardan
sonra ise Türkiye'den ABD'ye gelen Türkler bir "beyin göçü" çerçevesinde bu
ülkeye gelmişlerdir.117
ABD’deki Süryani varlığı ise 1850 yılına dayanmaktadır. Fakat
bunların çoğu ABD’de fazla kalmayarak tekrar İran ve Türkiye’deki yurtlarına
geri dönmüşlerdir. ABD’ye göç edenler daha çok Nasturi’lerdir. 1940 yılında
Nasturi Patriği Mar Eshai Shimun Amerika’daki Nasturilerin sayısının 70.000
olduğunu belirtmektedir.118
Genellikle ABD’deki Nasturiler ve Süryaniler, Asur kimliğini kullanmayı
tercih
ettiklerinden
dolayı
bazen
Süryanileri
ayırmak
pek
mümkün
olamamaktadır. Ancak ABD’ne göç edenler daha çok 1918’den 1970’e kadar
İran, Türkiye, Filistin ve diğer Arap ülkelerinden gelen Süryani, Nasturi,
Keldani, Marunilerden oluşmaktadır. ABD’deki bu topluluğun sayısının 300
bin kadar olduğu tahmin edilmektedir.119 XX. yüzyılda ABD’ye doğru yapılan
bu göçlere baktığımızda; 1948 yılında İran’dan, 1960 yılında Irak’tan
(özellikle Bağdat, Kerkük ve Basra illerinden), 1975-1992 yılları arasında
116
Gordon, a.g.m., s.357-358.
Bu tarihten sonra 2.000 mühendis, 1.500 fizikçi ABD'nde çalışmaya başlamıştır. 1931-1940 yılları
arasında 1.065; 1941-1950 arasında 798; 1951-1960 arasında 3.519; 1961-1971 yılları arasında 10.142
Türk göçmeni ABD'ne gelmiştir. Genel olarak, Türkiye’den giden bu göçmenlerin oranı, %95 gibi
Hristiyan kesim ağırlıklıdır. Bkz. Harvard Encyclopedia of Ethic Groups, Massachusetts, 1980, s.993994; Gordon, a.g.m., s.303-308.
118
The Assyrian Academic Society, a.g.m.
119
Matfiyef, a.g.e., s.41.
117
292
Lübnan’dan (özellikle Lübnan’daki çatışmalardan kaçanlar) göç edenlerin
oluşturduğu görülmektedir. Yine bu grup içinde 1980’li ve 1990’lı yıllarda
İran-Irak savaşı, 1991 yılında Körfez Harekâtı gibi sebeplerden dolayı
ABD’ye göç edenler de dâhil edilmelidir.120
Süryanilerin bir kısmı gittikleri toplumlarda önemli mevkilere gelmiş
olmalarına rağmen Süryani milliyetçiliğini destekler bir tavır içine girmemiş
olanlar, kendi toplumları tarafından eleştirilmektedirler. Zira Süryani ve
Nasturilerin bir kısmı ABD’ni, kendilerini en çok hor gören ve ikinci sınıf
vatandaş muamelesi yapan ülke olarak görmektedirler.121
Aslında Süryani-Amerikan ilişkileri yoğun olarak misyonerlik faaliyetleri
içinde olmuştur. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrasında ortaya çıkan
olumsuz ekonomik tablo, diğer birçok topluluklar gibi Süryanileri de
etkilemiştir. Bu tablonun bir sonucu olarak çoğunlukla ekonomik gerekçelerle
ortaya çıkan Süryani göçü daha çok Amerika Birleşik devletlerine doğru
olmuştur. Süryaniler, bu ülkede daha ziyade Chicago, Detroit and San
Francisco gibi şehirleri tercih etmişler ve gruplar halinde yerleşerek farklı
kiliseleri kullanmaya başlamışlardır.122 Amerika’da Ortadoğu kökenlilerin
yoğunlukla yaşadığı eyaletlerden sırasıyla; Michigan’da 490,000 Ortadoğu
kökenli nüfusun %23’ünü Süryani geleneğinden gelen topluluklar (Süryani,
Nasturi, Maruni gibi) oluştururken bu oran diğer eyaletlerden California’da
750.000’nin % 10’ünü,
240,000’nin
175.000’nin
%1’ini,
%1’ini,
Illinois’de 220.000’nin % 23’ünü, New Jersey’de
Teksas’da
210.000’nin
Pennsylvania’da
%1’ni,
160.000’nin
Massachusetts’de
%1’ini
Süryani
geleneğinden gelen topluluklar oluşturmaktadır.123 Değişik kiliselere mensup
120
Bu sayının içinde Süryanilerin de olabileceğni değerlendiriyorum. Bkz. The Assyrian Academic
Society, “Assyrians of Chicago”, (Erişim) http://www.aina.org/articles/chicago.htm, 12 Mayıs 2010.
121
Matfiyef, a.g.e., s.160.
122
Örnek olarak bugün Chicago’da Doğu kilisesi mensupları, Mar Gewargis, Mar Sargis ve St. John
kiliseleri ile Bartlett’de St. Mary'nin kilisesinde; Keldani Kilisesi mensupları, Mart Maryam ve St.
Ephraim kiliselerinde; Süryani Ortodoks kilisesi mensupları ise Villa Park’daki St. John the Baptist
kilisesinde ibadetlerini yerine getirmektedir. Ayrıca Süryanilere ait Chicago’da Mar Odisho kilisesi de
ibadete açıktır. Bkz. The Assyrian Academic Society, a.g.m.
123
Eyaletlerde nüfus oranları için bkz. “Demographics” Arab American Institute Foundation,
293
bu topluluk Amerikan Asurlar Birliği’nin etrafında bir birlik görünümü
sergilemeye çalışmaktadırlar. Bu ülkeye olan göç ise hâlâ devam
etmektedir.124
ABD’deki Süryani kiliselerinin durumuna baktığımızda; metropolitliğini
Mor Clemis Eugene Kaplan’ın yaptığı Batı ABD metropolitlik vekillik
bölgesine bağlı 12 kilise, metropolitliğini Mor Cyril Aphrem Karim’in yaptığı
Doğu
ABD
metropolit
vekillik
bölgesine
bağlı
19
Süryani
kilisesi
bulunmaktadır. Bunun yanında metropolitliğini Mor Titus Yeldho Pathickal’in
yaptığı Malankara Süryani Kilisesine bağlı 27 kilise bulunmaktadır.125
Sosyal konumları genel olarak düşük olan Türk göçmenler karşısında,
sosyal mevki sahibi olmuş Ermeni ve Süryani göçmenler,126 savundukları
ideolojiler açısından Amerikan toplumunda adil olmayan bir etkiye sahiptirler.
Zaten Ahmet Muhtar Bey’in de belirttiği gibi çok eskilere giden Amerika’daki
Türk düşmanlığı, Türk-Amerikan dostluğunun doruk noktasına ulaştığı, ya da
öyle göründüğü dönemlerde bile tekrar ortaya çıkma eğilimlidir.127
New Jersey ve Los Angeles’deki metropolitlik ve vekilliklerin dışında
Malankara Süryani kilisesine bağlı New York’da da bir patrik vekilliği
bulunmaktadır. Ayrıca Amerika kıta’sında Brezilya, Arjantin ve Kanada’da da
patrik vekilliği bulunmaktadır.
5.3.2. Avrupa
Türkiye’nin Avrupa ile ilişkileri on asır gibi uzun bir dönemi
(Erişim) http://www.aaiusa.org/pages/demographics/, 22 Kasım 2010.
124
Yona Sabar. “From Tel-Kepe (“ A Pile of Stones”) in Iraqi Kurdistan to Providence , Rhode Island:
The Story of a Chaldean Immigrant to the U.S.A. in 1927.” Journal of American Oriental Society,
Issue 98, No 4, Aralık 1978, s. 410.
125
Detaylı bilgi için bkz. “Syriac Orthodox Church” (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Syriac_
Orthodox_Church, 22 Mayıs 2010.
126
1996-97 yılları arasında Chicago’da 390 adet Asurîlere ait işyeri olduğu bildirilmiştir. Bkz. The
Assyrian Academic Society, a.g.m.
127
Bilal N.Şimşir, "Türk- Amerikan ilişkilerinin yeniden kurulması ve Ahmet Muhtar Bey'in
Washington Büyükelçiliği 1920-1927", Belleten, Ankara, C. XLI, No.162, 1977, s.341.
294
kapsamaktadır. Türklerin geçmişte Avrupa ile ilişkilerindeki konumlarının,
bugünkü Türkiye Avrupa ilişkilerinden farklı olmasına rağmen günümüze ışık
tutması açısından önemlidir.128
Avrupalıların Türklerle ilk karşılaşması cephelerde olduğundan dolayı
kafalarında şekillenen tablo da daha çok bu çerçevede olmuştur. Özellikle
güç dengesinin Türkler lehine olduğu yıllar, Avrupa’nın kafasında Türk’ün bir
tehlike olarak algılanmasına ve bu algının ise toplumun genlerine
işlenmesine neden olmuştur. İstanbul’un fethi ile de başladığı ileri sürülen
‘Batılaşma’ süreci129 özellikle 1800’lü yıllardan itibaren, Batı Avrupa’yı model
alan hızlı bir değişim sürecine dönüşmüştür.130 Bu süreç Cumhuriyet
döneminde de devam etmiş olmasına rağmen Avrupa tarafından Türkler ile
ilişkilerinde coğrafya, dinî ve kültürel farklılıklar bir engel olarak çıkarılarak,
“uluslararası ilişkilerde negatif bir ayrımcılık” yapılmıştır ve hâlâ da
yapılmaktadır. 131
Bugün Avrupa’nın çoğu yerine dağılmış olan Süryaniler, Türk ve
Türkiye aleyhine olan bu mantalitenin değiştirilmesinde kullanılabilecek bir
unsurken, giderek sözde soykırım söylemleri ile, mevcut yanlış algının
pekişmesine ve hatta daha da kutuplaşmasına katkı sağlamaktadır.
5.3.2.1. Avrupa Birliği
Türkiye; BM, AK ve AGİT gibi uluslararası örgütlere üye ve bu
çerçevede çok sayıda uluslararası belgeye taraf bir devlet olarak,
uluslararası alanda yükümlülük altına giren ve Batı'ya entegre olmaya çalışan
128
David Barchard, “Turkey and the West”, Royal Institute of International Affairs,
Routledge&Kegan Paul, London, 1985, s.50.
129
Emre Kongar, Kültür Üzerine, İstanbul, Çağdaş Yayınları, 1982, s. 50; Osmanlı tarihinde
azınlıklar sorununu İsmet İnönü’de İstanbul’un fethine dayandırmaktadır. Bkz. Seha L. Meray, Lozan
Barış Konferansı: Tutanaklar-Belgeler, Takım I, C. I, Kitap I, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1993
s.188.
130
Şerif Mardin, “European Culture and The Development of Modern Turkey”, Turkey and
European Community, ed. Ahmet Evin ve Geoéfrey Danton, Leske, Budrich Opladen 1990, s.5-6.
131
İhsan Sezal, “An Overall View of Structural Changes in Turkey: The Republican Era (1923 – 93)”,
Uludağ Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, Mart 1984, s.198-199.
295
bir ülkedir. Türkiye, insan haklarının ve temel özgürlüklerin korunmasıyla
ilgili uluslararası düzenlemeleri imzalayıp onaylayarak, AB'ye girmek
yolundaki istek ve iradesini ortaya koymuş olmasına rağmen, Avrupa Birliği
yetkili
organlarının
ve
üye
ülkelerinin
Türkiye’ye
yönelik
olumsuz
yaklaşımları devam etmektedir. Bu durum Türkiye tarafından ciddi şekilde
eleştirilmektedir.
Türkiye, 11 Aralık 1999'daki AB Helsinki Zirvesi'nde, AB'ye adaylık
statüsünün
kabul
edilmesinden
itibaren
özellikle
"Kopenhag
Siyasi
Kriterleri"nin tam olarak benimsenmesi için Türk mevzuatı ve bu
mevzuatın uygulaması için ciddi bir çaba gösterilmiştir. Türkiye’nin bu
kapsamda; 19 Mart 2001'den itibaren hazırladığı "Ulusal Program (UP)" ile
Avrupa Birliğine uyum için gösterdiği çabalara rağmen132 AB, yıllık olarak
yayınladığı "İlerleme Raporları" ile Türkiye'deki gayrimüslim azınlıklar ile
diğer etnik ve dinsel grupların taleplerine yönelik ilave talepler dile getirmeye
devam etmiştir.133 Bu raporlar ile Anayasa ve yasalarda yapılan değişiklikler
132
Avrupa Birliğinin talepleri doğrultusunda Türkiye, insan ve azınlık haklarını ilgilendiren
mevzuatında reformlara girişerek 9 adet AB Uyum Paketi çıkarmıştır. Bu paketler ile AB Uyum
Paketleri'nin getirdiği Türkiye'deki kültürel grupları ve azınlıkları ilgilendiren düzenlemeler
şöyle sıralanabilir: İkinci Uyum Paketi ile, Basın Kanunu'nda, yasak dillerde yayın yapma
konusundaki hüküm kaldırılmıştır. Üçüncü Uyum Paketi ile, 2923 sayılı "Yabancı Dil Eğitimi ve
Öğretimiyle Türk Vatandaşarının Farklı ve Dil ve Lehçelerinin Öğrenilmesi Hakkında Kanun"da
yapılan değişikliklerle, Türk vatandaşlarınca geleneksel olarak kullanılan farklı dil ve
lehçelerin öğrenilmesindeki sınırlamalar kaldırılmıştır. Vakıflar Kanunu değiştirilerek, cemaat
vakıflarının Bakanlar Kurulu kararıyla taşınmaz edinebilmeleri sağlanmıştır. Dördüncü Uyum
Paketi ile, Vakıflar Kanunu tekrar değiştirilmiş, cemaat vakıflarının taşınmaz edinebilmeleri bu kez
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün iznine bağlanarak kolaylaştırılmıştır. "Cemaat Vakıflarının Mal
Edinmeleri, Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları ve Tasarrufları Altında Bulunan Taşınmaz
Malların Bu Vakıflar Adına Tescil Edilmesi Hakkında Yönetmelik", 24 Ocak 2003 tarihinde
yürürlüğe girmiştir. Altıncı Uyum Paketi ile, Radyo ve Televizyon Kuruluşu ve Yayınları
Hakkındaki Kanun'da yapılan değişiklikle, özel radyo ve televizyon kanallarının çeşitli
geleneksel dil ve lehçelerde yayın yapmalarına olanak tanınmıştır. Nüfus Kanunu değiştirilerek,
ana-babaların çocuklarına istedikleri adı koymalarına yönelik kısıtlamalar kaldırılmıştır. İmar
Kanunu'nda değişiklik yapılarak, her din ve inanışa ait ibadet yerlerinin kurulmasına imkan
tanınmıştır. Yedinci Uyum Paketi ile, Türk vatandaşları tarafından kullanılan dil ve lehçeleri
öğrenme imkanları genişletilmiş, mevcut dil kursları içerisinde bu amaçla özel sınıf açılması
mümkün kılınmıştır. Bununla birlikte, yapılan köklü reformlara rağmen, uygulamada birçok
sorun ortaya çıkmış ve çok ağır bir ilerleme kaydedilmiştir. Bkz. Oran, Türkiye'de Azınlıklar:,
s.98-99.
133
Zeri İnanç, Uluslararası Belgelerde Azınlık Hakları, Ankara, Ütopya Yayınevi, 2004, s. 44;
Tarık Ziya Ekinci, Avrupa Birliği'nde Azınlıkların Korunması Sorunu, Türkiye ve Kürtler,
İstanbul, Sümer Yayıncılık, 2001, s.89-128; Uyum yasaları ile getirilen düzenlemeler ve bu
düzenlemelerin eski hali hakkında toplu bir karşılaştırma için bkz.Avrupa Birliği Uyum Yasaları,
296
sonrasında, insan hakları ve temel özgürlükleri alanında pek çok AB’ne üye
devletlerdeki
düzenlemelerden
daha
ileri
düzenlemelerin
Türkiye’den
isteniyor olması, “Türkiye’ye neden farklı uygulama yapıldığı?” sorusunu akla
getirmektedir. Türkiye tarafından zaman zaman olumsuz algılanan bu
gelişmelere rağmen, Türkiye’ye 3 Ekim 2005’den başlamak üzere müzakere
tarihi verilmiştir.134
Türkiye ile AB arasındaki Katılım Ortaklığı Belgelerindeki kriterlerden,
bir kısmı AB üye ülkelerinin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası
konusundaki tutumundan kaynaklanan, güvenlik boyutunu da içeren bazı
sorunlarının bulunduğu bir gerçektir. Bunlardan Avrupa Parlamentosunda
Türkiye’nin “Sözde Ermeni Soykırımı”nı tanıması konusunda bir karar
suretinin kabul edilmiş olması ve Katılım Ortaklığı Belgelerinde Türkiye’deki
bütün vatandaşlara eğitim, radyo-TV yayını dâhil tüm kültürel hakların
tanınması yönündeki aldığı kararlar ayrıca tartışılacak konulardır. 135
Avrupalılaşma amacıyla başlatılan süreç sonunda kamu alanında ve
sosyal alanda yapılan tüm düzenlemelere rağmen, yapılandan çok
yapılmayana bakan AB, insan hakları gibi birçok konuda Türkiye’ye baskı
yapmaya devam ederken, diğer taraftan insan hakları konusunda sicili en
kötü ülke olarak Türkiye’yi göstermeye başlamış olması, yürütülen önyargılı
yaklaşımın bir göstergesi olarak kabul edilebilir.136
Türkiye’nin bir mozaik olduğu ve 47 ayrı etnik topluluktan137 meydana
geldiği iddialarının bazı kimselerce sahiplenilip savunulduğu günümüz
Türkiye’sinde,
Avrupa
Birliği
tarafından
gündeme
taşınan
azınlıklar
T.C. Dışişleri Bakanlığı AB Genel Sekreterliği, Nisan, 2004.
134
Dora, a.g.m.
135
Nezihi Çakar, “AB Türkiye İlişkilerinin Güvenlik Boyutları”, AGSK, AB ve NATO İlişkilerinin
Geleceği Türkiye’ye Etkileri Sempozyumu, İstanbul, Harp Akademileri Sempozyum Kitabı, HAK
Yayını, 11-12 Ocak 2001, s.313-317.
136
Gideon Burrows, Silah Ticareti Kılavuzu, İstanbul, Metis, 2003, s.55.
137
Peter Alford Andrews, Türkiye’de Etnik Gruplar, çev. Mustafa Küpüşoğlu, Ant Yayınları,
Weisbaden 1989. Andrews’in tasnifine ilişkin bilimsel bir eleştiri için bkz. Orhan Türkdoğan, Etnik
Sosyoloji, İstanbul, Timas Yayınları, 1999 s.104-115.
297
konusunda, kendi üye ülkelerindeki azınlıklara yönelik yaklaşımın nasıl
olduğuna kısaca bakılmasında fayda vardır.
Azınlıklar
konusunda
Avrupa
Birliği
ülkelerinin
durumuna
bakıldığında; AB’nin önde gelen ülkelerinden Fransa, ülkesinde 1.200.000
Alzaslı, 900.000 Breton, 300.000 Lorenli, 300.000 Katalonyalı, 200.000
Korsikalı, 200.000 Flaman ve 100.000 ila 200.000 Basklı yaşıyor olmasına
rağmen ülkesinde azınlık bulunmadığını ve “Fransa’da tek bir halkın olduğu,
onun da Fransız halkı olduğu” şeklinde konuya yaklaşmaktadır. İsveç,
ülkedeki azınlıkların varlığını ancak üç yıl önce tanımıştır. Yunanistan,
yaklaşık 70 yıldan beri ülkesindeki Makedon azınlığının varlığını kabul
etmemektedir. Bugün Yunanistan’daki Makedon azınlığının okulları, kiliseleri
ve hiçbir azınlık kurumu yoktur. Bu arada Atina, resmî bir caminin olmadığı
tek Avrupa Birliği başkentidir”.138
Tüm bu somut göstergelere rağmen Avrupa Parlamentosunun
herhangi bir kararında, bu bahsettiğimiz kendi üyelerinden söz eden veya
Avrupa basınında bu azınlıklardan söz eden yazılara, yorumlara, eleştirilere
de rastlanmamaktadır. Buna rağmen Türkiye ve üye olmayan bazı
ülkelerdeki duruma büyük duyarlık gösteren batı ülkelerinin ve insan hakları
kuruluşlarının (pek nadir istisnalar bir yana bırakılırsa), anlaşılmaz durumu
Türkiye tarafından kuşku ile karşılanmaktadır.139 Gelişmeler Helmut Kohl’ün,
“AB, her şeyden önce ortak değerler, özellikle Hristiyanlık ve aydınlanma
çağının düşünceleri tarafından belirlenen bir kültürel birlik” olduğu yönündeki
söylemini teyit eder şekilde gelişmektedir.140
Diğer taraftan Avrupa Birliği organlarından Avrupa Parlamentosu,
1980’li yıllardan itibaren 1915–1917 olaylarını soykırım olarak tanımlamakta
ve Türk hükümetinden de bu kararı kabul etmesini istemektedir. Ayrıca
138
Bekir Berat Özipek, “Gayrimüslimlerin İnsan Hakları Sorununu Tartışmak: Kaygılar ve Sorular”,
(Erişim)http://www.rightsagenda.org/attachments/107_gayrimuslumlerininsanhaklarisorununutartisma
k.doc, 11 Haziran 2010; daha geniş bilgi için bkz. Arısoy, a.g.t., s. 74-108.
139
Öymen, a.g.e., s.145-149.
140
Ali Bulaç, Avrupa Birliği ve Türkiye, İstanbul, Eylül Yayınları, 2001, s.103.
298
Türkiye’nin soykırım iddiasını kabul etmemesinin Avrupa Birliği’ne kabulü
önünde kesin engel olarak gördüğünü dile getirmektedir.141
Avrupa Parlamentosu 18 Haziran 1987’de “Ermeni Sorunu” başlıklı
kararında soykırım kavramını açıkça vurgulamıştır.142 Avrupa Parlamentosu,
15.11.2000 tarihli kararı ile “Türk hükümetine ve TBMM’ne özellikle modern
Türkiye devletinin kurulması öncesinde Ermeni azınlığın maruz kaldığı
soykırımın kamuoyu önünde kabulü ile Türk toplumunun önemli bir parçasını
oluşturan
Ermeni
azınlığa
taze
bir
destek
vermesi”
çağrısında
bulunmuştur.143
Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu tarafından 15 Aralık 2004
tarihinde onaylanan "Eurlings'' Raporu144 veya 27 Eylül 2006 tarihli Avrupa
Parlamentosu
kararı145
gibi
Türkiye’yi
açıktan
soykırımla
suçlayan
yaklaşımlar ise Türkiye tarafından endişe ile izlenmektedir.
Cumhuriyet döneminde ilk defa Lüksemburg Zirvesi sonrasında
Avrupa Konferansına katılma şartları arasında zikredilen azınlık konusu
içinde Türkiye’de resmi azınlık olarak kabul edilen Yahudi, Rum, Ermeni ve
Bulgar dışında başka toplulukların da olduğu dile getirilmiştir.146 Türkiye’nin
toprak bütünlüğünü tehdit edebilecek bir gelişme olan bu durum, AB
Parlamentosunun veya Avrupa Komisyonunun gerek Süryaniler, gerekse
141
Taner Timur, 1915 ve Sonrası, Türkler ve Ermeniler, İmge Yayınları, Ankara, 2001, s.20’den
aktaran Bayzan, a.g.e., s.24.
142
Ö.Faruk Gençkaya ve Burcu Gezgör, “Avrupa Parlamentosu, İnsan Hakları, Demokrasi Ve
Türkiye: Başlıca Temalar Ve Etkileri”, Yeni Türkiye, Avrupa Birliği Özel Sayısı, Eylül-Ekim 2000,
Sayı:35, s.646-661.
143
EU Parlament resolution on the 1999 regular report from the commission on Turkey’s progress
towards accession COM(1999) 513-C5-0036/2000-2000/2014 (COS).
144
Şükrü Elekdağ, “AB’den Türkiye’ye Ermeni Engeli”, Cumhuriyet, 25 Nisan 2005, s.6.
145
Avrupa Parlamentosunun Türkiye Raporu Taslağı, Dışişleri Komisyonu'nda 4 Eylül 2006 tarihinde
altıya karşı 52 oyla kabul edildi. Buna göre ilk defa Yunan parlamenterlerin girişimiyle Süryani ve
Pontus soykırımlar ibareleri bir Avrupa Parlamentosu raporuna girmiştir. Rapor’un 50. paragrafı
Türkiye’nin Ermeni “soykırımı”nı tanıma çağrısı yaparken paragrafın sonunda, “benzer bir yaklaşım
diğer azınlıklar için de kabul edilmelidir” deniyor ve parantez içinde Pontus Rumları ve Süryani
örnekleri veriliyor. Bkz. Güven Özalp, “Soykırım'ı tanıyın' şartı!”, Radikal Gazetesi, 05 Eylül 2006,
(Erişim) http://www.radikal.com.tr, 05 Eylül 2006; Sema Sezer, “Fransa’daki Çöp Evler ve Tetikte
Bekleyen Pontus-Süryani Soykırımları”, Stratejik Analiz, Kasım 2006, s.45.
146
S.Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türkiye, İstanbul, 5. Baskı, Beta Basım Yayım, 1998, s.375.
299
diğer gayrimüslimler hakkında aldıkları kararların, Sevr’in 36, 72, 141,142,
144 ve 147’nci maddeleri ile olan benzerliği de dikkate değerdir.147
Avrupa Parlamentosu’nda son yıllarda giderek artan bir şekilde
Süryanilerin, Ermeniler ile işbirliği içinde Türkiye aleyhtarı faaliyetlerde
bulundukları
görülmektedir.148
Türkiye
aleyhine
yürütülen
bu
lobi
faaliyetlerinin mevcut sorunu giderek daha da kronik hale getireceği
değerlendirilmelidir.
Süryaniler
açısından
Avrupa
Birliği
ile
yaşanan
bu
sürece
baktığımızda; hem azınlıklara yönelik kararlar içinde hem de doğrudan
Süryanilere yönelik alınan kararları içinde değerlendirildikleri görülmektedir.
Yani bu konu iki boyutlu olarak düşünülebilir. Keza 5.11.2003 tarihinde
yayınlanan Avrupa Birliği İlerleme Raporunda da Süryanilerin azınlık
haklarından, Lozan’a rağmen yararlandırılmadıkları dile getirilmiştir. 6 Ekim
2004 tarihli, Avrupa Birliği Komisyonunun son ilerleme raporunda ise
gayrimüslim Süryanilerin halen okul kurma iznine sahip olmaması bir eksiklik
olarak değerlendirilerek, Süryanilere yönelik doğrudan görüş belirtilmiştir.149
Türkiye’nin
Avrupa
Birliği
süreci
ve
bu
bağlamda
bölgedeki
Süryanilerin durumu ve geleceğinin bazı AB delegasyonları tarafından
147
22 Aralık 1993 tarihli kararı ile Kürtlere, 24 Ekim 1996 tarihli kararı ile İstanbul Rum Ortodoks
Patrikhanesine yönelik, Avrupa Komisyonu’nun 08 Kasım 2000 tarihli raporunda Heybeliada Ruhban
Okuluna yönelik kararları, AB Parlamentosu’nun 15 Kasım 2000 tarihli kararı ile Ermeni soykırım
iddiaları için bkz. A. Hurşit Tolon, Birinci Dünya Savaşı Sırasında Taksim Anlaşmaları ve Sevr'e
Giden Yol, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 2004’den aktaran Ümit Sayın, “Bayram
Değil; Seyran Değil Stratejik Müttefiklerimiz Bizi Neden Parçalıyor?” Netpano, (Erişim)
http://www.netpano.com/makale/?makale=289, 22 Mart 2009.
148
28 Nisan 2010’da Avrupa Parlamentosu’nda yapılan Türkiye'deki Süryanilerin hakları
konferansında; “Türkiye’nin Ermenilere ve Süryanilere karşı yapılan soykırımı kabul etmesi,
Türkiye’nin AB’ne girmesinin engellenmesi” odaklı konuşmalar yapılmıştır. “Avrupa
Parlamentosu'nda Türkiye'deki Süryanilerin Hakları Konferansı”, ABHaber, 29 Nisan 2010, (Erişim)
http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=6101, 20 Mayıs 2010; Avrupa parlamentosunda 26 Mart
2007 günü sol ve Türkiye karşıtı örgütler tarafından organize edilen konferansta Türkiye’nin üyelik
öncesi Ermeni, Süryani ve Rum soykırımını kabul etmesi gerektiğini dile getirilmiştir. Bkz. “EU
Conference Calls on Turkey to Recognize Assyrian Genocide”, (Erişim) http://www.aina.org/releases/
20070403104508.htm, 03 Nisan 2007.
149
Dora, a.g.m.
300
Deyru’l-zafaran Manastırında konuşulması, Süryanilerin Avrupa Birliği
tarafından önemsendiği şeklinde de yorumlanabilir.150
Süryaniler ise Avrupa Birliğine Türkiye’nin dâhil olmasına sıcak
bakmakta ve üyelikle beraber bugün sorun olan çok şeyin düzeleceğini
düşünmektedirler.151
5.3.2.2. Almanya
Daha önceleri Orta Avrupa Metropolitliğine bağlı iken, 1997 yılında
artan cemaat sayısından dolayı Warburg’da ayrı bir metropolitlik olarak
kurulan Almanya Metropolitliğine 50 civarında kilise bağlıdır. Bu kiliselere
ilâve olarak Yerel Yönetim Kurulları (her kilisede birer tane) ve Yüksek
Yönetim Kurulu (Almanya genelinde bir tane) vasıtasıyla da Süryanilerin
Almanya’daki sorunlarına çözüm bulunmaya çalışılmaktadır.152
Almanya’da Süryani toplumunun karşılaştığı ilk sorun, lisan sorunu
olmuştur. Lisan sorunu ile birlikte bugün sorunlarının büyük bir kısmını aşmış
gibi görünen Süryaniler için işsizlik, asimilasyon, kültürel bozulma, terör
örgütlerinin tehdidi, hâlâ sorun olmaya devam etmektedir.
Almanya’daki Süryanilerin yarıya yakını kendi özel işlerini yaparken,
yaklaşık %30’u devlet daireleri ve özel şirketlerde çalışmaktadır. Eğitim
seviyesi giderek artan Almanya Süryanileri, kendilerini kiliseye bağlı olarak
150
14 Mayıs 2007 pazartesi günü, Ankara’daki Almanya Büyükelçiliğinin başkanlığında AB
ülkelerinin elçilerinden oluşan 23 kişilik bir delegasyon bölge gezisi kapsamında geldiği Deyruzafaran
Manastırında, Türkiye’nin Avrupa Birliği süreci ve bu bağlamda bölgedeki Süryanilerin durumu ve
geleceği konuşuldu. Bkz. “AB Delegasyonu Mardin’de” (Erişim) http://www.deyrulzafaran.org/
turkce/manastir/haberdetay.asp?id=122&kategori=HABERLER, 22 Mart 2009.
151
Can Dündar, “Süryaniler Döner mi?”, Köşe Yazıları, 11 Mayıs 2000, (Erişim)
http://www.candundar.com.tr/ index.php?Did=1311, 11 Ekim 2006; Metropolit S. A. ile 04 Nisan
2007 tarihinde Mor Gabriel Manastırında yapılan sözlü mülakat.
152
Gürbüz, a.g.e.
301
görmektedir. Kiliselerinde Süryanice ibadet ederken, Süryanice dilini ve
kültürlerini de korumaya gayret etmektedirler.153
5.3.2.3. İngiltere
Aslında Ermeni, Nasturi veya Süryani sorunu denildiğinde iki büyük
aktör Rusya ve İngiltere karşımıza çıkarmaktadır. Sorunun yaratılmasındaki
etkisine rağmen sorundan belki de en az etkilenen ülke olan İngiltere, klasik
İngiliz politikasını, Süryani konusunda da ortaya koymuştur. İngiltere tüm bu
konularda basit bir politika izlemiştir: “Divide et impera: Böl ve yönet”. 154
Bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi İngiltere, Birinci Dünya Savaşı
sırasında çeşitli vaatlerle Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırttığı Nasturi ve
Süryanilere savaşın sonunda sahip çıkmamıştır. Bununla birlikte İngiltere,
yeni politikalarında tekrar kullanmak üzere Süryani-Nasturiler üzerinde
hesaplar yapmaktan ve yeni vaatlerde bulunmaktan da geri durmamıştır.
1914-1945 yılları arasında İngiliz hükümeti tarafından İran ve Irak’ta
görevlendirilen Ortodoks bir din adamı olan Wigram’ın İngiliz politikası
hakkında söylemiş olduğu şu sözler bu gerçeği teyit etmektedir: “Bizler
(İngilizler) Süryanileri (Nasturileri) resmen kullandık. Onları düpedüz aldattık.
Vaatlerimize kandıklarından her verdiğimiz işi yaptılar. Ama daha sonra
onları düşmanın eline terk ettik ki öçlerini alabilsinler. Bu konu Cemiyet-i
Akvam’da ele alındı. Alınan karar gereğince güya Süryanilere (Nasturiler) bir
yurt verilecekti. Özellikle bizler onların acı çekmelerine neden olduğumuzdan
parayla bile olsa böyle bir yurt bulmalıydık.” diyerek
bir gerçeği dile
getirmektedir.155 İngilizlerin Süryanilere yurt verme karşılığında savaşa
153
Gürbüz, a.g.e.
Çitlioğlu, a.g.e., s.148.
155
Faik Bulut, Kürdistan’da Etnik Çatışmalar Dar Üçgende Üç İsyan, 2. Baskı, Evrensel Basım
Yayın, İstanbul, 2005, s. 199.
154
302
sürüklemesine rağmen, savaş sonunda bu sözlerin tutulmadığını, Nasturi
Patriği Mar Eshai Shimun da şikâyet ederek dile getirmektedir.156
Bu bölge halklarının aslında hiç aklından çıkarmaması gereken bir
gerçek olarak İngiltere; gerek Hindistan yolunun güvenliği, gerek Musul
petrollerinin hâkimiyeti,157 gerekse Rusya ile olan mücadelesinin bir
sonucu158 olarak Mezopotamya halklarına aslında hep acı getirmiştir.
İngiltere, Süryanilere yönelik politikasını bilimsel çalışmalarla da
desteklemektedir. İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde kurduğu Süryaniler
Kürsüsünde, Süryanice dili, tarihi ve edebiyatı bölümlerinde eğitim
vermektedir.159 İngiliz siyaseti gündemde tuttuğu soykırım söylemleri ile
Türkiye’ye karşı elini güçlü tutmaya çalışmaktadır. Bu amaçla zaman zaman
parlamentosunda sözde soykırım konulu konferanslar düzenlenmesine de
kayıtsız kalmaktadır.160
Aslında Nasturileri Osmanlı’ya karşı kullanırken161, Nasturilerin başarılı
olamayacağını ve çok zayiat vereceğini162 bildiği halde İngiltere’nin
Nasturilere
yönelik
politikasının
kanaatimizce
ciddi
sorgulanması
gerekmektedir. İngiltere’nin bu politikası tüm diğer bölge halkları gibi
Nasturilere de çok acı çektirmiştir.
156
“An Appeal From Mar Eshai Shimun XXI Catholicos Patriarch Of The Assyrians To All The
Christian Churches”, Nicosia, Cyprus,1933, (Erişim) http://www.edessa.com/histdocs/appeal1933.htm
157
“Assyrian Genocide”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Assyrian_ genocide#cite
_note-0, 22 Mart 2009.
158
Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi 1838'den 1995'e, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1998, s.1085.
159
Bu kürsünün Başkanlığını Prof. Dr. Sebastian P. Brook, yardımcılığını ise David Taylor
yürütmektedir. Bkz. Altınışık, a.g.e., s. 6, 12.
160
2 Ocak 2006 tarihinde İngiliz parlamentosu’nda “Sözde Asur Soykırımını” konu alan “1915 Asur
Süryani soykırımı unutulmuş soykırım” başlıklı bir konferans düzenledi. (Erişim)
www.ntvmsnbc.com/news/36287.asp?cp1=1, 22 Mart 2009.
161
İngiltere, Ermeni ve Nasturiler’den teşekkül ettirdiği birlikleri Osmanlı’ya karşı kullanmıştır. Bkz.
Bâb-ı Âlî Dâhiliye Nezâreti Şifre Kalemi, Tarih:1 Kânûn-ı Sâni sene 1336, DH. KMS, 50-3/17_2,
Devlet Arşivleri, (Erişim) http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/belge.asp?kitap=28&belge=866#
secili, 22 Mayıs 2010.
162
Assyrian Information Management, (Erişim) http://aim.atour.com, 20 Mayıs 2009.
303
İngiltere’ye hizmet eden Nasturiler, İngiliz hükümetinin en azından
kendilerine karşı ahlâksal sorumluluğu olduğunu düşünmektedirler.163 Böyle
düşünmeye onları iten çok neden vardır. Savaştaki işbirlikleri164 yanında
İngiltere tarafından kendilerine verilip tutulmayan bağımsızlık sözleri,165
güvenliklerinin sağlanması veya kendilerine yurt verilmesi vb. daha birçok
konuda İngiltere, Nasturileri kandırmıştır.166
Irak’ta 1918 yılı sonrasında da Nasturilere karşı oluşan anti
sempatiden yine İngiltere sorumludur. Nasturi, Keldani ve Süryanilerden
teşkil ettirdikleri Levi Kuvvetlerini bölge insanına karşı cezalandırıcı gibi
kullanması, diğer toplulukların, özellikle Nasturi ve Keldanilere karşı
düşmanlığının yükselmesine ve 1933 yılında Irak’ta 3000 Nasturi ve
Keldani’nin katledilmesine yol açmıştır.167 İngiltere, 1942 yılına kadar da
Nasturileri kullanmaya devam etmiştir.168
Günümüzde Mor Athanasius Touma Dawud Dakama’nın ruhanî
liderliğinde İngiltere’deki Süryaniler, dinî hizmetlerini yürütmektedirler.169
İngiltere, Avrupa ülkeleri içinde cemaat sayısı olarak en sonlarda yer
163
Parliamentary Debates, House of Lords, 28 Kasım 1933, Vol. 90, No. 4, s. 142’den aktaran “The
Assyrian Tragedy”, Annemasse, Assyrian International News Agency Books Online, Şubat 1934,
(Erişim) www.aina.org, 15 Aralık 2008.
164
İran’daki İngiliz askerî görev kuvvetinin başında bulunan Albay J.JMcCarthy’nin ifadesine göre: “
1918 yılından ateşkesten sonraki altı aylık süreye kadar Türklere karşı bize katılan Asuriler” diyerek
aralarındaki işbirliğini dile getirmektedir. Bkz. Irak Yönetimi Resmi Raporu, Ekim 1920, Mareli,
1922, s.102’den aktaran “The Assyrian Tragedy”, Annemasse, Assyrian International News Agency
Books Online, Şubat 1934, (Erişim) www.aina.org, 15 Aralık 2008.
165
İngiliz subayı Yüzbaşı Gracey, asurilere onların bağımsızlığı için söz vermişti. Onun bu sözlerini
Paul CAUJOLE “İstihbarat servisinin emri altında faaliye yürüten Yüzbaşı Gracey, Asurileri Türklere
karşı direnişte organize etmek amacıyla Van’dan karargaha gelmişti… Gelecekte Asurilerin
bağımsızlığını ilanı için söz vermişti” diyerek dile getirmekte ve benzer ifadeler Baselie Nikitine’de
karşılıklı mektup teadisinde dile getirmektedir. Bkz. “The Assyrian Tragedy”, Annemasse, Assyrian
International News Agency Books Online, Şubat 1934, (Erişim) www.aina.org 15 Aralık 2008.
166
“The Assyrians”, (Erişim) http://www.aina.org/articles/assyrians.htm 01 Mayıs 2009.
167
“The Assyrian Tragedy”, Annemasse, Assyrian International News Agency Books Online, Şubat
1934, (Erişim) www.aina.org, 15 Aralık 2008.
168
Aralık 1942 yılında Alman ilerlemesine karşı kullanılmak üzere oluşturulan paraşüt birliklerinde
Asuriler de görev almıştır. Gaby Kiwarkis, “Assyrian Paratroopers in Albania and Greece”, 04
Haziran 2008, (Erişim) http://www.assyriatimes.com/engine/modules/news/article.php?storyid=3318,
01 Mayıs 2009.
169
“Diözesen der Syrisch-Orthodoxen Kirche von Antiochien”, Suryoyo Online, (Erişim)
http://www.suryoyo.uni-goettingen.de/sok/diozese.htm, 25 Ocak 2010.
304
almasına rağmen Süryanilere yönelik politikaların belirlenmesinde belki de en
etkin devletlerden birisidir.170
5.3.2.4. Hollanda
Süryani örgütlenmesi, 1971 yılından sonra Viyana merkezli iken,
Midyatlı İsa Çiçek'in Hollanda'ya metropolit olarak atanmasıyla, ağırlıklarını
Hollanda ve civarına taşımış, böylece Süryaniler için daha önemli bir ülke
konumuna gelmiştir.171 15.4.2007 tarihinden beri Mor Polykarpos Avgin
Aydin’ın metropolitliğini yaptığı Hollanda Süryani cemaati, Avrupa’da
Almanya ve İsveç’ten sonra en fazla nüfusa sahip olanıdır. Metropolitlik
merkezi St. Ephrem manastırındadır.
Türkiye açısından Hollanda, kötü anıların olmadığı, birçok Türk kökenli
insanın yaşadığı bir ülke olmasından dolayı aslında Türkiye’de sempatik
bulunan bir ülkedir. Bundan dolayı son yıllarda Hollanda’da Türkiye aleyhine
gelişen
tablo
Türkiye’de
kafa
karışıklığına
neden
olmakta,
sebebi
anlaşılamamaktadır. Keza, sözde Ermeni soykırımını tanıyan ülkelerden biri
olan Hollanda’da, “soykırım” demedi diye Türk adayının seçim listesinden
çıkarılması172ve sözde Süryani soykırımına yönelik yapılan çalışmalar
Türkiye’den üzüntü ile izlenmektedir.
Hollanda’da giderek artan bu Türk düşmanlığında en az Hollanda
kadar Türkiye’nin de suçu olduğu, konuya ve oradaki Türk göçmenlere karşı
duyarsız kaldığı da görülmektedir.
170
Süryani Cemaatlari sayısal anlamda çoğunluk sırasıyla, Almanya 49, İsveç 28, ABD 27, Hollanda
8, Kanada 6, Avusturalya ve İsviçre 5’er, Arjantin ve Belçika 4’er, Brezilya 3, Avusturya 2 ve Fransa
ile İngiltere 1’er cemaat oluşturmaktadırlar. Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal
Kuruluşlar”.
171
Çelik, “Süryanilerin Turabdin'e Geri Dönüşü”, s. 235.
172
Ünal Öztürk, “Soykırım demeyen Türk adayı seçim listesinden attılar”.
305
5.3.2.5. Belçika
Diğer birçok Avrupa ülkesi gibi sözde Ermeni soykırımını tanıyan
Belçika; Raunda ve Kongo’da olan soykırımları görmezden gelirken diğer
taraftan Türkiye’ye yönelik soykırım söylemleri içinde olması, kendi içinde
tutarsız görülmektedir. Fakat Belçika’da yoğun bir şekilde devam eden sözde
Ermeni soykırım söylemleri yanında, sözde Süryani soykırımı yapıldığı
yönündeki menfi propaganda, yakın gelecekte Belçika tarafından bir de
sözde Süryani soykırımının da kabul edilebileceğini göstermektedir.173
Fransa, Belçika ve Lüksemburg’daki Süryanilere hizmet veren
Brüksel’deki
metropolitlik
Mor
Severios
Hazail
Soumi tarafından
yönetilmektedir. Belçika’da yaklaşık 1700 Süryani ailesi bulunmaktadır.174
5.3.2.6. Fransa
Fransa,
Katolik
misyonerliği
kapsamında
ilgilendiği
Anadolu
Süryanilerini, siyasi gayeler ile Osmanlı yönetimine karşı kullanmak
istemiştir.175 Osmanlı’ya karşı bazen Katolik Süryaniler veya Keldaniler
vasıtasıyla baskı yapmaya çalışan Fransa’nın asıl ilgi alanını Maruniler
oluşturmaktadır. Kapitülasyonlar ile Katolikler üzerinde himaye hakkı
kazanan Fransa’nın himayesinde Maruniler, 1861 yılından itibaren Lübnan’da
elde ettikleri kazanımlara rağmen Fransa himayesinde Beyrut, Roma, Paris
ve
İstanbul’da
Osmanlı’ya
karşı
yoğun
propaganda
faaliyetleri
yürütmüşlerdir.176 Marunilerin Fransa himayesinde çok huzurlu bir yaşam
sürdüklerini söylemek pek mümkün değildir. Bunun en somut göstergesi
Lübnan’ın Fransa tarafından işgaline kadar devam eden ve bugün dahi
sıkıntıları süren Müslüman-Maruni çatışmalarıdır.
173
Avcı, a.g.m.
“Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu Süryani Lideri İle Görüştü”, Belçika Diyanet
Vakfı, (Erişim) http://www.diyanet.be/?Syf=18&Hbr=40020, 22 Mart 2009.
175
Nelhans, a.g.e., s.47.
176
Katolik Avrupa ülkelerine giden Maruni papaz ve rahipleri Müslümanların kendilerine zulüm
yaptıkları konusunda duygu sömürüsü yaparak hediye topladıkları dile getirilmektedir. Bkz. Ramazan
Işık, a.g.t., s.106-116
174
306
Fransa’nın gerek Marunilere gerekse Süryanilere olan ilgisi çeşitli
şekillerde devam etmiştir. 1895 tarihinde “College de France” da Aramî Dili
ve Edebiyatı Kürsüsü açmıştır. Ayrıca Fransa’da Inalco’da “Institue
Catholique” te Süryanice kürsüler de bulunmaktadır.177
Fransa, 18 Ocak 2001 tarihinde sözde “Ermeni soykırımı” iddiasını
resmen tanımış ve ayrıca soykırım olmadığı beyan etmeyi suç sayan bir
karar alarak “diktatör” bir ülke görünümüne bürünmüştür.178 Fransa’nın,
sadece Süryani ve Keldanileri değil Ermenileri de siyasi çıkarları uğruna
kullandığı ve Ermeni çetelerinin yaptığı katliamları da böylece örtbas etmeye
çalıştığı şeklinde ithamlara sebep olan bu teklifin yine siyasi hesaplar ile
yapıldığı ileri sürülmektedir.179
1900’lü yıllardan başlayarak dünyanın dört bir yanından topladığı
Ermeni gönüllüleri silahlandırarak Kilikya cephesine süren Fransa, bir yandan
Marsilya ve Paris’te soykırım anıtları açılmasına öncülük etmekte, bir yandan
da parlamentosundan “soykırımı inkâr edenlerin hapisle cezalandırılmasına
ilişkin” yasalar çıkartmakta ve Kürtlerin etnik kimlikleri ile siyasal haklarının
savunulması rolünden de vazgeçmemektedir. 180
Fransa’nın Ermeni soykırımı olmadığını söylemeyi suç saymasına
rağmen, Cezayir Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika, 8 Mayıs 1945'te
Fransız ordusunun ülkenin doğusunda giriştiği ve Cezayirlilere göre 45.000
kişinin katledildiği katliama değinerek, Paris'in bu olayın sorumluluğunu kabul
etmesini ve resmen özür dilemesini istediğinde, Fransa'nın buna "resmî"
177
Altınışık, a.g.e., s. 11-12; College de France, (Erişim) http://www.college-defrance.fr/default/EN/all/his_phi_en/index.htm INALCO: Institut National des Langues et Civilisations
Orientales - Paris, (Erişim) http://www.inalco.fr/, 12 Aralık 2010.
178
Sezer, a.g.m., s.42; Çitlioğlu, a.g.e., s. 46.
179
Sezer, a.g.m., s.47.
180
Çitlioğlu, a.g.e., s.191.
307
tepkisi ise, "bu konuyu tarihçilere bırakalım" demesi iki yüzlülükten başka bir
ifade ile açıklanamamaktadır.181
Aslında Nasturi ve Keldaniler ile bir kısım Süryani’nin kendi içlerindeki
kişisel menfaat ve siyasi beklentiler, İngiliz ve Fransızlar tarafından istismar
edilmiştir. Yani bugün karşılaştıkları durumun sebebi daha çok kendilerinin
hatalarıdır.182
1978 istatistiklerine göre Fransa'da 17 etnik gurup mevcuttur. Üstelik
bu sayı Andrews'ün yaklaşımıyla 80'ini aşmaktadır. Söz konusu 17 gurubun
genel nüfus içindeki oranı %19'dur ve bu guruplardan 16'sının nüfusu
100.000'in üzerindedir.183
Durum
benimsemeyen
böyle
olmasına
Fransa,
1992
rağmen
yılında
millî
azınlık
Anayasasının
kavramını
2’nci
da
maddesini
"Fransızca Cumhuriyetin anadilidir." şeklinde değiştirmiştir. Avrupa Konseyi
çerçevesinde oluşturulan ve 11 üye ülkenin imzaladığı "Bölgesel ve Azınlık
Dilleri Şartı"na taraf olmamıştır. Fransa Anayasa Kurulu, 1991’deki kararında
“Fransa halkının unsuru Korsika halkı” ifadesini anayasaya aykırı bularak
iptal etmiştir. Üniter bir devlet olarak millî bütünlüğünü 100 yıla aşkın bir süre
önce pekiştirmiş olan Fransa'nın etnik guruplara bakışı hiç değişmemiştir. Bu
zihniyette bir Fransa eleştirilmezken, Türkiye'ye yöneltilen eleştiriler ise
insafsız kalmaktadır.184
181
Sami Kohen, “Gerçeğin iki yüzü...”, Milliyet, 12 Mayıs 2005, (Erişim) http://www.milliyet.com.tr
/2005/05/12/ yazar/kohen.html, 22 Mart 2008.
182
Ashur Giwargis, “The Assyrian Liberation Movement And the French Intervention (1919-1922)”,
Assyrian International News Agency, (Erişim) http://www.aina.org/articles/almatfi.htm, 02 Nisan
2009.
183
“Avrupa’da Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar”, Haber Akademi, (Erişim)
http://www.haberakademi.net/ haberyaz.asp?hbr=2330, 22 Eylül 2009.
184
A.g.m.
308
5.3.2.7. İsveç
En yoğun Süryani nüfusunun yaşadığı ülkelerden biri olan İsveç’te de
diğer Avrupa ülkelerindekine benzer tablo karşımıza çıkmaktadır. İsveç’te
bulunan yaklaşık 13 bin Asur/Süryani’nin yaklaşık 4 bini Södertelje’de ikamet
etmektedir. Daha çok bakkal, büfe, lokanta, kahvehane gibi işyerlerini
çalıştıran Süryaniler, toplumsal düzene uyum problemleri yaşadıkları için
İsveç yerel idareleri ve mahkemeleri ile sık sık sorunlar yaşamaktadırlar.185
İsveç’te de Ermeni ve Süryani soykırım söylemleri bazı siyasi partiler
tarafından kabul edilirken, diğer taraftan açılmaya çalışılan sözde soykırım
anıtları
gelecekte
Türkiye-İsveç
ilişkilerine
gölge
düşürecek
nitelikte
değerlendirilmelidir.186
Ayrıca İsveç’te ciddi bir Asurlaştırma hareketi yürütülmektedir. 1977
yılında Süryani, Nasturi ve Keldani göçmenler arasında çocukların
katılacakları kampta giysilerinin üzerine Asur yıldızı basılmasına ilişkin çıkan
antlaşmazlık, Asurlaştırma hareketinin en az 30 yıldır yürütüldüğünü
göstermektedir.187 11 Mart 2010 tarihinde İsveç Parlamentosu sözde Ermeni
soykırım iddilarını tanırken aynı karar içinde Süryani ve Rumların da
soykırıma tabi tutulduğunu dile getirerek Süryanilerin soykırıma uğratıldığı
yönünde resmi karar alan ilk ülke olmuştur. Dolayısıyla İsveç’te yaşayan
Süryanilerin Türkiye aleyhine oluşumlar içine çekildiği görülmektedir.
Metropolit Mor Julius Abdalahad Gello Shabo ve Metropolit Mor
Dioskoros Benjamen Ataş tarafından yürütülen İsveç Süryani cemaati, İsveç
185
Andersson, a.g.e., s.10,59-71.
İsveç’te parlamentonun en büyük grubu olan Sosyal Demokratlar, Birinci Dünya Savaşı sırasında
Ermenilerin yanı sıra, Süryanilerin de soykırıma uğratıldığı kabul etmişlerdir. Osman İkiz, “Sosyal
Demokratların ‘soykırım’ Kararı”, Stockholm, (Erişim) http://www.dw-world.de/dw/article/0,,
4879950,00.html, 25 Aralık 2009; Södertälje (İsveç) belediyesince dikilmesi kararı verilen sözde anıt,
İsveç mahkemesi tarafından durdurulmuştur. Bkz Metin Altınışık, “İsveç`te Süryani Soykırım Anıtı
Mahkemece Engellendi”, (Erişim) http://www.harbigazete.com/haber_yorum/080505_seyfo.html, 25
Ağustos 2009.
187
Andersson, a.g.e., s.113-114.
186
309
içinde siyasi ve sosyal konumlar elde etmişlerdir. İsveç Eğitim Bakanı
İbrahim Baylan ve Milletvekili Yılmaz Kerimo örneklerinde olduğu gibi
Süryaniler giderek İsveç’te önemli görevlere gelmeye ve söz sahibi olmaya
başlamışlardır.
5.3.3. Asya
Süryanilerin asıl vatanları Mezopotamya olmakla beraber Hindistan’a
kadar olan geniş coğrafyaya yayılmışlardır. Etnik farklılıklarına rağmen,
Süryani Ortodoks Kilisesine mensup önemli bir kitle bugün bu coğrafyada
yaşamaktadır. Çoğunluğu Hindistan’da olmak üzere Türkiye, Suriye, Irak,
Lübnan, İsrail ve Ürdün’de yaklaşık 4 milyon kadar Süryani yaşamaktadır.
5.3.3.1. Ortadoğu Ülkeleri
Süryaniler, Ortadoğu'da Lübnan, Suriye'nin kuzeydoğu bölgesi olan
Jazire ile batısında Şam, Humus, Hama ve Halep bölgelerinde, Kuzey Irak'ın
Zaho, Dahok ve Erbil bölgeleri, Orta Irak'ta Musul bölgesi ve Bağdat, İran'ın
Urmiye Bölgesi ve Türkiye'nin güneydoğusunda bulunan Turabdin (Mardin)
Bölgesinde
yaşamaktadırlar.
Daha
netleştirmek
için
Batı
Süryanileri
(Yakubiler/Kadim) daha çok Türkiye; Doğu Süryanileri veya Nasturileri ise
Irak’ın kuzeyi, Doğu Anadolu ve İran’da; Keldaniler ise Kuzey ve Merkezi
Irak’ta, Kuzey İran’da ve Doğu Anadolu’da yaşamaktadırlar. 188
Ortadoğu’daki (Tablo 4) 12,5 milyon kadar Hristiyanın yaklaşık %2’sini
Süryaniler (Yakubi) oluşturmaktadır.
188
“Assyrian people”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Assyrian/Chaldean/Syriac_
people# cite_note-5, 22 Mart 2009.
310
Tablo 4. Ortadoğu’daki Hristiyanların Mezheplere Göre Dağılımı189
Din/Mezhep
Nüfus
Yunan (Roman)
Ortodoks
Nasturi (Asurî)
1.900.000
Kıpti Ortodoks
5.600.000
900.000
Ülke
Suriye / Lübnan /Ürdün/
Filistin
Suriye / Irak / Lübnan
Mısır /Sudan
Yakubi Ortodoks
225.000
Suriye / Lübnan / Irak
Ermeni Ortodoks
600.000
Suriye / Lübnan /Ürdün/
Irak / Mısır
Batı Latin Kilisesi
625.000
Sudan/ Suriye / Lübnan
/Filistin/ Mısır
Yunan-Roman
Katolik
Katolik Süryani
500.000
Lübnan / Suriye / Mısır
8.000
Lübnan/Suriye
Ermeni Katolik
85.000
Lübnan/Suriye
Kopts (Roman
Katolik)
Keldani
170.000
Mısır/Sudan
625.000
Irak/Suriye/Lübnan
Maruni
1.150.000
Protestan
200.000
TOPLAM
12.588.000
Lübnan/Suriye
Sudan/Lübnan/Suriye/Mısır
Lübnan, Suriye ve Irak’taki Süryani Katoliki Protestan ve Ortodoks
inançlarına ait kilise ve manastırlara baktığımızda daha çok Katolik ve
Ortodoks kiliselerinin çoğunlukta olduğu görülmektedir. Lübnan’da Maronit
Kilisesi ve Süryani Katolik Kilisesi faaliyet yürütürken, Suriye’nin Hama ve
Homs şehirlerinde Süryani Katolik Kilisesi, Kamışlı ve Tedmur’da Süryani
(Kadim) Kilisesi, Şam’da Süryani Patrikliği ve Halep’de Süryani Katolik
Manastırı bulunmaktadır. Irak’da ise Bağdat, Erbil, Dohuk ve Zaho’da
Süryani (Kadim) Kilisesi, Şaklava Süryani Katolik Kilisesi ve Musul’da da Mar
189
Saad Eddin İbrahim, Ethnic Conflict and State-Building in The Arab World, Oxford, Blackwell
Publishers, 1998, s.233.
311
Toma Kilisesi ile Mar Arpam Kilisesi yanında Musul Metropolitliği faaliyet
yürütmektedir. Ayrıca Musul’da Süryani Akademisi de eğitim vermektedir.190
5.3.3.1.1. Irak
Türkiye’de özellikle Mardin ve Turabdin bölgesindeki Süryaniler ile
akraba olan Kuzey Irak’taki Süryaniler, Barzani kontrolündeki bölgede
yaşamaktadırlar. Kısmen de Kerkük’te Arafa ve Şerike bölgelerinde Süryani
varlığına rastlanmakta olup,191 Irak’ta Erbil bölgesinde Ankawa, Armota,
Batas, Darbandoki, Diyana, Harir, Hawdiyan, Hinari, Rowanduz, Seerishmi,
Shaqlawa, Qalata köylerinde; Dahuk bölgesinde Araden, Armash, Avzrog,
Azakh, Badarash, Bebadi, Dawodiya, Dehi, Hezany, Sarsing, Semel, Qara
Wela, Umra köylerinde; Ninawa bölgesinde de Alqosh, Assur, Balawat,
Bakhdida (Al-Hamdaniya or Qara Qosh), Bartella, Batnaya, Baqofah,
Dashqotan, Karamles, Khorsabad, Nimrud (Kalhu), Nineveh, Sharafiya, Tel
Keppe, Tel Esqof köylerinde Süryaniler yaşamaktadır.192
İngilizler'in 1920 yılında yaptığı sayımlara göre Irak'ın bütün nüfusu
2.839.282'ye ulaşmıştır. Çeşitli mezheplerdeki Hristiyanların ise, 78.892
olduğu bildirilmektedir. Ancak hükümet, 1935 yılında yaptıkları nüfus
sayımında sadece Hristiyanların 90.000 kadar olduğunu söylemektedir.
Irak'taki kiliselerde, doğum ve ölümlerin kaydedildiği sicillerde bu sayının
135.000'den az olmadığı ifade edilmektedir.193 Irak resmî makamlarına göre,
Irak'ta nüfusun % 97'sı Müslüman, % 2'si de değişik Hristiyan gruplardır. Bu
% 2'nin üçte ikisi Ortodoks, üçte bire yakını da Katolik’tir.194
190
Koluman, a.g.e., s. 106.
Ahmet Dinç, Babil’de Amerikan Tangosu, İstanbul, Selis Yayıncılık, 2004, s.70.
192
“List of Assyrian settlements”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Assyrian_
settlements, 12 Mart 2010.
193
Nezzal, a.g.m., s.173
194
İslam Ülkeleri Ansiklopedisi, İstanbul, Vefa Yayıncılık, 1994, s.125. Bazı internet kaynaklarında
farklı oranlar da verilmektedir. Bkz. “Relations between Chaldeans and Assyrians?”, (Erişim)
http://www.christiansofiraq.com/ lugia.html, 12 Mart 2010.
191
312
Süryani nüfusunun en yoğun olduğu (yaklaşık 75.000 kadar olduğu
değerlendirilmektedir) ülkelerden biri olan Irak’ta özellikle Amerikan işgali
sonrasında demografik yapıda ve siyasi görünümde ciddi değişiklikler
olmuştur. Irak’ın kuzeyinde güçlenen Kürt Bölgesel Hükümeti, Süryanileri
siyasal yapının içine dâhil etmede gönülsüz davranmaktadır. Bu gölgede
etkin olmaya çalışan; Asurî Vatansever Partisi (Assyrian Patriotic PartyAPP), Kürdistan Kominist Partisinin Kaldo Asur Organizasyonu, Keldani
Demokratik Formu (CDF), Keldani Kültürel Birliği (CCA) ve Beth Nahrain
Demokratik Partisi (BNDP)195 yeterince seslerini duyuramamakta ve
Ortadoğu’ya
model
istemektedirler.196
olabilecek
Çünkü
bir
Asurîlerin,
Asurî
Arap,
Federasyonunu
Türk
ve
Kürt
oluşturmak
Müslüman
dünyasında küçük-kapalı etnik ve dinî bir azınlık olarak yaşamlarını devam
ettirmeleri için birbirlerini desteklemeleri gerektiği dile getirilmektedir.197
Kuzey Irak’ta Kürt sayısı ve buna bağlı kapladıkları alandaki artış
devam ederken, Kürtlerin bölgedeki Hristiyan Süryanilere yönelik saldırıları
da devam etmektedir. 150 yıl önce Süryanilerle özdeşleşmiş olan Kuzey Irak
(Asurî)
bölgesinin
bugün
Kürdistan
olarak
anılması
da
bunun
göstergesidir.198
İsrail Dış İşleri Bakanlığının Genel Direktörüne göre; “İsrail’in Kürtlere
yardımı ve işbirliği, bölgedeki Arap olmayan diğer ülkelere karşı stratejinin bir
parçasıdır.” Ayrıca Kürtlere sadece insani yardım değil, aynı zamanda askerî
yardım ve destek verdiklerini de doğrulamaktadır.199
195
BNDP, bütünüyle savaşçı bir örgüttür. Üyeleri hücre esasına göre örgütlenmiştir. Irak Ulusal ve
Yurtsever Cephe ile yakın ilişki içindedir. Hatta 1982 yılında bu örgüte katıldığını açıklamıştır. Bkz.
Andersson, a.g.e., s.38-39.
196
Fred Aprim, “The Kurds And The Future Of Nineveh Plain (Little Assyria)”, 2006, (Erişim)
http://www.fredaprim.com/pdfs/2006/KDPandNinevehPlain-Assyria.pdf, 12 Mart 2010.
197
Fred Aprim, “Assyria or Kurdistan?”, (Erişim) http://www.naba.org.uk/content/articles/
History/602_Assyria_or_Kurdstan.htm, 12 Mart 2010.
198
A.g.m.
199
A.g.m.; “Israel and the Kurds”, The Scribe Journal Of Babylonian Jewry, (Erişim)
http://www.dangoor.com/72page30.html, 30 Haziran 2009, s.30.
313
Irak’ta
Süryanilerin
kaderi
daha
çok
Nasturiler
ile
birlikte
belirlenmektedir. İngiliz ve Fransız politikalarının mağdur tarafı olan
Nasturiler, Keldaniler ve Süryaniler manda yönetiminin bitmesi sonrasında
1933
yılında
Irak
ordusu
tarafından
kendilerine
yönelik
yürütülen
operasyonlarda da çok kayıp vermişlerdir. Daha sonra İran-Irak savaşı ve
Amerika’nın Körfez Harekâtı, Süryaniler için hep acı anılar bırakmıştır.
1979’dan sonra Araplaştırma politikalarına maruz kalan Irak Süryanileri, 1991
yılından sonra da Kürtleştirme politikalarına maruz kalmışlardır. İçinde
bulundukları asimilasyon süreci Süryanilerin bir kısmını göçe zorlamış, kalan
bir kısmı da zor şartlarda200 kimliklerini korumaya çalışmışlardır. Irak’ta
karşılaştıkları katliamları, yurt dışına çıktıklarında Ermeni meselesi ile
özdeşleştirerek sanki 1915 yılında bir devlet politikasının kurbanı olmuş gibi
içselleştirmektedirler. Avrupa ülkelerinden de bu konuda gördükleri kabul,
göçmen psikolojisi ile Türk düşmanlığında buluşmalarına neden olmaktadır.
Saddam sonrası Irak’ta ortaya çıkan çok sayıdaki siyasi partilerin
arasında Hristiyan oluşumlar da bulunmaktadır. Hristiyanları, Irak Hükümet
Konseyi içinde Asur Demokratik Hareketi temsil edilmektedir.201 Ayrıca 1983
yılında Beth Nahrin Demokratik Partisi, “Asurî Ulusal Manifostosunu”
yayınlayarak özerk bir devlet talepleri olduğunu duyurmuştur.202 Irak’ta ayrıca
Babel Koleji tarafından Nagm al Mashrik (Doğunun Yıldızı) ve Beth Nahrin
(Mezopotamya) dergileri çıkarılmaktadır.203
200
“Martyred of the National Federation of Beth Nahrin in Mosul”, (Erişim) http://www.ankawa.com/
english/?p=147, 30 Haziran 2007.
201
Relations between Chaldeans and Assyrians?, (Erişim) http://www.christiansofiraq.com/lugia.html,
22 Mart 2009.
202
Sargon Dadesho, “The Assyrian National Question”, Modesto, California, 1987, p. 275’den
aktaran Frederick A. Aprim, “The Assyrian Statehood:Yesterday’s Denial and Today’s Moral
Obligation”, (Erişim) http://www.atour.com/government/docs/20030120a.html,,30 Haziran 2009.
203
“Relations between Chaldeans and Assyrians?”, (Erişim) http://www.christiansofiraq.com/
lugia.html, 30 Haziran 2009.
314
5.3.3.1.2. Suriye
Suriye’yi diğer Ortadoğu devletlerinden ayıran temel özellik; Kenaniler,
Akadlar, Keldaniler, Asurîler, Aramîler, Hattiler ve Mittanilerden meydana
gelen bir millet olmasıdır.2041993 yılı tahminlerine göre Suriye nüfusunun %
74'ü Sünnî Müslüman, %11’i Nusayri ve % 10‘u da Hırıstiyandır. Hırıstiyanlar;
Gregoryan ve Katolik Ermeni, Ortodoks Rum, Katolik Rum, Ortodoks
Süryani, Protestan, Maruni, Katolik Süryani, Katolik Keldani, Ortodoks
Nasturi ve Katolik Asurlulardan oluşmakta, binde bir oranında da Yahudi
bulunmaktadır.205
Suriye hükümetinin 1994 yılında açıkladığı rakamlara göre ise; 31
yerleşim yerinde 19.729 Süryani yaşamaktadır. Suriye sınırları içinde; Humus
bölgesinde;
Fairouzeh,
Ma'loula,
Zaidal
köylerinde
ve
Al
Hasakah
bölgesinde; Habur, Saidnaya, Tel Baz, Tel Brej, Tel Damshesh, Tel Faitha,
Tell Halaf, Tel Shama, Tel Shamiram, Tel Tal, Tel Talaa, Tel Tamer, Tel
Tawil, Kamışlı, Tel Goran, Abu Tina köyleri ile Şam ve Halep’de de
Süryaniler yaşamaktadır.206
Suriye hem göç alan hem de göç veren bir ülkedir. Süryaniler, 1896 ve
1915 yıllarında diğer Orta Doğu ülkeleri gibi Suriye’ye de göç etmişlerdir.
Süryanilerin ikinci göç dalgası, 1924 yılında Urfa (Urhoy)’dan Halep’e doğru
olmuştur. Bu tarihten beri Süryaniler burada “Hay al-Suryan“ (Süryani
Mahallesi)’nde yaşamaktadırlar. Bunlardan bazıları Şam’a yerleşmişlerdir.207
Bunun dışında Irak ve çevre ülkelerden de Suriye’ye göç olmuştur. Birleşmiş
Milletler
Mülteciler
Yüksek
Komiserliğinin (UNHCR) Ekim 2005 yılı
istatistiklerine göre, Ekim 2003-Mart 2005 yılları arasında Suriye giden
204
Faik Bulut, Ortadoğu’nun Solan Renkleri, İstanbul, Berfin Yayınları, 2 nci Baskı, 2003, s.88.
İslam Ülkeleri Ansiklopedisi, s.255.
206
“List of Assyrian settlements”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_
Assyrian_settlements , 12 Mart 2010.
207
Rabo, “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”.
205
315
mülteci sayısı 700.000 olup bunun %36’sı, yani yaklaşık 252.000’ini Nasturi,
Süryani ve Keldaniler oluşturmaktadır.208
Sayısal azlıklarına rağmen Suriye’de kültürel alanda olduğu kadar
siyasi alanda da önemli görev alan Süryaniler, bazı partilerin genel
sekreterliğine kadar yükselmişlerdir. Özellikle 1950 sonrasında Suriye’deki
Süryaniler kimlik arayışından ziyade Araplaşmaya yönelik bir politika izlemek
zorunda bırakılmışlardır.
XX. yüzyılın son çeyreğinde Avrupa’ya yönelik Süryani göçleri;
ekonomik nedenlerle, Suriye üzerinde uygulanan ambargolardan dolayı ve
Türkiye’den Avrupa’ya göç eden akrabaları ile bir araya gelmek amacıyla
yapılmıştır. Son 10 yıl içinde göçün durması ile Suriye’deki Süryaniler tekrar
hareketlenmiş ve kendilerini ispat çabalarına başlamışlardır. Süryaniler
bulundukları çevrelerde iyi ilişki kurmalarının nedeni kendilerini kültüre ve
bilime vermeleri, kendilerini ispat çabaları ve azınlık olmaları olarak
görülmektedir.209
Bir dönem Suriye’de zayıflayan Süryanilik, XX. yüzyıl başlarında
Turabdin, Mardin, Urfa ve Diyarbakır’dan gelen Süryaniler ile tekrar
canlanmıştır. Mardin, Urfa ve Diyarbakır bölgesinden gelenler daha çok
Kamışlı’ya yerleşmişlerdir.210
Süryaniler adına önemli bir ülke olan Suriye devletinde, ev sahipliğini
1933 yılından beri yaptığı Süryani Patrikliği ve bu patrikliğe bağlı dört
208
Rosie Malek-Yonan, “Assyrian Author Testifies Before House Committee on Condition of
Assyrians in Iraq”, Assyrian International News Agency, (Erişim) http://www.aina.org/news/
20060630140854.htm, 30 Haziran 2009.
209
Echoule Gavriye, “20’nci yüzyılda Süryanilerin Gelişimi; Süryanilerin, Suriye Devletinin Kuruluş
Sürecindeki Rolü”, I’nci Uluslararası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007.
210
A.g.m.
316
metropolitlik
vasıtasıyla
günümüzde
yaklaşık
35.000
kadar
olduğu
211
değerlendirilen Süryani cemaatine hizmet verilmektedir.
5.3.3.1.3. İran
İran’da nüfusun % 0,7’sini Hristiyanlar oluşturmaktadır. Hristiyan
nüfusu da Ortodokslar, Gregoryanlar ve Katolik Ermeniler, Nasturiler ve
Protestanlardan oluşmaktadır.212 İran sınırları içinde ise Süryanilerden ziyade
özellikle Batı Azerbaycan’da Nasturi ağırlıklı bir yerleşim vardır. Yerleşim
birimleri Diza, Mar Nukha, Mar Sargis, Margawar, Salmas, Sarna, Tergawar,
Golpashan, Iryawa, Digala, Geogtapa, Khanishan, Ardishai, Saatlou,
Abdullachand, Mawana, Qarajalu, Sipurghan, Ada, Mushawa, Shirabad
köyleridir.213 Ayrıca Tahran’da önemli sayıda Nasturi ve az sayıda Süryani
yaşamaktadır.
Süryani, Nasturi ve Keldanilerin toplam sayısı 98.000 kadar olduğu
değerlendirilen214 İran, özellikle Nasturi isyanlarında önemli bir merkez
durumuna gelmiştir. Amerikan misyonerleri özellikle Urmiye bölgesinde etkin
faaliyetler yürütmüşlerdir. Bölgedeki bu Nasturiler ve bir kısım Süryani
Amerikan etkisine açık görünüm çizmektedirler.
5.3.3.2. Hindistan
Hindistan'a dışarıdan gelen dinler içinde nüfus açısından en etkin
olanlarından birisi Hristiyanlık'tır. Bugün daha çok güneybatı Hindistan'ın
Malabar sahili boyunca uzanan Kerala eyaletinde yaşayan ve toplam nüfusa
oranları % 3'ten az olan Hristiyanlar; Syro-Malabar Katolik kilisesi (Roma ile
211
“Diözesen der Syrisch-Orthodoxen Kirche von Antiochien”, Suryoyo Online, (Erişim)
http://www.suryoyo.uni-goettingen.de/sok/diozese.htm, 25 Ocak 2010.
212
İslam Ülkeleri Ansiklopedisi, s.131.
213
“List of Assyrian settlements”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Assyrian
_settlements, 12 Mart 2010.
214
Bu rakam farklı kaynaklarda 50-100 arasında değişebilmektedir. “People-in-Country Profile”,
Joshua Project, (Erişim) http://www.joshuaproject.net/people-profile.php?peo3=10464&rog3=IR, 25
Haziran 2010.
317
birleşmiş Keldani ayin usulünü takip edenler), Malankara Ortodoks Süryani
Kilisesi, Süryani (Yakubi) Kilisesi (her ikisi de doğu Ortodoks kilisesi olup
Antakya Yakubi Kilisesi otoritesini tanıma konusunda ayrılırlar), SyroMalankara Katolik kilisesi (Roma ile birleşmiş olan Batı Süryani ayin usulüne
bağlı Aziz Thomas Hristiyanları), Mor Thoma Süryani Kilisesi (Anglikan
kilisesine bağlı reforme edilmiş kilise) ve çok sayıda küçük topluluklara
ayrılmışlardır. Hristiyan nüfusun inanç açısından değişmesi, 16’ncı yüzyılda
Portekizli misyonerlerin yerel kiliseyi Latinleştirme ve Katolikleştirme
teşebbüsleri sonucu vuku bulmuştur. 215
Hindistan’daki topluluk idari yönden Mezopotamya’daki merkezi
Süryani kilisesine bağlıdır.216 Hindistan’da 454 idari bölgedeki Süryani
bulunmakta olup en önemli nüfus merkezleri Kerala, Karnataka, Tamil Nadu,
Maharashtra’dır.217 Hintli din adamları tarafından idare edilen Süryani
kilisesine bağlı 31 yönetim bölgesine ayrılmışlardır.218 Hindistan Süryani
Ortodoks Kilisesi’nin ruhanî liderliğini Mafiryan Mor Baselius I.Thomas
yapmaktadır.219
Hindistan’daki metropolitler patriklik seçimlerine müdahale edemezler.
Her ne kadar mafiryanlık patrikliğin bir altı gibi gözükse de seçimlerde bu
durum göz önüne alınmaz. Çünkü mafiryanlık, Patriğin olmadığı yerde onu
temsilen bulunmaktadır. Oradaki mafiryanı yine Hindistan’daki metropolitler
seçer. Aynı şekilde metropolitlerin seçimini de oradaki mafiryan yapar. Yalnız
Hindistan’daki bazı metropolitler direk patriğe bağlıdır. Bunun nedeni ise;
daha önce Ortadoğu’da veya Türkiye’den bir grup Süryani’nin oraya göç
215
Kadir Albayrak, a.g.m., s.243-244.
Bertil Persson, “Asurilerin Bağlı Olduğu Dini-Mezhepsel Kiliselerin Geçmişi Üzerine Tarihi
Yorum”, Nsibis, 1989, s.14’den aktaran Bilge, a.g.t., s.85.
217
“People-in-Country Profile”, Joshua Project, (Erişim) http://www.joshuaproject.net/peopleprofile.php, 25 Haziran 2010.
218
“Jacobite Syrian Christian Church”, Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/wiki/Jacobite_
Syrian_Christian_Church#cite_note-0#cite_note-0, 12 Mart 2010.
219
Serdar Şirazi, “Malankara Süryani Ortodoks Kilisesi Tarihi”, İDEM, Nisan 2005, (Erişim)
http://www.reyono.net/default.aspx?s=9&b=9, 12 Mart 2010.
216
318
etmesi
ile
orada
abraşiye
(metropolitlik)
kurulmasından
Hindistan’da bir veya iki tane buna benzer abreşiye vardır.
dolayıdır.
220
Hindistan Malankara Ortodoks Süryani Kilisesi mensupları Hindistan’ın
Yeni Delhi, Madras, Misur, Mehestre, Bombay, Buma, İskenderabad, Trici,
Buyol, Buradagi, Kalküta, Bolay ve Feskebetnam şehirlerinde ve ayrıca
Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, İngiltere, Batı Avrupa ve Körfez
ülkelerinde de yaşamaktadırlar.221
Günümüzde Hindistan Hristiyanlarının sayısıyla ilgili olarak muhtelif
rakamlar telaffuz edilmektedir. 1991'de yapılan nüfus sayımına göre
Hindistan'daki toplam Hristiyan sayısı 19,6 milyon olup genel nüfusa oranı
2,3'tür. Bu sayının 13,8 milyonu Roma Katolik Kilisesi'ne bağlıdır. Kerala
Eyaleti'ndeki Hristiyanların sayısı konusunda da farklı görüş ve rakamlar öne
sürülmektedir. Kerala (Malabar)'da 9 milyon civarında Hristiyan bulunmakta,
Katolikler 5 milyona varan sayılarıyla çoğunluğu teşkil etmektedir. 2001 yılı
nüfus sayımına göre Hindistan’daki Hristiyan nüfusun çoğunluğu Kerala'da
yaşamakta ve 32 milyonluk Kerala'nın 6,2 milyonunu, yani %20'sini
Hristiyanlar oluşturmaktadır. Az sayıdaki Hristiyan Kerala Eyaleti'nin dışında
kalmaktadır. Değişik mezheplere mensup Süryani Hristiyanlar ise 5 milyon
civarındadır.
Hindistan'da 1995 yılında toplam 19 başpiskopos, 103 piskopos ve
yaklaşık
olarak
15.000
papaz
bulunmaktadır.
Hindistan'daki
İngiliz
misyonerleri sayesinde oluşan Protestan Kiliseleri içinde en büyük Protestan
mezhebi
1947'den
beri
Presbiteryen,
Reforme
Edilmiş
Kiliseler,
Kongregasyonalistler, Metodistler ve Anglikanların birliğinden oluşan Güney
Hindistan Kilisesi'dir (Church of South India). Bu kilisenin tahminen 2,2
milyon mensubu vardır. Ayrıca 473.000 Metodist, 425.000 Baptist ve yaklaşık
220
Bülbül, a.g.e., s.63-65.
Erwin Fahlbusch, Jan Milic Lochman ve diğerleri, The Encyclopedia of Christianity, ed. David
B. Barrett, Michigan-USA, Vol. 5, Wm. B. Eerdmans Publishing, 2003, s. 285.
221
319
1,3 milyon Lutheran mevcuttur. Malankara Ortodoks Kiliseleri ve Malabar
Ayin Usulünü takip edenlerin toplam sayısı 2 milyon civarındadır.222
MS I-IV. yüzyıllar arasında başlayan ve XX. Yüzyıla kadar devam
eden misyonerlik faaliyetleri sonucunda bugün Hindistan’daki Süryani
geleneğinden gelen kilise ve cemaat sayıları Tablo 5’de verilmiştir.
Tablo 5. Hindistan’da Süryani Geleneğinden Gelen Kilise ve Cemaat
Sayısı223
Hindistan Süryani Kiliseleri
Cemaat Sayısı
Süryani Malabar Katolik Kilisesi
Süryani Malankara Katolik Kilisesi
3.000.000
500.000
Malankara Süryani Ortodoks Kilisesi
1.100.000
Ortodoks Yakubi Süryani Kilisesi
1.000.000
Bağımsız Yakubi Süryani Kilisesi
9.000
Evanjelik Aziz Thomas
110.000
Doğu Hristiyan Kilisesi (Nasturiler)
100.000
Güney Hindistan Kilisesi ve diğer Protestanlar
700.000
Toplam
6.519.000
Hindistan Süryani Ortodoks Kilisesi'nin üye sayısının bir milyon sekiz
yüz bin olduğu ve bu rakamın birbiri ile çatışan iki hâkimiyet bölgesine
ayrıldığı da ileri sürülmektedir. 224
222
Kadir Albayrak, a.g.m., s.247; The Malankara Orthodox Church, (Erişim) http://mosc.in/, 15 Mayıs
2009.
223
G. Barker, O'nun İzinde, Hıristiyanlık Ve Laiklik Tarihi, İstanbul, Zafer Matbaası, 1985, s.60;
Kadir Albayrak, a.g.e., s.90.; Kadir Albayrak, a.g.m., s.246; The Orthodox Churches in India,
(Erişim) http://members.tripod.com/~ Berchmans/kerala.html, 15 Mayıs 2007.
224
1970'lerde Hind Mafiryanlığı ve sinod "kararlarına karşı bir isyan başlatmış ve Hind-Süryani
Kilisesi'nin doğrudan Şam'daki patriklik merkezince yönetilmesi gerektiği görüşünü müdafaa etmiştir.
Diğer taraftan Liderliği, 1999 yılında vefat eden Mafiryan Mor Basilius II. Pavlus'un yerine,
anlaşmazlıklar sebebiyle seçim yapılamadığından, boş olarak durmaktadır. Bu grubun, gelişen bir
teoloji okulu, çok sayıda ashram (tekke)'ları, manastırları, hastaneleri, yetimhaneleri ve okulları vardır.
Kuzey Amerika'da oluşturdukları piskoposluk bölgesinin sorumlu piskoposu, New York-Buffalo'da
ikamet etmektedir. Bkz. Emanuel Aydın, Süryaniler, Viyana, 1982, s.92-93’den aktaran Durak, a.g.e,
320
Çok geniş etnik ve dini yelpaze içinde olan Hindistan halkı içinde
Süryaniler,
Türkiye
için
göz
önünde
bulundurulması
gereken
bir
konumdadırlar.
5.3.4. Avustralya
Avusturalya’daki Süryani sayısına ilişkin çok abartılı rakamlar telaffuz
edilse de 30.000 civarında olduğu değerlendirilmektedir. Bu rakamın önemli
bir kısmını Nasturilerin oluşturduğu değerlendirilmektedir. Bunun yanında
Avustralya’da 2.500’ü Sydney ve civarında, 1.500’ü de Melbourne’de olmak
üzere 4.000 Keldani yaşamaktadır. Bu şehirlerde birer adet de Keldani
Kilisesi bulunmaktadır. Victorya’da da bir adet Keldani kültür cemiyeti
bulunmaktadır.225 Bu ülkedeki Keldani sayısı da 1990’lardan itibaren hızla
artmaktadır. Avustralya’daki Süryani cemaatinin dini hizmetleri Metropolit Mor
Malatius Malke tarafından yürütülmektedir.
Süryanilerin sayısı çok önem görülmese de Sydney kentine bağlı
Fairfield semti belediyesi tarafından sözde Süryani soykırımı olduğu yönünde
bir karar alarak 2010 yılında sözde Süryani soykırım anıtı açılmış olması
siyasi yönden önemlidir.226 Bu kararın alınmasında Avustralya’da yaşayan
38.000 Ermeni’nin de etkili olduğu görülmektedir. Avustralya’da bu faaliyetleri
daha çok Asurî Avustralya Ulusal Federasyonu (Assyrian Australian National
Federation) yürütmektedir. Avustralya’daki Aborjinlerin İngilizler tarafından
nasıl yok edildikleri ortadayken hiç bir bilgi ve belgeye dayanmadan sözde
soykırımla Türkiye’nin itham edilmesine Avustralya hükümetinin kayıtsız
kalması da sorgulanması gereken bir gerçektir.
Sonuçta Süryaniler ile ilgili alınan kararların çoğunluğunun hukuksal
niteliğinden çok jeopolitik nitelik taşıdığı görülmektedir. Her devletin, tarihî,
s.208.
225
Kunda, a.g.m., s.5.
226
“Sydney’de Süryani soykırım anıtı açıldı”, Hürriyet,
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/15513147.asp, 09 Ağustos 2010.
9
Ağustos
2010,
(Erişim)
321
sosyal, ekonomik, siyasi ve idari yapısı farklıdır. Her devlet kendi şartlarına
uygun olarak bünyesinde barındırdığı azınlıklar ve topluluklara yönelik farklı
politikalar geliştirmesi kaçınılmazdır. Fakat bu konuda uluslararası bir teamül
oluşmamış olduğu da görülmektedir. Kanaatimizce tenkit edilmesi gereken
en önemli husus, ülkelerin içsel eleştiri yapmadan başka ülkelere yönelik
eleştirisel yaklaşımlarıdır. Bu konuda Avrupa’nın kendisi, birçok örnekle
öncelikle eleştirilmesi gereken bir konumdadır. Bir diğer konu da azınlıkların
veya toplulukların siyasi amaçlarla kullanılmasına son verilmesi gerektiğidir.
Tabi bu toplulukların da bu tür siyasetlere çanak tutmaması gerekmektedir.
Aslında tüm gelişmelerin bireyin çıkarına olacak şekilde ele alınmasından
yola çıktığımızda ister azınlık, ister çoğunluk olsun özünde herkesin beklediği
insanca bir yaşamdır. Süryanilerin de dünyadaki konumlarını göz önüne
aldığımızda çoğunlukla siyasi amaçlarla ve Süryanilerin pek de yararına
olmayan bir şekilde kullanılmaya çalışıldıkları görülmektedir. Bu anlamı ile
Türkiye’nin zenginliklerinden olan Süryaniler, Türk toplumunun ayrılmaz bir
parçası olarak geleceğe yönelik umutları, Türk toplumu ile birlikte araması ve
sorunları da birlikte çözmesi en akıllıca olandır.
ALTINCI BÖLÜM
TÜRKİYE SÜRYANİLERİ VE TÜRKİYE’DEKİ DURUMLARI
“Bin kilometrelik bir yolculuk,
ilk adımla başlar.”
(Çin Atasözü)
Dünyanın on altıncı büyük nüfusuna sahip, toprak büyüklüğü
bakımından dünyada 32'nci ve Avrupa'nın yüz ölçüm itibarıyle en büyük
ülkesi konumundaki Türkiye'nin; Atlantik, Avrupa ve Avrasya kuşakları içinde
özel bir konumu vardır. Türkiye, sahip olduğu jeopolitik ve jeostratejik
konumu sebebi ile daima emperyalist ülkelerin ilgisini çekmiştir. Emperyalist
ideolojideki devletler Türkiye’nin yer aldığı bu coğrafyada, kendilerinin
kontrolünde
olmayan
ve
kendilerine
karşı
tehdit
olabileceğini
değerlendirdikleri devletlerin oluşmaması için daima çaba sarf etmişlerdir.
Genç bir cumhuriyete sahip olan Türkiye, sıkıntılı bir kuruluş sürecinin
ardından dönem dönem yaşadığı sorunlara rağmen, bugün bulunduğu
coğrafyada bölgesel güç konumundadır. Kuruluşunu, Lozan Antlaşmasına
dayandıran Türkiye Cumhuriyeti, bu antlaşmada öngörülen gayrimüslimler
dışında azınlık kabul etmeyen bir ulus devletdir. Ermeni, Yahudi, Rum ve
Bulgar azınlıkların1 dışında Süryanilerin durumu tartışmalı olup, konuya ilişkin
farklı görüşler somut bir şekle kavuşmamıştır.
Osmanlı’nın dağılışından bugüne kadar en fazla tartışılan konulardan
biri olan azınlıklar konusunda Türkiye, genel olarak olumsuz bir görüntü içine
sokulmaktadır.2 Yakın zamana kadar varlıklarından çoğu Türk vatandaşının
1
2008 yılı itibariyle Türkiye’de azınlık statüsünde 89 bin kişi ve bu kişilerin kullanımında 270’den
fazla ibadethane olduğu basına yansımıştır. Önder Yılmaz, “Dışişleri: Azınlık Sayısı 89 bin”, Milliyet
Gazetesi, 12.12.2008.
2
Dünya azınlıkları ve tehdit altında olan halklar sıralamasında Türkiye 70 ülke içinde 39’uncu sırada
gösterilmiştir. Somali 23.30 puan, Irak 22.14 puan ile ilk sıralarda yer alırken, 70 ülke içinde Türkiye
12.02 puan ile 39’ncu sırada gösterilmiştir. Geniş bilgi için bkz. Mark Lattimer, “Peoples under Threat
323
bile haberdar olmadığı Süryaniler, bugün Türkiye’nin uluslararası ilişkilerine
konu olacak duruma gelmiştir.
Türkiye’de yaklaşık 25.000-35.000 Süryani bulunmaktadır.3 15.000’i
İstanbul’da olmak üzere Süryaniler; Mardin4, Şırnak5, Hakkâri6, Batman7,
Antakya, Diyarbakır, Elazığ ve Adıyaman‘da yaşamaktadırlar.8 Türkiye’de ilk
Süryani yerleşim yeri Antakya olmakla beraber, genellikle Mardin bölgesi
Süryaniler için önemli bir yerleşim yeri olarak bilinmektedir. Ayrıca Turabdin
olarak da adlandırılan Midyat, Cizre ve Nusaybin arasında kalan bölge,
Süryani geleneğinin yaşatıldığı önemli bir bölgedir.
6.1. DEMOGRAFİK YAPI VE KİLİSE TEŞKİLATLANMASI
Osmanlı
idaresindeki
Süryanilerin
yaşadıkları
bölgeler
19’uncu
yüzyılda homojen bir görünüm sunmaktayken, 20’nci yüzyılın başında bu
görüntü açık bir biçimde değişmeye başlamıştır. 19’uncu yüzyılın sonuna
kadar Turabdin'de seksen homojen Süryani köyü varken, 20’nci yüzyıl ile
birlikte kuzey-güney Midyat-Nusaybin ekseninde ve daha yüksek olan batı
2009”, State of the World’s Minorities and Indigenous Peoples, (Erişim) http://www.minority
rights.org/7927/peoples-under-threat/peoples-under-threat-2009.html#table_2, 23 Mart 2010, s.218.
3
Altınışık, a.g.e., s.7; 'Süryanilerin 2001 yılına kadar Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki yerleşik
oldukları yerler ve nüfusları için bakınız: Ahmet Taşğın, "Anadolu'nun Yok Olmaya Yüz Tutan
Zenginliklerinden: Süryaniler", s.205-227; Tezokur, a.g.m., s. 302.
4
Yemişli (Anhel), Narlı (Ahlah), Alayurt (Arbayé), Bağlarbaşı (Arnas), Dibek (Badibé/Beth Débé),
Alagöz (Békusyoné), Bahminir (Beth Man’am), Birigirya (Birguriya), Benabil (Bnebil), Bardakçı
(Boté), Oğuz (Chtrako Dara), Çatalçam (Dayro du Slibo), Güzelsu (Derelya Ehwo), Girmeli
(Gremira), Mercimekli (Gundeké di ‘ito Habsus), Üçköy (Harabale/Arkah), Dağiçi (Harabémechka),
Gungoren (Kafarbé), Arıca (Kafro ‘Elayto), Elbeğendi (Kafro Tahtayto), Kaynak (Kanak), Dargeçit
(Karboran), Dereiçi (Kelith), Eskihisar (M’aré), Günyurdu (Mor Bobo), Nusaybin (Nisibis), Barıştepe
(Saleh), Sarıköy (Saré), Üçyol (Séderi), Taşköy (Arbo), Alagöz (Beth Qustan), Karagöl (Deyrkubé),
Anıtlı (Hah), Gülgöze (Iwardo), Altıntaş (Keferze), Doğançay (Mzizah), İzbırak (Zaz), Yamanlar
(Yardo) ilçe ve köyleri.
5
İdil (Azakh), Bohtan, Haberli (Bsorino), Yarbaşı (Esfes), Sarıköy (Ester), Cizre (Gziro), Körseli
(Hassana), Ögündük (Miden), Uçarlı (Tamerzé) ilçe ve köyleri.
6
Hakkâri merkez, Yüksekova (Gawar), Şemdinli (Halana) ve Başkale ilçelerinde Süryanice
adlandırmaları ile Anhar, Asheetha, Baz, Jilu, Narha, Alsan, Merdi,Zaranak, Lower Barwari, Lewin,
Nochiya, Neri, Mar Isho, Bet Diwe, Shabatan, Tis, Dariyan, De Rayi, Deri Bend, Diza, Karmil,
Kirdiwar, Gagawran, Kirzallan, Shwawoota, Mannunan, Bashirga, Ein D’Kandil, Darawa, Tal,
Tkhuma, Qochanis köyleri bkz. (Erişim) http://maps.thefullwiki.org; http://en.wikipedia.org/wiki/
List_of_Assyrian_settlements sitelerinden 23 Mart 2010 tarihinde derlenmiştir.
7
Çukuryurt (Benkelbé), Hasankeyf (Hesno d-kifo), Danalı (Zercel) köyleri.
8
Özmen, “Süryaniler Örneğinde Etkinleştir(İl)me.., s. 164.
324
doğu Midyat-Cizre ekseninde kırktan az homojen Süryani köy kalmış, Mardin
çevresinde, ise on tane homojen Süryani köy kalmıştır.9 Göçlerle birlikte
bugün neredeyse homojen bir Süryani köyünden bahsetmek imkânsız hale
gelmiştir.
Türkiye nüfusu içindeki Süryanilerin durumuna bakacak olursak; 31
Aralık 2007 tarihi itibariyle Türkiye nüfusu 70.586.256 kişiyken buna karşılık
Türkiye’de tahmini 15.000-35.000 arasında Süryani bulunmaktadır. Bu
durumda Süryanilerin genel nüfusa oranı en üst sınır kabul edilse bile %0,05’i
geçmemektedir.
Türkiye’deki Süryani ve Süryani geleneğinden gelen cemaatlerin
durumuna baktığımızda; Papalığın misyonerlik alanı olarak kabul ettiği 10 ile
40’ıncı paralel arasında yer aldıkları, dini ibadetlerini yerine getirmede en iyi
50 ülke içinde 35’inci sırada değerlendirildikleri görülmektedir. Jashua Project
verilerine göre Türkiye’de 300 kadar Keldani, 5.200 kadar Nasturi ve 23.000
kadar Süryani bulunduğu tahmin edilmektedir. Misyonerlik hedefi olma
açısından ise Nasturi ve Keldaniler “Özel ve Kurulmuş Kiliseler (%2-%5
arasında Evanjelik üye sayısına sahip)” içinde değerlendirilirken, Süryaniler
“Formatif ve Nominal Kiliseler (%0,01-%2 arasında Evanjelik üye sayısına
sahip)” içinde gösterilmektedir.10
Süryanilerin Güneydoğu’daki dinî lideri Metropolit Timoteus Samuel
Aktaş kendisi ile yapılan bir söyleşide; cemaatin göçü ile boşalan birçok kilise
ve manastırın olduğunu ve bunların yaklaşık 90’ının kaderine terk edildiğini,
buna mukabil Turabdin’de 5 aktif manastırın olduğunu, 21 yerleşim
birimindeki 25 kilisede dönüşümlü ve aktif bir şekilde ruhanî hizmet verdiğini
söylemektedir. Göç nedeni ile daha çok İstanbul’a yerleşen Süryaniler için
9
Jan Schukkınk, De Suryoye – Een Verborgen Gemeenschap. Een Historisch-Antropologische
Studie Van Een Enschedese Vluchtelingengemeenschap Afkomstig Uit Het Midden-Oosten,
Doktora Tezi, Faculteit der Sociale Wetenschappen, Vrije Universiteit, Amsterdam, 2003, s.58’den
aktaran Öztemiz, a.g.t., s.108
10
“People-in-Country Profile”, Joshua Project, (Erişim) http://www.joshuaproject.net/peopleprofile.php, 25 Haziran 2010.
325
burada toplam 7 kilisesi vardır. İstanbul Tarlabaşı’nda Süryani Ortodoks
Kilisesi, İstanbul Gümüşsuyu’nda ise Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı Süryani
Katolik Kilisesi bulunmaktadır.11
Ortaçağ'da Türkiye’deki Antakya Patrikliği'ne bağlı Halep, Kennesrin,
Cabla, Seleukiya, Hansarta, Baltavan, Alcabul, Salamiye ve Barakusun,
Beyrut, Humus, Lazkiye, Kuros kürsüleri, Sur, Tarsus, Urfa, Afamiya,
Menbeç, Bosra, Aynzarba, Seleukiya İsuriya'sı, Darmsuk (Şam), Amid
(Diyarbakır),
Rasafa,
Dara
metropolitlikleri
vardır.
Süryani
Ortodoks
Kilisesi'nin on ikinci yüzyılla on dokuzuncu yüzyıl arasında Mor Matta
Manastırı, Musul, Kudüs, Şam, Humus, Urfa, Diyarbakır, Mardin, Nusaybin,
Maiphargat (Fargin), Ma'den (Şirvan yakınlarında bir belde), Halep, Cezire
(Dicle üzerinde) ve Turabdin piskoposluk merkezleri vardır.12
Bugün
Türkiye’de
dört
metropolitlik;
Deyru’l-zafaran
Manastırı
(Mardin), Deyru’l-umur Manastırı (Midyat), Mor Petrus Pavlus (Adıyaman) ve
Meryem Ana (İstanbul) kiliselerindeki metropolitlikler vardır. (Harita 2) Bu
metropolitlikler ise, Şam’da bulunan “Antakya Süryani Ortodoks Patrikliği”ne
bağlı olarak varlıklarını sürdürmektedir. Süryani Kadim cemaatinin Türkiye
genel
metropoliti
ve
1986
yılından
beri
Ankara
çevresi
Süryani
13
Başpiskoposluğunu da üstlenmiş olan Yusuf Çetin’dir.
11
Cemal Şener, Türkiye’de Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar, s.169; Cemal Şener, “Süryaniler”,
Haber
Akademi,
29
Ağustos
2007,
(Erişim)
http://www.haberakademi.
net/
default.asp?inc=makaleoku&hid=4641, 05 Ekim 2007.
12
Süryani Ortodoks Kilisesi 1998 Takvimi Bülteni, haz. Turabdin ve İstanbul Metropolitlikleri,
İstanbul, 1997, s.14; A.J.Maclean, “Syrian Christians” Encyclopaedia of Religion and Ethics, Cilt XII,
Edinburgh, 1980, s.173’den aktaran Durak, a.g.e, s.201. Osmanlı salnamelerinde 1885 yılında on
metropolitlik, 1917-1918 yılları arasında 2 patrik vekili, 7 metropolit ve 9 metropolit vekilliğinden
bahsedilmekle beraber merkezlerin sayısının savaş sonrasında yaklaşık olarak üçte iki miktarında
azaldığı dile getirilmektedir. Salnameler için bkz. Canan Seyfeli, “Osmanlı Devlet Salnamelerinde
Süryaniler (1847-1918)”, s.69-80.
13
İris, a.g.e., s. 153; Mehmet Aydın, a.g.e., s. 723.
326
İSTANBUL
MARDİN
ADIYAMAN
TURABDİN
ŞAM
Harita 2. Türkiye Metropolitlikleri
6.1.1. İstanbul Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler
Süryanilerin İstanbul ile buluşması yüzyıllar öncesine dayanmaktadır.
Özellikle
Bizans
İmparatoru
Konstantin’in
annesi
Heleni,
İmparator
Jüstinye’nin eşi Teodora ve İstanbul’un ilk metropoliti Yuhanna Chrisostom
(Altın
Ağızlı
Mor
Yuhanna)
Süryanilerden birkaçıdır.
Günümüz
İstanbul
tarihine
önemli
izler
bırakan
14
İstanbul
Süryani
Metropolitliği,
1950'lerde
başlayan
1980'lerde hız kazanan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan gelen göç ile
oluşmaya başlamıştır. 1993 yılı verilerine göre, İstanbul'da 8.000 olan
Süryani sayısı, Mardin ve Şırnak illerinden yapılan göçler ile günümüzde
15.000'e yükselmiştir.15 Diğer taraftan bu göç sonrasında 12.000 kadar
olan Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki Süryani sayısı gerek İstanbul’a
gerekse ülke dışına olan göçlerle 2.000-3.000'e kadar gerilemiştir.
14
“Monofizit“, Wikipedia, (Erişim) http://tr.wikipedia.org/wiki/Monofizit, 05 Ekim 2009.
C.Ali Aydın, “Türkiye'de Süryaniler”, Ankara, Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü
(TODAİE) Uzmanlık Tezi, 1993, s.70.
15
327
Türkiye Süryanilerinin büyük çoğunluğunun yaşadığı İstanbul'daki
Süryanilerin büyük bir kısmı, Mardin kökenli olup daha çok Kurtuluş,
Beyoğlu, Kumkapı, Samatya semtlerine yerleşmişlerdir.16 1991 yılı verilerine
göre, İstanbul'daki 1800 ailenin 1100'ü Mardin, 400'ü Diyarbakır, 200'ü
Adıyaman ve Elazığ, geri kalan 100 aile de Hatay, Şanlıurfa, Malatya,
Şırnak ve Hakkari'den gelmişlerdir.17 Göçle İstanbul’a gelen Süryani aileler,
kendi memleketlerinden ziyade kendilerini ya İstanbul’a ait hissetmişler ya
da yurt dışına gitme eğilimi içine girmişlerdir.18 Ayrıca bu ailelerin yaklaşık
olarak 1600’ü Süryani Kadim Kilisesi'ne mensup, 100 kadarı Süryani Katolik
Kilisesine, diğerleri ise Keldani Kilisesi'ne mensupturlar. Aileleri kentsel
veya kırsal diye bir ayırıma tabi tuttuğumuzda ise; 1300 ailelik büyük
çoğunluğun kentsel kökenli ailelerden oluştuğunu görürüz. 19 İstanbul'da
yaşayan Süryani ailelerin büyük bir bölümünün ekonomik açıdan bir
sorunları da bulunmamaktadır.
İstanbul
Süryanilerinin
ekonomik
yapılarındaki
dağılım,
onların
yerleşim alanlarına da yansımaktadır. İstanbul'un en pahalı semtlerinden
olan Anadolu Yakası'nda (Kadıköy, Moda, Feneryolu, Göztepe, Erenköy,
Suadiye ve civarları) 350 kadar Mardinli Süryani aile bulunmaktadır.
Yeşilköy, Florya, Avcılar ve civarlarında ise, aynı gelir düzeyinden olmak
üzere 300 civarında Mardin ve Diyarbakırlı Süryani aile bulunmaktadır.
Daha az pahalı sayılan semtlerden olan Bakırköy, Bahçelievler,
Ataköy ve civarlarında ise, 400'e yakın her yöreden Süryani aile
bulunmaktadır. Diyarbakırlı Süryanilerin çoğunluğunun bulunduğu Kurtuluş
semtinde ise, 350 civarında aile ikamet etmektedir. Kumkapı, Samatya,
Koca Mustafa Paşa gibi eski Bizans İmparatorluğu’nun surları içerisinde yer
alan ve diğer semtlere oranla daha ucuz kabul edilen yerleşim alanlarında,
16
Bülbül, a.g.e., s.33.
Tuma Bar Sawme, Dünden Bugüne İstanbul Süryanileri, Sodertalje-İsveç, Birinci Baskı, Nsibin
Yayınları, 1991, s.8-9.
18
Sawme, a.g.e., s.7.
19
Sawme, a.g.e., s.8.
17
328
çoğunluğunu kırsal kesim ailelerinin oluşturduğu 200'e yakın Süryani aile
bulunmaktadır. Görüldüğü gibi İstanbul Süryanilerinin ekonomik yapıları ile
yerleşim alanları arasında ilişki göze çarpmaktadır. 20
İstanbul Süryanilerinin toplumsal faaliyetleri daha çok kilise çatısı
altında olmaktadır. Bu kapsamda Süryani gençleri tarafından oluşturulan
Doğu Gençlik (Samatya Kilisesi cemaatinden), Barış Spor (Tarlabaşı
Kilisesi
cemaatinden),
Doğan
Güneş
(Kumkapı
semtindeki
kilise
cemaatinden), Birlik Spor (Bakırköy cemaatinden) Gülgöze Spor (herhangi
bir kiliseye bağlı olmayan) gibi resmî olmayan spor kulüpleri sayılabilir. 21
İstanbul Süryanilerinin kullanımında bulunan ve ayin yapılan kiliseler;
mülkiyeti Süryanilere ait olan Tarlabaşı’nda Meryem Ana Kilisesi (bu kilise
aynı zamanda hem Metropolitin hem de yönelim kurulunun merkezidir).
Mülkiyeti Katoliklere ait olan Samatya, Yeşilköy, Bakırköy, Moda ve Büyük
Ada (yazın kullanılıyor) kiliseleri, mülkiyeti Süryani Katoliklere ait olan
Kumkapı Kilisesi ve Fener Rum Patrikhanesinden ayrılan ve kendilerine
Türk Ortodoksları diyen Süryanilerin mülkiyetinde bulunan Karaköy
Kilisesidir. Günümüzde İstanbul'da Süryani Kadim Kilisesi dışında, Süryani
Katolik Kilisesi, Keldani Kilisesi de faaliyet göstermektedir.
Süryani Katoliklerin İstanbul'daki merkezi, Gümüşsuyu'nda bulunan
kilisedir. Bu kilise dışında, Kadim Süryanilerin kullanımında bulunan
Kumkapı'daki kilise de Süryani Katoliklerin mülkiyetinde bulunmaktadır.
İstanbul'daki dinî liderleri, Süryani Kadim Manastırlarında eğitim görmüş
olan araştırma alanımız olan İdil'li Yusuf Sağ'dır. Birbirlerine akrabalık bağı
ile bağlı bulunduklarından, Süryani Katolik ve Süryani Kadim Kilisesine
mensup aileler arasında alt düzeyde bir ilişki bulunmaktadır.
20
21
Sawme, a.g.e., s.11.
Sawme, a.g.e., s.15.
329
Babil Patriği adıyla da anılan Keldanilerin İstanbul'daki Merkezleri
(metropolitlikleri) ise, Beyoğlu’nda faaliyet göstermektedir. Bunun dışında
Kurtuluş ve Galatasaray'da ayin yapılan iki kiliseleri daha bulunmaktadır. Bu
kiliselerde ayini yöneten, Metropolit ile birlikle iki papazları daha
bulunmaktadır.
Keldanilerin, Süryani Katolikler ve Süryani Kadimlerle resmî ilişkileri
bulunmamasına rağmen, kiliseler arasında sadece medeni insan ilişkileri
çerçevesinde ilişkileri bulunmaktadır. Kısacası; İstanbul’da Keldani, Katolik
veya Kadim Süryaniler arasında ne kiliseler düzeyinde ne de aileler
düzeyinde düzenli, ortak faaliyetler bulunmamaktadır.22
Ankara, İzmir, Mersin, Urfa, Malatya, Gaziantep ve Adana yörelerinin
de bağlandığı İstanbul Metropolitliği, Metropolit Mor Filüksinos Yusuf
Çetin’in başkanlığında bir horiepiskopos, beş papaz ve iki rahibin ruhanî
liderliğinde
Tarlabaşı'ndaki
Meryem
Ana
Kilisesinde
hizmetlerini
yürütmektedir. Ayrıca kilisenin “İstanbul Süryani Ortodoks Meryem Ana
Kilisesi Vakfı” adlı vakıf yönetim kurulu da aktif olarak varlığını
sürdürmektedir.23
6.1.2. Mardin Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler
Mardin
Metropolitlik
bölgesinin
merkezi
Mardin
Deyru’l-zafaran
Manastırı’dır. Sorumluluk alanı 2006 yılına kadar Adıyaman, Elazığ ve
Diyarbakır illerini de kapsamasına rağmen, bu tarihte teşkil edilen Adıyaman
Metropolitliği sonrasında sadece Mardin ve Diyarbakır bölgesi Süryanilerine
hizmet vermektedir. Yakın zamanlara kadar Mardin’den patrik vekilliği ile
22
Sawme, a.g.e., s.18.
1959 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğüne müracaat ederek kurulmuştur. Vakıf yönetim kurulu 12
kişiden oluşmaktadır. 2001 yılından beri 11’inci dönem yönetim kurulu görev yapmaktadır. Burada
vurgu yapılması gereken bir konu da vakıf yönetiminin göreve başlarken “…T.C. kanunlarına
geçmişte olduğu gibi bağlı kalıp riayet edeceğimize, namus, şeref, haysiyet ve incilimiz üzerine yemin
ederiz” şeklindeki yeminidir.” Bkz. “Monofizit”, Wikipedia, (Erişim) http://tr.wikipedia.org/wiki/
Monofizit, 05 Ekim 2009; http://www.suryanikadim.org/; http://www.hristiyanforum.com/forum/
suryani-ortodoks-kilisesi-f224/meryemana-kilisesi-t6251.html, 15 Kasım 2009.
23
330
yönetilirken, 9 Şubat 2003’te metropolit olarak da Mor Filüksinos Saliba
Özmen atanarak, metropolitlik merkezi teşkil edilmiştir.24 Halen Mor
Filüksinos
Saliba
Özmen’in
metropolitlik
görevini
yürüttüğü
Mardin
Metropolitliği, Mardin ve Diyarbakır illerine hizmet vermektedir. 25
Süryanilerin çoğunluğu her ne kadar İstanbul’da yaşasa da Mardin‘de
2000-3000 kadar Süryani’nin yaşadığı değerlendirilmektedir. 2005 yılında
77.277 olan Mardin nüfusunun ise yaklaşık % 3’ü kadarı Süryani’dir. Süryani
nüfusunun yaklaşık %57’si 30 yaş altında iken, 30-50 yaş arasını %18, 50
yaş üstü de %25’ini oluşturmaktadır.26 Ülkenin genelinde bu oran 30 yaş altı
için %67 olduğuna, Mardin geneli için ise %80 olduğuna göre,27 Süryanilerin
doğum hızının daha az ve/veya göç edenlerin daha çok gençler olduğu
sonucu çıkarılabilir.
Süryanilerin yoğun olarak bulunduğu Mardin’den dışarıya doğru olan
yoğun göç, bugün çok azalmış, hatta geriye dönüşler de başlamıştır.
Mardin’in 2000 yılında aldığı göç 26.083 kişi iken, verdiği göç 68.165 kişidir.
Yurt dışından 744 kişi göç almıştır. Bu sayı ile Türkiye’nin 25 ilinden daha
fazla göç almıştır. Toplam ülkenin aldığı 234.111 kişilik göçün % 0,3’ü
Mardin’e doğru olmuştur.28
XVI. yüzyılda, yerleşmelerdeki vergi mükelleflerinin sayısını ortaya
çıkarmak amacıyla yapılan sayımların bulunduğu tahrir defterlerine göre;
1518 yılında Mardin Sancağının 40.157 olan nüfusunun 12.631'i (%31,4)
Hristiyan iken, bu oran verilen göçlerle çok aşağılara düşmüştür.29 Nüfusun
Müslüman nüfus lehine değişimi, XVIII. yüzyılda başlamış ve diğer yıllarda da
24
Durak, a.g.e., s. 202; İris, a.g.e., s. 107-108.
“Diözesen der Syrisch-Orthodoxen Kirche von Antiochien”, Suryoyo Online, (Erişim)
http://www.suryoyo.uni-goettingen.de/sok/diozese.htm, 25 Ocak 2010.
26
Mardin Nüfus Müdürlüğünden alınan bilgiler.
27
“Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Nüfus Sayımı Sonuçları”, Haber Bülteni, Sayı:15, Ocak 2009,
(Erişim) http://www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=219, 18 Temmuz 2010.
28
A.g.e.
29
Nejat Göyünç, XVI.yüzyılda Mardin Sancağı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991, s.83.
25
331
devam etmiştir.30 1891 yılında Mardin il ve ilçelerindeki nüfusun dinî
dağılımına (Tablo 6) baktığımızda merkez ve ilçelerde Müslüman nüfusun
ağırlığı görülmektedir.
Mardin
34.634 26.060 2.844
3.406 1.185
Cizre
12.843 10.438 1.113
1.030
Midyat
27.928 22.281
242
Sürgücü
(Avine)
Nusaybi
22.840 22.071
Toplam
10.657
Diğer
Yezidi
Yahudi
Protestan
Keldani
Süryani
Katolik
Süryani
Kadim
Hristiyan
Toplam
İslam
Tablo 6. Mardin'in İlçelerinde Yaşayanların 1891Yılında Dinî
Özelliklerine Göre Sınıflaması31
325
560
-
266
-
-
35
126
43
4.294
-
-
628
-
483
142
363
-
-
264
-
-
-
2.588
-
-
-
340
247
7.482
108.914 78.332 4.341 11.676 1.185
325 1.487
466 1.044
Mardin Metropolitliğinin yönetim bölgesi içinde olduğu için kısaca
Diyarbakır’dan da bahsedecek olursak; Diyarbakır’da Hristiyanlığın yayılışı
Mor Addai ve öğrencisi Agai döneminde olmuş ve 1034 yılında Antakya
Süryani Patrikliği’nin merkezi olmuştur. 1266 yılında Patriklik merkezi Deyru’lzafaran Manastırına nakledilmiştir. Diyarbakır’da İznik Konsülü ile başlayan
metropolitlik, 1933 yılına kadar devam etmiştir.32 Metropolit Abdunnur’un
vefatından
sonra
Diyarbakır,
Mardin
Metropolitliğine/Patrik
Vekilliğine
bağlanmıştır. 33
Diyarbakır yöresinde Süryani cemaatinin nüfusu hakkında sağlıklı bir
rakamdan bahsetmek pek mümkün olmamaktadır. 1869 yılında 1.434, 1876
30
Günal, a.g.t., s.65.
Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s.246.
32
Çıkkı, a.g.e., s. 43.
33
Koluman, a.g.e., s. 84.
31
332
yılında 10.634, 1901 yılında 22.748, 1927 yılında 2.091 (diğer ve bilinmeyen
din katogorsi içinde) olarak verilen ve birbirinden tutarsız görülen Süryani
nüfusuna ilişkin bilinen net bir gerçek Diyarbakır’daki Süryani nüfusunun
bugün çok azaldığıdır. Bugün Diyarbakır’da Süryani cemaatinin 4 hane kadar
(yaklaşık 20 kişi) olduğu değerlendirilmektedir.34 Diyarbakır’daki bir çok
manastır ve kilisenin yanında Meryem Ana Kilisesi ile Suruçlu Mar Yakup
Kilisesi tarihi ve manevi değeri yüksek kiliselerdir. 2’nci yüzyılda kurulmuş
olan Meryem Ana Kilisesi, Güneydoğu Anadolu’da bulunan kiliselerin en
eskisi ve ilki olarak kabul edilmektedir.35
6.1.3. Turabdin Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler
XVI. yüzyıl tahrir defterlerinde, günümüzdeki Midyat ilçesinin adı Tur
nahiyesi olarak geçmekteydi. Merkez ilçe ve diğer ilçeler Mardin Sancağına
bağlı iken, Tur nahiyesi Hasankeyf Sancağına bağlı olmuştur. Kayıtlardan Tur
nahiyesinin 1526'da has vergisine tabi 16 köyün 14'ünde sadece
Hristiyanların, 2'sinde ise Mahallemi olarak adlandırılan Müslüman Arapların
yaşadığı anlaşılmaktadır. Daha ayrıntılı bilginin bulunduğu II. Selim dönemi
tapu defterlerinde ise, Tur nahiyesinde 45 köy bulunmaktadır. Bu köylerin
16'sı tamamen Hristiyan, 1'i karışık, geriye kalan 28 köy ise Müslüman
köyleridir. 36
Günümüzde Turabdin bölgesinde yaklaşık 2000 kişilik Süryani
nüfusunun yaşadığı değerlendirilmektedir. Son zamanlarda hem Türkiye
içinden hem de dış ülkelerden kesin ve mevsimlik geri dönüşler olduğu için
çok net nüfus bilgileri vermek de pek mümkün değildir. Bu nüfusun 1200'e
yakını Midyat, Dargeçit ve İdil'de, 400'e yakını Nusaybin'de, 400'e
yakınının da Mardin'de oturduğu değerlendirilmektedir. Bunun dışında
34
Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.127-136.
Koluman, a.g.e., s. 84; Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.140-150.
36
Günal, a.g.t., s.62
35
333
Savur'a bağlı Dereiçi (Kıllıt) köyünde 3 aile ve Ömerli ilçe merkezinde 1 aile
yaşamaktadır.37
Turabdin Metropolitliğinin merkezi Midyat ilçesi ile İdil ilçesi arasında
bulunan Deyru’l-umur veya diğer adıyla Mor Gabriel Manastırıdır. Bu
metropolitlik; Midyat, Dargeçit, İdil ve Nusaybin ilçeleri ve köylerine hizmet
vermektedir.38
14 aktif kilise ve bir manastır ile hizmetlerini yürüten metropolitliğin
başında Turabdin Metropoliti Mor Timetheos Samuel Aktaş bulunmaktadır.39
Şekil 6’da da Turabdin Metropolitliğinin antetli kağıt örneği verilmiştir.
Şekil 6. Turabdin Metropolitliğinin Antetli Kağıt Örneği
6.1.4. Adıyaman Metropolitlik Bölgesi ve Süryaniler
Adıyaman Mor Petrus Mor Pavlus Kilisesi rahibi, Mor Gregorius Melki
Ürek 10 Aralık 2006 Adıyaman’a metropolit olarak atanmıştır. Adıyaman
Metropolitliğine; Adıyaman merkez olmak üzere, Malatya, Elazığ, Adana,
Mersin, İskenderun, Antakya, Antep, Urfa, Kahta, Gerger ve Siverek
bağlanmıştır.40 Metropolitliğin merkezi Mor Petrus ve Mor Pavlus Kilisesi
olmuştur. Geçmişi 1701 yılına dayanan Kilise, 1978 yılına kadar aralıksız
37
Özmen, a.g.t., s. 164.
Özbay, a.g.e., s.23.
39
İris, a.g.e., s. 149; Durak, a.g.e., s. 202; “Diözesen der Syrisch-Orthodoxen Kirche von Antiochien”,
Suryoyo Online, (Erişim) http://www.suryoyo.uni-goettingen.de/sok/diozese.htm, 25 Ocak 2010.
40
“Mor Grigorios Melki Ürek”, İDEM:İstanbul Süryani Ortodoks Metropolitliği haber ve Kültür
Dergisi, Haziran 2007, (Erişim) http://www.reyono.net/default.aspx?s=14&b=6, 22 Mayıs 2010.
38
334
olarak
açık
kalmış,
1978’de
kilise
ruhanîsinin
yurt
dışına
çıkıp
gelmemesinden dolayı 2000 yılına kadar kapalı kalmıştır. Pazar günleri 25-30
ailenin ayine katıldığı kiliseye Kahta ve Gerger’de 200-300 civarında Süryani
ve Ermeni kökenli ailenin bağlı bulunduğu iddia edilmektedir.41 1800’lü yılların
son çeyreğinde Adıyaman’da 50 Süryani ailesi bulunduğu göz önüne alınırsa
çok ciddi bir değişim olduğunu söylemek mümkün değildir.42
Diğer taraftan 1914 yılından sonra Adıyaman’dan yaklaşık 2000
Süryani’nin Suriye’nin Halep şehrine göç ettiği de söylenmektedir. Bugün çok
az kalan Adıyaman Süryani cemaatinin yerel idare ile tek sorunun ibadetlerini
yaptıkları Mor Pavlus ve Petrus Kilisesinin bina ve müştemilatının yapımı ve
genişletilmesine yönelik engellemeler olduğu da dile getirilmiştir.43
6.2. TOPLUMSAL İLİŞKİLERİ
Toplumsal ilişkileri dar ve kesin kalıplar içine koymak mümkün
değildir. Toplumsal ilişkiler; siyasal, sosyal, ekonomik, psikolojik, kültürel,
dinî ve coğrafi boyutları olan dinamik ve değişken bir süreçtir. Yani toplumsal
ilişki etkileşim; etkileşim de değişim demektir. Süryanilerin toplumsal ilişkileri
de bu çerçevede dinamik ve istikrarsız bir değişim içinde şekillenmektedir.
6.2.1. Süryani-Müslüman İlişkileri
Osmanlı hâkimiyetinin ilk yıllarında demografik yoğunluk şehirlerde
gayrimüslim, kırsalda ise Müslüman ağırlıklı olacak şekilde idi. Kırsal
kesimlerde daha ziyade aşiret sistemi şeklindeki yapıyı Osmanlı yönetimi,
kendi idari yapısı içine dâhil etmeye çalışmıştır.44 Osmanlı Devletinin güçlü
olduğu
41
dönemlerde
mevcut
sistemde
sorun
yaşanmazken,
devletin
Muzaffer İris, “Adıyaman ve Süryaniler,” (Erişim) http://www.deyrulzafaran.org, 08 Haziran 2008.
Çıkkı, a.g.e., s. 23.
43
Adıyaman Mor Pavlus Ve Petrus Kilisesinde 29 Nisan 2007 tarihinde Diyakon A.G. ile yapılan
görüşme.
44
Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 150.
42
335
zayıflamaya başlaması ile aşiret sisteminde sorunlar çıkmaya başlamıştır.45
Bazen birbiri ile bazen devlet ile de çatışan bu aşiretler, bölge genelinde
kendine buyruk otonom bir görüntü çizmeye başlamışlardır. Bazen vergi
toplayan, bazen de bölgesel gruplara hamilik yapan bu aşiretler için dinsel
gerekçeler ikinci planda yer almakta, çıkarları bazen gayrimüslimlere bazen
de Müslimlere yaklaşmalarına neden olabilmekteydi.
Süryaniler, din merkezli toplumsal yapıları ve idari bir endişe
taşımamaları nedeni ile özellikle 12’nci yüzyıldan itibaren, yarı kapalı bir
toplum görüntüsü çizmişlerdir.46 Yani bulundukları bölgenin toplumsal
dokusunun bir parçası olarak yöresel yapıya kısmen adapte olmuşlardır. Bu
durum Süryanilerin, Müslüman komşularıyla sınırlı ilişki içinde olmalarına
neden olmuştur.47 Süryanilerin bu özelliği iki toplum arasında kendine has bir
dengenin oluşmasını da sağlamıştır.
Süryaniler,
19’uncu
yüzyılın
başlarında
Anadolu
topraklarında
özellikle Nasturi ve Ermenilerin taraf olduğu çatışma ortamına fazla
girmemiş olsalar da, diğer bölge halkları gibi etkilenmişlerdir. Uluslararası
aktörlerin Süryanilerin bulundukları coğrafyadaki hesaplarının bedeli,
toplumsal huzurun bozulması olarak gelecek dönemlere de yansımıştır.48
Hristiyan unsurların kendilerine yöneltilen propagandadan etkilenerek
çıkardıkları
ayaklanmalar,
diğer
taraftan
ülkenin
işgal
edilmesi
ve
Müslümanların sosyo-ekonomik düzenlerinin bozulması, zamanla karşılıklı
bir düşmanlığa veya güvensizliğe dönüşmüştür.49 Bu gelişimin bir sonucu da
45
Devletin bazı muharebelere girmesinden dolayı Midyat kazasından Haco ve Yezidi taifesinde
Hasene Segfen’in başkaldırmaları üzerine; Kivağ Köyü, Kefnas, Şirkine ve Bencam köylerinin
halkının gece gündüz ahali fukara halkına saldırıp mallarını, eşyalarını ve hayvanlarını talan ettikleri,
Kanun-evvel (Aralık) ayında Tel-Sakan muhtarı Farho ve Midyatlı Haco ile eşkıyaları iki bin kişi
toplayıp İznavur’a bağlı Kınık köyüne saldırdıkları ve aynı şekilde Bavarde köyüne saldırdıkları ve bu
köyleri talan ederek halkına haksızlık yaptıklarına dair Süryani cemaatinin hazırladığı ve devlete
sundukları 1295 (1878) tarihli rapor için bkz. Gabriel Akyüz, Osmanlı Devletinde Süryani Kilisesi,
s. 129.
46
Nelhans, a.g.e., s. 25.
47
Parry, a.g.e., s.vi.
48
Özcoşar, Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat, s.210.
49
Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 196.
336
bölgedeki Müslümanlar arasında taassubun, Hristiyanlar arasında ise siyasi
eğilimlerin artmaya başlamasıdır.50
Süryani-Müslüman ilişkilerin psikolojik yönünü daha çok tarihi ve dinî
sebepler oluşturmuştur.51 Karşılıklı ilişkiler, İnançlara dayalı ve biraz da
önyargılıdır. Bu durum kısmen Müslümanlarla aynı aşiret sistemi içinde yer
alarak ve biraz da çevresel faktörler ile önemini kaybetse de hâlâ devam
etmektedir.
Aşiretler arası ilişkilerde güç öne çıktığından dolayı; “güçlü değilsen,
güçlünün desteğine ihtiyacın var” demektir. Süryani ailelerden bölgede
etkinlik kurmak isteyenler de doğal olarak güçlenmek veya bölgedeki diğer
güçlü aşiretler ile ittifak sağlamak zorunda kalmışlardır.52 Bu kapsamda
Süryaniler, Mardin-Şırnak bölgesinde önemli bir etki sahasına sahip olan
Dekşuri ve Haverka aşiretlerinden daha çok Haverka aşireti içinde yer
almışlardır.
Aşiret ruhunun resmî hukuki yapıya ağır basması, aşiret reisleri ve
şeyhlerin ya da şeyh ailelerinin en küçük yerel birimlerden TBMM'ye kadar
devletin resmî organlarında söz sahibi olmaları, Süryanileri herhangi bir
sorunda resmî makamlar karşısında çaresizliğe sürüklemekteydi. Fakat
giderek değişen toplumsal statü, Süryanilerin ilgi çeken ve merak edilen bir
topluluk olmalarından ve yerel idareciler ile Süryaniler arasında kurulan yakın
ilişkiden dolayı, geçmişten farklı olarak bölgedeki diğer topluluklar, resmî
işlerinin halledilmesi için zaman zaman Süryanilerden yardım istedikleri yine
Süryaniler tarafından aktarılmaktadır.53 Yani Süryaniler giderek önem
kazanan bir toplumsal statüye sahip olmaya başlamışlardır. Fakat bu aşiret
50
Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 315-316.
Özmen’in belirttiği gibi Süryaniler ile yürütülen komşuluk ilişkilerinde din ön plana çıkarak, her şey
iyi bile olsa Süryani’nin kestiği et veya yaptığı yemek yenir mi? sorusuna konu getirilerek ilişkiler
zorunlu bir sınırlamaya tabi kılınmaktadır. Bkz. Özmen, a.g.t., s. 159.
52
Gabriel Akyüz-Şabo Aktaş, Bakısyan (Alagöz) Köyü'nün Tarihçesi, Mardin, 2004, s.87.
53
Öğündük köyünde 08 Mayıs 2007 günü papaz M.T. ile yapılan görüşme.
51
337
yapısın gücünü yitirdiği anlamında değildir. Hala aşiret bağları eskisi kadar
sıkı ve bağlayıcı olmamakla beraber hâlâ önemini korumaktadır.
Süryaniler, aşiret sistemine mensup olmasalar da aşiret yapısından
etkilenmekte, aşiretlerin bir çeşit hamiliğine ihtiyaç duymaktadırlar. Genel
olarak yer aldıkları bölgenin kontrolünü elinde tutan aşiretler tarafından
sahiplenilmekte ve bunun karşılığında da aşiretin verdiği kararlara riayet
etmektedirler. Bölgede bir çeşit yazılı olmasa da oluşmuş toplumsal bir
mutabakat vardır. Bu şekilde çoğunlukla aşiret sistemi içinde çözülen
sorunlar, bazen çeşitli sebeplerle aşiret dışına taşmaktadır. Bu durumlarda
çözüm resmi organlarda aranmaktadır.
Bölgenin kültürel yapısını daha iyi anlamak için bölgedeki akrabalık
ilişkilerinin de bilinmesi gerekmektedir. Bölgedeki Kürtlerin tümünde olduğu
gibi Süryanilerde de geniş aile yapısı hâkimdir. Fakat göç nedeniyle aileler
parçalanmış; bir kısmı Almanya'ya gitmiş, bir kısmı da hâlâ bulundukları
coğrafyada yaşamaya devam etmektedirler. Süryani-Müslüman evlilikleri ile
karşılaşmak neredeyse imkânsızdır. Aralarındaki akrabalık, kan ilişkisinden
ziyade bölgede çok anlamlı olan “kirvelik” vasıtasıyla kurulmaktadır. Bazı
Süryanilerin kirve oldukları Müslümanlar için yaptıkları fedakârlıkları
akrabalarına yapmayacaklarını belirtmeleri,54 kirvelik kurumunun o bölgede
Süryaniler için de ne kadar anlamlı olduğunu göstermektedir.
Süryanilerin hayatının her yerinde ve her aşamasında din, genel
şekillendiricidir. Bu yüzden Süryani tanımını yaparken, daha çok dinî
kimliği üzerinde durulmaktadır. Zaten Süryani Kilisesi atlanarak bu
topluluğa ulaşmak pek de mümkün değildir. Bunun en önemli nedeni,
kilisenin Süryani toplumunu temsil ve bir arada tutan etkisidir.
54
İdil ilçesinde ileri gelen bir Süryani olan R.T. daha önce İdil’de Tabur Komutanlığı yapmış bir
şahısın kendilerinin kirvesi olduğunu ve şuan uzakta olmasına rağmen hâlâ ilişkilerindeki sıcaklığı
anlatmaktadır. Buna benzer birçok örnek 2005-2007 yılları arasında İdil merkez ve köylerinde
karşılaştığım sözlü tarih hatıralarında da görülmektedir.
338
Türkiye'de Osmanlı-İslam geleneği sürdürülerek Süryanilere sadece
dinsel bir grup olarak yaklaşılmıştır.55 Fakat din ne kadar belirleyici de
olsa, insan ilişkilerinde tek başına yeterli değildir. Kişisel tutum ve
davranışlar da atlanmayacak önemdedir. Keza Midyat’ın Yeşilli Köyü’nde
neredeyse % 5’den az Süryani yaşarken muhtarlığına İstanbul’dan köyüne
dönen bir Süryani kökenli vatandaşımızın seçilmesi veya Kürt etnik
milliyetçiliği üzerine siyaset yapan bir partinin il genel meclis üyeliğine Süryani
kökenli
bir
vatandaşımızın
seçilmesi
bunun
en
güzel
örneğini
oluşturmaktadır.56
Süryani-Müslüman ilişkileri coğrafyaya ve içinde bulundukları ortama
göre de farklılık göstermektedir. Kırsaldan metropollere doğru yöneldikçe,
kimliklerin daha muğlak hale gelmeye başladığı, ilişkilerde kimlikten ziyade
statülerin ön plana çıktığı görülmektedir.
6.2.2. Süryanilerin Diğer Hristiyanlarla İlişkileri
Türkiye’deki Hristiyanların Müslüman nüfusa göre sayısal azlıkları,
özellikle dinî konularda yardımlaşmayı kendi adlarına zorunlu kılmaktadır.
Mezhep birliği olması, bu süreci daha kolay hale getirmektedir. İstanbul veya
Mardin’deki kiliselerin zaman zaman birlikte kullanılması bunun güzel bir
göstergesidir.57 Mardin’de diğer Hristiyan mezheplerine ait din adamı
olmamasından dolayı Kırklar Kilisesi, Mardin'deki tüm Hristiyan topluluğun
idari ve dinî hizmetlerinin yürütüldüğü bir merkez durumundadır. 58
Süryanilerin misyonerlik faaliyetleri sonrasında kendi içlerinde ortaya
çıkan mezhep farklılıklarına istinaden oluşturdukları kiliseler, aralarında
55
Özmen, a.g.t., s. 257.
Elif Görgü, Mor Gabriel Ve Turabdin-5, (Erişim) http://www.tumgazeteler.com/?a=5045522 , 10
Ocak 2009.
57
Bülbül, a.g.e., s.38.
58
Mardin Merkezde yaşayan 5 Katolik aile olmasına rağmen, kilise ibadete kapalıdır. Ruhanisi
yoktur. Ancak Kırklar Kilisesi Ruhanisi Gabriyel Akyüz tarafından 1-1,5 ayda bir ibadet
yaptırılmaktadır. Tapusu Süryani Katolik Vakfına aittir. Bakımını 1927 doğumlu İlyas Geçkaldı
yapmaktadır.Bkz. Ayduslu, a.g.t., s.85.
56
339
bazen ihtilaflara neden olmuştur. Çoğunlukla cemaatlerin kendi içinde
çözdükleri bu sorun zaman zaman da Osmanlı yönetimine aksettirilerek
çözüm aranmıştır. Osmanlı devletinin de bu tip sorunları çözme gayreti içinde
olduğu tarihi kayıtlardan görülmektedir.59 Sorunlar genelde anlaşma yolu ile
çözülmekte olup bazen aynı köyde her cemaate ait ayrı bir kilise görmek de
mümkündür. Bu konuda güzel bir örnek Dereiçi Köyü’ndeki kiliselerdir.
Köyde; Süryani Protestan, Süryani Ortodoks ve Süryani Katolik olmak üzere
toplam üç kilise, bir de köyün üç km kuzeydoğusunda bulunan tamamen
harap halde bir manastır vardır. XVIII. yüzyıl ikinci yarısındaki mezhep
ayrılıklarının ve XIX. yüzyıldaki Protestan misyonerlik faaliyetlerinin bir
sonucu olarak60 görünen bu durumun bir diğer yönü de hepsinin huzur içinde
beraber yaşayabilmiş olduğunu göstermektedir.
Günümüzde Hristiyan mezhepleri arasında giderek artan olumlu bir
ilişki vardır. 1948 yılından itibaren “Kiliseler Birliği” çatısı altında Nasturi,
Maruni, Keldani, Melkit ve Süryaniler arasında başlayan diyaloglar devam
etmektedir. Doğu Kiliseleri tarafından “Uluslararası Ortak Teolojik Diyalog
Komisyonunun” kurulması ile ise mezhep ve cemaatler arasındaki sorunların
bir kısmı giderilmiştir. Diğer taraftan Roma Katolik Kilisesi ile de 1964
yılından itibaren bir diyalog süreci başlatılmıştır.61 Fakat bu süreçler ile
mevcut statükonun ciddi bir değişime uğraması söz konusu değildir. Daha
çok teolojik öğreti ayralıklarına neden olan anlaşmazlıkların karşılıklı
59
Süryani Kadim, Süryani Katolik, Ermeni Katolik ve Keldani Kiliselerine merbut cemaatler,
mübadeleye gayri tabi şahısla; hükmiyeden emval menkullerinin, vaktiyle vergi ve tabu dairelerine
vermiş oldukları defterlerdeki yazılı emlakin vakıf olduklarına dair, ne gibi evrak ve vesaik var ise
ibraz edilmesi, komisyon mahsusince tetkik edilmek üzere ruhani reisliğine tebliğ edilmesi için
Mardin Valisi Tevfik Hadi’den Vilayet Ser- Komiserliğine yazılan 8 teşrin-evvel 1341 (1922) tarihli
tebliğat için Bkz.Gabriel Akyüz, Osmanlı Devletinde Süryani Kilisesi, s. 106.
60
Ayduslu, a.g.t., s.108.
61
“Conception of the Union in the Orthodox Patriarchate of Antioch”, http://phoenicia.org/orthodox_
antioch_union_3foot.html, 10 Ocak 2011; “Chiesa Ortodossa” http://mb-soft.com/believe/tic/
orthodox.htm, 10 Ocak 2011; “Ortodoks Kiliseleri ile Roma Katolik Kilisleri Arasındaki Uluslararası
Ortak Teolojik Diyalog Komisyonu (Commissione mista internazionale per il dialogo teologico tra la
Chiesa cattolica romana e la Chiesa ortodossa)”, Ravenna, 8 - 14 Ekim 2007, (Erişim)
http://www.vatican.va/roman_curia/pontifical_councils/chrstuni/ch_orthodox_docs/rc_pc_chrstuni_do
c_20071013_documento-ravenna_it.html, 10 Ocak 2011.
340
nedenlerini anlamaya yönelik yapılan bu çalışmaların en olumlu yönü,
aralarındaki düşmanlıkları en aza indirmesi olmuştur.
6.2.2.1. Süryani-Süryani Katolik İlişkileri
Mihail Carve'nin, 1782 yılında Papa tarafından Süryani Katolik Patriği
olarak atanmasıyla başlayan Süryani-Süryani Katolik mücadelesi giderek bir
düşmanlığa dönüşmüştür.62 Başından beri gayrimüslim cemaatler içinde
Katolik misyonerlere en sert tavır alan Süryaniler (Kadim-Yakubî),63
Katolikleşmiş Süryaniler için yenilmiş anlamına gelen "Mağlubi”64 ifadesini
kullanarak, mezhep değiştirenleri ötekileştirmişlerdir. Bunun sebebi olarak
Ermenilerin Katolikleştirilmesinde yaşanan sürecin nasıl cereyan ettiğinin
gözleri önünde olması ve aynı durumdan kaçınma isteği olabilir. Keza
sorun sadece Süryani cemaati içinde değil Osmanlı sınırları içindeki tüm
Ortodoks ve Katolikler arasında da ortaya çıkmaktadır.
Burada değinilmesi gerekli bir nokta da, iki cemaat arasında ortaya
çıkan sorunların gelişiminde sadece cemaatlerin kendilerinin değil, hamisi
durumunda olan devletlerin de etkili olduğudur. Özellikle Fransa’nın
Katoliklerin koruyucusu gibi Süryani Katolikleri desteklemesi, hem
Süryani Kadimleri hem de Osmanlı Devleti'ni zor durumda bırakmıştır.
Keza Osmanlı Devleti’nin Fransa ile yaptığı antlaşmalar vasıtasıyla
Süryani
Katolikleri’nin
hamiliğine
soyunan
Fransa’nın
bu
tutumu,
Süryanileri kendinden soğutmuştur. 65
İki cemaat arasında ortaya çıkan kutuplaşmaya rağmen ilişkilerin en
yoğun olduğu nokta Deyru’l-zafaran Manastırı olmuştur. Patrik Carve,
Deyru’l-zafaran'ı patriklik merkezi yaparak, meşruiyetini ispat ve etki alanını
62
William Francis Ainsworth, Travels and Researches In Asia Minor, Mesopotamia, Chaldea and
Armenia, Vol. II, London 1842, s.115.
63
Hirmis Aboona, “How And When Catholicism Was Imposed on National Churches of
Mesopotamia?”, (Erişim) http://www.atour.com.education/20010303.html , 10 Ocak 2006.
64
Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 36.
65
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Divân-ı Hümayûn Defterleri, Hariciye Nezareti Mektubî Kalemi,
Dosya No: 46, Gömlek No:75’den aktaran Özcoşar, “19. Yüzyılda Mardin Süryanileri”, s.167.
341
geliştirmek istemiştir. Bu kapsamda yaptığı girişimler sonucu Deyru’l-zafaran
Manastırının kendi cemaati içinde kullanım hakkını 1839 yılında kazanmıştır.
Tüm bu süreçte yaşanan sorunlara rağmen Deyru’l-zafaran Manastırı iki
cemaatin de ortak kullandığı bir mekân olmuştur.66
Deyru’l-zafaran Manastırı ile ilgili yaşanan mekân sorunu diğer kilise
ve mezarlıklara ilişkin yaşanan sorunlarla devam etmiştir. İkiye ayrılan tüm
topluluklarda olduğu gibi Süryanilerin de yaşadığı bu sorun doğaldır. Süryani
Kadimlerin, Süryani Katoliklerin mülk edinim ve bunları kilise olarak
kullanımına sessiz kalmalarını Süryani Katoliklerin hamisi durumundaki
Fransa’dan çekinmelerine bağlanmış olsa da Süryani Kadimler, kendi kilise
ve mezarlıklarına yönelik girişimler karşısında sessiz kalmamışlardır.67
Süryani Katoliklerin, Süryani Kadimlere ait veya kullanımında olan kilise ve
mezarlıklara yönelik hak iddiaları Süryani Kadimlerin şikâyetlerine sebep
olmuştur. Osmanlı Devleti, yapılan şikâyetleri mevcut sistem içinde
değerlendirerek çözüm üretmeye çalışmıştır. Ürettiği çözümlerin kalıcı
olmadığını, sorunların en azından 1852 yılına kadar uzadığı görülmektedir.68
Süryani Katoliklerin Mardin'de kilise olarak kullandıkları ilk mekân
Kıssis mahallesindeki kilisedir. Ayrıca 19’uncu yüzyılın son çeyreğinde
Süryani Katolikler tarafından Diyarbakır Kapısında yapımına başlanan
çalışma, Mor Efrem Manastırı adıyla 1884 yılında tamamlanmıştır.69
Sonuçta Katoliklerin kilise sorunu, artan cemaat sayısı da göz önüne
alındığında ancak kendilerine has yeni kiliseler inşa etmeleri ile çözülmüştür.
66
Ainsworth, a.g.e., s. 116.
Aboona, a.g.m.
68
Şam Şerif’te olan beş kilise (Mor Behnam Kilisesi ile Mor Musa Manastırı, Rişe Köyünde Mor
Musa Kilisesi, Kal’at Candar Köyü’nde Mor Circis Kilisesi, Nabak Köyünde Mor Musa Kilisesi ve
bir manastır, Karyatayn Köyünde Mor İlyan Manastırı ve bir kilise) konusunda Süryani Yakubiler ile
Süryani Katolikler arasında meydana gelen ihtilafın Dar-Saadete şikâyet edilmesi ve sonunda Süryani
Katoliklerin eline geçtiğine dair 21 recep 1294 (1877) tarihli ferman sureti için bkz. P.Gabriel Akyüz,
Osmanlı Devletinde Süryani Kilisesi, s. 83; Bahse konu kiliselerin Süryani kadimlerin olmasına
rağmen oradaki Süryanilerin Katolik mezhebine geçmesi sebebiyle İbrahim Paşa Bahri tarafından
Süryani Katoliklere teslim edildiğine dair 25 mart 1302 (1884) tarihli Arapça tahkikat raporu için bkz.
Gabriel Akyüz, Osmanlı Devletinde Süryani Kilisesi, s. 85.
69
Gabriel Akyüz, Mardin İli'nin Merkez ve Civar Köylerinde, s.82-90.
67
342
Patriklik merkezinin yeri de 1853 sonrasında ortaya çıkan bir başka
sorun olmuştur.70 Mardin Süryani Katolik Metropoliti Anton Semheri patrik
olarak seçildikten sonra patriklik merkezinin Mardin'e taşınması,71 Süryani
Kadimler tarafından tehlike olarak algılanmış ve mücadelenin sertleşmesi
üzerine, 1898'de Patrik Efrem Rahmani'nin patriklik merkezini Beyrut'a
taşıması ile sorun çözülmüştür.72
Süryani Kadimler ile Katolikler arasında bir diğer mücadele, özellikle
Osmanlı Devleti'nde yeni idari yapılanmalar sonrasında ortaya çıkmıştır.
Meclislerdeki temsilci sayıları gücün unsuru olarak algılanarak, bu sayının
arttırılmasına
çalışılmıştır.73
İki
cemaat
arasındaki
politik
nüfuz
mücadelesinde Katolikler özellikle İstanbul’da etkin olmuşlardır. Katoliklerin
bu başarısının sebeplerinden biri de, Papalık tarafından aktarılan maddi
imkânlardır. Maddi imkân olarak Süryani Kadimlerden daha önde olan
Katolikler,
elde
ettikleri
bu
imkân
sayesinde
siyaseten
üstünlük
sağlamışlardır.74
Süryani Kadimler ile Süryani Katolikler arasında şehir merkezlerinde
yaşanan çatışmalar, kırsal kesimi de etkilemiş, güç arayan Süryani aşiret
70
1869 yılında Süryani Katoliklerin merkezi Helep'ten Mardin'e taşınmıştır. 1877 yılında Mardin
merkezli Süryani Katoliklerinin Patriklik merkezleri Şam'a geçmiş ve yargı alanında 4 piskopos ve 17
rahip vekili ile idare edilen 21 ruhani merkezi oluşmuştur. 1879 yılında ilk defa Süryani Katoliklerinin
başkent İstanbul'da bir ruhani merkezleri, patrik vekilliği oluşmuştur. Ayrıca yıllıklarda Süryani
Katolik Patrikliği Ermeni Katolik Patrikliği'nden sonra dördüncü sırada yer verilmiştir. Bu da
dördüncü ayrı millet olarak kabul edildiğini düşündürmektedir. Bkz. Salname-i Devlet-i Aliyye-i
Osmaniyye, Sene 1286 (1869), 24. Defa, İstanbul: Darü’t-Tıbaat’ül-Amire, (1286/1869), s. 154-170,
Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, Sene 1294 (1877), 32. Def’a, İstanbul: Halil Efendi
Matbaası, (1294/1877), s. 584-599, Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, Sene 1296 (1879), 34.
Def’a, İstanbul: Hacı Hüseyin Efendi Matbaası, (1296/1879), s. 254-264’den aktaran Canan Seyfeli,
“Osmanlı Devlet Salnamelerinde Süryaniler (1847-1918)”, s.88-93.
71
Gabriel Akyüz, Mardin İli'nin Merkez ve Civar Köylerinde,s.84.
72
Aziz Suryal Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 37.
73
1879'da Adliye Nezaretine yapılan bir şikâyette bu konudan bahsedilmekte ve durumun akibeti
sorulmaktadır. Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Divân-ı Hümayûn Defterleri, Dâhiliye Mektubî
Kalemi, Dosya No: 1330, Gömlek No:62’den aktaran Özcoşar, “19. Yüzyılda Mardin Süryanileri”,
s.168.
74
Bu konuda örnek teşkil eden Matran Yunus’un hikayesi için Bkz. Parry, a.g.e., s. 130-133 .
343
ve ailelerin bir kısmı çare olarak Katolikleşmeyi tercih etmişlerdir.75 Böylece
bu mücadele dinî ve siyasi bir boyut kazanmıştır.
Her iki cemaatin birbirleri ile mücadelelerinin bir diğer boyutu da
Osmanlı Devleti tarafından bağımsız “millet” olarak kabul edilmemesinden
kaynaklıdır. Ermeni Gregoryen ve Ermeni Katolik Patriklikleri de doğal olarak
bu sürecin içinde olmuşlardır. 1835 yılına kadar Süryanilerin Ermeni
Patrikliği’ne bağlılıkları devam etmiştir. Süryani Katolikler, İstanbul Katolik
Patrikliği’ne bağlanmış olmalarına rağmen, sorun çözülmemiştir. Bir taraf
cemaat kazanmak diğer taraf kaybetmemek için mücadelelerine devam
etmişlerdir. Ekonomik sebeplerle din değiştirenlere rastlanması tarafları
karşı karşıya getirmekte ve sık sık şikâyetlere konu olmaktaydı. Osmanlı
devletince özellikle toplumsal huzur bozulduğu için din ve mezhep
değiştirmeler
yasaklanmıştır.
Tüm
bu
yasaklara
rağmen
mezhep
değiştirmeler devam etmiştir.76
Süryani Katoliklerin bugün ülkemizde sayısı çok azdır. Katolik Süryani
Patrikliği Beyrut’ta bulunmakta olup, İstanbul’da Süryani Katolik Patrikliği
vekilliği vardır. Bu görevi Yusuf Sağ temsil etmektedir.77 Süryani Katolikler
daha çok şehirlere yerleştikleri için diğer Süryaniler ile önem arz edecek bir
sorunları görülmemektedir.78
6.2.2.2. Süryani-Nasturi İlişkileri
Nasturi Kilisesinin ortaya çıkışı ile başlayan Nasturi-Süryani çatışması
başlangıçta çok şiddetli iken İslam hâkimiyeti ile şiddetini kaybetmiştir. Fakat
75
Gabriel Akyüz ve Şabo Aktaş, Bakısyan (Alagöz) Köyü'nün Tarihçesi, Mardin, 2004, s. 96-97.
Osmanlı Devletinin, bu cemaatlerden aldığı vergilerin düzenli toplanması, ancak sorun olmadığında
ve cemaat yöneticilerinin meşruiyetinin cemaat tarafından kabulünde mümkün olabilmekteydi. Fakat
1940-1943 yıllarında devam eden şikâyetlerden mezhep geçişlerinin devam ettiği de anlaşılmaktadır.
Bkz. Mardin Şer'iye Sicili, s. 253 Evahir-i Safer, 1255; Mardin Şer'iye Sicili, s.253, Evasıt-ı
Cemaziyelahir.; Mardin Şer'iye Sicili, s.242, Evasıt-ı Zilkade 1258’den aktaran Özcoşar, Bir Yüzyıl
Bir Sancak Bir Cemaat, s.165.
77
Mehmet Aydın, a.g.e., s. 724.
78
Süryani Katolikleri Türkiye'de doğmuş olan Süryani Katoliklerin % 95'i kentte doğmuş olup,
% 5’i ise ilçede doğmuştur. Katılımcılar arasında köylü kökenli Süryani Katolik yoktur. Bkz.
Öztemiz, a.g.t., s.76.
76
344
teolojik öğreti ayrılığı şeklinde ortaya çıkan bu görüş farklılığı, tarafların
birbirlerini heretik (sapkın) olarak nitelemeleri ile bugün dahi kilise
çevrelerinde devam etmektedir.79
Doğu Süryanileri olarak da adlandırılan Nasturilerin kapalı toplum
yapısı ve yaşadıkları zor coğrafi bölge, ilişkileri sınırlı yapmıştır. Nasturiler
daha çok Hakkâri bölgesinde yaşamışlardır. Nasturi İsyanı sonrasında ise
büyük çoğunluğu Türkiye’yi terk etmiştir. Bugün çoğunlukla Irak’ta, ABD’de
ve Kanada’da yaşamaktadırlar.
Doğu Süryanileri günümüzde kendilerini daha çok ‘Asurî’ olarak
tanımlarlar. 1975 yılında ABD’de patriklerinin öldürülmesi ile birlikte
Türkiye’deki cemaatleri patriksiz kalmıştır. 19’ncu yüzyılda Protestanlığa
geçen Doğu Süryani Hristiyanlarından İstanbul’da yaşayan çok az bir grup
kalmıştır.80
Bugün Nasturiler, gerek Süryaniler ile gerek diğer Süryani ekolünden
gelen cemaatler ile olsun, “Asurî” kimliği etrafında birleşme gayretleri
içindedirler. İlişkilerin seyri daha çok yurt dışı bağlantılı gelişmekte ve
soykırım söylemleri genellikle Nasturi cemaati tarafından dillendirilmektedir.
Nasturiler, bu iddialarının içine Süryani cemaatini de çekmek istemektedirler.
6.2.2.3. Süryani-Keldani İlişkileri
Keldanilerin de Nasturiler gibi Süryaniler ile ilişkileri fazla yoğun
olmamıştır. Geary, Süryaniler ile Keldaniler arasındaki ilişkiyi tanımlarken;
birbirlerine bakış açılarının Müslümanlara bakış açılarından daha kötü
olduğunu söylemektedir.81 Bunun sebebini ise Süryanilerin, Süryani Katolik
cemaati ile olan sorunlarında, Keldanilerin Katoliklerden yana tavır
79
Gabriel Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s. 206.
Anschtz Helga, “Türkiyedeki HristiyanGruplar”, Türkiyedeki Etnik Gruplar, ed. Peter Alford
Andrews, İstanbul, Ant Yayınları, 1992, ss.298-299; Bülbül, a.g.e., s.32.
81
Grattan Geary, Through Asiatic Turkey, Narrative of a Journey from Bombay to the Bosphorus,
London, S. Low, Marston, Searle & Rivington, 1878, s 175-176.
80
345
aldıkları hatta destekledikleri yönündeki inançları olduğu düşünülebilir.
Keldani ve Süryaniler arasındaki ilişkilere ait tek somut olay, 1862'de
Nusaybin Mor Yakup Kilisesinin aidiyetine yönelik olmuş, sonuçta sorun
Süryaniler lehine sonuçlanmıştır.82
Diyarbakır ve Mardin’de çok az sayıda Keldani cemaati bulunmaktadır.
Batıya ekonomik ve sosyal şartlar nedeniyle göç eden Keldaniler, daha çok
İstanbul'da yoğunlaşmıştır. Irak’ta yaşanan gelişmeler sonucunda Türkiye'ye
doğru da göçler olmuştur. Bunların büyük bir kısmı tekrar batıya göç
etmişlerdir. Türkiye Keldani Cemaati Başpiskopos Genel Vekili François
Yakan’a göre Türkiye de 5000 civarında Keldani yaşamaktadır. Bunlar da
çoğunlukla İstanbul’da yaşamaktadırlar. 1984 yılı itibariyle Türkiye de Keldani
ve
Nasturilerin
toplam
sayısının
7000
civarında
olduğu
değerlendirilmektedir.83
Keldanilerin
de
Nasturiler
ile
birlikte
Asur
kimliği
etrafında
birleştirilmeye çalışıldığı değerlendirilmektedir. Bu kapsamda kitlesel bir sayı
yaratma gayretlerinin olduğu, bunun için de Süryanilerin de bu grup içine
sokulmaya çalışıldığı dile getirilmektedir. Bu amaçla çeşitli dernek, örgüt ve
kuruluşlar teşekkül ettirilmektedir. Bu gelişmelere gerekçe olarak ise maruz
kaldıkları asimilasyona direnç gösterilmektedir. Bu kapsamda ilişkilerinin
ortak düşman yaratılması etrafında şekillendiği ve karşılıklı önemli bir
sorunlarının olmadığı görülmektedir.
6.2.2.4. Süryani-Süryani Protestan İlişkileri
Anadolu’daki
Süryani
cemaatin
bir
kısmı
1852’den
itibaren
Protestanlığa girmişlerdir. Süryani Protestanlarının ruhanî lideri Diyarbakırlı
Cercis
82
Hedaye’dir.
Bugün
Türkiye’de
az
sayıda
Süryani
Protestan
Gabriel Akyüz; " Nusyabin'deki Mor Yakup Kilisesi Nusaybin’deki Mor Yakup kilisesi ve Nusaybin
okulu M.S. 325 ", Geçmişten Günümüze Nusaybin Sempozumu, Nusaybin, 2004.
83
Andrews, a.g.e., s.232. Farklı kaynaklarda Türkiye’deki Keldani sayısı 300, Nasturi sayısı 5200
olarak
da
verilmektedir.
“People-in-Country
Profile”,
Joshua
Project,
(Erişim)
http://www.joshuaproject.net/people-profile.php, 25 Haziran 2010.
346
bulunmaktadır.84 Mardin merkezde sadece beş Süryani Protestan aile
bulunmaktadır. Başkanlığını Selim Gül’ün yaptığı bir Süryani Protestan Vakfı
bulunmasına rağmen etkin değildir.85
Sayısal olarak azlıklarından dolayı Süryaniler ile ciddi bir ilişkilerinden
bahsetmekte pek mümkün değildir.
6.2.2.5. Süryani-Rum İlişkileri
Süryani Hristiyanlığı, İstanbul’daki Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlı olan
kiliselerden farklıdır. Bu farklılık sadece teolojik açıdan değildir, inancın
duyulup yaşanmasında da fark edilebilmektedir. Rus Ortodoks, Bulgar
Ortodoks gibi Ortodoks kiliselerin çoğunluğu, Fener Rum Patrikhanesinde
bulunan Patrik’i tüm Ortodoksların başı olarak tanımaktadır. Ermeni Apostolik
ve Süryani Ortodoks gibi bağımsız Ortodoks kiliseler, bunu kabul
etmemektedir.86
Zaman zaman Rum Patrikliği, Süryanilerin kendilerine bağlanmasını
istemişler ve bu yönde fermanlar da almışlardır. Ancak pratikte uygulama
imkânı bulamamışlardır.87
Sonuçta, Süryani ekolünden gelen bu cemaatler bugün ciddi bir
çatışma içinde görülmemekte, birbirlerinin kiliselerini kullanmakta, pek tercih
edilmemekle beraber aralarında evlilikler olabilmektedir. Son kırk yıl içinde
ise yurt dışında yaşayan bu cemaatlerin üyeleri, giderek Türk düşmanlığı
etrafında birleşmekte, ortaya çıkarılan bu düşmanlık ve Asur kimliği etrafında
da yeni bir yapılanma gayreti dikkat çekmektedir. Aslında 1876 yılına kadar
götürülebilen ‘Asur’ kimliğine karşı Süryaniler de ‘Kadim’ kimliğini tesis
etmeye çalışsalar da Asur kimliği yurt dışında daha baskın olarak ön planda
84
Mehmet Aydın, a.g.e., s. 724.
Ayduslu, a.g.t., s.86.
86
Öztemiz, a.g.t., s.69.
87
Geniş bilgi için bkz. S.Aydın, K. Emiroğlu, Oktay Özel, Süha Ünsal, Mardin Aşiret-CemaatDevlet, Tarih Vakfı Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2001, s.294-295.
85
347
görülmektedir.88 Süryani Katolik, Süryani Protestan, Keldani, Nasturi ve
Kadim Süryaniler arasında ‘Asur’ milliyetçiliğinin başlamasını 1910-1912
yılları arasında yayın yapan Şark Yıldızı adlı gazetenin neşriyatlarına
dayandıranlar da vardır.89
6.3. SOSYO-KÜLTÜREL DURUMLARI
Toplumsal örgütlenme, küçük topluluklarda daha çok akrabalık
ilişkileri üzerine temellenmiştir. Akrabalık, kan bağı dışında evlilik ve kirvelik
gibi kurgusal olarak da gerçekleşebilir. Toplumdan topluma değişmekle
birlikte kültürel kuralların akrabalık ilişkileri üzerinde büyük bir etkisi
olmaktadır. Ayrıca belirli bir soya dayandığı öne sürülen boy, aşiret, etnik
grup vb. bağların da kültürel kurgu yönü öne çıkmaktadır. Buna rağmen
biyolojik veya kurgusal olsun, grupların şekillenmesinde, grup içi ilişkilerin
düzenlenmesi ve sürdürülmesinde, diğer gruplarla ilişkiler ve sınırların
korunmasında akrabalık bağları ilk sırayı almaktadır.90
Süryanilerin diğer gruplarla aralarındaki sınırların en fazla netleştiği
“din” konusu, Süryanilerin sosyo-kültürel durumlarının asıl belirleyicisidir.
Süryanilerde kilise, din adamı ve din üçlüsü sosyal yaşamın her yerinde
etkilidir.91 Durum böyle olmakla beraber evlilik, sosyal paylaşım alanları,
eğitim
ve
öğretim
kurumları,
iletişim
kanalları
Süryani
toplumunun
şekillenmesinde önemli yeri vardır.
Süryani geleneklerinin bölgenin genelindeki gelenekler ile benzerlikleri
dikkat çekicidir. Sadece düğün törenleri değil, kılık-kıyafetten, kullandıkları
lisana kadar bölgenin genel özelliğini yansıtmaktadırlar. Keza içlerinde
bulunduğum iki yıl içinde sokakta Süryani’yi Kürt’ten, Kürt’ü Süryani’den
88
Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.79.
Mehmet Şimşek, “1912’de Şark Yıldızı Gazetesi”, Toplumsal Tarih, Sayı 128, Ağustos 2004,
(Erişim) http://www.suryoyo.uni-goettingen.de/library/1912sarkyildizi.pdf, 09 Eylül 2009.
90
Gary Ferraro, Cultural Anthropology: An Applied Perspective, Belmont, Wadsworth Thomson
Learning, 2001, s.206-226.
91
Özmen, a.g.t., s.222.
89
348
ayırmanın
mümkün
olmadığını,
geleneklerin
benzer
hale
geldiğini,
düğünlerinde, bayramlarında karşılıklı ilişki içinde olduklarını, en önemli
farklılığın ise sadece kilise veya camiye yöneldiklerinde ortaya çıktığını
gördüm.
Türkiye’de özellikle Mardin-Midyat yöresinde Süryaniler arasında
Süryanice (Turoyo)92 kullanılmasına rağmen, hemen hemen bölgedeki
Süryanilerin büyük çoğunluğunun Kürtçe de biliyor olması bende sanki
Kürtçe’nin bölge lisanına dönüşmeye başladığı kanaatinin oluşmasına
neden olmuştur. Çünkü bölgede kullanılan baskın dil zamanla diğer dilleri
etkisi altına almaktadır. İstanbul’daki Süryaniler de çoğunlukla Türkçe
konuşmaktadırlar.
Sonuçta
Süryanicenin
giderek
ayin
dili
haline
dönüştüğü, günlük yaşamdaki kullanım alanının giderek daraldığı
görülmektedir.
6.3.1. Aile ve Evlilik
Din temelli bir etnik grup olarak görülen Süryaniler arasında
Müslümanlar
ile
evliliğin
yasaklanmış
olması,
etnik
kimliklerinin
kaybedileceği endişesinden doğduğu düşünülebilir. Bu durum çok da
istisna bir durum olarak görülmemelidir. Zira benzer süreç diğer birçok
etnik grupta da görülebilmektedir. Böylece grubun varlığının nedeni
olarak gösterilen ve sıklıkla ‘varsayılan ata’ üzerinden kurulan sanal
akrabalık yerine, Süryaniler gerçek akrabalık bağı ile etnik kimliğin inşasını
sağlamış olmaktadırlar.
Süryanilerde sadece Müslümanlarla değil, birinci derece akrabalar
arasındaki evlilikler de dinen yasaklanmıştır. Fakat göçle beraber ortaya
çıkan demografik yapıdan kaynaklanan, evlenecek kişilerin bulunamaması
92
Semitik dil ailesine ait Doğu Aramîce'nin bir lehçesi olan “T uroyo” (
), S urayt (
),
) olarak da bilinmektedir. Bkz. Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s.
veya Səryoyo (
37; İris, a.g.e., s. 39; Öztemiz, a.g.t., s.82.
349
nedeni ile bu yasak, 1980'lerden sonra pek uygulanamamaya başlamıştır. Bu
durum sosyal gerekliliklerin dinî adetleri değiştirici gücüne de bir örnektir.93
Durum böyle olmakla beraber hala muhafazakar kesimlerde başka dinler ile
evlilik ciddi bir sorun olmaya devam etmekte ve hatta bu gerekçe ile
cinayetler dahi işlenebilmektedir.
Süryaniler için kutsal bir anlam taşıyan evlilik, rahipler, rahibeler,
episkopos, metropolit, mafiryan ve patrikler için yasak kapsamındadır.
Papazlar, papaz sıfatını almadan önce evlenebilirler. Papazın eşi öldüğünde
ise, ikinci bir evlilik yapmasına izin verilmez. Ancak ruhban sınıfına dâhil
olmayanlar ikinci kez evlenebilmektedirler.94
Süryanilerde çok eşlilik yasaklanmış olup, asıl olan tek eşliliktir. Bu
yönüyle, bölgedeki Arap, Kürt ya da Türk aile yapısından farklılık
göstermektedir. Boşanmak, zina hali dışında mümkün değildir.95 Süryaniler
arasında evliliği engelleyici durumlar; ruhsal yakınlık, kan bağı ve dinî
farklılıktır. Ruhsal yakınlık, sütannelik, sütkardeşlik ve vaftiz kirveliğidir.
Nikâhta sağdıçlık ve tedavisi uzun veya mümkün olmayan hastalıklar da
evlilik için engel teşkil etmektedir.96 Evliliği engelleyen bir diğer durum ise dinî
farklılıktır. Mezhepsel farklılıkların bile önemsendiği bu durumda, Süryani ile
Müslüman’ın evliliği asla kabul edilmemektedir. Ayrıca Süryaniler, resmî
nikâh işleminden önce dinî nikâh kıymamaktadırlar.97
6.3.2. Süryani Dayanışması: Vakıflar ve Dernekler
Süryaniler arasında büyük bir dayanışma vardır. Toplum psikolojine
dayandırabileceğimiz Süryani dilenciye veya muhtacına rastlanmaması, bu
olguyu doğrular niteliktedir. Bu dayanışma daha çok kilise organizasyonları
93
Özmen, a.g.t., s. 219-223.
Günel, a.g.e.,s.318.
95
Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, s. 306; İris, a.g.e., s. 204.
96
Akdemir, a.g.e., s. 85; Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s. 204; Tümer-Küçük, Dinler
Tarihi, s. 306.
97
İris, a.g.e., s. 204; Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, s. 204.
94
350
etrafında yapılmaktadır. Kilise destekli yapılan tüm bu organizasyonlar ve
etkinlikler, farklı anlamlarda anlaşılabildiğinden dolayı Süryaniler bu tür
faaliyetlerini yaparken biraz çekingen davranabilmektedirler.
İster kilise, isterse vakıflar aracılığı ile olsun, Süryani toplumu
arasındaki destek her alanda görülmektedir. Her kilisenin masraflarını
karşılamak, yoksul ve düşkünlerin geçimlerini temin etmek için Süryani Kadim
Vakıfları kurulmuştur. Başlangıçta Süryanilerin Lozan’da azınlıklık olarak
sayılmamış olmasından dolayı, 2003 yılında başlayan uygulamaya kadar da
Süryanilerin vakıfları cemaat vakıfları arasında sayılmamıştır.98 Fakat yapılan
düzenlemeler ile artık resmî olarak Süryani vakıfları da cemaat vakıfları arasında
kabul edilmektedir. 2005 yılı itibariyle resmiyette 9 Süryani vakfı, 3 Keldani, 75
Rum, 55 Ermeni, 18 Musevi, 2 Bulgar, 1 Gürcü ve 1 de Marunilere ait vakıf
vardır.99
2008 yılında 5737 sayılı yeni Vakıflar Kanunu ile cemaat vakıfları
lehine önemli düzenlemeler yapılmış olup, günümüzde 162 tane cemaatlere
ait vakfın yedi tanesi Süryani Kadimlere, bir tanesi Süryani Katoliklere, iki
tanesi Süryani Protestanlara aittir. 100 Genellikle kiliselere ait olan bu
vakıfların önemli kabul edilebilecek gelirleri,101 arazi ve mülkleri vardır.102
98
Lozan Antlaşması'nda azınlık olarak belirlenen gruplardan Rum,Ermeni ve Yahudi dışında başka
bir grup olup olmadığı tartışmalıdır. Azınlık haklarından Türkiye'deki gayrimüslimlerin hepsi
yararlandırılmamaktadır. Bu konuda tüm gayrimüslimlerin azınlık haklarından yararlandırılmasını
gerektiğinin iddiası için Bkz. Oran, Türkiye'de Azınlıklar:, s.54.
99
Bülbül, a.g.e., s.26.
100
Süryanilere ait vakıflar; Diyarbakır Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı, Beyoğlu Süryani
Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı, Mardin Süryani Kadim Deyrulzafara Manastırı ve Kiliseleri Vakfı,
Midyat Süryani Deyrulumur Margabriel Manastırı Vakfı, Midyat Süryani Kadim Cemaatı Marborsom
ve Mart Şemuni Kiliseleri Vakfı, İdil Süryani Kadim Kilisesi (Mardodo) Vakfı, Elazığ Süryani Kadim
Meryemana Kilisesi Vakfıdır. Ayrıca Mardin Süryani Katolik Kilisesi Vakfı ve Mardin Süryani
Protestan Kilisesi Vakfı ve Midyat Süryani Protestan Kilisesi Vakfı bulunmaktadır. Bkz. “Cemaat
Vakıfları”, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü, (Erişim) http://www.vgm.gov.
tr/02_VakiflarHakkinda/004_CemaatVakiflar/cemaat.cfm, 11 Ağustos 2010.
101
Deyrl umur manastırı Vakıf Baskanı İsa Gülten’in beyanına göre vakfın yıllık geliri 200–250.000
Euro kadardır. Bkz. Ayduslu, a.g.t., s.123.
102
Efram Barsavm, Zihniyetlerin Bahçesinde Deyruzzafaran Manastırı’nın Tarihi ve Mardin
Abraşiyesi İle Manastırlarının Özet Tarihi, çev.Gabriyel Akyüz, ed. İbrahim Özcoşar, Hüseyin H.
Güneş, Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Yayınları, İstanbul, 2006.
351
Her kilisenin bir vakıf yönetim kurulu da vardır. Bu kurullar, dört
senede bir hükümetin nezaretinde yapılan seçimle yenilenir. Bu kurul
Bölge Vakıflar Müdürlüğü’nün izni olmaksızın hiçbir yatırım yapamazlar.
Bütün vakıf malları, o vakfın ait olduğu kiliseye aittir. Ayrıca bu kurulların
üstünde "Süryani Kadim Vakfı Kebir" kurulu vardır ki bunun merkezi,
Mardin'deki Kırklar Kilisesidir. Bu kurulun başkanı da Mardin Metropolitidir.103
Kilise ve manastırlar dışında, hem bu dinî merkezlerin hem de genel
olarak cemaatin mülki işleri için de vakıflar kurulmuştur. Vakıflar
bulundukları yerlerden yurt dışına göç etmiş bulunan kişi ve ailelerin
çoğunluğunun mülklerini denetleme görevi de görürler. Son zamanlara kadar
genellikle Süryanilerle diğer Müslüman gruplar arasındaki mülk sorunları,
yurt dışından geri dönüşlerin başlamasıyla Süryanilerin kendi aralarında da
görülmeye başlamıştır.104 Süryani vakıflarına ait sorunlar giderek uluslararası
bir sorun haline geliyor olması da Türk basını tarafından dikkatle takip
edilmektedir.105
Vakıfların
dışında,
2003
Şubat
ayında
İstanbul'da
kurulan
Mezopotamya Kültür ve Dayanışma Derneği ve 28 Nisan 2004 tarihinde
Midyat Süryani Kültür Derneği adıyla da Midyat bölgesinde kurulan dernek,
Süryanilerin kültürel değerlerini yaşatmayı ve yeniden üretilmesi için
çalışmalar yapmayı, bu doğrultuda projeler geliştirmeyi ve aktivitelerde
bulunmayı amaçladığını bildirmektedir. Dernek yöneticileri ve kurucuları
daha çok yurt dışından kesin dönüş yapanlardan oluşmaktadır.106
Merkezi Midyat'ta bulunan ve kırk altı üyesi olan derneğin
yöneticileri, Süryanilerin dinsel bir topluluk olarak anılmasından ve topluluk
üzerindeki kilise otoritesinden rahatsız olduklarını dile getirmektedirler. Bu
103
Koluman, a.g.e., s. 119.
Özmen, a.g.t., s.194.
105
M. Halis İş, “Mor Gabriel Manastırı ilk davayı kazandı”, Hürriyet Gazetesi, (Erişim)
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11714161.asp, 22 Mayıs 2010; “Manastır davası AİHM’e gidecek”,
Haber Aktüel, http://www.haberaktuel.com/manastir-davasi-aihme-gidecek-haberi-204347.html.
106
Özmen, a.g.t., s.194.
104
352
yaklaşımlarından dolayı kilise ile çatışmaktadırlar. Dernek yöneticilerine göre
Süryanilerin bugün bu durumda olmasında, yani kendi ülkesinde azınlık
olmasında din/kilisenin rolü çok büyüktür. Ayrıca onlara göre; geri kalmışlığın
nedeni de dindir ve artık dinin bir engel olarak aşılması gerekmektedir.107
Süryani vakıfları ile ilgili düzenlemelerin kendilerine sorun yarattığını
ileri sürerek Katolik Süryani cemaati adına konuşan Basatemir; “Süryani
topluluğu olarak Türkiye'de yaşamaktan ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
olmaktan memnunuz. Biz ayrıcalıklı haklar istemiyoruz. Bize vatandaşlık
haklarımız verildikten sonra artı bir şey istemiyoruz"108 demektedir. Zorunlu
olarak yaşanan bu göçlerin sonucunda geride birçok mülkü ve araziyi bırakan
Süryanilerin en büyük problemlerinden birinin vakıflar olduğunu söyleyen
Basatemir, Süryani cemaatinin Güneydoğu bölgesinden göç etmesi ile birlikte
cemaate ait birçok vakfın ve vakıf mallarının heba olduğunu belirtmektedir.109
6.3.3. Süryaniler ve Eğitim Kurumları
Süryaniler, 2’nci yüzyıldan 12’nci yüzyıla kadar Mezopotamya’da
üniversite seviyesinde olan 50’ye yakın okul açmışlardır.110 Bunların en
meşhuru Urfa Kralları Süryani Abgarlar döneminde kurulmuş olan, İlahîyat
Fakültesi olarak bilinen Süryani Urfa Okuludur.111 Aslında Süryanilerin altın
çağ olarak da adlandırılan, eğitim ve kültür alanında en fazla üretken
oldukları dönem, 7’nci yüzyıldan 13’ncü yüzyıla kadar süren dönemdir.112
Süryani Ortodokslar’da şu anda eğitim veren 5 manastırdan en
önemlileri; Deyru’l-zafaran ve Mor Gabriel Manastırları’dır. Diğer manastırlar
ise Midyat Mor Abrohom Manastırı, Barıştepe Mor Yakup Manastırı,
107
Özmen, a.g.t., s.195.
Sezgin ve Uçar, a.g.m.
109
Sezgin ve Uçar, a.g.m.
110
Bülbül, a.g.e., s.32; Talip Atalay, “İlk Dönem Süryani Din Eğitimine Giriş”, Süryaniler ve
Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara, Cilt II, Orient Yayınları,
2005 s.177.
111
Bülbül, a.g.e., s.33.
112
Dahwonoye, a.g.e., s.12.
108
353
Nusaybin Üçköy Mor Melke Manastırı’dır.113 Eskiden her kilisenin yanında,
bir manastır varken göçlerden sonra kilise sayıları ile birlikte bu sayı da
belirgin derecede azalmıştır. 114
Süryanilerin sorunlarından en önemlileri; kaybetmeye yüz tuttukları
lisanları ile kendi din ve kültürlerini kendilerinden sonra gelecek kuşaklara
aktaramama endişesidir. Süryani dilini yaşatmak için manastır ve kiliselerde
karşılıksız, kız ve erkek ayırımı yapmadan bütün gençlere din ve dil dersleri
verilmektedir.115 Türkiye’de millî eğitim politikası gereği bu tarz eğitim resmî
olarak yasak olsa da uygulamada manastırlarda eğitim verilmeye devam
edilmektedir.116
1897 yılına ait verilere göre Osmanlı topraklarında bulunan toplam 55
adet Süryani okulunda eğitim verilirken bugün sadece birkaç manastırlarda
eğitim verilmektedir.117 Bu durum Süryaniler tarafından endişe ile dile
getirilmektedir. Diğer taraftan Avrupa Birliği görüşmeleri sürecinde de
Süryanilerin, eğitim hakkı ve okul açmalarına izin verilmesi yönünde istekler,
resmî-gayriresmî çeşitli ortamlarda dile getirilmeye devam edilmektedir.118
113
Midyat Mor Abrohom Manastırı günümüzde ibadete açık olup, manastır içinde mezarlığı
korumakla görevli bir aile, bir rahip, iki rahibe ve üç öğrenci bulunmaktadır. Barıştepe Mor Yakup
Manastırı da günümüzde ibadete açık olup, manastırda toplam üç rahip, iki rahibe ve dokuz öğrenci
bulunmaktadır. Nusaybin Üçköy Mor Afrem Kilisesi dershanesinde din eğitimleri İ. D. tarafından
verilmektedir. Dershanenin yaklaşık 18 öğrencisi vardır. Yine Nusaybin Üçköy Mor Melke
Manastırında iki rahip, iki rahibe ve üç örgenci kalmaktadır. Manastır günümüzde ibadete açıktır.
Bkz. Ayduslu, a.g.t., s.125,141, 191,193.
114
Bülbül, a.g.e., s.82.
115
Kırklar Kilisesinde, Okul Kilisesi olarak adlandırılan bir yapı da bulunmaktadır. Bu okul, M.S.
1799 yılında açılmış ve 1928 yılına kadar faaliyetine devam etmiş, ilk orta ve lise olmak seviyesinde
eğitim vermiş ve 1928 yılında Metropolit Mor İvennis Hanna Gandor'un talebi üzerine kapatılmıştır.
Bkz.Gabriel Akyüz, Mardin İli'nin Merkezinde, Civar Köylerinde, s.65-66.
116
Ayduslu, a.g.t., s.223; “Mardin Metropoliti Mor Filüksinos Saliba Özmen", Röportaj, İDEM,
Ekim 2005, (Erişim) http://www.reyono.net/default. aspx?s=10&b=7, 11 Kasım 2009.
117
49 İbtidaiye (İlkokul), 5 Rüştiye (Ortaokul),1 İdadiye (Lise); Süryani Katoliklere ait ise sadece 5
İbtidaiye. Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının, s.158-159; Özcoşar, “Süryani
Kilisesinde Eğitim”, s.201; Eryılmaz, a.g.e., s.176.
118
Süryani Kadim Cemaati "İlköğretim, ortaokul ve lise düzeyinde Süryani okullarının" açılması
talebini de içeren "dil, eğitim ve yayın haklarını" kapsayan yedi maddelik bir raporu Cumhurbaşkanı
ve Başbakan'a sundular. Süryaniler ve eğitim taleplerine ilişkin bkz. (Erişim) http://www.radikal.
com.tr/2000/08/26/turkiye/sur.shtml;http://www.nihateri.org/html/konus3.htm, 03 Ekim 2004; http://
www.tercumangazete.com/hoku.aspx?yid=4043, 08 Kasım 2004; http:// www.suryaniler.com/
msgcontent.asp?ID=6274&GroupID=1, 12 Kasım 2004; (Erişim) http://www.suryaniler.com/okur9.
asp, 01 Mayıs 2005.
354
Durum böyle olmasına rağmen Süryanilerin örgün eğitim sistemi içindeki
eğitim seviyeleri, yaşadıkları bölgenin eğitim seviyesinden çok yukarıda
değildir. İdil bölgesinde uyguladığımız anket sonucunda, Süryanilerin eğitim
seviyesinin ilkokul ve altında olanlarının oranı % 84 kadardır. Günal’ın
yapmış
olduğu
araştırmada
bu
oranın
%
65-70
kadar
olduğu
görülmektedir.119
Süryani kilisesinin diğer topluluklardan daha fazla din merkezli eğitim
faaliyetleri içinde olması, diğer birçok topluluk gibi Süryanilerin yok olmasının
önüne geçmiştir.120 Süryaniler için bu denli hayati öneme sahip kilisenin,
göze çarpan en önemli özelliği ise başta dinî olmak üzere, eğitimi tüm
yönleriyle kendi elinde tutmasıdır. Misyonerlik ve Konsüllerin toplanmasına
neden olan teolojik tartışmalar da kilisenin bir eğitim kurumu olarak
şekillenmesinin temelini oluşturmuştur.121
Süryani din adamları teolojik eğitimlerini çoğunlukla manastırlarda
almaktadırlar.
Üniversite
aşamasında
yetiştirilen
Süryani
din
ve
dil
öğretmenleri ise henüz bulunmamaktadır. Türkiye dışında Avrupa’da da bu
konuda sıkıntı çekilmektedir. Avrupa’da bulunan Süryani manastırındaki
ruhban sayısı 1984’ten itibaren 8’i rahibe olmak üzere 23’e yükseltilerek
eğitim hizmetleri arttırılmaya çalışılmış olsa da eğitim konusunda Süryaniler
ciddi sorunlar yaşamaktadırlar. Hollanda ve İsviçre’deki manastırlarda, genel
olarak değişik ülkelerden gelen genç öğrencilere Türkiye’deki manastırlarda
da olduğu gibi yaz kursları verilmektedir.122
Süryaniler, Lozan Antlaşmasında resmî azınlık olarak tanınmadığı için,
Türkiye'de Ermeni okulları gibi Süryani okulları yoktur. Genelde hafta sonları
119
Uyguladığımız anket son bölümde ele alınmış olup ankete ilişkin verilen cevaplar ekte
sunulmuştur. Ayrıca yapılan diğer araştırma için bkz.Günal, a.g.t., s.284-285.
120
Gerçi Midyat Süryani Kültür Derneği gibi bazı gruplar bu düşünceye karışı çıkmaktadırlar.
Bkz.Özmen, a.g.t., s.194.
121
Özcoşar, “Süryani Kiliselerinde Eğitim”.
122
Saliba Özmen, “Mardin Metropolitliği ve Deyrulzafaran Manastırı’nın 2004 Yılına Yönelik
Faaliyetleri”, Hujada, Arganag 27, Serienr 307, Nr 3, Mars 2004, s.31.
355
kilise ile manastırlarda din ve dil kursları düzenlenmektedir.123 Eğitim
konusunda yaşanan sıkıntının nedeni; eğitim kadrosunun eksikliği
kadar, mevzuatta yaşanan sıkıntılar ve Süryani nüfusundaki azalmadır. Bu
nüfus azalmasından dolayı en son Mardin'de Süryanice eğitim veren okul da
kapanmıştır. Aslında bu okulu maddi olarak destekleyecek Süryani
nüfusunun olmaması en önemli etken olarak kabul edilebilir.124
Eğitim faaliyetleri ile alakalı bir diğer nokta da Süryanilerin bilime
yaptıkları katkıdır. Süryaniler, Ortadoğu ve Akdeniz’de medeniyet ve ilmin
dağılmasına büyük katkı sağlamışlardır. Ancak daha sonra kilisenin kendi
içinde barındırdığı mezhepsel uyuşmazlıklar nedeniyle bu süreç yavaşlamış
ve giderek kendi içine kapanan bir toplum şekline dönüşmüştür. 125
Süryanilerin bilim dünyasına yaptığı katkıları, daha çok çeviriler
sayesinde
olmuştur.
Yunan
felsefesinin
Süryaniler
tarafından
önce
Süryaniceye daha sonra Arapçaya çevrilmesi ile bu düşünce sistemi
Ortadoğu’da gelişme imkânı bulmuştur.126 Yunan felsefesi böylece Atina’dan
İskenderiye’ye, buradan da Süryaniler aracılığıyla Antakya’ya taşınmıştır.
Antakya’dan da Tikrit ve Bağdat’a oralardan da Urfa, Harran ve hatta Çin,
Hindistan’a kadar felsefenin yayılmasına öncülük etmişlerdir.127 Süryaniler
tarafından yapılan bu tercümeler, Yunan filozoflarının çalışmalarının
günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır.128
6.3.4. Süryani Basın-Yayın Organları ve İletişim
Süryanilerin dünya üzerindeki yerleşim alanları geliştikçe aralarındaki
bağı geliştirmek ve karşılaştıkları sorunları çözmek için dernek, dergi, gazete,
123
Öztemiz, a.g.t., s.318.
Fazıl Hüsnü Erdem ve Mazhar Bağlı, "Modernleşme ve Ulus-Devlet Olgusu Kıskacında
Süryaniler", IV. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Sivas, 15-16-17 Ekim 2003, s.152.
125
Koluman, a.g.e., s. 108.
126
Doru, a.g.e., s.94-97.
127
Doru, a.g.e., s.103.
128
Levent Öztürk, Asr-ı Saadet’ten Haçlı Seferlerine Kadar İslam Toplumunda Gayrimüslimler,
İstanbul, İz Yayıncılık, 1998, s.448.
124
356
televizyon kanalı, radyo, internet portalları gibi iletişim araçları kurmaktadırlar.
Zamanla siyasi nitelik kazanan bu oluşumlar, bazen birbirleri ile de
çatışmaktadırlar. 1977 yılında kurulan dünyanın çeşitli ülkelerinde 29 şubesi
ve 10.000 üyesi olan Asurî-Süryani Federasyonu ile Türkiye’nin güney
doğusundan Mardin, Nusaybin, İdil, Midyat ve Suriye’nin Kamışlı, Haseke ve
Deyru’l-zor gibi yerleşim birimlerinden göç eden Süryani Kadim, Keldani ve
Ortodoks mezheplerine mensup Süryaniler tarafından kurulan Süryani
Federasyonu çatışma halindedir.
Süryanice dilinin kaybolmaya başlaması, öncelikle Süryaniler arasında
endişe doğurmuş ve bu kapsamda çeşitli kurslar veya Süryani dilinde çeşitli
yayınlar çıkarmaya çalışmışlardır. Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar
‘Hikmet’ isimli bir dergi çıkarmışlardır. Günümüzde ise daha çok Protestanlar
tarafından kurulan Kitabı Mukaddes Şirketi, Kaya Basım Yayın Dağıtımı,
Müjde Yayıncılık, Yeni Yaşam Yayınları, Redhouse Press, Lütuf Yayıncılık
şirketleri yanında, internet üzerinden yayın faaliyetlerini sürdüren birçok
siteleri de vardır.129 Tüm bu yayın organlarında yazılar yayınlayan bazı
yabancı gazeteciler, akademisyenler ve siyasetçilerin bir kısmı, yeni Süryani
nesillerine siyasal bilinç aşılayan görüşler aktarmaktadırlar. Bu görüşlerini;
mahalli olayları genele, geçmişte yaşananları da bugüne taşıyarak
yapmaktadırlar. Yani mahalli idarecilerden kaynaklanan yanlış tutum ve
icraatları, Türkiye Cumhuriyeti'nin Süryanilere karşı bilinçli politikaları olarak
öne çıkarmak veya 1870′li yıllardan itibaren Doğu Anadolu'da cereyan eden
olumsuz olayları (Bedirhan Bey'in Nasturi isyanlarını bastırması, 1914-1915
Nasturi ayaklanmaları v.s.) bugünün Süryanileri ile ilişkilendirilmek şeklinde
olmaktadır. Bu ilişkilendirilmenin başarısız olduğunu söylemek de pek
mümkün değildir. Özellikle Avrupa'da doğup büyüyen Süryani gençler,
duygusal plânda bu anlatımlardan fazlasıyla etkilenmektedirler.130
129
130
Bülbül, a.g.e., s.15.
Çelik, “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, s.6.
357
Asurî-Süryani
Federasyonu;
Süryanice,
Arapça,
Türkçe,
İsveç
dillerinde basılan Hujada (Birlik) adlı aylık dergi ile Süryanilerin kültürel,
sosyal ve dinî faaliyetlerini konu alan Bahro Suryayo (Süryani Işığı) isimli
dergiyi çıkarmaktadır. Süryani Federasyonu ise, Södertaje adlı bir dergi
çıkartmaktadır.131 1900’lü yılların başından beri çeşitli ülkelerde çeşitli
adlarda ve dillerde Süryanice dergiler çıkarılmaktadır.132 Türkiye’de bu işin
öncülüğü Naum Faik tarafından yapılmıştır. 133
Çeşitli dillerde çıkarılan Asurî dergi ve gazeteleri içinde; Nabu
Quarterly, Journal of the Assyrian Academic Society, The Assyrian Star, The
Voice From the East, Nineveh, Huyodo, Bet-Nahrain, Zenda, Assyrian Quest,
Assyrian Sentinal, Aghona and The Assyrian Guardian önemli olanlarıdır.134
Arjantin’de Hdonoyuto Suryoyto (Süryani Birliği) dergisi, Asurîstan dergisi;
Belçika’da Renyo Hiro (Özgür Düşünce), Bahro Suryoyo ve Ülkenin Özgür
Sesi
gazetesi;
Almanya’da
Mardutho
D-Suryoye
adlı
dergi;
K.lrak
Süleymaniye’de Nisa (Hedef) adlı gazete; İsveç’te Furkono (Kurtuluş), Heto
(Süryani Edebiyat Dergisi) ve Huyodo (Birlik); Amerika’da “Bet Nahrin” adlı
dergi; Hindistan’da "Meleye Mamurama" isimli bir günlük gazete ve dört adet
dergi; Mardin Midyat Deyru’l-umur kilisesinde basılan Turabdin’in Sesi gibi
dergiler sayabildiklerimizdir.
Mihayel Hikmet Çakke’nin Türkiye’deki ilk Süryani matbaası ile 1913
yılında çıkarmış olduğu “Hikmet” adındaki ilk dergiden dolayı, matbaaya
“Hikmet Basım Evi” adı verilmiştir. 1957 yılına kadar basıma devam etmiş
olan bu matbaa, şu anda parçaları dağınık bir şekilde Kırklar Kilisesinde
bulunmaktadır.135
131
Koluman, a.g.e., s. 129.
Daha fazla dergi adı ve yayın yeri için
http://www.edessa.com/assypubs.htm, 09 Mayıs 2008.
133
Çıkkı, a.g.e., s. 56.
134
The Assyrian Academic Society, a.g.m.
135
Koluman, a.g.e., s. 98-99.
132
bkz.
Assyrian
Publications,
(Erişim)
358
Ayrıca İsveç'in Södertalje şehrindeki stüdyolarından 2004 yılından beri
hotbird uydusu üzerinden Süryanice, Arapça, İsveççe, İngilizce ve Türkçe
yayın yapan “Suroyo TV” ile 2005 yılından beri Ankawa’dan daha çok
Ortadoğu bölgesine Süryanice ve Arapça yayın yapan “Ishtar TV” ise bir
diğer Süryani televizyon kanalıdır.
6.4. EKONOMİK DURUMLARI, SÜRYANİ MESLEK VE SANATLARI
Geleneksel sınıflama ile Süryanilerin öne çıkan sanat dallarına
baktığımızda; öncelikle telkâri sanatında olmak üzere el nakısı, basmacılık,
halıcılık, bakırcılık, dokumacılık, mimari ve mimari süslemeciliğinde başarılı
oldukları görülmektedir. Ayrıca kuyumculuk, Süryaniler arasında sanat
olduğu kadar yaygın bir iş kolunu oluşturması açısından da önem arz
etmektedir. Bugün Mardin ve Diyarbakır kuyumcularının neredeyse tamamını
ve İstanbul kuyumcularının çoğunluğunu Süryaniler oluşturmaktadırlar.
Süryani göçünün olumsuzluklarından birisi de Süryanilerle özdeşleşmiş olan
el sanatlarının yavaş yavaş yok olmaya başlamasıdır. Kültürel ve sektörel
değişim de bu sanatların yok olmasına neden olmakta ve bu kültürel miras
giderek kaybolmaktadır.
Süryaniler tarih boyunca yaşadıkları çevrenin iktisadi hâkimiyetini
genellikle ellerinde bulundurmuşlardır.136 Bugün ince el sanatları, çiftçilik,
bağcılık ile uğraşan Süryanilerin çoğunun mali durumu iyidir. Mardin ve
çevresinde yaşayan Süryaniler, mali durumlarının bozulmaya yüz
tuttuğunu hissettikleri anda Ankara veya İstanbul'a göç etmektedirler. Bu
göçmenler,
İstanbul'da
birçok
fabrika
ve
işletmeler
kurmuşlardır.
İstanbul'daki Kent Şekerleme Fabrikası bunun bir örneğidir.137
136
Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 111.
Koluman, a.g.e., s. 119-120; İsa Karataş, “Yeni Şafak’tan Irkçı Bir Haber”, Bahro Suryoyo,
Serienr 263, Argang 23, Nr 4, 2001, s.33.
137
359
Piyasaya üretim yapan ve bölgede işçi çalıştıran tek Süryani köyü
olan Odabaşı (Gündükşükro) köyü, pazar için pamuk üretimi yapmaktadır.138
Ayrıca nadir de olsa bölge genelinde yaygın olan sınır kaçakçılığı ile uğraşan
bir kısım Süryaniye de rastlanmaktadır.139
6.4.1. El Sanatları
Süryaniler el sanatları ile ünlü olmalarına rağmen bunların içinde de
ilk akla gelen telkâriciliktir.140
6.4.1.1. Telkâricilik ve Kuyumculuk
Bugün Türkiye için yok olmaya yüz tutan sanat dallarından biri olan telkâri
sanatı; tel ile yapılan sanat demektir. Bu sanatın kaynağının Mezopotamya
olduğu düşünülmekle beraber bugün en önemli telkâri merkezi, Mardin’in
Midyat ilçesidir. Midyat telkâri işleri son derece zarif ve kıymetlidir.
Telkâricilik alanında birbirinden değerli eserler üretmiş olan Süryani tel
ustalarından bugün çok az sayıda kalmıştır.141 Terör yüzünden bazı
ustaların İstanbul ya da Avrupa ülkelerine göç etmesiyle duraklama
dönemine giren telkâri sanatı, bölgeye gelen huzurun ve turistik hareketliliğin
artmasının ardından yeniden canlanmaya başlamıştır. Özellikle Mardin'in
UNESCO gündemine gelmesi turist sayısını artırırken, telkâri sanatını da
tekrar bölgeye döndürmüştür.142
138
Bilge, Süryanilerin Kökeni ve Türkiyeli Süryaniler, 1991, s.115.
Öztemiz, a.g.t., s.238.
140
Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s. 111.
141
İris, a.g.e., s. 197; A. Vahap İş, Midyat Dinler ve Diller Kenti, İstanbul, Hedef Gazetesi ve
Matbaacılık, 2006, s. 110.
142
Şeyhmus Edis, “Ustalar dönünce telkâri atölyeleri yeniden canlandı”, Zaman Gazetesi, 10 Şubat
2008, (Erişim) http://www.zaman.com.tr, 11 Şubat 2008.
139
360
Özellikle
Mardin
bölgesindeki
Hristiyanlar
tarafından
yapılan
kuyumculuk sanatının geliştirilmesi ve devam ettirilmesi amacıyla Mardin
Erkek Sanat Okulu’nda da bölüm açılmıştır.143
6.4.1.2. Diğer El Sanatları
Süryaniler, yüzlerce yıldır el sanatlarındaki hünerleri ve ustalıkları ile
tanınmışlardır. Günümüzde sayıları giderek azalmakla birlikte bölgede
Süryaniler ile anılan diğer el sanatlarından nalbantlık, semercilik, basma ve
dokumacılık (hetmo), şapkacılık, sobacılık, hattatlık hâlâ tek tük de olsa
varlıkları devam ettirilmeye çalışılan el sanatlarıdır.
6.4.3. Bağcılık ve Şarapçılık
Midyat bölgesinde Süryani denildiğinde ilk akla gelen şeylerden biri
olan şarap, daha çok Süryanilerin kendi tüketimlerine yönelik hazırlansa da,
lezzeti ve farklılığı ile Süryaniler ile özdeşleşmiştir. Mardin Süryanilerinin
yüzyıllardır hiçbir katkı maddesi kullanmadan geleneksel yöntemlerle
ürettikleri
şaraplarda,
kendi
özel
bağlarında
ürettikleri
üzümler
kullanılmaktadır. Önceleri ev, manastır ve kiliseler için sınırlı sayıda üretilen
bu şaraplar günümüzde, yıllık 5 bin şişe civarında üretilmektedir. Kırmızı
şarap, tarçın, karanfil, melengiç çiçeği, yanık çileği aromalı olarak üretilirken;
beyaz şarabı ise, acıbadem ve yeşil biberiye aromalıdır.144 Yüzyıllarca
evlerinde el yapımı olarak ve evlerine gelen misafirlere ikram etmek üzere
üretmiş oldukları Süryani şarabını yaygınlaştırmak ve kendi kültürlerini
tanıtmak için ‘Shilluh’ markası adı altında Midyat’ta organik şarap üretim
tesisi kurmuşlardır.145
143
Mardin Valiliği, Yaşayan Tarih Mardin, İstanbul, Resim Matbaası, 1998, s. 196.
“Ev Yapımı Süryani Şarabı”, (Erişim) http://www.yoresel-urunler.com/urun_detay.asp?pid=10637,
15 Mart 2008.
145
Gülden Aydın, “Organik Süryani Şarabı Shiluh”, (Erişim) http://www.hurriyet.com.tr/pazar/
9569097.asp, 3 Ağustos 2008, http://www.hurriyet.com.tr/pazar/9569097.asp, 10 Ekim 2009.
144
361
6.4.4. Taş İşçiliği ve Süryani Mimarisi
Taş işçiliği, Süryanilerin önde gelen el sanatlarından biri olup babadan
oğla geçerek bugüne kadar gelmiş ve bugün Mardin’deki kültür mirasının
önemli bölümünü Süryani mimarisi oluşturmaktadır. Dünyada sit alanı ilan
edilen üç şehirden (Kudüs, Venedik ve Mardin) biri olan Mardin’de
Süryanilerin mimari alanındaki etkisini çıplak gözle fark etmek çok
kolaydır.146 Süryani ev ve kiliselerinin kapı, pencere çevreleri, sütunları ve
kemerlerinde, taş oymacılığı sanatının özgün örnekleri görülmektedir.147
Günümüzde taş işçiliği sadece Midyat'ta ve Araplar tarafından
yapılmaktadır. 2000 yıllarında Midyat Kaymakamlığı tarafından açılan taş
atölyesinde çalışanlardan bir baş usta dışında, diğer işçilerin tümü Arap
köylülerdir. Dolayısıyla göç, Süryanilerden Müslümanlara bir mesleki
transfere de vesile olmuştur.
Süryani mimarisinin özgün örneklerini oluşturan tarihi ve kültürel miras
olarak bugünlere kalan manastır ve kiliselerden de kısaca bahsetmenin
uygun olacağını değerlendirmekteyim.
Süryaniler, Hristiyanlık ile birlikte tapınma ve toplanma yerleri olan
kilise ve manastırları yapmaya başlamalarıyla, bu binaların mimarisinde bir
yandan eski Mezopotamya tapınaklarını model almışlar, diğer yandan da
Romalıların bazilikalarından etkilenmişlerdir. V. ve VI. yüzyıllarda, Doğu
kiliselerinin etkisinde kalınarak yapılan Deyru’l-zafaran Manastırı ve Kırklar
Kilisesi gibi kilise ve manastırlar, geometrik, bitki ve hayvan motifleri ile
süslenmiştir.148
Süryani mimarisinde örnek olan ve bugün yerli yabancı birçok turistin
ilgisini çeken önemli kilise ve manastırlar; Kırklar Kilisesi, Deyru’l-zafaran
146
İş, a.g.e., s. 148; İris, a.g.e., s. 194.
Koluman, a.g.e., s.124.
148
Koluman, a.g.e., s.122-123; Bilge, Geçmişten Günümüze Süryaniler, s.70-71.
147
362
Manastırı, Mor Gabriyel Manastırı, Meryem Ana Manastırı, Mor Yakup
Manastırı ve Mor Şimuni Kilisesi'dir. Süryani geleneği ile bağlantılı en eski
yapı ise Mor Yakup Kilisesi (Nusaybin)’dir.
Mardin ve çevresinde bulunan; Kırklar Kilisesi (Mor Behnam ve
Kızkardeşi Saro Kilisesi), Mor Mihail Kilisesi (Burç Manastırı), Mort Şimuni
Kilisesi veya Manastırı, Mor Petrus ve Pavlus Kilisesi, Mor Cercis Kilisesi,
Mor îliyo Kilisesi, Deyru’l-zafaran Manastırı, Mor Gabriyel Manastırı (Deyru’lumur), Meryem Ana Manastırı, Mor Yakub Manastırı, Mort Şimuni Kilisesi, Mor
Barsavmo Kilisesi, Mor Şarbel Kilisesi, Mor Serkis ve Bakos Manastırı, Mor
Eşayo Kilisesi, Mor Sobo Kilisesi, Mor Estefanos Kilisesi, Mor Hadbşabo
Kilisesi, Mor İzozoel Kilisesi, Mor İliyo Kilisesi, Mor Yuhanon Kilisesi, Mor
Yakup ve Mor Kuryakos Kilisesi, Mor Yakup Kilisesi faal durumda bulunan
kilise ve manastırlardır. Bunlar dışında tarihi niteliği olup faal olarak
kullanılmayan birçok kilise ve manastır da bulunmaktadır.149 Daha önce
bahsedildiği gibi Turabdin’de 5 manastırlarda ve 25 kilisede aktif olarak
faaliyet yürüttülmektedir. 90’a yakın kilise ve manastır ise kaderlerine terk
edilmiştir.
Kiliselerin boşalmasına neden olan göç daha çok İstanbul’a doğru
olmuş ve İstanbul’da bugün 7 Süryani Kilisesi (İstanbul Tarlabaşı’nda
Süryani Ortodoks Kilisesi, İstanbul Gümüşsuyu’nda ise Roma’ya bağlı
Süryani Katolik Kilisesi bulunmaktadır.) bulunmaktadır.150 Türkiye’deki tüm
Hristiyan gruplara ait toplam 270 adet kilise bulunduğu151 düşünülürse
Süryani kiliseleri bu anlamda önemli bir yer işgal etmektedir.
Mimari
geleneklerinde
olarak
farklılığı
ruhanîlerin
ve
sanatsal
definlerinin
ibadet
yönü
yanında,
yerlerinin
Süryani
zemin
veya
duvarlarına oturur şekilde yapılması da Süryani mimarisine yansıyan önemli
149
Küçük, a.g.t., s.46-78.
“Süryaniler/Keldaniler”, (Erişim) http://www.karacaahmet.com/Content.ASPX/17/32211/süryaniler
keldaniler, 21 Şubat 2010.
151
Can Dündar, “Sayıyla Kendine Gelmek”, Milliyet, 21 06 2007.
150
363
bir özelliktir. Mesela Deyru’l-zafaran Manastırında 52 metropolit ve patriğin
mezarları bu şekilde gömülüdür.152
Ayrıca ibadet yerleri genellikle yerine geldiği dinin ibadet yerlerinin
üzerine yapılmaktadır. Bu kapsamda Süryani kilise ve manastırlarında
karşımıza ibadethanenin içinde veya altında pagan veya şemsilere ait
bölümler, ibadethaneler bize daha önce aynı yerlerin başka dinler tarafından
da ibadet için kullanıldığını göstermektedir. Buna ilave olarak Süryanilerde
pagan tapınaklarının üzerine kilise veya manastır inşa etmek yaygın bir
gelenektir.153
Süryani mimarisine yönelik koruma çalışmaları, sadece yapıların
mimari özelliklerinin korunmasını değil, bunun ötesinde, geçmişte kalan ve
günümüzde de yansımasını bulan her türlü kültür öğesini de kapsayacak
şekilde olmalıdır. Korunmadan kasıt sadece fiziksel bir düzenleme değil,
bölgede yaşayan insan ile sosyal ve kültürel açıdan bütünleştirilmesini de
içine almasıdır.154
6.5. SÜRYANİLER VE SİYASAL HAYAT
19’uncu yüzyıla kadar Osmanlı millet sistemi içindeki diğer topluluklar
gibi Süryaniler de Osmanlı Devleti'nin zayıflaması ve Batı müdahaleleri ile
değişmeye,
sosyo-ekonomik
şartlarının
ötesinde,
siyasi
bir
boyut
kazanmaya başlamışlardır. Süryanileri diğer topluluklardan farklı kılan husus,
bu süreçte daha çok devlet ile barışık çözüm yolları arama gayreti içinde
olmalarıdır.
Süryaniler, etno-kültürel haklarını elde etmek için ne ciddi siyasal bir
mücadeleye ne de şiddete başvurmuşlardır. Daha çok dinî gerekçelerle
152
Koluman, a.g.e., s. 102.
Gabriel Akyüz, Deyrülzafaran Manastırı Tarihi, ss.34-38.
154
Neslihan Dalkılıç ve Işık Aksulu, “Midyat Geleneksel Kent Dokusu Ve Evleri Üzerine Bir
İnceleme”, Gazi Üniversitesi Müh. Mim. Fak. Dergisi, Ankara, Cilt 19, No 3, s.326.
153
364
açıkladıkları bu konuda, devlet otoritesine karşı gelmeyi günah olarak
görmüşlerdir.
Günümüz Türkiye’sinde Süryanilerin azalan sayıları ve siyasal
güçlerinin yetersiz oluşu, dâhil oldukları demokratik siyasal yaşantıda da
kendini göstermektedir. Yoğunlukla bulundukları Midyat ilçesinde bile
1970'lara kadar belediye meclisi üyelikleri ve Mardin'de 1955'lerdeki
belediye meclisine seçilen iki üye dışında, günümüzde sadece genel meclis
üyesi ve köy muhtarlıkları dışında herhangi bir yerel yönetimde yer
almamaktadırlar. Resmî kurumlarla olan ilişkileri ise daha çok muhtarlar, ileri
gelen Süryaniler ve din adamları aracılığıyla yürütülmektedir. Son yıllarda yurt
dışından gelen kişi, kurum ve örgüt temsilcilerinin de bu süreç içinde yer
aldıkları görülmektedir.
6.5.1. Siyaset, Seçimler ve Süryaniler
Süryanilerde özellikle kırsal alanda karşımıza çıkan ataerkillik, oy
verme davranışına da yansımaktadır.155 Oy verme konusundaki erkek
egemen yapı, köyün genelinde ağa ya da din görevlisi, aile içinde evin reisi
olarak görülmektedir.
Daha çok sağ eğilimli partilere yönelen Süryanilerin bu davranışı,
diğer azınlıklar gibi ‘Varlık Vergisi’ dönemindeki sol partilere olan
güvensizliğe
dayandırılmaktadır.156
Mutay
Özdemir’in
yapmış
olduğu
araştırmada Süryanilerin etnik milliyetçilik yapan partileri de pek tercih
etmediklerini göstermektedir. Gerçi daha önce belirtildiği gibi Kürt etnik
milliyetçiliği üzerinden siyaset yapan bir partinin il genel meclisinde dahi
Süryanilerin bulunması,157 bazı köylerde aşiret sisteminin gereği olarak Türk
milliyetçiliği yapan bir siyasi partiye de oy vermesi bize kesin sınırlamalar
155
Kırsal kesimde bu eğilimin daha yüksek olduğu görülmektedir. Bkz. Öztemiz, a.g.t., s.349.
Koçoğlu, a.g.e., s.17.
157
Elif Görgü, Mor Gabriel Ve Turabdin-3, Evrensel, 06 Mayıs 2009, (Erişim) http://www.
tumgazeteler.com/?a=5045522, 25 Ağustos 2009.
156
365
yapılamayacağını göstermektedir. Keza İdil’de 22 Temmuz 2007 günü
yapılan 23’üncü dönem milletvekili genel seçim sonuçlarına baktığımızda
Süryanilerin geçerli oyların %63’nün AKP, %11.9’nun DP, %15.6’nın CHP’ye,
%2.8’nin
MHP,
%2.8’nin
GP,
%2.8’nin
bağımsız
olarak
dağıldığı
görülmektedir.158 Bu oranların ilçe merkezindeki oylarla karşılaştırmasını
yaptığımızda ilçenin geçerli oylarının %47.2’sini AKP, %16.6’sını DP, %1.1’ini
CHP, % 0.9’unu MHP, %0.4’ünü GP, % 32.8’ini bağımsız adayın aldığı
görülmektedir.
Bu oy yelpazesi içinde Süryanileri değerlendirecek olursak; Süryani
oylarının ağırlıklı olarak merkez sağ partilerine yönelmiş olduğu ve ilçenin
genel durumuna göre daha sağ bir görünüm çizdiği görülmektedir. Daha
önceki 22’nci dönem seçim sonuçlarına baktığımızda 276 geçerli Süryani
seçmenin oyunun % 50.8’ini ANAP, %22.1’ini DYP, %23’ünü MHP almıştır.
Genel kanıya ve beklentiye ters düşen bu durumun gerekçesi mevcut aşiret
sistemi içinde köylerin alınan kararlara genel olarak riayet etmeleri olarak
değerlendirilmektedir. Bu anlamı ile belirli bir partiden yana olmak, dönemin
sosyo-politik koşullarına göre değişebilmektedir.
6.5.2. İllegal Örgütlenmeler ve Terörizm
Günümüzde uluslararası ilişkileri etkileyen temel aktörler; devlet,
uluslararası kuruluşlar, ulusal baskı ve çıkar grupları, bireyler ve hükümet dışı
örgütlenmeler (NGO) olarak belirtilirken, gayriresmî olarak oluşan terör
örgütleri de gerek ulusal gerekse uluslararası nitelikleri ile giderek ilişkileri
etkileyen bir konuma gelmiştir. Aynı mantık ile bugün vekâleten savaş (proxy
war) olarak adlandırılan savaşta, gerek terör örgütleri gerekse hükümet dışı
organizasyonlar giderek ön plana çıkmaktadır. Vekâleten savaş ile devletler,
birbirlerine karşı direkt olarak uygulayamadıkları askerî etki araçlarını, başka
158
İdil ilçesi köy seçmen sayısı 15.718, ilçe merkezi 8590 olup köylerin nüfusunun %1.8’ini
Süryaniler oluştururken kendi köyleri içinde bu durum %98 civarındadır. İlçe merkezinde kalan birkaç
ilenin seçmen sayısının 10-15 kadar olduğu değerlendirilmekte olup kesin bir sayı verilememektedir.
366
gruplar ya da kişiler aracılığıyla kullanmaktadırlar.159 Yani savaşların
aktörlerindeki değişim, çeşitli adlar ile bir araya gelen tüm toplulukların aynı
zamanda tehdit olarak da anılmalarına sebep olmaktadır. Aynı şekilde
oluşturdukları illegal tüm oluşumlar da başka devletler tarafından bu bakış
açısı altında desteklenebilmektedir.
Süryaniler, göç ettikleri ülkelerde millî benliklerini kaybetmemek, birlik
ve dayanışmalarını devam ettirmek maksadıyla çeşitli örgütler kurmuşlardır.
Bu örgütler 1990’lı yıllardan itibaren gelişmiş Batılı (Avrupalı) ülkeler
tarafından desteklenen küreselleşme faaliyetleri kapsamında canlandırılan
mikro-milliyetçilik (Türkiye için alt kimlikler yaratabilmek ve Avrupa üst
kimliğine geçişi sağlamak için) akımlarının etkisinde kalarak, siyasi amaçlı
faaliyetlere yönelmişlerdir. Ülkemizde yaşayan Süryanilerin tespit edilebilen
yasa dışı faaliyetleri bulunmamakla birlikte, özellikle Avrupa’da yaşayan
Süryaniler tarafından birçok örgüt kurulmuştur.
İlk ciddi Süryani örgütü 1957 yılında Cezire’de kurulan Asur
Demokratik Örgütü (ADO)’dür. Başlangıçta Süryani Hristiyanlarının haklarını
savunmak amacıyla kurulmuş olan örgüt, zamanla yer altı inerek illegal
faaliyetler içine de girmiştir.160
Kurulan örgütler daha çok Asurî adı altında teşekkül ettirilirken, yine
kendilerini bu kimlik altında tanımlayan çoğunluğu Nasturi, Keldani ve bir
kısmı da Süryani olan taraftarları bulunmaktadır. Göç ile dünyaya dağılmış
olan bu kitle ile Kuzey Irak’ta giderek asimilasyona uğrayarak Kürtleşen
Süryaniler arasında taraftar bulan genel görüşe göre; Yahudilerin “Arz-ı
Mev’ud” kavramına benzer şekilde Fırat ve Dicle arasındaki kendi dilerinde
“Beyt-ül Nahreyn” olarak adlandırdıkları, Yukarı Mezopotamya bölgesinin
kendilerinin vatanı olduğundan dolayı bir gün mutlaka, bağımsız bir Süryani
159
Adrian Guelke, The Age of Terrorism and the International Political System, New York,
Tauris Publishers, 1995.
160
Andersson, a.g.e., s.19,49-56.
367
devleti kurulacağını hayal etmektedirler.161 Bu hayali gerçekleştirmek için de
çoğunluğu silahsız olmak üzere birçok faaliyetlerde bulunmaktadırlar.
Diğer taraftan Anadolu’da yaşayan ve terör eylemlerinin mağduru olan
Süryaniler, bir taraftan PKK terör örgütünün diğer taraftan da Hizbullah terör
örgütün baskısı ile karşı karşıya kalmışlardır. Öğündük köyü papazı bu
konuyu teyit eder şekilde en rahat dönemlerinin son 2-3 yıl olduğunu
söylemekte ve kendilerinin hem PKK terör örgütü hem de Hizbullah terör
örgütünden zarar gördüklerini dile getirmektedir. Hatta kendisinin 1994
yılında Hizbullah terör örgütü tarafından kaçırıldığını, kendinden önce
kaçırılan bir Süryani’nin ancak 7 ay sonra 137.000 mark verilerek
kurtarıldığını, kendisinin ise kaçarak kurtulduğunu anlatmaktadır.162
Diğer taraftan nadir de olsa geçici veya gönüllü korucu olarak görev
yapan Süryaniler de vardır. Bu konu kamuoyunda pek bilinmese de
bunlardan bazıları PKK terör örgütü tarafından da vurulmuştur. Bu durumun
bölgenin
şartlarından
veya
Süryanilerin
çaresizliğinden
kaynaklandığı
düşünülebilir. Taraf olmak istemeseler de bu çatışma ortamında bazen taraf
olmak zorunda kalmışlardır.163 Genel olarak devlet yetkilileri tarafından da
GKK olmayacakları düşüncesinden hareketle bu konuda çok fazla da teşvik
edilmemişlerdir. Zira bölge ileri gelenlerinin aktarımları da bunu teyit eder
niteliktedir.164
6.5.2.1. Süryani Örgütleri
Süryaniler tarafından çeşitli kaygılar ile kurulan veya iştirak edilen
çeşitli nitelikte örgütler vardır. Fakat bu örgütlerin bir kısmı 1990’lı yıllardan
itibaren gelişmiş batılı ülkeler tarafından siyasi amaçlarının tahakkuku için
161
Dinç, a.g.e., s.70.
Öğündük köyünde 08 Mayıs 2007 günü papaz M.T. ile yapılan görüşme.
163
Öztemiz, a.g.t., s.184.
164
Öğündük köyünde 08 Mayıs 2007 günü papaz M.T. ile yapılan görüşmede; “GKK olmak isteseler
bile çevre halkının buna izin vermeyeceği”, “PKK terör örgütünün kendilerinden para istediğini” ve
“1941-1994 arası doğan 18 Süryani’nin de PKK terör örgütü tarafından öldürüldüğünü” belirterek iki
ateş arasında kaldıklarını vurgulamaktadır.
162
368
kullanılmaya başlanmıştır. Bu örgütlerin yürüttükleri faaliyetlerin çoğunlukla
Türkiye’ye yönelik olduğu da görülmektedir.
Ülkemizde yaşayan Süryanilerin tespit edilen yasa dışı faaliyetleri
bulunmamakla birlikte, özellikle Avrupa’da yaşayan Süryaniler tarafından
kurulan ve özellikle Türkiye’yi hedef alan legal veya illegal, ulusal veya
uluslararası nitelikte birçok örgüt vardır.165
Bu örgütlerin bir kısmının Ermeni ve Yunan örgütleri ile, bir kısmının
ise PKK terör örgütü ile işbirliği içinde olduğu değerlendirilmektedir. Özellikle
yurt dışında teşekkül ettirilen bu örgütler, ağırlıklı olarak bir soykırım tezi
165
(1) Mezopotamya Ulusal Konseyi (MUB), (Mezopotamya Özgürlük Partisi (GHB) ve Beth-Nahrin
Yurtsever Devrimci Örgütü-BYDO yerine kurulmuştur), (2) Asurîstan Kurtuluş Partisi (Assyrian
Liberation Party-GFA) (Isveç), (3) Asurî Demokratik Partisi. (Assyrian Democratic Party-ADP), (4)
Asur Demokratik Hareketi (ADH) (Assyrian Democratic Movement-ADM) (Zowaa) (Isveç), (5) Asur
Demokratik Örgütü (ADÖ) (Assyrian Democratic Organisation -ADO) (Mtakasta) (Isveç), (6) Asur
Yurtsever Partisi. (APP), (7) Süryani Federasyonu (SRF) (Isveç), (8) Asur Ulusal Kongresi (AUK),
(10) 1. Asur Süryani Kültür Cephesi (Lübnan), (11) Asur Federasyonu (isveç), (12) Asurî Süryani
Keldani Birliği (ASCU) (Isveç), (13) İsviçre Süryani Dernekleri Birliği (HSS), (14) ZAHAB (Zalgo
Huyoda Ant..-Bedhnavi-Hareket Birlik Ülküsü) (K.lrak), (15) Makar(K.lrak), 16. Asurî Uluslararası
Seyfo Komitesi (Assyrian International Seyfo Committee-AISC), 17’nci Asurî Amerikan Ulusal
Federasyonu (Assyrian American National Federation-AANF), 18.İsveç Asurî Federasyonu (Assyrian
Federation in Sweden-ARS), 19. Avrupa Asurî Federasyonu (Assyrian Federation in Europe-ZAVD),
20. Hollanda Turabdin Federasyonu (Tur Abdin Federation in Holland), 21. Hollanda Asurî Gençlik
Federasyonu (Assyrische Jongeren Federatie in Holland-AJF), 22. Fransa Asurî-Keldani Federasyonu
(Fédération des Assyro-chaldéens de France), 23. Birlişik Krallık Asurî Topğluluğu (Assyrian Society
of the United Kingdom), 24. Avrupa Asurî Enstitüsü (Institut Assyrien d'Europe-INASE) (Bruxelles),
25. Almanya Süryani-Ortodoks Kilisesi (Diözesanrat der Syrisch–Orthodoxen Kirche von Antiochien
in Deutschland), 26. Süryani Cemaati (Assyrische Gemeenschap) (Mechelen), 27. Asurî Evrensel
Birliği (Assyrian Universal Alliance), 28. Asurî Ulusal Organizasyonu (Assyrian National
Organization), 29. Shuraya Partisi (Shuraya Party), 30. Asurî-Keldani-Süryani Birliği (AssyrianChaldean-Syriac Union), 31. Suryani Asurî Federasyonu (Syriac Assyrian Federation), 32. Babil
Asurî Kültür Kurumu (Babylon - Institute for Assyrian Kultur - EU), 33. Ermenistan Atour Asurî
Birliği (Atour Assyrian Association of Armenia), 34. Rusya Asurî Federasyonu (Assyrian Federation
of Russia), 35. Asurî Avusturalya Ulusal Federasyonu (Assyrian Australian National Federation), 36.
Alman Asurî Topluluğu (Dutch Assyrian Society), 37. Ortadoğu Asurî Gençlik Federasyonu
(Assyrian Youth Federation of Middle Europe), 38. İsveç Asurî Gençlik Federasyonu (Assyrian Youth
Ferderation of Sweden), 39. Bethnahrin Özgür Kadınları (Free Women of Bethnahrin-HNHB), 40.
İsveç Asurî Organizasyonu (Svenska Kommitten for Assyrier-SKA), 41. Almanya Asurî Süryani
Birliği(Assyrian-Syriac Union – Germany-UASD), 42.Gürcistan Uluslararası Asurî Kongresi
(International Assyrian Congress of Georgia), 43. Irak Kominist Partisi Keldani-Asurî Organizsyonu
(CaldoAshor Organization Communist Party of Iraq) (Erişim) http://www.seyfocenter.com/index.php;
http://www.christiansofiraq.com/protest2.html, 22 Mart 2010.
369
etrafında şekillenmişler ve özellikle 1985 sonrasında dikkat çekici bir şekilde
Ermeni örgütleri ile aynı eksende söylemde bulunmaya başlamışlardır.166
Bu örgütlerden bir kısmı siyasi nitelikli eylemlere yönelirken bir kısmı
sosyo-kültürel nitelikli etkinliklerle adlarını duyurmaya çalışmaktadırlar. Siyasi
nitelikli olan örgütler daha çok Nasturi, Keldani, Maruni, Melkit vb. toplulukları
Asur kimliği altında bir çatı altında toplayarak Türk topraklarının bir kısmını da
içine alacak bağımsız bir devlet kurmak amacını taşıyanlardır.167 Bu statüdeki
Shuraya Partisi168ve Asurî Demokratik Hareketi169 gibi örgütler arasında
etkinliği ile öne çıkan Beth Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü ve Asurîstan
Kurtuluş Partisi’nin170 daha yakından incelenmesi uygun olacaktır.
6.5.2.1.1. Beth Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü-BYDÖ
Kuzey Irak; PKK, El Kaide, El Ensar, Vahhabi-Selefiler, Hizb-i İslami,
Rabıta-i İslami Kürdistan gibi İslami ve Kürt milliyetçisi grupların yanında
Süryani terör örgütü “Beth Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü” adındaki
oluşuma da ev sahipliği yapmaktadır.171
1980’li yıllarda PKK terör örgütü ile irtibata geçerek Mardin, Diyarbakır,
Antakya, İstanbul ve Malatya illerinde örgütsel çalışmalarda bulunan ve
yakalanarak ceza alan ve cezaevinden çıktıktan sonra Avrupa’da örgütsel
çalışmalarda bulunan Süryanilerin öncülüğünde oluşturulan Beth-Nahrin
Yurtsever Devrimci Örgütü (BYDÖ) (Patriotic Revolutionary Organization of
166
“Milli Güvenlik Kurulunun Süryani Raporu” olarak 6 Mart 2000 tarihinde Sabahattin Onkibar
tarafından yayınlandığı iddia edilerek Racho Donef tarafından İngilizce’ye tercümeden edilmiştir.
(Erişim) http://www.atour.com/~assyrians/actions/20010311a.html, 12 Mayıs 2010.
167
Kendi yayın organları olarak kullandıkları Furkono dergisinin başlığı olan “Bağımsız Ve Özgür Bir
Asuristan İçin” sözü dahi konuyu özetler niteliktedir. Örnek için bkz. Furkono (Kurtuluş) Dergisi
(Bağımsız Ve Özgür Bir Asuristan İçin), Yıl 2, Sayı 11, 1999.
168
“Assyrianism”, Wapedia, (Erişim) http://wapedia.mobi/en/Assyrianism, 02 Haziran 2010.
169
(Erişim) http://www.globalsecurity.org/military/world/iraq/adm.htm, 02 Haziran 2010.
170
İç Güvenlik Strateji Belgesi (MGSB)-1, (Erişim) http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?
ArsivTipID=6&ArsivAnaID=29284, 31 Ekim 2005.
171
Dinç, a.g.e., s.62.
370
Beth-Nahrin-PROB) ilk eylemini, 24 Temmuz 2000 yılında Lozan’da hükümet
konağını işgal ederek yapmıştır.172
Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü’nün temellerini 1990 yılında
kurulan Asurî Demokratik Örgütü (Assyrian Democratic Organisation-ADO)173
adlı örgüt oluşturmuştur. ADO, 1993 yılında PKK terör örgütü ile bir antlaşma
yapıp, PKK’nın bünyesine girmiş ve müşterek eylemlere de katılmıştır. BYDÖ
ile PKK’nın eş güdüm içinde oluşturduğu “4 Nisan Birlikleri” adlı silahlı eylem
grubu da BYDÖ ile PKK aralarındaki ilişkiyi göstermektedir. Yapılan en kanlı
eylemlerin bir kısmına da iştirak eden Süryani terör örgütü mensupları, Türk
kamuoyunda sünnetsiz olmalarından dolayı daha çok Ermeni oldukları
yönünde kabul görmüşlerdir.
Beth-Nahrin Yurtsever Devrimci Örgütü, 17 Eylül 2000 tarihinde
Hollanda’da partileşme kararı alarak Mezopotamya Özgürlük Partisi (Gabod
d’Hirutho d’Bethnahrin-GHB) adını, daha sonra 29.12.2005 tarihinde de BethNahrin Özgürlük Partisi yerine Mezopotamya Ulusal Konseyi (Mautobnutho
Umtonoyo
Bethanrin-MUB)
kurulmuştur. 2006 yılında
da
Yargıtay'ın
hazırladığı terör örgütleri listesine ülke bütünlüğünü tehdit eden 86’ncı örgüt
olarak Beyth Nahrin Ulusal Kurtuluş Ordusu (Beth Nahrin Freedom Party)
adıyla giren bu terör örgütünün Millî Güvenlik Siyaset Belgesinde de yer
aldığı iddia edilmektedir.174 Terör örgütü olarak GHB’nin PKK ile ilişkisi kendi
yayın organı durumunda olan bir dergide, bir terör örgütü mensubunun
ağzından aktarılmaktadır.175 Aynı dergi, BYDÖ’nün siyasi olduğu kadar
askerî olarak eylemlerine haklı gerekçeler sunmaya çalışırken, bir bakıma
terörist örgütsel yapısını da ikrar etmektedir.176
172
Dinç, a.g.e., s.70.
Asuri Demokratik Hareketi’nin internet adresi için Bkz. Assyrian Democratic Organisation,
(Erişim) http://en.ado-world.org/, 12 Mayıs 2010.
174
Ahmet Dinç ve Sedat Güneç, “Yargıtay'ın Terör Listesine Süryani Örgüt de Girdi“, Zaman
Gazetesi, 19 Kasım 2006, (Erişim) http://www.zaman.com.tr, , 22 Kasım 2006.
175
Renyo Hiro, Sayı 10, Seri No 57, Ekim 2002, s.62-64.
176
“Renyo Hiro Penceresinden Bakış”, Renyo Hiro, Sayı 15, Ocak-Şubat 1999, s.23-25;”1999 Yılına
Girerken”, Renyo Hiro, Sayı 15, Ocak-Şubat 1999, s.26-29.
173
371
BYDÖ, yaklaşık on yıl kadar süre ile birlikte hareket ettiği PKK terör
örgütü ile bu kadar uzun süre birlikte olan “tek” örgüt olarak da
değerlendirilmektedir. Örgütün PKK’dan ayrıldığı ilk aylar içinde güvenlik
kuvvetleri tarafından bilinen kayıtlı 19 militanı olduğu ileri sürülmektedir.177
Basında çıkan haberlerde örgütün militan sayısının 200 kadar olduğu da ileri
sürülmüştür.178
Kuruluşu 2003 yılında Londra’da gerçekleşen BYDÖ, İngiltere, İsveç
ve İsviçre’den gördüğü desteğin yanında İsrail ile de ilişkisi olduğu iddia
edilmektedir. 2003-2004 yılları arasında silahlı eylem planlamaları yapmasına
rağmen, örgütün bugüne kadar bilinen veya üstlendikleri eylemler hakkında
herhangi bir somut bilgiye ise ulaşılamamıştır.179
Aslında Kürt-Süryani çatışması veya nefreti tarihin akışına ters olarak,
alışılmadık şekilde PKK terör örgütü içinde bitmiştir.180 Enteresan bir şekilde
iki toplumun arasındaki husumetin ayrıca efsanevi yönü de bulunmaktadır.
Kürt Nevruz söylencesi “Zalim Dehak”, Asurî düşmanlığı üzerine inşa edildiği
ileri sürülmektedir. 181
PKK ile BYDÖ’nün ilişkisini gösteren bir diğer konu ise BYDÖ’nün
PKK terör örgütü başının yakalanışında hazırladıkları bildirinin PKK terör
örgütü yayın organlarında yayınlanmış olmasıdır.182 Terör örgütünün yayın
organlığını yapan başka bir gazete ise; sözde Kürdistan’ın Süryaniler ile
birlikte kurtarılması sonrasında Süryanilere pay verileceğinden ve BYDÖ’nün
aktif yaklaşık 200 civarında Süryani üyesinin Kuzey Irak’ta faaliyet
177
Dinç, a.g.e., s.71.
Recep Bahar, “Bak şu İsveç’in yaptığına”, Yeni Mesaj, (Erişim) http://www.yenimesaj.com.tr/
index.php?haberno=2002076&tarih=2002-02-05, 22 Mayıs 2006.
179
Dinç, a.g.e., s.71.
180
Ermeni-Asuri (Süryani) soykırımının ve 24 Nisan’ın Ermeni-Asuri (Süryani) soykırım günü olarak
kabul edilmesi doğrultusunda Kürdistan Ulusal Konseyi, Mayıs 1999 yılında 1’nci ulusal kongresinde
karar almıştır. Bkz.“Kurdistan Informatie Centrum Nederland” Kurdistan National Congress,
(Erişim) http://www.xs4all.nl/~kicadam/pers/1999/03e30699.html, 23 Eylül 2009.
181
Dinç, a.g.e., s.75-76.
182
Dinç, a.g.e., s.76.
178
372
gösterdiklerinden bahsederek, PKK ile olan ilişkilerini açıklamaktadır.183
Yakalanan veya teslim olan terör örgütü mensuplarının verdikleri bilgiler göre;
35 kişi kadar silahlı bir mevcudu olan Beth-Nahrin (GHB) (Mezopotamya
Özgürlük Partisi) isimli Süryani örgütünün lojistik ihtiyaçlarının PKK terör
örgütü tarafından sağlandığını ve hatta PKK terör örgütünün kıyafet ve
silahlarının kullanıldığını, GHB mensubu yaklaşık 200 kişinin PKK terör
örgütü tarafından eğitildiğini dile getirerek bu ilişkiyi bir bakıma teyit
etmişlerdir.184
BYDÖ
kanallarında
bulunduğu,
mensuplarının
yayınlara
185
PKK’nın
katılmak
yayın
suretiyle
organı
olan
propaganda
televizyon
faaliyetlerinde
PKK terör örgütünün Süryani köylerine yönelik herhangi bir
eyleminin olmadığı ileri sürülerek186 PKK-BYDÖ ilişkisi ortaya konulmaya
çalışılmaktadır.
Ayrıca
11.01.2002
günü
BYDÖ
üyesi
terör
örgütü
mensubunun ölümü ile ilgili verilen bilgiler de bunu doğrular nitelikte
değerlendirilebilir.187
Mezopotamya Özgürlük Partisi (GHB), Avrupa ve Mezopotamya’da
örgütlenme ve faaliyet göstermek isterken, Asurîstan Kurtuluş Partisi (GFA)
yalnız Avrupa’da örgütlenmek ve siyasi olarak faaliyetlerine devam etmek
istemektedir. 188
183
15 Haziran 1993 tarihli terör örgütü yayın organı olan bir gazeteden aktaran (Erişim)
http://www.aramnahrin.org/English/Monstrous_Alliance_PKK_ADO_24_4_1993.htm#Page20;
http://www.aramnahrin.org/ English/Article_Zaman_16_11_2006.htm , 02 Eylül 2009.
184
PKK terör örgütü mensubu C.D. ve teslim olan Süryani asıllı terör örgütü mensubu M.K.‘nin
güvenlik güçlerine verdikleri bilgiler için bkz. “Polis kaçıran PKK'lılara müebbet hapis”, Kent
Haber, 30 Mayıs 2007,http://www.kenthaber.com/ Haber/guncel/Normal/polis-kaciran-pkklilaramuebbet-hapis/6c7d5e6f-a238-45a9-88bc-f83ad087231; Mehmet Gökçe, “Polisi kaçıran PKK'lılara
müebbet hapis” Zaman Gazetesi, Diyarbakır, 31 Mayıs 2007, (Erişim) http://www.zaman.com.tr; 30
Mayıs 2007; http://www.haberler.com/polis-kaciran-pkk-lilara-muebbet-hapis-cezasi-haberi/ 31
Mayıs 2007; Bayzan, a.g.e., s.137-138; Muharrem Bayraktar, “PKK maşa hedef ise başka”, 29 Kasım
2009; (Erişim) http://www.kadirga.com.tr/pkk-masa-hedef-ise-baska.html, 31 Mayıs 2010.
185
Bayzan, a.g.m., s.21.
186
İsa Karataş, "Türkiye'de Süryani Olarak Yaşamak", Etnik Kimlik ve Azınlıklar, Birikim
Dergisi, Mart-Nisan 1995, Sayı 71-72, 1995, s.160.
187
“Martyrdom of GHB member Mihayel (Cudi) in North Iraq”, (Erişim)
http://www.bethsuryoyo.com/ currentevents/MihayelCudi/MihayelCudi.html, 31 Mayıs 2010.
188
Latif Denizci, Bir Belge: Kırmızı Kitab, Doğu Strateji ve Tahlil Merkezi, (Erişim)
373
6.5.2.1.2. Asurîstan Kurtuluş Partisi-GFA
Asurîstan Kurtuluş Partisi (Assyrian Liberation Party)(Gabo D'Furqono
D'Othur-GFA) 1995 yılında İsveç’te kurulmuştur. BYDÖ gibi Dicle-Fırat
nehirleri
arasındaki
hedeflemektedir.
bölgede,
bağımsız
yeni
bir
devlet
kurmayı
189
GFA’nın yayın organı durumunda olan derginin açıklamalarına göre
Asur milliyetçilerinin hedefleri ile PKK’nın hedefleri arasında örtüşme olduğu
ve siyasal bir payda da buluştukları da görülmektedir.190
Merkezi İsveç’te bulunan örgüt, Süryanilerin yaşadığı diğer Avrupa
ülkelerinde de faaliyetlerde bulunmaktadır. Marksist söylemlere sahip
olmasına rağmen Süryani kilisesi ile yakın ilişki içerisinde bulunmaya gayret
gösteren örgüt, daha çok siyasal ağırlıklı faaliyetlerde bulunmaktadır. Bu
meyanda Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenli Süryani gençlerinin
kimliklerinin
korunması
ve
Türkiye’ye
geri
dönmelerinin
sağlanarak
Türkiye’deki ailelerine ait olan topraklara sahip çıkmaları için çaba sarf
etmektedir.
6.5.3. Etnik Milliyetçilik Çerçevesinden Süryaniler
Ulus-devletin gelişimine paralel olarak gelişen milliyetçilik akımı,
günümüzde daha çok mikro milliyetçilik şeklinde etkisini sürdüren temel
siyasi ideolojilerinden biridir.191 Milliyetçilik kapsamında; devletin homojen
toplum yaratma yönündeki eğilimine, bünyesindeki bir kısım azınlıklar ise
kimliklerini koruma yönünde, bazen aşırı bir eğilim ile tepki göstermektedirler.
Bu konuda en önemli belirleyici faktör ise dindir. Bu karşılıklı etkileşim
http://www.akademyayadogru.org, 12 Haziran 2010.
189
Asyrian Liberation Party, http://en.academic.ru/dic.nsf/enwiki/751521; “Assyria Liberation Party”,
Wikipedia, (Erişim) http://en.wikipedia.org/ wiki/Assyria_Liberation_Party, 12 Haziran 2010.
190
GFA:Asuristan Kurtuluş Partisi, “Basın Bildirisi”, Furkono, Yıl 2, Sayı 11, 1999, s.9.
191
Ayşegül Aydıngün, “Türkiye’ de Bağımsızlık Ve Milliyetçilik Anlayışı”, İstanbul, Rapor No 8,
Bilgesam Yayınları, (Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php, 12 Haziran 2010, s.8.
374
“Simmels Kuralı” olarak da adlandırılmaktadır. Bu kurala göre; “bir grubun iç
bütünlüğü, dışarıdan gelen baskı oranında sıklaşır ya da gevşemektedir.”192
Misyonerlik faaliyetlerinin yoğunlaştığı dönem, inançların baskı ve zorlama
altına alındığı bir dönem olması sebebi ile Süryani milliyetçiliğinin gerekçesi
olarak kabul edilebilir. Özellikle protestan misyonerlik hareketlerinin, kilise
ritüelleri üzerine yarattığı etki ile kendi içinde güven problemi yaşayan
Süryani kilisesi, kendinden kopan gruplara ve kendine tehdit olarak gördüğü
bu hareketlere karşı sahip olduğu kimliğe daha fazla sarılmıştır.
Ortak düşman veya ortak tehdidin insanları birbirine yaklaştırdığı
bilinen bir gerçektir.193 Süryanilerin etnik kimlikleri, çevredeki etnik ve siyasal
yapılanmalar tarafından yapılan gelişmiş etnik, dinsel ve siyasal “dışlanma”
ve bu dışlanma karşısında, korunmaya yönelik içe kapanma, son yıllarda
“etno-dinsel” bir kimlik oluşumuna neden olmuştur. Yalnız bu tanımlamada
dinsel yönün daha ağırlıklı olduğunun tekrar vurgulanması gerekmektedir.
Zira Ortadoğu coğrafyasında din, milliyetten daha önde gelmekte ve din
değiştirmek milliyet değiştirmek gibi de algılanmaktadır.194
Siyasi nitelikli milliyetçilik ise daha ziyade “Asurizm” kavramı ile
başlamıştır. Bugün Süryani milliyetçiliği daha çok Asur kavramı içinde
şekillenmektedir. Süryani kökenine ilişkin analizlerde de açıkladığımız
“Asurîzm”, ideolojisi özellikle kültürel ve sanatsal etkinlikler içinde gelişmiştir.
Ortadoğu’da bu milliyetçi inanç oluşumu teşvik edilirken, yurt dışında Asurî
milliyetçiliği içine Süryani ve Keldani kesimden kitleler çekilmiştir. Asurîzm
ideolojisi ile bir tarih ve kültür paylaşımı yapılarak daha önce hayal dahi
edilemeyen
tüm
195
başlanmıştır.
192
mezhepler
Asur
etnik
kimliği
içinde
paylaşılmaya
Süryaniler için önemli bir şahsiyet olan Naum Faik ve Aşur
Özmen, “Süryaniler Örneğinde Etkinleştir(İl)me, s. 165.
11 Eylül saldırıları sonrası amerikan toplumun kendi iç sorunlarını bir tarafa bırakarak
kenetlenmesi, milliyetçi duyguların en üst seviyeye yükselmesi buna örnektir. Geniş bilgi için bkz.
Samuel Huntington, Who Are We?, Simon & Schuster, New York, 2004, ss.xv,3,4; Öymen, a.g.e.,
s.78.
194
Andersson, a.g.e., s.104.
195
DeKelaita, a.g.t., s.22.
193
375
Yusuf ile Senharib Bali, ulus fikri çerçevesinde Süryani milliyetçiliğinin
gelişmesinde önemli rol oynamışlardır.196
Asurî milliyetçiliği aslında yeni bir olgu olmasa da başlangıçta
gerçekleşebilirliğine olan inanç, hayal olarak kabul edilirken, giderek bu
ideolojiye inanan ve bir gün kendi vatanlarına kavuşacakları hayalini kuran
kişilerin sayısı artmıştır. Gerek aşiretsel gerekse mezhepsel çeşitlilik bu
ideoloji
etrafında
birleştirilerek
milletleştirilmeye
çalışılmaktadır.197
Bu
çerçevede etnik kimlik olarak belirlenen Asur kimliği etrafında şekillenmiş
olan
Süryani
milliyetçiliğinin
ileri
sürdüğü
ve
Türkiye
açısından
değerlendirilmesi gereken hususlar şunlardır:
(1) Ülkemizin millî bütünlüğüne yönelik olumsuz çalışmalar yapan
Süryanilerin, yurt dışında bir çatı altında toplanma gayretlerinin olduğu
bilinmektedir. Bu çerçevede, bazı kişi ve kuruluşların, Avrupa’da yerleşik
Süryani toplumunu ‘Asur Devleti’ kurulması fikri etrafında şartlandırma,
yönlendirme ve organize etme faaliyetleri dikkat çekmektedir.
(2) Bu grubun Asur kimliği yaratma ve sürdürme faaliyetleri
kapsamında;
(a) Nasturi, Keldani, Maruni, Süryani, Yakubi, Kadim, Melkit gibi
grupların aynı ulustan olduğu,
(b) Asur dilinin kültür ve geleneğinin yaşatılmasının esas
amaçlarını teşkil ettiği,
(c)
Asurîlerin
Birinci
Dünya
Savaşı’nda
sözde
soykırıma
uğradıkları şeklindeki temaları sık sık uluslararası kuruluşların gündemine
getirdikleri görülmektedir.
196
197
Kerimo, a.g.e., önsözü.
DeKelaita, a.g.t., s.22.
376
(3) Söz konusu gruplar, “1915 yılında sadece Ermenilerin değil,
Diyarbakır ve Mardin bölgesinde yoğun olarak yaşayan Süryanilerin de,
Hristiyan oldukları için sözde soykırıma uğradığı” yönünde açıklamalarda
bulunmaktadırlar. Bu çerçevede Asurîler;
(a) Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin denetiminde sözde
1915 soykırımının uluslararası platformlarda gündeme getirilmesi ve bu
konuda konferanslar düzenlenmesi,
(b) Asurî-Süryani halkının ulusal kimliğinin tanınması,
(c) Asurî-Süryani halkına yaşadığı her yerde ulusal, toplumsal ve
kültürel hakların verilmesi,
(ç) Sözde 1915 soykırımının tanınması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
Süryanilere maddi-manevi tazminat ödemesi,
(d) Asurî-Süryani halkının üzerindeki ulusal, toplumsal ve kültürel
baskıların, imha ve inkâr politikalarının kaldırılması yönündeki taleplerini dile
getirmektedirler.
(4) Sözde Ermeni soykırımına yönelik olarak, Amerika ve Avrupa’daki
etkinlikler paralelinde Süryaniler tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan
eylemler özellikle 1990’lı yıllardan sonra yoğunlaşmaya başlamıştır. Bu
eylemlerdeki
temel
hedef;
sözde
soykırım
iddialarının
uluslararası
kamuoyunda kabul görmesini sağlamaktır. Bu çalışmalarda bir kısım
Süryani’nin
Ermeni
meselesi
örneğinde
hareket
etmeye
çalıştıkları
görülmektedir. Bu kapsamda Ermeni meselesinde yapılan hataların tekrar
edilmemesi çok önemlidir.
377
6.6. SÜRYANİLERİN
TOPLUMSAL
HAYATTA
KARŞILAŞTIKLARI
SORUNLAR
Toplumsal yaşam bir etkileşimdir. Birey veya toplumların birbirlerine
yönelik etkileşimleri bazen olumlu bazen de olumsuz sonuçları ile tekrar
etkileşime girerler. Bu devinim, sorun stabil hale gelene kadar devam eder.
Kimyasal reaksiyona benzetilebilecek bu durum bazen girdi, bazen de çıktı
olarak sorun üretebilir. Süryaniler de toplumsal hayatın bir parçası olarak bu
süreç içinde bazen çözümcü, bazen de sorun üreten taraf olabilir. Genel
olarak Süryanilerin toplumsal hayatta karşılaştıkları sorunların bilinmesi,
toplumun kimyasal reaksiyonunun belirlenmesine ve kabul gören çözümler
üretilmesine olanak sağlayacaktır.
Sorunların oluşumunda, bakış açılarından kaynaklanan farklılıkların da
olduğu unutulmamalıdır. Zira bireysel olarak sempatik görünen Süryaniler,
topluluk olarak bazen tehdit olarak görülebilmektedirler. Bazen siyasete
konu olarak ‘öteki’ olabilmekte veya başka bir siyasi taraf için korunması
gereken bir değer olabilmektedir. Yani bakış açılarına göre de Süryanilerin
sorunlarında değişkenlik olabilmektedir. Süryanilerin karşılaştığı sorunların
çoğunluğunun toplumun diğer kesimlerinin karşılaştığı sorunlarla benzer
olduğu görülmüştür. Burada daha ziyade Süryanileri doğrudan etkileyen
spesifik sorunlara değinmek daha anlamlı olacaktır.
Aslında Süryanilerin en büyük sorunu; tanınmama veya yanlış
tanınmadır. Bu konuyu teyit eder çalışmalar yanında198 Süryanilerin nesnel
olarak ele alınabilecek ana sorun alanları; kendi millî isimlerini çocuklarına
koyma
ve
kullanamamada
karşılaştıkları
bürokratik
engeller,
çeşitli
sebeplerle Süryani kilisesinden başka dinlere geçenler veya gelenler, kendi
dinlerinde eğitim talebi ve zorunlu din eğitimi, mülk ve mal varlıklarına
198
Fethi Nas, Türkiye’de Topluluklar Sosyolojisi:Midyat Örneği (Süryaniler, Yezidiler, Araplar Ve
Kürtler), Muğla, Muğla Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
2003, s.108.
378
yönelik
yaşadıkları
sorunlar,
nüfus
cüzdanlarında
din
hanesinin
bulunmasından duydukları rahatsızlık, ülke genelinde yabancı olarak
algılanmaları
ve
siyasal
fırsatçılardan
duydukları
rahatsızlık
olarak
sıralayabiliriz.
6.6.1. İsim Verme
Ad ve adlandırma toplulukları birbirinden ayırmak için sınırları
oluşturmanın önemli bir aracı olmakla birlikte, gruplar arasındaki sınırların
belirsiz hale getirilmesi için de kullanılabilmektedir. Ad, pek çok toplulukta
olduğu gibi Süryaniler açısından da, kendileri ile diğer etnik gruplar arasında
bir sınırdır. Bu anlamda Hristiyan oldukları isimlerinden kolayca anlaşıldığı
için Müslümanlarla ortak isimler ve Türkçe isimler de kullanılmaktadır.
Bu isimlerinin tercih edilmesinin ilk nedeni, farklı bir muamele ile karşılaşma
olasılığına karşı önlem olarak gösterilmektedir. Bu tür adlandırmalar, resmî
kurumlarda herhangi olumsuz bir davranışla karşılaşmayı da büyük oranda
engellemektedir. Ancak soyadları, tüm Türkiye'de olduğu gibi Türkçedir.
Yerleşim birimlerinde ise, bölgede diğer dillerde de olduğu gibi tüm köy
isimleri değiştirilmiştir.199Ama günlük dilde eski isimler de kullanılmaktadır.200
Fakat tüm bunlara rağmen sadece Türkiye’de değil, diğer ülkelerde
de bulundukları toplumun genel yapısına uyma eğiliminin bir parçası olarak,
Süryaniler de o bölgede yaygın olarak kullanılan isimleri kullanmayı tercih
etmektedirler.201
Durum
böyle
olmakla
beraber
bir
kısım
Süryani,
çocuklarına arzu ettikleri ismi koyamadıklarını ve bunun mevzuat engelinden
kaynaklandığını aktarmaktadırlar. Geçmişte bu konuda olan bir kısım
engeller ise 2003 yılında uygulamaya konulan AB altıncı uyum paketi
sonrasında kalmamıştır.
199
1949 tarih ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nuna dayanarak, Türkiye'deki tüm Kürtçe, Lazca,
Rumca, Ermenice, Süryanice vb. dillerde olan yerleşim birimlerinin adları değiştirilerek Türkçe adlar
konulmuştur. Bkz. Erol Anar, Öte Kıyıda Yaşayanlar Azınlıklar,Yerli Halklar ve Türkiye, Belge
Yayınları, İstanbul, 1997, s.92.
200
Özmen, a.g.t., s. 217; Erginer, a.g.m., s.45.
201
The Assyrian Academic Society, a.g.m.
379
6.6.2. Din Değiştirme (İrtidâd ve İhtida)
Müslüman iken Hristiyan (irtidâd), Hristiyan iken Müslüman olan
(ihtida) anlamında karşımıza çıkan din/mezhep değiştirme; misyonerlik
faaliyetlerinin bir sonucu veya evlilik gibi202 sosyal yaşamın bir parçası olarak
da karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan geçmişte cizye vergisinden203 veya
toplumsal baskıdan kurtulmak için gayrimüslimlerin arasında din değiştirenler
de olmuştur. Sebep ne olursa olsun din değiştirme, ayrıldığı grup adına bir
travma ve düşmanlık yaratmaktadır. Bu sebepten dolayı Osmanlı Devleti
dâhil birçok devlet tarafından din değiştirmeler ağır cezalar ile önlenmeye
çalışılmıştır.204 Buna mukabil özellikle misyonerlik faaliyetleri yürüten
devletler, diğer din ve mezhepleri kendi dinlerine çekebilmek için bu
engellemeleri ortadan kaldırma gayreti içinde olmuşlardır.205
Süryaniler arasından mezhep değiştirerek başka mezheplere veya
İslam dinine giren Süryaniler olduğu gibi,206 sayıları az olmakla birlikte zaman
zaman diğer mezheplerden de Süryaniliğe dâhil olanlar olmaktadır.207
Bugün Türkiye’de dönme veya başka adlarla küçümsenen irtidâd ve
ihtida yapanlar yanında, farklı kimlik ile tanınan bazı kitlelerin de geçmişte din
değiştirdiği yönünde bilimselliği tartışmalı iddialar vardır.208 Süryaniler için bu
konudaki en büyük endişe, Müslümanlıktan ziyade, kendi aralarında uzun
zamandır
202
devam
eden
mezhep
çatışmasından
kaynaklı
mezhep
Özmen’in tespitine göre yakın zaman önce bir Süryani erkek, ikinci bir kadınla evlenmek istemiş,
ancak bunun dinen yasak olması nedeniyle Müslümanlığa geçmiş ve ikinci bir kadınla evlenmiştir.
Bkz. Özmen, a.g.t., s. 221.
203
Bilge, a.g.t., s.39.
204
Gordon, a.g.m., s. 228; Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin
Işığı Altında, s.22- 43.
205
Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında, s.130-132.
206
Durak, a.g.e, s.196.
207
Salfa Tori’nin Osmanlı tabiiyetine geçerek Süryani mezhebine girmesinden Diyarbakır Fransız
Konsolos Vekili’nin rahatsızlık duyması dikkat çekicidir. Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Divân-ı
Hümayûn Defterleri, Meclis-i Vükela Mazbataları, 103/73’den aktaran Mustafa Çiçek, a.g.t., s.73.
208
Süryani Tarihinde Bölünmeler, http://www.msxlabs.org/forum/din-ilahîyat/16123-hiristiyankokenli-din-ve-akimlar-suryaniler-suryanilik.html; Hakan Güven, “Asıl dinlerine dönüyorlar”,
Aksiyon, Sayı: 536, (Erişim) http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=20308, 12 Mayıs 2010.
380
değişiklikleridir. Özellikle yurt dışına göç etmiş olan Süryaniler, bu konuda
ciddi endişe taşıdıklarını dile getirmektedirler.
6.6.3. Saldırı ve Gasp
Süryanilere yönelik yapılan saldırıların büyük çoğunluğu ekonomik
amaçlıdır. Süryanilerin hep zengin olduğu yolunda oluşan kanaat, onların
saldırılara da hedef olmasına neden olmaktadır. Bazı Süryani ileri gelenlerinin
kaçırılması, doğrudan fidye ve gasp amaçlı iken, diğer bir saldırı şekli de
kaçmalarını (göç etmelerini) sağlayarak, geride bıraktıklarına el koymak
amaçlı olmaktadır. Zira Türkiye basınına yansıyan iki papazın kaçırılarak
sonrasında istenen fidye bu görüşü desteklemektedir.209
Süryaniler bu konuda; özellikle bu tarz eylemlerin Süryanilere yönelik
yapıldığını düşünmektedirler. Bunun sadece Süryanilere yönelik olduğunu,
ama Kürtlerin, Kürtlere bunu yapmadıklarını düşünmektedirler.210 Aslında bu
sorun sadece Süryaniler için değil, bölge genelinde tüm toplulukların
yakındığı bir sorundur. Hatta daha geniş anlamı ile düşünüldüğünde dünya
genelinin bir sorunu olarak da nitelemek yanlış olmayacaktır.
6.6.4. Din Eğitimi
Din, şüphesiz insana bir kimlik kazandırmaktadır. Din ve kimlik ilişkisi
hayatın her yönünde karşımıza çıkmaktadır. Din, sorunların yaratılmasında
ve çözümünde de en etkin güçtür. Arzu edilen çözümlerin anahtarı olarak
dinin kullanılmasıdır. Böyle olmakla beraber bazen dinin kendisi de sorun
olarak karşımıza çıkarılabilmektedir.
209
Öğündük köyünde 08 Mayıs 2007 günü papaz M.T. ile yapılan görüşmede başından geçenleri
bütün detayları ile anlatmaktadır. Ayrıca iki ayrı olay için bazı haberler için bkz. “Mardin'de bir papaz
kaçırıldı”, 28 Kasım 2007, CNN Türk, (Erişim) http://www.cnnturk.com/2007/turkiye
/11/28/mardinde.bir.papaz. kacirildi/407896.0/index.html; “Kaçırılan papaz serbest bırakıldı”, Zaman
Gazetesi, (Erişim) http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=619620, 11 Mayıs 2010.
210
Midyat ilçesi 1932 doğumlu İ.G.ile 09 Mayıs 2007 günü yapılan görüşme.
381
Süryaniler kendi çocuklarına kendi dinlerini öğretemediklerinden, bu
konuda özel okul açma gibi haklarının olmadığından şikâyet etmektedirler.211
Azınlık statülerinin olmamasından dolayı bu tür okul açamayan Süryaniler,
diğer taraftan da Rum veya Ermeni olmadıkları gerekçesi ile bu cemaatlerin
okullarına alınmadıklarından şikâyet etmektedirler. Bu anlamda Süryaniler
kendi dinlerini öğretmek adına, resmî eğitim müfredatına sahip olmamanın
sıkıntısını yaşamaktadırlar.212 Gerçi manastırlarda hafta sonları veya hafta içi
belirli saatlerde Süryani dini, dili ve tarihi üzerine kurslar verilse de, mevzuat
açısından sıkıntı yaşadıklarını ve bu konunun çözülmesi gerektiğini
düşünmektedirler. Aslında sorunun en önemli ayaklarından birisi, daha önce
bahsedildiği gibi sorunun Süryani nüfusu ile göreceli bağlantısıdır. Yani okul
için öğrenci, öğretmen ve maddi destek en az mevzuatta yaşanan sorunlar
kadar önemlidir. Zira öğrenci ve öğretmeni olmayan bir okulun anlamı
olmayacaktır. Yalnız burada vurgulanması gereken ilahiyat fakültelerinde en
azından Süryani din adamları da yetiştirecek bir bölümün teşekkülünün fayda
sağlayabileceğidir.
Bu konu içinde değerlendirilebilecek bir diğer konu da zorunlu din
eğitimidir. 1990 yılından itibaren Hristiyan ve Musevilerin, kendi dinlerini
belgelendirmeleri kaydıyla Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine girme zorunlu
kaldırıldığından bu konu artık gerek Süryaniler gerek diğer gayrimüslimler için
bir sorun teşkil etmemektedir. 213
6.6.5. Gelir ve Gayrimenkuller
Osmanlı
Devleti
döneminde
misyonerlik
faaliyetleri
sonrasında
parçalanan cemaatler ile o zamana kadar müşterek kullanılan arazi, kilise ve
mülklerin paylaşımı sorun olmuştur. O günden bugüne devam eden bu
sorunun bir kısmı ülke içinde, bir kısmı ise ülke dışındadır.
211
Bülbül, a.g.e., s.139,146.
Zeynep Aydın, “Lozanda Farklı Kökenlilere Tanınan Haklar”, İstanbul, 2004, (Erişim)
http://bianet.org/bianet/kultur/46222-lozanda-farkli-kokenlilere-taninan-haklar, 11 Mayıs 2009.
213
Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü web sitesi, (Erişim)
http://dogm.meb.gov.tr/ y%C3% BCksek_kurul_karar%C4%B1.htm , 12 Haziran 2010.
212
382
19’ncu yüzyılda neredeyse patrikler, zamanlarının çoğunu Katolik ve
Protestanlar tarafından gasp edildiğini düşündükleri kilise gelir ve mülklerini
geri almak için harcamışlardır.214 Bugün o kadar yoğun olmasa da benzer
çabaların özellikle kilise tarafından yürütüldüğü görülmektedir. Bu konuda,
Adıyaman’da Mor Petrus ve Mor Pavlus Kilisesi’nin bina ve müştemilatına
yönelik yerel idare ile devam eden bir sorun ve buna ilave olarak Mor Gabriel
Manastırı’nın bölge köyleri ile arasında devam eden arazi anlaşmazlığı örnek
olarak gösterilebilir.215
Yalnız
burada
vurgulanması
gereken
mahkemelere
aktarılmış
konuların hukuk içinde çözüleceğinin akıldan çıkarılmamasıdır. Aksi takdirde
özellikle bazı batılı ülke temsilcilerinin, bu tür davalara sanki hakem
havasında gelerek katılması, Süryaniler için kanaatimizce çok olumlu hava
doğurmamaktadır.
Sanki
Osmanlı
dönemindeki
Katolik
misyonerlerin
faaliyetlerinin Süryaniler üzerinde oluşturduğu etkiye benzer bir şekilde,
bugün toplumun kalanında, Süryanilere şüphe ile bakma gibi, olumsuz bir
hava oluşturmaktadır. Ayrıca uyum paketleri sonrasında imar kanunu ve
vakıflar kanununda yapılan yeni düzenlemeler ile bu konudaki sorunların bir
kısmına çözüm getirilmiştir.216
Ayrıca hatırlanmasında fayda olacak bir husus da Süryani din
adamlarının
214
Diyanet
İşleri
Başkanlığa
bağlı
olmadıklarından
devlet
Patrik 5’nci Circis, 2’nci İlyas, 2’nci Yakup, 4’ncü Petrus Katolik ve Protestanlar tarafından gasp
edilen kilise gelirlerini ve gayrimenkullerini geri almak için uğraşmışlardır. Bkz. Çıkkı, a.g.e., s. 48.
215
Adıyaman Mor Pavlus ve Petrus Kilisesinde 29 Nisan 2007 tarihinde Diyakon A.G. ile yapılan
görüşme; Hürriyet Gazetesi, (Erişim) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11714161.asp, 22 Mayıs 2010;
“Manastır davası AİHM’e gidecek”, Haber Aktüel, http://www.haberaktuel.com/manastir-davasiaihme-gidecek-haberi-204347.html, 22 Mayıs 2010.
216
Sedat Ergin, “Uyum Paketi'nde Sıkıntılı Başlıklar”, Hürriyet, 06 Haziran 2003; Özipek, a.g.m.;
Diran Bakar, "Uygulamadan Ayrımcılık Örnekleri ve Azınlık Vakıflarının Sorunları", Ulusal,
Ulusalüstü ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları (Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği,
Avrupa Konseyi, Lozan Antlaşması), der. İbrahim Kaboğlu, İstanbul, İstanbul Barosu İnsan Hakları
Merkezi Yayınları, 2002, s. 269-270; Yuda Reyna, Ester Moreno Zonana, Son Yasal Düzenlemelere
Göre Cemaat Vakıfları, İstanbul, Gözlem Yayınları, 2003, s.43, 88-91.
383
bütçesinden istifade edemedikleridir. Yalnız talep ettiklerinde devletten
yardım alabilmektedirler.217
6.6.6. Nüfus Cüzdanlarında Din Hanesi
Dininin, sosyal veya resmî yaşantılarında kendilerine yönelik negatif
bir ayrımcılık yaratacağını düşünenler bu durumdan hoşnut değillerdir. Laik
devlet anlayışına da ters düşen bu durumun Süryanilerin bir kısmında da
rahatsızlık yarattığı görülmektedir. Her ne kadar 23 Kasım 2006’da yürürlüğe
giren ‘Nüfus Hizmetleri Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik’ ile,
nüfus cüzdanlarında din hanesinin doldurulması zorunluluğu kaldırılmış olsa
da bu bölümün dahi cüzdanlarda bulunmaması yönünde bir beklenti olduğu
değerlendirilmektedir.
Diğer taraftan nüfus cüzdanlarından din hanesinin
kaldırılması yönünde AİHM’e yapılan müracaat Türkiye aleyhine sonuçlanmış
ve Şubat 2010’da AİHM, din hanesinin nüfus cüzdanlarından kaldırılması
yönünde karar almıştır.
6.6.7. Yabancı Düşmanlığı (Ksenofobi)
Süryanilerin Türkiye’de yeterince tanınmamaları, bazı kişiler tarafından
yabancı olarak algılanmalarına neden olmaktadır. Her toplumda olduğu gibi,
kendinden olmayanı yabancı kabul eden ve varlıklarından rahatsız olanlar
vardır. Gerek Kürt, gerek Türk, gerekse başka adlarla olsun etnik milliyetçilik
yapanların,
kendinden
olmayanlara
bakışı,
bu
anlamda
genellikle
düşmancadır. Süryaniler de kendileri ile aynı dini paylaşmadıklarından dolayı
onlar için yabancıdırlar. Bu sebeple yabancı olarak gördükleri Süryanilere,
maddi veya manevi baskı uygulayarak, ülkeyi terk etmelerini istemektedirler.
217
Özbay, a.g.e., s.25.
384
Genel olarak çoğunluğun, azınlığa yaklaşımı olan bu durum, Anadolu’da
uzun zamandır Süryaniler için bir tehdit olarak algılanmaktadır.
6.6.8. Sorunlara Yönelik Çözüm Çabaları
Yukarıda ana başlıklar halinde verilen sorunların bir kısmı spesifik
olarak Süryanileri ilgilendirirken bir kısmı bölgesel genel sorunlardır. Tüm bu
sorunlar çözülemeyecek sorunlar değildir. Özellikle sakin mizaçlı, devletle
arasında sorun olmayan, vatandaşlık görevlerini ellerinden geldiğince
yapmaya çalışan Türkiyeli Süryaniler ile çözülemeyecek bir sorun yoktur.
Çünkü Türkiye’de yaşayan Süryaniler için ‘Türkiyeli olmak’ bilinçtir.218 Bu
bilinç, birlikte yaşadığımız tüm topluluklar için öncelikli kimlik bileşeni olarak
kabul edilmesi gereken bir bilinçtir.
Süryanilere düşen görevler yanında devlete de düşen bazı temel
görevler
vardır.
Bunlardan
birincisi,
devletin
laik
ilkesidir.
Devlet,
bünyesindeki tüm etnik gruplara eşit mesafede durmalıdır. Bu durum, tüm
vatandaşlar
tarafından
bilinmeli
ve
görülmelidir.
Birey,
devletine
güvenebilmelidir. Devlet yeni iş sahaları yaratmalı, yatırımlar yapmalıdır.
Toplumun her kesimine yönelik eğitim programları düzenlemeli ve bu
etkinliklerini
okul
dışında,
aile
içinde
ve
medya
aracılığı
ile
de
desteklemelidir. Devlet kurumlarında işe alımlarda ayırımcılık olamamalıdır.
Toplumun birbirini tanıması için etkinlikler düzenlemeli ve siyasi amaçla
toplumu kutuplaştırmak isteyenlere, imkân vermemelidir. Diyanet İşleri içinde
diğer dinleri de temsil eden kısımlar açılmalıdır. Ülkeye dönüş arzusunda
olan Süryanilere dönüş kolaylığı sağlanmalıdır. Bu konuların, toplumun bir
kısmında çeşitli endişeler doğurabileceği göz önüne alınarak, toplum
bilgilendirilmeli, bilinçlendirilmeli ve yapılan çalışmalar toplumsal mutabakatla
yapılmalıdır. Keza, özellikle AB kapsamında azınlıklara veya toplumun
218
Türkiye'nin yaklaşık 3 bin noktasında 1500'ü aşkın görevlinin toplam nüfusu temsil eden 47 bin
958 kişiyle yaptığı yüz yüze görüşmeyle gerçekleştirilen "toplumsal yapı" araştırmasında insanların
kendi kimliklerini öncelikle ‘Türkiyeli olmak’ olarak tanımlamışlardır. Bkz. “Çoğunluk 'Önce
Türkiyeliyim' diyor”, Milliyet Gazetesi, (Erişim) http://www.milliyet.com.tr/2007/03/23/guncel/
agun.html, 12 Nisan 2007.
385
geneline yönelik yapılan düzenlemelerin dayatma şeklinde yapılması
toplumda çok hoş karşılanmamaktadır. Bu ve buna benzer tüm sorunların
tespiti, teşhisi ve tedavisinin ise milli bilinç ile yapılması, kalıcı barışın ve
huzurun tesisi için önemlidir.
Etnik anlaşmazlıklar ve çatışmalar kaçınılmaz şeyler değildir. Söz
konusu zıtlıklar ve düşmanlıklar, daha çok bilgisizlik ve önyargılardan
kaynaklanmaktadır. Fakat sorunsuz ya da en az sorunla bir arada yaşama da
bir ütopya değildir. Her grup ötekini en az kendisi gibi ve kendisi kadar
görebildiğinde, yani empati yaptığında bu sorunları geride bırakmak çok daha
kolay olacaktır. Bunun için sorunların açıkça, siyasi kaygılar bir tarafa
konularak ele alınması ve masadan çözümle kalkılması gerekmektedir. Bu
konuda siyasi ve toplum önderlerine önemli görevler düşmektedir. Ayrıca
unutulmamalıdır ki ortak bilinç birlikte yaşamayı gerektirir. Kendi inanç ve
değerlerimizi birbirimize dayatmak sadece radikalleşme ve çatışmaya sebep
olacağından dolayı birbirimizin değerlerine saygı duymak gerekmektedir.
Zaman zaman dinî liderlerin bir araya gelerek toplumu rahatsız eden
konularda birlik beraberlik mesajı veren açıklama ve eylemler de bulunması
da toplumsal huzur adına güzel örneklerdir.219 Aynı şekilde asker uğurlama
töreni gibi Türk toplumu için anlamlı olan etkinliklere birlikte katılan din
adamları da toplumsal barışın bir sembolü olmaktadırlar.220
Sonuçta, Süryanilerin bizden biri olduğu akıldan çıkarılmamalı ve Türk
tarihi boyunca hiçbir zaman Süryanilere yönelik veya Süryanilerden toplumun
diğer
katmanlarına
yönelik
sistematik
bir
saldırının
olmadığı
da
unutulmamalıdır. Her ne kadar Türkiye’de tanınan azınlıklardan biri olarak
219
Üç semavi dinin önde gelen isimleri; İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Fener Rum
Patriği Bartholomeos, Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II, Latin Katolik Cemaati Ruhani Reisi
Louis Pelatre, Hahambaşı Rav. İshak Haleva, Süryani Kadim Metropoliti Yusuf Çetin, Vatikan
İstanbul Temsilcisi Monsenyör Goerges Marovitch ve Süryani Katolik Patrik Vekili Yusuf Sağ'ın
katıldığı dua töreninde teröre karşı her dinî lider kendi dilinde 'barış duası' yaptı. Bkz. Zafer Özcan,
“Dinî liderler 'barış duası' için buluştu”, Zaman Gazetesi, 16 Ocak 2004.
220
Ümit Kozan ve Turan Gültekin, “Papaz ve müftü birlikte dua edip asker uğurladı”, Milliyet
Gazetesi, 21 Kasım 2007.
386
kabul edilmeseler de azınlıkların sahip olduğu haklardan yararlandıkları da
görünen bir durumdur. Süryani konusunu siyasi gayelerine alet etmek isteyen
gerek din adamı gerek bilim adamı gerekse siyasetçilerin kutuplaşmalara yol
açabilecek bu davranıştan uzak durmaları, en başta Süryaniler için elzem
görülmektedir. Bu amacın tahakkuku için; bir taraftan Süryani ileri
gelenlerinin, diğer taraftan da devlet ileri gelenlerinin bilgilendirilerek
bilinçlendirilmesi önem taşımaktadır. Özellikle dünyanın her tarafına dağılmış
ve belli bir örgütlenme biçimini ortaya koyan Süryaniler, bugün Türkiye
aleyhine yönlendirilme eğilimi taşımaktadırlar. Geçmişte benzer durumların
yaşandığı bu topraklarda tekrar edecek yeni bir acı tecrübeye gerek yoktur.
Bu anlamı ile herkese önemli görevler düşmektedir. Aksi takdirde yaşanan
her sorunda, sorunun özüne değil, kolayına kaçarak başka sorunların ortaya
çıkmasına neden olabiliriz.
6.7. İDİL SÜRYANİLERİ ÖRNEĞİNDEN TÜRKİYE SÜRYANİLERİ
Süryanilerin Türkiye’deki demografik yapılarından bahsederken dört
metropolitlik alanından birini oluşturan Turabdin Metropolitliği (abreşiyesi) de
aktarılmıştır. Süryaniler için önemli olan bu bölge, Süryani karakteristiğinin
minyatürize edilmiş örneklerini sunması adına, hem Süryaniler hem de
araştırmacılar için önem arz etmektedir. Süryanilerin kendilerine ve
sorunlarına ilişkin görüşleri sözlü tarih aktarımları ile tespit edilirken, aynı
şekilde uygulanacak anket ile de değerlendirme, nesnel hale getirilmek
istenmiştir. Bu kapsamda araştırmacıların genellikle göz ardı ettiği İdil ilçesi
pilot bölge olarak seçilerek, uygulama yapılmıştır.
6.7.1. Araştırma Alanı Olarak İdil
İdil’in araştırma alanı olarak seçilmesinin aslında iki önemli nedeni
vardır. Birincisi, Süryaniler için çok önemli bir bölge olan ‘Turabdin’
bölgesinin içinde özellikle Doğu ve Batı Süryanilerinin buluştuğu bir
coğrafyada olması ve ikinci olarak da yeterince araştırma yapılmamış bu
387
bölgede iki yıl süre ile bulunacak olmamdır. Genelde alan araştırması için
Turabdin’e yönelen araştırmacılar, Midyat ilçesi veya Mardin ili merkezinde
araştırmalarını yoğunlaştırırken, İdil ilçesini fazla dikkate almamaktadırlar.
Hâlbuki İdil ilçesi de en az Midyat ilçesi kadar Süryaniler için önemlidir. İdil;
Hatay ve Midyat’tan sonra Hristiyanlığın Anadolu’da yayıldığı üçüncü
yerleşim yeridir.221 İdil ilçe merkezinde Süryaniler için dört kilise varken ilk
caminin buraya 1949 yılında yapılmış olması, demografik değişimin yaklaşık
bu yıllara tekabül ettiğini düşündürmektedir.
Ayrıca İdil’in Sarıköyü’nün, Süryani geri dönüşünde ulusal ve
uluslararası bir sorun haline dönüşmesi bile,222 Süryani konusu ile ilgilenmek
isteyen araştırmacılar için, İdil’in atlanmaması gereken bir bölge olduğunu
düşündürmektedir.
Diğer taraftan alan araştırması yapacak olan araştırmacılar belirli bir
süre içinde belirli mihmandarlar vasıtasıyla bölgeyi gezmektedirler. Sınırlı
gözlem, tespit ve değerlendirme şansına sahip olan bu araştırmacılardan
farklı olarak avantajım; iki yıl kadar süre içinde çok yönlü bir ilişki kurmuş
olmamdır. Sonuçta; Şırnak ilinin İdil ilçesi, hem Süryaniler için sahip olduğu
önem, hem de uzun süre ile İdil ilçesinde bulunacağımdan dolayı, yapmış
olduğum çalışmada daha gerçekçi tespitler elde edebilmek amacıyla
seçilmiştir.
221
İdil Kaymakamlığı web sitesi, (Erişim) http://idil.gov.tr/haberdetay.asp?id=18, 12 Haziran 2010.
Sarıköy’ün esas sahipleri olan Süryani vatandaşlarımız, 1990’lı yıllarda terör olaylarının artması
nedeniyle Avrupa’nın çeşitli ülkelerine göç etmişler ve bir güvenlik zafiyetinin oluşmaması için
yerlerine Yayalar Köyü’nden bir grup Geçici Köy Korucusu “geçici görevle” yerleştirilmişti. Köyün
esas sahipleri Süryani Vatandaşlarımızın köye dönme taleplerinin yerinde görülmesi üzerine, Şırnak
Valiliğinin talimatı ile Sarıköy’deki Geçici Köy Korucuları tahliye edilmişler ve Sarıköy, 24 Eylül
2004 tarihinde İdil Kaymakamı Hasan Tanrıseven tarafından Mor Gabriel Metropoliti Samuel
Aktaş’ın da katılımıyla düzenlenen bir tören ile Süryani vatandaşlarımıza teslim edilmiştir. İdil
Kaymakamı Hasan Tanrıseven ile yapılan ropörtaj ve İdil Kaymakamlığı web sitesi, (Erişim)
http://idil.gov.tr/haberdetay.asp?id=18 , 12 Haziran 2010.
222
388
6.7.2. İdil İlçesinin Sosyo-Kültürel Durumu ve Süryaniler İçin Önemi
Süryanilerin tarihleri boyunca yaşadıkları önemli yerleşim bölgelerinden
biri olan Turabdin (Tanrı’nın kullarının dağı)’de Hristiyanlığın, MS 120
yılında bir metropolitliğin kurulmasıyla başladığı ve IV. yüzyıl ile de
bölgenin Hristiyanlaştığı iddia edilmektedir.223 Turabdin bölgesinin kapsadığı
yerleşim yerleri ise;224
-
Mardin merkez,225 Bülbül (Binebil), Çiftlik (Derelya), Göllü köyü ve
Deyru’l-zafaran Manastırı,
-
Dargeçit'in Alagöz (Bakısyan), Alayurt (Arboye), Anıtlı (Hah),
Çatalçam (Deyrodoslibo) ve İzbırak (Zaz) köyü,
-
Gercüş'ün Yamanlar (Yardo) köyü,
-
Midyat merkez, Altıntaş (Kferze), Bağlarbaşı (Arnas), Barıştepe
(Salah), Doğançay (Mızizah), Elbeğendi (Kefro), Gülgöze (Aynverdo),
Güngören (Kferbe), Mercimekli (Hapsnas) ve Yemişli (Enhıl) köyü,
-
Nusaybin'in
Girmeli
(Gıremira),
Dağiçi
(Harabmişka), Dibek
(Badıb), Günyurdu (Merbobo), Odabaşı (Gündıkşıkro), Taşköy (Arboy),
Üçköy (Harabale), Üçyol (Sederi) köyü ve Mor Melke Manastırı,
-
Ömerli ilçe merkezi ve Savur'un Dereiçi (Kıllıt) Köyü ile,
-
İdil ilçe merkezi ile Haberli (Bısorino), Öğündük (Mıdıh) ve Sarıköy
(Sare) köyleridir.
223
Hollerweger, a.g.e., s.17.
Özmen, a.g.t., s.165.
225
Kimi kaynaklar. Mardin'in de Turabdin bölgesi içinde yer aldığını yazarken, kimilerine göre ise,
coğrafi bir varlık olan bu bölgenin kesin sınırlarını çizmek çok zor olsa da, Mardin'in bu sınırın dışında
kaldığı savunulmaktadır. Karşılaştırma için bkz. Gabriel Akyüz, Mardin İli'nin Merkez ve Civar
Köylerinde s.25-26; Andrew Palmer, Monk and Mason on the Tigris Frontier: The Early History
of Tur'Abdin, London, Cambridge University Pres, 1990, s.xxii.
224
389
Turabdin bölgesinin226 önemli bir yerleşim yeri olan İdil (Beth ZabdayAzak)’de dışarıya doğru çok fazla Süryani göçü olduğundan dolayı,
günümüzde sadece üç Süryani köyü ile ilçe merkezinde birkaç Süryani aile
kalmıştır. 1970’li yıllardan itibaren İdil’de nüfus yoğunluğu, Müslümanlar
lehine değişmeye başlamış, bugün ilçenin demografik yapısı %99 Müslüman
olacak şekilde değişmiştir.227
Tablo 7. 1980-2001 Yılları Arası İdil ve Turabdin’de Süryani Nüfusu228
Yıllar
1980
1985
2001
İdil
1834
1771
340
Turabdin
Toplam
18700
17924
1975
Göçlerden diğer Süryani yerleşim bölgeleri gibi büyük zarar gören
(Tablo 8 ve Tablo 9) İdil’de 1960’larda altı köy Süryani iken bugün üç Süryani
köyü kalmıştır.229
Tablo 8. 1985-2000 Yılları Arasında İdil’in Köylerinde Süryani Nüfusu230
Yıllar
1985
1990
2000
Hane
Nüfus
Hane
Nüfus
Hane
Nüfus
Sarıköy
30
67
5
46
-
-
Haberli
49
293
39
156
27
124
Öğündük
119
695
82
435
49
233
TOPLAM
198
1055
126
637
76
357
226
Turabdin Bölgesi; kuzey ve doğuda Dicle Nehri, batıda; güneye uzanan Mardin Dağı ve
güneydoğuda Cizre ile kuşatılmıştır. Dolayısıyla Hasankeyf, Mardin, Dara, Nusaybin ve Cizre
Turabdin bölgesini çevreleyen yerleşimlerdir. Bkz. Elif Keser, Turabdin Süryani Ortodoks Dini
Mimarisi, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 2002, s. 11.
227
İlçenin genel nüfusu 67.999 olup ilçe merkezi ve köylerinde yaşayan Süryanileri genel mevcuda
oranı % 0.8’dir.
228
Erginer, a.g.m., s.55.
229
Özmen, a.g.t., s.232.
230
Erginer, a.g.m., s.55.

25 Ağustos 2004 yılında yapılan törenle 33 haneli Sarıköy’e sekiz hane dönmüştür. Ailelerin
çocukları genelde yazın yurt dışından tatil amacı gelmektedirler. 21 seçmen sayısı bulunan Sariköy’ün
muhtarlığını Süryani Fikri Turan yapmaktadır.
390
Süryani nüfusundaki azalışın 1985 yılından sonra hızlanması terör
olaylarının artması ile ilişkili görülebilir. Yani güvenlik kaygısı Süryanileri
İdil’den göçe yönelten en önemli sebep olarak değerlendirilebilir.
İdil, 1924 yılına kadar Cizre ilçesine bağlı bir köy iken 1924 yılında
bucak, 1937 yılında Mardin’e bağlı bir ilçe, 18 Mayıs 1990 yılından itibaren
ise Şırnak iline bağlı bir ilçe olmuştur.
İdil, Süryaniler için önemli bir dinî kimlik yeridir. Burada yaşamakta
olan insanların ekonomik durumu, nüfusun diğer kesiminden hiç de geri kalır
bir tarafı yoktur. Midyat’a doğru el sanatları gelişirken, İdil köy ve merkezi
daha çok tarım ve hayvancılık ile uğraşmaktadır. 1970 yılından beri Almanya,
İsveç, Hollanda, Belçika, Avusturya, İsviçre ve Amerika gibi ülkelere devam
eden göç Süryani sayısını çok azaltmıştır.231 İdil merkezden yapılan göç
daha çok Almanya’ya doğru olmuştur.
İdil’de dilsel bir homojenlik yoktur. Bölge halkı devlet ile olan
ilişkilerinde resmî dil olan Türkçeyi kullanmasına karşın, günlük yaşamda
yaygın olarak Türkçenin yanı sıra Kürtçe, Süryanice ve Arapçayı da kullanır.
6.7.3. Anketin Uygulanması
Tez çalışmamı desteklemek için başladığım anket çalışmamda (EK 1.
Anket) Süryanilerin kendileri hakkındaki bilgilerini tespit etmeye, Türkiye
içindeki
konumlarına
ilişkin
değerlendirmelerini
belirlemeye
çalışarak
yaşadıkları toplumla etkileşimlerini ortaya çıkarmaya çalıştım. Böylece emik
olduğu kadar etik bakış açısını da değerlendirmeye dâhil etmeye gayret
ettim.
Hazırladığım
anket
sorularının
uygulamasının
çoğunluğunu,
cevapların gerçekçi olamayacağı endişesi ile Öğündük köyünden Süryani
231
Helga, a.g.m., s.292-294.
391
kökenli bir üniversite öğrencisi ile birlikte Öğündük, Haberli, Sarıköy ve ilçe
merkezinde uygulama yaparken, Süryanilere misafir olan başka yerden
gelmiş olan dokuz Süryani’ye de anketi uyguladık. Bunun dışında doğrudan
kendimin yaptığı veya mektup yoluyla gönderdiğim 20 kadar anket olmuştur.
Mayıs 2007 ile Ağustos 2007 tarihleri arasında uygulanan anketin 114 tanesi
geçerli kabul edilmiştir (EK 2. Anketlere Verilen Cevaplar). Anketin
uygulandığı örneklem; bölgenin sayısal olarak azlığı ve coğrafi yakınlıktan
dolayı genele çok yakındır.
6.7.4. Anket Sonuçlarının Değerlendirilmesi
Dört bölüm olarak hazırlanan anketin ilk bölümü ile öncelikle kişisel
bilgiler ve genel bilgiler elde edilmeye ve böylece hedef kitlenin analizi
yapılmaya çalışılmıştır. İkinci bölümde, Süryanilerin kendileri ve Süryanilik
hakkında bilgi seviyeleri anlaşılmaya ve böylece anketin geçerliliği tespit
edilmeye çalışılmıştır. Üçüncü bölümde, Süryanilerin Türkiye Cumhuriyeti
içindeki konumları, karşılaştıkları sorunlar tespit edilmeye çalışılmıştır. En
son bölümde de Türkiye’nin sorunlarına Süryanilerin ilgisi, katkısı ve
toplumsal bir sorun olup olmadığının ortaya çıkarılmasına çalışılmıştır.
Anket “Microsoft Excel” programı ile incelenmiş daha sonra Sonar
Danışmanlık ve Araştırma Limitet Şirketi vasıtasıyla tekrar analiz edilmiştir.
Elde edilen çapraz tablolar çok geniş yer tuttuğundan dolayı elde edilen
sonuçlar verilecektir. Uygulanan anket verilen cevaplar da EK 2’de
sunulmuştur.
6.7.4.1. Kişisel ve Genel Bilgilerin Değerlendirilmesi
Kendisini Süryani olarak tanımlayan 114 kişinin profili çıkarmak için
sorulan 14 soru sonucunda ankete katılanların;
-
% 70’inin erkek,
392
-
%43’ünün 26-40 yaşı arasında, %23’ünün 12-25 yaşı arasında
olduğu, toplamda ise yaklaşık %66’sının 40 yaşından küçük olduğu,
-
%71’inin evli,
-
%75’inin ilkokul ve altında eğitim seviyesinde olduğu, kadınların ve
40 yaş üstü olanların eğitim seviyesinin daha düşük olduğu, ekonomik seviye
ile eğitim arasında bir ilişki olduğu,
-
%71’sinin aylık geliri 500 liranın altında yani fakirlik seviyesinin
altında bir yaşam sürdüğü232,
-
%47’sinin çiftçi ve %28’inin ev hanımı olduğu,
-
hepsinin kendini Süryani olarak tanımladığı,
-
%82’sinin ailesi ve akrabasının çoğunluğunun Avrupa’da, %14’ünün
ise Türkiye’de olduğu ve Avrupa’da akrabası olanların ise, bu akrabalarının
% 89’unun Almanya’da yaşadığı,
-
Türkçe dışında % 91’nin Süryanice, %34,8’nün Kürtçe bildiği, hem
Süryanice hem de Kürtçe bilenin ise %23 olduğu, Süryaniceyi bilmeyenlerin
sadece şehirlerde yaşayanlar olduğu,
-
Aileleri dışında %82,6’sının ilk eğitimini devlet okullarında, %
11,3’nün ise ilk eğitimini kilisede aldığı ve kilisede ilk eğitimi alanlardan
Süryanice bilmeyen olmadığı, hem konuşup hem de yazabilenlerin ise %
69,2 olduğu,
232
Süryaniceyi bilmeyen oranın sadece %1,7 olduğu ve kalanlarından
2007 yılı yoksulluk sınırı 619 YTL. olarak açıklanmıştır. Kırsal kesimde yaşayanların yoksulluk
oranı %32.18 ve kentlerde bu oran %10 belirtilmesine rağmen bölgenin genel durumu içinde
Süryaniler daha varlıklı olarak görülmektedir. Bkz. Türkiye İstatistik Kurumu, “Yoksulluk
Analizleri”, (Erişim) http://www.tuik.gov.tr, 18 Temmuz 2010.
393
%52,2’sinin sadece konuşabildiği,
-
%41,8’nin Öğündük köyünde, %39,1’inin Haberli köyünde, %3,5’inin
Sarıköy, %3,5’inin İdil merkezde ikamet ettiği,
-
Erkeklerin %80,5’nin askerlik hizmetini yaptığı tespit edilmiştir.
6.7.4.2. Süryaniler ve Süryanilik Hakkında Bilgilerin Belirlenmesi
Ankete katılanlara 18 soru sorularak Süryanilik hakkında bilgileri ve bu
bilgilerinin profilleri ile uyumlu olup olmadığı anlaşılmaya çalışılmıştır.
1. Süryanilerin çoğunluğu kendilerinin Türkiye’de tanınmadıklarını
düşünmektedirler. Böyle düşünenlerin çoğunluğunu; 40 yaşının altında
olanlar, evli, ilkokul mezunu ve altında eğitim seviyesinde, gelir seviyesi
düşük, çoğunlukla akrabaları Avrupa’da oturan, çoğunlukla ilk eğitimini devlet
okulunda almış olan, Süryaniceyi bilen, daha çok Haberli köyünde ikamet
edenler oluşturmaktadır.
2. Dünyadaki Süryanilerin çoğunluğunun Türkiye dışında yaşadığını,
ankete
katılanların
%90,4’ü
kabul
etmişlerdir.
Kalanları
da
kısmen
katılmadıklarını beyan etmişlerdir.
3. Süryanilerin çoğunluğu Güneydoğu’da olmak üzere Türkiye’ye
dağınık
bir
şekilde
ve
bulundukları
yerlerde
çoğunluk
nüfusunu
oluşturmayacak şekilde yaşadıkları, Süryanilerin %70,5’i tarafından tamamen
kabul edilmiştir. Böyle algılanmasının nedeni anketin İdil’de uygulanması ve
kendi
asıl
memleketlerinin
bu
bölge
olduğunu
düşünmeleri
olarak
yorumlanmaktadır. Zira günümüzde Türkiye’deki Süryanilerin çoğunluğu
İstanbul’da yaşamaktadır. Fakat genel nüfus içinde orantısal olarak Turabdin
bölgesinde yoğunluk göstermektedirler.
4. Süryaniler, gayrimüslim olmasına rağmen Lozan Antlaşmasında
394
azınlık statüsü almadığına %80 katılırken, %11,3 kararsız kalmış, %3,5
katılmamış, diğerleri ise kısmen katılmış veya kısmen katılmamıştır. Eğitim
seviyesi ile konunun ilişkisine baktığımızda üniversite mezunu 3 katılımcının
birinin tamamen, birinin kısmen katıldığı, birinin ise kararsız kaldığı
görülmektedir. Tamamen katılanların ortaokul ve ilkokul mezunu olması
soruya verilen cevapların bilinçli mi bilinçsiz mi verildiği konusunda şüpheye
düşmemize neden olmuştur. Devlet okulunda ilk eğitimini alanların %87.4’si
tamamen katılırken, kilisede ilk eğitimini alanlarda bu oran %46.2’ye
düşmektedir. Bu oran Öztemiz’in “Lozan Antlaşmasında Süryaniler ile ilgili bir
hükmünün olup olmadığını bilen %20 kadar” olduğu yönündeki tespiti ile
çatışır görünmektedir.233
5. Süryanilere ait televizyon kanalı, internet sitesi ve gazeteleri takip
etmeye çalışıyorum diyenlerle eğitim düzeyi arasında anlamalı bir ilişki
görülmektedir. İlkokulda bu oran %30,3, ortaokulda %50, lise düzeyinde ise
%55,6 olarak görülmektedir. Gençlerin de katılım oranı, yaşlılara göre daha
fazla olarak görülmektedir. Meslek olarak öğrenci ve memurlarda da
diğerlerine göre bu oran yüksektir.
6. “Süryani kilisesi kendisine “kadim” denmesini tercih ederken
başkaları tarafından Yakup Baraday’a ithafen Yakubi denmesinden fazla
hoşlanmadıkları”
yönündeki
bilgimizin
doğruluğunu
test
etmek
için
sorduğumuz “Süryanilere Yakubi de denir.” sorusuna %81,9’unun kısmen
veya tamamen katılması üç şekilde yorumlanabilir: Kilise çizgisinden uzak bir
görüşe sahip olunduğu, konu hakkında bilgilerinin olmadığı ya da Süryaniler
tarafından da bu yaklaşımın kabul edildiğidir.
Bu
yaklaşımın
geçerliliğini
anlayabilmek
için
eğitim
seviyesine
baktığımızda lise ve üniversite mezunlarında kabulün daha yüksek bir oranda
olması ve ilk eğitimlerini kilisede alanların diğerlerinden daha yüksek oranda
katılması,
233
Süryanilerin
Öztemiz, a.g.t., s.357.
de
kendilerini
tanımlamada
“Yakubi”
kavramı
395
kabullendikleri şeklinde yorumlanabilir. Öğündük hariç diğer yerleşim
yerlerinde bu oran yüksek iken bu köyde dikkat çekici bir düşüklükte olması
da gruplar arası farklı bir kabulün olabileceğini düşündürmektedir.
7. Süryaniler, Keldaniler, Maruniler, Nasturiler, Asurîler ve Aramîler
aynı etnik grubun dinî fraksiyonlarıdır. Bu yaklaşıma %91,3’ü katılmıştır. Bu
sonuç, aralarında dikkat çekici mezhepsel bir cepheleşme olmadığını
göstermektedir. Ayrıca bugün Asurîzm ideolojine açık bir durumda oldukları
yönünde de yorumlanabilir.
8. Süryaniliği etnik bir kimlik olarak kabullenen %90,5’lik bir kesimdir.
Buna hiç katılmayan grup %5,2’lik bir grup olup bunlar daha çok dinî ağırlıklı
bir görünüm çizen sosyo-ekonomik seviyesi düşük ve Haberli köyünde
ikamet edenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Süryaniliği etnik kimlik olarak
tanımlayanların %87,1’i aynı zamanda ‘dinî kimlik’ demektedirler. %9,7’ise
sadece ‘etnik bir kimlik’ olarak görmektedirler.
9. Süryaniliği dinî bir kimlik olarak kabullenen %53,9’lik bir kesimdir.
Öğündük ve İdil merkezde daha fazla kabul gören bu yaklaşım, eğitim
seviyesi daha düşük, çiftçilik ile uğraşan, ilk eğitimini kilisede almış,
Süryanice bilgisi daha fazla olanlar arasında daha fazla kabul görmektedir.
Süryaniliği dinî kimlik olarak tanımlayanların %51,9’u aynı zamanda etnik
kimlik demektedirler. %43,3’ü ise sadece dinî bir kimlik olarak görmektedirler.
Sonuçta kendileri tarafından da Süryanilik etno-dinsel kimlik olarak
tanımlanmıştır.
10. Antakya Süryani Kilisesi görüşüne (monofizit) göre Hz. Meryem
Tanrı'nın anası (Teotokos) olarak kabul edilmektedir. Bu inanışın Süryaniler
arasında bilinip bilnmediğini anlamak için sorulan “Hz. Meryem; Hz. İsa’nın
annesidir ama tanrısal bir yönü yoktur.” sorusuna %45,3 katılırken, %33,9
katılmamıştır. Katılım oranı evlilerde, memur olanlarda daha yüksektir.
Haberli köyünde katılma oranı düşük iken, diğer yerlerde katılma oranı daha
396
yüksektir. Bu soruya verilen cevaplardan sorunun iyi anlaşılamadığı veya
konu hakkında bilgilerinin yeterli olmadığı sonucu çıkarılabilir. Kanaatimizce
bu her iki durumun da etkisi vardır.
11. Katılımcıların %92,3’ü Süryanilerin diğer dinlere mensup kişilerle
evlilik yapamayacağını düşünmektedirler. Bu oran kadınlarda (%97) ve
yaşlılarda daha yüksekken (41-60 yaş arası %100), eğitim seviyesinin
yükselmesi ile evlilik yapılabileceği görüşünün paralel olduğu görülmüştür.
Ayrıca kırsaldan uzaklaştıkça kabulün arttığı görülmektedir.
12. Süryaniler, günah itirafı (günah çıkarma) yaptıkları katılımcıların
%90,4’ü tarafından kabul edilmektedir.
13. Süryani çocukları da sünnet olabilir düşüncesine katılmayan oran
%89,6’dur. Katılanların ise bunu zaruret durumunda sünnet olma olarak
algıladıklarını değerlendiriyorum.
14. Süryanilerin oruç tuttuğunu %97,4’ü ifade etmişlerdir.
15. “Süryaniler sadece Hırıstiyan dini Gregoryen Ortodoks inancına
mensuptur.” sorusu Ermeni Kilisesinden etkileşimlerini anlamaya yönelikti.
%86,2’sinin tamamen bu düşüncede olması, aralarındaki etkileşimin ne kadar
güçlü olduğunu göstermektedir. Hatta sıklıkla da Süryaniler tarafından
serzeniş olarak dile getirilen, kendilerinin Ermeniler ile karıştırılmasının
nedeni de biraz bu sonuçta görülmektedir. Yaşla ve eğitim seviyesiyle
beraber katılma oranının arttığı görülmüştür. Ayrıca ilk eğitimini devlet
okullarında alanlar ile köyler ikamet edenlerin, katılım oranlarının daha fazla
olduğu görülmektedir.
16. Ermeni kiliselerini kendi kiliseleri gibi kullanabileceklerini düşünen
%86,1’dir. Eğitim seviyesi düştükçe bu oran artmaktadır. İlk eğitimini kilisede
alanlara göre devlet okullarında ilk eğitimini alanlar, bunun daha mümkün
397
olacağını düşünmektedirler.
17. Süryaniler, diğer Hristiyan mezhepleri ile kıyaslandığında Müslüman
ibadet sistemine en yakın gruptur.234 Bu yaklaşıma, katılımcıların %65.3’lik
kısmı karşı çıkmıştır. Kanaatimizce bunun nedeni, kendileri ile Müslümanlık
arasında bir bağ kurmaya çalışıldığı gibi bir algıdan kaynaklanmıştır. Aslında
diğer Hristiyanlardan farklı olarak ibadet ederken secdeye vardıkları için
Müslümanların ibadet sistemine en yakını olarak kabul edilebilirler. Bu
durumun bilinmemesinden böyle bir sonuç çıktığını değerlendiriyorum.
18. Süryaniler, daha çok tarım ve ticaret ile uğraşırlar. Bu soruya %36,5
tamamen katılırken, %51,3’ü kısmen katılmıştır. Aynı şekilde çiftçi olanlardan
katılanlar %40,7, memur olanlar %50, serbest meslek sahibi olanlar %16,7,
ev hanımı olanlar %29, öğrenci olanlar %50 olarak katılmışlardır.
6.7.4.3.
Süryanilerin
Türkiye
Cumhuriyeti
İçindeki
Konumlarının
Belirlenmesi
Daha çok Süryanilerin sorunlarını ve sorun alanlarını tespit etmeye
yönelik hazırlanan bu bölümde, katılanlara 20 adet beşli likert ölçeğinde soru
sorulmuştur. Ayrıca bölümün sonunda varsa diğer sorunlarını da belirtmeleri
istenmiştir.
1. Yaşadığım köy/ilçenin sorunları diğer köy/ilçelerin yerel idarecilerle
yaşadığı sorunlarından daha fazladır diyen %30,5’lik katılımcının istikrarsız
bir dağılım gösterdiği görülmektedir. Bu düşünceye katılanların profiline
baktığımızda; çoğunluğunun erkek, 41-60 yaş aralığında, memur ve çiftçilik
ile uğraşan, ilk eğitimini kilisede almış olan kişiler daha fazla göze
çarpmaktadır. Bu fikre en az katılanlar ise Öğündük köyünde ikamet
234
Süryaniler’de namaz iki bölümden oluşmaktadır: Dua ve secde. Pazar günleri hariç sabah, öğle,
akşam vakitlerinde secde yapılmaktadır. Toplam 66 rekat secde yapılmaktadır. Namaz öncesinde
mihrabın sağında ve solunda yer alan sehpaların çevresinde kollar bağlı olarak durulur. Sırası
geldiğinde tek sıra halinde yanlara açılarak secdeye varılır. Geniş bilgi için bkz. Mehmet Şimşek,
Süryaniler ve Diyarbakır, s.111-116.
398
etmektedirler.
2. Yaşadığım köy/ilçede yılda en az bir defa yerel idare ile sorun
yaşayan %21,7’lik bir kesimin yanında, bu konuya kısmen katılan %20,9’luk
bir kesim vardır. Sorun yaşayanlar daha çok evli, memur ve çiftçilik ile
uğraşan, ilk eğitimini kilisede almış olan kişiler olarak göze çarpmaktadır. Bu
fikre en az katılanlar ise Öğündük köyünde ikamet etmektedirler.
3. Yerel idarecilerin kendisine diğerlerine uyguladıklarından farklı
muamele uyguladığını, kısmen düşünen %24,3’lük bir kesim vardır.
%54,9’lük kesim ise buna tamamen karşıdır.
4. Yerel idarecilerle kişisel sebeplere dayanan bir sorun yaşadım diyen
%10,4’lük bir kesime karşı, %75,7’lik bir kesim sorun yaşamadığını dile
getirmektedir. 26-40 yaş arasındakilerin %20,4’ü, evlilerin %13,4’ü, çiftçilerin
%18,6’sı, öğrencilerin %25’i sorun yaşadığını dile getirmektedir. İlk eğitimini
devlet okulunda alanların %12,6’sı sorun yaşadığını söylerken, ilk eğitimini
kilisede almış olanların hiç birisi sorun yaşamadığını dile getirmektedir.
Haberli köyünde ikamet edenlerin %22,2’si sorun yaşadım derken, Sarıköy
ve Öğündük köyünde sorun yaşayan yoktur. İdil’de de ankete katılan dört
kişinin ikisi sorun yaşadığını dile getirmektedir.
5. Köyümle ilgili sorunların çözümünde yerel idare yetersiz kalmaktadır
diyen %39,2’luk bir kesimin yanında %33’de kısmen buna katılmaktadır. Bu
konuda en büyük sıkıntıyı çiftçi ve memur yaşamaktadır. Haberli köyünde
ikamet edenlerin %68,9’u sorun yaşadığını, %20’si de kısmen sorun
yaşadığını
söylemektedir.
Buraya
kadar
sorunun
yerini
anlamaya
çalıştığımızda, Haberli köyünün yerel idarecilerinden veya devleti orada
temsil eden devlet görevlilerinden pek memnun olmadıkları görünümü
çıkmaktadır.
6. Yaşadığı bölgede siyasi idarenin görevlerini layığı ile yaptığını
399
düşünen %17,5, yapamadığını düşünen %18,4’dür. Genel eğilim görevin
yapıldığı yönde olmakla beraber %35,5’nin kararsız olduğu görülmektedir.
Yalnız dört memurdan üçü, siyasi idarenin görevini layığı ile yapmadığını
düşünmektedirler. Bunun tam tersi olarak Sarıköy’de ikamet edenler ise
layığı ile yaptığını düşünmektedir. Burada vurgulanması gereken bir konu da
Sarıköy’ün devlet organları tarafından boşaltılarak, köyün asıl sahipleri olan
Süryanilere
teslim
edilmesinden
yaklaşık
bir
yıl
sonra
bu
anketin
uygulandığıdır.
7. Yaşadığı bölgede görev yapan kolluk kuvvetlerinin görevlerini layığı
ile yaptığını %69,5’i düşünmektedir. Özellikle 41-60 yaş arasında bu oran
%91,7’i ile yüksek bir orandır. Meslek gruplar içinde en yüksek çiftçilerin
%88,1’i de böyle düşünmektedir. Sarıköy ve Öğündük köylerinde bu oran
yüksek iken, Haberli köyünde daha düşüktür. Askerlik yapanlarda da oran
(%86,4) yapmayanlara göre daha yüksektir.
8. Karşılaştığı sorunların çözümünde en etkili makamların yurt dışında
bulunduğunu düşünen %13.9, kısmen bu şekilde düşünen %25,2 iken bunun
tersi olarak sorunların çözümünü yurt dışında %33’dür. %7’lik bir kesim
kısmen bu fikirde iken %20,9 kararsızdır.
Daha çok gençler tarafından (%34,6) çözümün yurt dışında olduğu
yönündeki eğilim, lise mezunları (%55,6) ve öğrenciler (%75) arasında daha
yüksektir. Sarıköy ve Öğündük köylerinde ise bu düşünceye katılanlar azdır.
Aslında burada çıkan sonuç, daha çok Haberli köyünün lise öğrencisi olan
gençleri, karşılaşılan sorunların çözümünü yurt dışında görmektedirler.
9. İnancımdan dolayı bana ülkemde farklı muamele yapıldığını
düşünüyorum diyen %14,8, kısmen bu fikre katılan %37,3 olup, tam tersini
düşünen %20,9, kısmen tam tersini düşünen %9,6’dur. Bu fikre en fazla 60
yaş üstündekiler karşı çıkmaktadır. Orta gelir grubu ile çiftçi, memur ve
öğrenciler bu düşünceyi kısmen desteklemektedirler.
400
Aynı soruyu farklı 50 kişiye uygulayan Bülbül’ün tespitine göre ise
kendilerine farklı muamele yapıldığını düşünen oran % 30, bazen farklı
muamele ile karşılaşan %26 ve farklı muamele ile karşılaşmadığını düşünen
%28 olarak belirtilmektedir.235 Yani kısmen veya tamamen farklı bir muamele
yapıldığını düşünen toplam sayı her iki araştırmada da benzer bir durum
ortaya koymaktadır.
10. Yaşadığı köy/ilçede yılda en az bir defa kendi inanç sisteminden
olmayan insanlarla sorun yaşayanlar %46,9 iken, kısmen sorun yaşadığını
düşünenler %27’dir. Eğitim seviyesi ve ekonomik seviye düştükçe sorun
yaşama olasılığının arttığı, meslek gruplarından en fazla çiftçilik ile
uğraşanların (%69,5) bu konuda sıkıntı yaşadığı, kilisede ilk eğitimini alanlara
göre daha yüksek bir oranda devlet okullarında ilk eğitimini alanların (%52,6)
sorun yaşadığı görülmektedir. Ayrıca kırsalda bu konuda daha fazla sorun
yaşandığı görülmektedir.
11. İbadetlerini rahatça yapamadıklarını düşünen %27,8’nin daha çok
40 yaş üzeri kişilerden oluştuğu, evli, ekonomik seviyesi düşük olanlar olduğu
görülmüştür.
Ayrıca bu konuda en büyük sıkıntı Sarıköy (%75)’de gözükmektedir.
Aslında bu oran Sarıköy’den ankete katılan 4 kişiden üçünün cevabını
yansıtmaktadır. Fakat bu konuda sıkıntının nedenini köyde din adamı
olmaması olarak yorumlamak mümkündür. Çünkü köyde daimi ikameti olan
sayı hem çok azdır hem de köydeki kilise yeni restorasyon görmüş ve
ibadete açıktır.
12. Ankete
katılanların
insanlar/köyler
arasında
dayanışmadan
daha
%54,7’si
dayanışma
kuvvetlidir
benimle
diğer
aynı
inancı
insanlar/köyler
demektedir.
Bu
fikirde
paylaşan
ile
olan
olanların
çoğunluğunun eğitimi seviyesi düşük ve 26-40 yaş arasındaki kişilerden
235
Uygulanan anket ve sonuçları için bkz.Bülbül, a.g.e., s.123-186.
401
oluştuğu görülmektedir. Bunun yanında Haberli köyünde (%84,4) bu oran
diğer yerleşim yerlerine göre daha fazladır. Öğündük köyünde bu konuda bir
kararsızlık göze çarpmaktadır.
13. Kendisini, dinî kimlik olarak bulunduğu coğrafyadan farklı hisseden
%12,2’lik bir kesimdir. Eğitim seviyesi yükseldikçe artan bu oran, öğrenciler
arasında daha fazladır. Bilinen yabancı dil sayısı ile kendisinin farklı
hissetmesi arasında doğrudan bir ilişki görülmektedir. Kilisede ilk eğitimi
almış olanlarda bu oran biraz daha fazla olarak (%53,8) gözükmektedir.
14. Kendisini, etnik kimlik olarak bulunduğu coğrafyadan farklı hisseden
%10,4’lük bir kesimdir. Aynı dinî kimlik gibi kilisede ilk eğitimi almış olanlarda
bu oran biraz daha fazla (%53,8) gözükmektedir. Kendisini, etnik kimlik
olarak bulunduğu coğrafyadan farklı hissedenlerin %59.6’sı ise Süryaniliği
etnik kimlik olarak da tanımlamaktadır.
15. Benim köyümle diğer köyler arasında geçmişe dayalı husumet
vardır diyen %48,8, kısmen vardır diyen ise %33’dür. Eğitim seviyesi
düştükçe bu oran artmaktadır. Memur ve çiftçiler de oran daha yüksektir.
Sorunların daha çok Sarıköy, Haberli ve İdil’de olduğu görülmektedir
16. Kendimi bulunduğum toplum içinde baskı altında hissediyorum
diyenlerle buna katılmayanlar neredeyse aynı oranda olup, 26-60 yaş
arasında olanlar ile ekonomik seviyesi daha düşük olanlar, kendilerini daha
fazla baskı altında görmektedirler. Memurlar bu konuda sıkıntılı gözükmekte,
Sarıköy ve Haberli köyleri de kendilerini baskı altında hissettiklerini
söylemektedirler.
17. Türkiye’de kendini çok önemli bir kitle güvende hissetmektedir.
%49,6’u tamamen, %34,8’u de kısmen böyle hissetmektedir.
18. Kendini
bulunduğu
coğrafyanın
bir
parçası
olarak;
%76,5’i
402
tamamen, %9,6’sı kısmen böyle görmektedir. Daha çok erkeklerde öne çıkan
bu durum (%87,8), 41-60 yaş aralığında en fazla (%95,8) görülmektedir.
Buna karşılık öğrenci ve ev hanımları arasında bu oran daha düşüktür.
Ayrıca Haberli köyü sakinleri diğer yerlere göre çok düşük bir oranda
(%53,3),
kendilerini
bulundukları
coğrafyanın
bir
parçası
olarak
görmektedirler.
19. Yurt dışında yaşayan Süryanilerin kendi düşüncelerini daha rahat
dile getirdiklerini düşünenlerin dağılımı benzer bir görünüm sergilemektedir.
Bu fikre katılmayanlar %33,9, biraz katılan %2,6, kararsız olan %11,3, biraz
katılan %22,6, katılan ise %29,6’dır.
20. Yurt dışında yaşayan Süryanilerin şahsi çıkarları için kendilerini
kullanıldığını düşünenler %18,3 iken, kullanmadığını düşünenler %34,8’dir.
İlk eğitimini kilisede almış olanlar, kendilerinin daha fazla (%53,8)
kullanıldığını düşünmektedirler. Sarıköy kendilerinin kullanıldığını düşünürken
Öğündük ve Haberli köyleri kararsız bir görüntü sergilemektedirler.
21. Varsa diğer sorunlarını yazmaları istenmesine rağmen ayrıca bir
sorun dile getirilmemiştir.
6.7.4.3. Türkiye Cumhuriyetinin Bugüne Gelişinde Süryanilerin Etkileri
Daha çok Süryanilerin ülke içindeki konumları, ülkeye etkileri,
uluslararası ilişkilere ve sorunlara bakışlarını tespit etmeye yönelik hazırlanan
bu bölümde, katılanlara 22 adet beşli likert ölçeğinde soru sorulmuştur.
1. Süryanilerin bu toplumun bir parçası olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin
bugüne gelişinde önemli katkıları olduğu konusunda ankete katılanların
hemen hemen hepsi hemfikir gibi görünmektedirler.
2. Süryanilerin, Türkiye devletini kuran diğer unsurlar gibi asli unsur
olduğunu ankete katılanların %82,6’sı tamamen, %14,8’sı da kısmen böyle
403
düşünmektedir. Diğer profillerin dağılımı da bu şekildedir.
3. Süryanilerin,
statüsünde
olması
Ermeniler,
gerektiğini
Rumlar
%68,7’sı
veya
Yahudiler
tamamen,
gibi
%13,9’u
azınlık
kısmen
düşünürken %8,7’si bu fikirde değildir. Bu görüş 26-60 yaş aralığında en
fazla destek görmektedir. Ayrıca eğitim seviyesi ve sosyo-ekonomik seviye
düştükçe bu görüşe destek artmaktadır. Memurlar arasında destek oranı %
100’dür.
4. Yurt dışına giden Süryanilerin daha çok siyasi ve güvenlik sebepleri
ile gittiklerini düşünen %20, kısmen bu fikre katılan %17,4, kararsız olan
%26,1, katılmayan da %34,8’dir. Eğitim seviyesi lise mezunu olanlar (%77,8)
ile orta gelir grubunda olanlar (%75) ise göçün daha çok siyasi ve güvenlik
sebepleri ile yapıldığını düşünmektedirler. Bu oran öğrenci ve diğer meslek
gruplarında da yüksektir. Akrabaları Avrupa’da olanlar bu fikre karşı
çıkmaktadır (%35,6). Avrupa’da akrabası Belçika (%80) ve İsveç (%66,7)’te
olanlar buna diğerlerinden daha fazla karşı çıkmaktadırlar. İlk eğitimlerini
kiliseden alanlar (%69,2) ile Sarıköy (%75) ve İdil’de (%75) ikamet edenler de
bu konuyu desteklemektedirler. Ayrıca Süryani göçünün 1985 yılı sonrasında
artmış olması, daha önce belirttiğimiz gibi bu konuyu teyit etmektedir.
5. Yurt dışına giden Süryanilerin daha çok ekonomik sebepler ile
gittiklerini düşünen %52,1, kısmen böyle düşünen ise %35,7’dir. Eğitim
seviyesi yükseldikçe bu konuya katılım azalmaktadır. Öğündük (%77,1) ve
Sarıköy’de (%75) ikamet edenler bu konuyu desteklemektedirler.
6.
Yurt dışına giden Süryanilerin yurt dışında daha huzurlu ve mutlu
olduklarını düşünen %59,1, kısmen böyle düşünen ise %20’dir. Eğitim
seviyesi yükseldikçe bu konuya katılım azalmaktadır. En az böyle düşünen
meslek grubu %33,3 ile serbest meslek grubudur.

Memurların eğitim seviyesinin ilkokul olduğu ve ankete katılan memur sayısının dört olduğunun
hatırlanılmasında fayda vardır.
404
7. Yurt dışına giden Süryanilerin tekrar Türkiye’ye dönmek istediklerini
düşünen %24,3, kısmen böyle düşünen ise %60,9’dir. Özellikle 60 yaş üzeri
olanlar ve memurlar böyle düşünmektedirler. Avrupa’da akrabası olanlardan
%64.4’ü kısmen bu fikre katılırken %21,8’i tamamen katılmaktadırlar.
8. Yurt dışına giden Süryanilerin yurt dışında Türkiye karşıtı tutum
takındıklarını düşünen oran %11,3 iken bunun tam tersini düşünen
%69.6’dur. Eğitim seviyesi düştükçe bu konuya katılım da azalmaktadır. Aile
veya akrabası Avrupa’da olanlardan %74,3’ü ile ilk eğitimini devlet
okullarında alanların %76,8’i de bu fikre katılmamaktadır. Aynı şekilde en
fazla bu fikre karşı olanlar Haberli Köyü sakinleri (%93,3)’dir.
9. Süryanilerin özellikle Avrupa ülkeleri tarafından Türkiye’ye karşı bir
koz olarak kullanılmadığını düşünen %23,5 iken, %15,7 bir koz olarak
kullanıldığını düşünmekte, %30,4 ise kararsız kalmaktadır. Bu dağılım hemen
hemen tüm katılanların profiline uygun olarak benzer dağılım göstermektedir.
10. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi gerektiğini düşünen %56,5,
kısmen böyle düşünen ise %27,8’dir. Memurların ve Sarıköy’de ikamet
edenlerin tamamı bu düşüncede iken diğerlerinde de dağılım benzer
karakteristiktedir.
11. Avrupa Birliği’nin ve bazı kişilerin Süryanilerin Türkiye’de baskı
altında olduklarını ve bazı haklardan faydalanamadıklarını iddia etmelerinden
rahatsız olduğunu düşünenler (%40) ile bundan rahatsızlık duymayanların
(%41,8) benzer olduğu görülmektedir. Ev hanımlarının (%58,1) ve Haberli
Köyünde ikamet edenlerin (%80) pek rahatsızlık duymadığı, buna mukabil
kısmen çiftçilerin (%45,8), ilk eğitimini kiliselerde alanların (%61,5) ve
Öğündük (%75) ile Sarıköy’de ikamet edenlerin (%75) rahatsızlık duyduğu
görülmektedir.
12. Geçmişte devlet otoritesinin zayıf olduğu dönemlerde bölgesel
405
olarak Süryani ve civar köyler arasında karşılıklı öldürme olaylarının
olduğunu (%77,4) tamamen, (%13,9) kısmen olmak üzere önemli bir kesim
düşünmektedir. İlköğretim mezunlarında, memurlarda tamamen düşünenlerin
oranı daha fazladır. Diğer profillerde genel eğilime benzer bir dağılım vardır.
13. Birinci Dünya Savaşı sırasında devlet politikası olarak Süryanilerin
katledildiği yönündeki düşünceleri konusunda önemli bir kitlenin (%54,7)
kararsız olduğu görülmektedir. Diğerlerinden %27,8’nin tamamen, %7’sinin
kısmen katıldığı bu görüşe %9,6’sı hiç katılmamaktadır. 41-60 yaş grubunda
olanlar arasında artan bu düşünce, akrabaları Türkiye’de yaşayanlar
arasında (%47,4), ilk eğitimini kiliselerde alanlarda (%69,2) kısmen yüksektir.
Ayrıca Öğündük köyünde ikamet edenler arasında önemli bir kitle (%72,9)
kararsızdır.
14. Türkiye’deki terör olayları ve karışıklıkların gerisinde yatan sebebin
yurt dışı kaynaklı olduğunu katılımcılardan %21,7’si tamamen, %31,3’i
kısmen düşünürken %36.6’sı kararsız kalmış, yaklaşık %10’luk bir kesimde
kısmen veya tamamen bu fikre katılmamıştır. Kararsızlar; %53,1’i 26-40 yaş
dilimi arasında ve evli (%43,9) katılımcılardır. Eğitim ve sosyo ekonomik
seviye
yükseldikçe
de
katılımın
azaldığı
görülmektedir.
Sarıköy
ve
Öğündük’te katılım biraz daha fazladır.
15. Türkiye için en büyük tehlikenin etnik bölücük yapmak olduğunu
%90,5 gibi önemli bir kesim düşünmektedir. Bu oran eğitim seviyesi ilkokul
olanlar için daha (%98,9) yüksektir. Çiftçi ve memurların hepsi bu fikirde iken
öğrenci ve ev hanımlarında oran düşmektedir. Askerliğini yapmayanlarda da
bu fikre tamamen katılım (%58,3) yapanlara göre (%97) daha düşüktür.
16. Süryanilerin de bölücü terör örgütleri ile bir bağlantısı olduğunu
düşünen neredeyse yok gibidir. Katılımcılardan bir kişi hariç hiç biri bu fikre
katılmamıştır.
406
17. Akrabalarımdan veya tanıdıklarımdan Kıbrıs veya Kore savaşına
katılıp şehit veya gazi olanlar vardır diyen %17,4, kısmen vardır diyen %7,0,
kararsız olan %46,1 olup katılımcılardan kalanları olmadığını beyan etmiştir.
18. Süryanilerin özellikle son 10 yıl içinde daha huzurlu bir ortam içinde
yaşadıklarını %86,1’i düşünmektedir. Yaş ilerledikçe bu düşüncede olanların
arttığı,
eğitimi
seviyesi
düştüğünde
azaldığı
görülmektedir.
Ayrıca
öğrencilerin %50’si bu fikirde olmadıklarını beyan etmişlerdir.
19. Süryanilerin Türkiye’ye daha çok ticari alanda önemli katkılar
sağladığını katılımcıların %63,4’ü tamamen, %26,1’i kısmen düşünmektedir.
Ayrıca 41-60 yaş arasındakiler (%41,7) diğer yaş gruplarına göre daha az bu
fikre katılmaktadırlar. Memurların tamamı ile Sarıköy ve İdil’de ikamet
edenlerin tamamı bu fikirdedirler.
20. Süryanilerin,
Türkiye’nin
kültür
yapısına
önemli
katkılarda
önemli
katkılarda
bulunduklarını bir kişi hariç hepsi düşünmektedirler.
21. Süryanilerin
Türkiye’nin
mimari
yapısına
bulunduklarını bir kişi hariç hepsi düşünmektedirler.
22. Süryanilerin Türkiye’nin uluslararası saygınlığına önemli katkılarda
bulunduklarını
katılımcıların
%82,6’sı
tamamen,
%17,4’ü
kısmen
düşünmektedirler.
Uygulanan anket ile genel olarak tezin genelinde aktarılan düşüncelerin
teyit edildiği görülmüştür. Eğitim yapısından, yaşanılan sosyo-kültürel
ortamdan, ekonomik seviyeden, mesleki bakış açısından kaynaklanan farklı
bakış açıları olmasına rağmen genel eğilime baktığımızda istikrarlı bir eğilim
çıkmaktadır. Mahalli yaşanan olayların da ankete olumlu veya olumsuz etkisi
olduğu da görülmüştür.
Hemen
hemen
ankete
katılanların
hepsinin
yurt
dışında
bir
407
bağlantısının olduğu belirtilmiştir. Ekonomik durumları itibari ile her ne kadar
Devlet İstatistik Enstitüsünün yoksulluk sınırı olarak belirttiği oranın çok
üstünde yoksul olarak görülmelerine rağmen, aslında yapılan gözlemlerde bu
durumun çok fazla gerçeği yansıtmadığı görülmektedir. Hatta bölgenin diğer
topluluklarından daha varlıklı oldukları, bölge halkı tarafından da kabul
görmektedir. Bunun iki önemli nedeni vardır: Göçle gidenlerin arazilerini de
kullanıyor olmaları ve yurt dışındaki aile fertlerinden ilave maddi destek
aldıklarıdır.
Daha çok kırsal ağırlıklı uygulanan bir anket olduğundan dolayı
çoğunluğu çiftçi olan ankete katılımcıların eğitim seviyeleri mümkün
olduğunca göz önüne alınarak anket açıklanarak uygulanmasına rağmen;
ankete
katılanların
bir
kısmının
ankette
sorulan
soruları
doğru
anlayamadıkları veya verdikleri cevapların kendilerine hukuki sorumluluk
getireceği endişesi ile objektif cevaplar olmadığı da göz önüne alınarak
değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Gerek uygulanan ankette, gerekse yapılan yüz yüze görüşmelerde,
Süryanilerin bölgede yaşayan diğer topluluklardan çok da farklı sorunlarının
olmadığı görülmüştür. En büyük sorunun hukukun adil uygulanamaması ve
bölgede halen devam eden eğitim sorunudur. İdil Süryanileri genel olarak
sorunsuz, kendi içine kapanık, ahlaki değerlere önem veren, daha yerleşik bir
görüntü çizen, çalışkan ve ekonomik seviyesi diğer gruplara göre biraz daha
iyi olan bir topluluktur. Her insan gibi Süryaniler de kendi şartlarının daha iyi
hale getirilmesini arzulamaktadır.
408
SONUÇ
“Karanlığa küfredeceğine bir
mum yak!..”
(Konfüçyüs)
Saf bir ırktan bahsetmenin mümkün olmadığı günümüzde topluluklar,
kimlik belirleme ihtiyacı ile kendi dışındakilere karşı kendini yüceltme,
diğerlerinin de olumsuz yanlarını abartma eğilimi taşırlar. Çoğunluğa göre
azınlık olanların, kendilerini yok olma riski veya asimile olma tehdidi altında
hissetmeleri, kendi kimliklerine daha fazla sahip çıkmaya yöneltmektedir.
Ulus devletlerin ortaya çıkması ile uluslararası ilişkilerin sahnesine
çıkan azınlıklar, topluluk psikolojisi ile hareket ederken, bilerek veya
bilmeyerek başka devletlerin ulusal çıkarlarına konu olmaktadırlar. Siyasal
amaçlarla önce kendi içinde de yabancılaştırılan bu topluluklar, paradoksal
bir
şekilde
“olan”
veya
“yaratılan”
düşmanlar
ile
mücadele
haline
sokulmaktadırlar. İdeolojik, siber, sanal veya adı her ne olursa olsun hep var
olan savaşların değişmeyen gerekçesi olarak din, sıklıkla bu amaçla
kullanılmıştır. Bünyesinde her çeşit din ve ırk farklılıklarını barındıran
imparatorluklar, yeni yeşeren milliyetçilik fikirleri ile sarsılmaya ve kendi
içinde yabancılaşmaya başlamıştır. Kısa zamanda da dünyanın siyasi
haritası değişmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun millet sistemi içinde oluşturduğu toplumsal
yapı da bu gelişmelerden etkilenmiş ve hızlı bir şekilde dağılmaya
başlamıştır. Heterojen toplum yapısı, kısa zamanda etnik kimliklere
bölünmüş, toplum birbirine ötekileştirilmiş ve ulus dışı aktörlerin devreye
girmesiyle de çatışmalara dönüşmüştür. Ortaya çıkan bu düşmanlıklar ise
imparatorlukların sonunu getirmiştir. Bugün Ermeni meselesi gölgesinde
yeşeren Süryani meselesi bu gelişmelerin ışığında bugünlere gelmiştir.
409
Yıllardır var olmalarına rağmen, son yıllarda gerek araştırmacıların
gerekse Türk medyasının ilgisini çekmeye başlayan Süryaniler, Anadolu’nun
kaybolmaya yüz tutan bir halkı iken 21’nci yüzyıl ile birlikte tekrar bir
canlanma dönemine girmiştir. Türk bahçesinin çiçeklerinden biri olan Süryani
toplumunda kısmi geriye dönüşler olmakla beraber, son yıllarda Avrupa
Birliği'ne giriş çalışmaları ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin
dengelerinden
dolayı,
resmî
organların
Süryanilere
etnik
yönelik
yaklaşımlarında da olumlu yönde değişim olduğu gözlenmektedir.
Terazinin bir kefesindeki bu olumlu gelişmelere rağmen diğer
kefesindeki ulusal veya uluslararası arenada çıkar ilişkisine bağlı olduğu
değerlendirilen ve çeşitli aktörlerin gölgesinde şekillenen etnik gruplar,
bazen birbirlerine karşı da ötekileşebilmektedirler. Süryani milliyetçiliği
birbiri ile çatışan iki durum içindedir. Bir taraftan Asurîzm ideolojisi
çerçevesinde dinî farklılıklar bir tarafa itilerek tek bir etnik yapı oluşturmak
için çabalanırken, diğer taraftan da tarihi ve teolojik anlaşmazlıklar
sonucu bugün çok farklı topluluklar olan Nasturi, Keldani, Maruni gibi
toplulukların her biri kendi içinde etno-dinsel varlığını devam ettirmek
istemektedirler. Bu durum kendi içinde bir paradoks oluşturmaktadır. Bu
ideolojik çatışma kilise (muhafazakâr kesim) ile revizyonistler (yenilikçi
kesim) arasında devam etmektedir. Ermeniler için de benzer bir durum
söz konusudur.
Süryanileri aslında anlayabilmek ve soruna gerçekçi bir bakış
getirebilmek için önce Türkiyeli Süryaniler ile yurt dışında yaşayan
Süryanileri birbirinden ayırmak gerekmektedir. Demografik anlamda
baktığımızda Türkiyeli Süryaniler ile Türkiye’de yaşayan Süryaniler de
farklıdır. Bizim Türkiyeli Süryanilerden kastımız, Türkiye’de yaşayan ve
diğer halklar ile aralarındaki farkı sadece kilise kapısı olarak gören, bugün
birlikte yaşayan ve gelecekte de birlikte aynı topraklar üzerinde huzur ve
barış içinde yaşamak isteyen topluluktur.
410
Bugün Asurîzm” kavramı üzerinde tartışılan bir kavramdır. Etnisite
mühendisleri tarafından inşa edildiği ileri sürülen Asurizm kavramı,
özellikle yurt dışındaki Süryanileri içine çekmektedir. Bu konumu ile
Süryani sorunu olarak da aktarılan bir konudur. Etnisite teorilerinden
ilkselci olan ve daha çok kan bağı esasına göre kimliklere yaklaşan ve
değişmeyen kuram bugün Türkiye’de yaşayan Türkiyeli Süryanilere
yönelik açıklayıcı olurken, yurt dışında olanlar için daha çok yapısalcı ve
araçsalcı yaklaşım daha anlamlıdır.
Süryaniler azınlık mıdır? sorusu tartışılan ve korkulan bir konuyu
gündeme
getirmektedir.
Bugün
Türkiye’de
Ermeniler,
Rumlar
ve
Yahudilerin Lozan Antlaşması ile, Bulgarların ise Türk-Bulgar Dostluk
Antlaşması ile azınlık olduğu konusunda kimsenin şüphesi yokken, konu
Süryanilere
geldiğinde
iki
husus
ileri
sürülmektedir.
Lozan’da
gayrimüslimler azınlık olarak belirlendiği ama görüşme tutanakları ve
Lozan sonrası uygulamalarda Süryanilerin azınlık olarak kabul edilmediği
bilinmektedir. Zira Türkiye, “Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin
Çerçeve Sözleşmesi” dâhil olmak üzere altına imza attığı bütün
azınlıklarla ilgili uluslararası antlaşmalara Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler
bakımından taraf olduğunu belirtmektedir. Bu çerçevede, Türkiye'nin BM
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel
Haklar Sözleşmesine, eğitim hakkı ve azınlıkların hakları konusunda da
çekince koymuştur. Ayrıca günümüze kadar gelen süreç içinde yerleşmiş
kanaatler, Süryaniler hakkında bir azınlık anlayışının olmadığını da bize
göstermektedir.
Hukukun kaynaklarından olan örf ve adet hukuku da bir hukuk kuralı
oluşmasında “bireyin dışında toplumca istenmiş olmayı ve toplumsal yaşamı
kolaylaştırmayı” dile getirmektedir. Bu yönüyle de Süryaniler konusunda
oluşmuş bir mutabakat vardır. Süryanilerin azınlık statüsünde olmadığı
kanaatimizce Süryani toplumu tarafından da kabullenilmiş görülmektedir.
Yalnız son yıllarda farklı ve azınlıkta olmanın sağladığı fırsatları
411
değerlendirmek isteyen çeşitli gruplar gibi Süryaniler içinden de bu tür
talepleri
dillendirenler
olmaktadır.
Çeşitli
sebeplerle
bu
talepleri
dillendirenlerin yanında, karşı fikirde olanların olduğu da bir gerçektir.
Burada vurgulanması gereken bir konu da toplumu ilgilendiren bu tarz
ciddi tartışmaların günlük politikaya alet edilmemesi gerektiğidir. Bu tarz
bir gereksinim olduğunda ise bunun toplumsal mutabakat ile sağlanması
gerektiği de bilinmelidir. Bu anlamda Türkiyeli Süryanilerin taleplerinin
toplumun kalanında hoşnutsuzluk yaratmayacak şekilde temel hukuk
ilkelerine uygun olarak ele alınması gerektiğini değerlendiriyoruz. Yani
kültürel farklılıkları ile öne çıkan Süryaniler için de ortak payda
vatandaşlıktır.
Vatandaşlık
bağlamında
bu
kültürel
farklılıkların
yönetilmesi ve bireysel haklar kapsamında tüm vatandaşların hakları ile
birlikte ele alınması gerekmektedir.
Süryaniler devlet ve toplum ile uyumlu, kendisine ait dili, ritüelleri
olan Hristiyan bir topluluktur. Etno-dinsel bir nitelikte olan Süryaniler,
bugün “Kadim” veya “Yakubi” olarak da adlandırılmaktadır. Türkiye için
artık giderek müzelik niteliği almaya başlamasına rağmen, özellikle yurt
dışında Türk dış politikası ile uyumlu olabilecek nitelikte doğal müttefik
potansiyeline sahiptirler. Göz ardı edilen bu yönlerinin değerlendirilmesi,
hem Süryaniler hem de Türk politikası adına bir kazanım olacağı
düşünülmelidir.
Yıllarca aynı topraklar üzerinde birlikte ahenk içinde yaşadığımız
Süryanilere yönelik doğru politikalar uygulanmazsa özellikle yurt dışındaki
Süryanilerin başka odaklar tarafından Türkiye’ye karşı kullanılabileceği
görülmektedir. Doğru politikalar ile haklı olup da haksızlığa maruz
kaldığımızı düşündüğümüz birçok konuda, yurt dışında yaşayan diğer
Türk kökenli vatandaşlarımızla birlikte Süryani lobi faaliyetlerinin etkin
sonuçlar alabileceği düşünülmektedir. Savunmada kalarak üretmeye
çalıştığımız politikalar yerine, dünyanın bir çok
yerine dağılmış bulunan
412
Süryani potansiyelini değerlendirerek, daha aktif bir politika yürütülmeye
çalışılması daha akıllıca olacaktır.
Bir
diğer
konu
ise
Süryanilerin
kökeni
üzerinden
yapılan
tartışmaların Türkiye’ye olan etkileridir. Süryanilerin Arami kökenden
geldiğini söyleyenler daha çok muhafazakâr kesimdir. Daha çok kilise
çevresinde şekillenen bu görüş taraftarları kendilerini diğer gruplardan
ayırarak “kadim” kavramı ile nitelemektedirler. Kendi cemaatlerinin
inançlarını
koruyarak
kiliseye
bağlılıklarını
devam
ettirmek
istemektedirler. Daha çok ibadetlerini yerine getirme, kendi kimliklerini
koruma, kendi din ve dillerinde eğitim yapma gibi kendi cemaatlerinin
sosyo-kültürel taleplerini dile getiren bu görüş taraftarlarının Türkiye’ye
yönelik görülen bir tehditleri yoktur. Diğer taraftan köklerini Asur devletine
dayandıranlar, Nasturi, Keldani, Maruni, Yakubi, Melkit, Ermeni vb. birçok
etnik kimliği kendi içine çekmeye çalışarak sayısal olarak devlet olma
niteliğine ulaşmak istemektedir. Daha çok milliyetçi kesim olarak
kendilerini tanımlayan bu grup, kilise karşıtı bir tutum sergilemektedirler.
Çeşitli adlarla anılan bu kimlikleri bir araya getirmek için kullandıkları
ortak payda ise “soykırım” söylemi olmaktadır. Çeşitli örgüt, dernek ve
devletlerden de destek alan bu görüş taraftarları, Türkiye’nin uluslararası
politikasını
etkileyebilecek
nitelikte
düşünülmelidir.
Sözde
Ermeni
soykırım iddialarının pekişticisi ve aynı zamanda yedekte tutulan taşeronu
olarak da görülen bu gruba, menfaat temin etmek amacı ile dahil olan
çeşitli topluluklardan kişiler de vardır.
Süryani kimliğine geri dönecek olursak aslında medeniyetler beşiği
Anadolu ve Mezopotamya’da etnik anlamda homojen bir kitleyi bulmak
mümkün değildir. Hatta üç kuşak ötesini bilen aile bile bulmak zordur.
Çeşitli sebeplerle etkileşmiş, iç içe geçmiş bu coğrafyanın insanlarını tek
bir kalıba sokmak zaten imkânsızdır. Kanaatimizce Süryaniler, bu
coğrafyanın insanlarının bir sentezidirler. Fakat geçmişleri ne olursa olsun
kendini Süryani olarak tanımlayan ve toplumun kalanı tarafından Süryani
413
olduklarına inanılan kitle bugün Türkiye için bir değerdir. Asur kimliği ise
aslında Nasturiler için ortaya çıkarılmıştır. Fakat geldikleri ekolden
kaynaklanan sebeplerden dolayı diğer gruplarda bu kavram içine
çekilmeye çalışılmakta ve Türkiye dâhil çoğu yerde de bu konu yanlış
anlaşılmaktadır. Türkiye’de küçük ve yerel olayları saymazsak bir Süryani
sorunu hiç olmamıştır. Süryani isyanı değil, Nasturi isyanı olmuştur.
Nasturiler çoğunlukla Anadolu’da sorunlu yaşamışlar ve bugün dünyada
Süryani soykırım iddialarının ardında da genelde bu kitle vardır. Aslında
teolojik olarak da Süryanilerden çok uzaktırlar. İsa’nın doğası ve anası
(Theotokos) konusundaki ayrılık, V. yüzyıldan bugüne kadar süren
Süryani-Nasturi çatışmasına ve hizipleşmesine neden olmuştur.
Süryaniler, misyonerlik faaliyetlerinin mağdurlarıdır. Cemaatleri hep
bölünmüş ve kendi içlerinde çok sorunlar yaşamışlardır. Bugün Süryani
ismi ile beraber birçok dinî grup da bizim sadece Süryani dediğimiz Kadim
Süryanilerle karıştırılmaktadır. İbadetleri, toplumsal uyumları, kullandıkları
lisan, mimari ve sanatsal yönleri, dünya üzerindeki dağılımları Süryanileri
her yönüyle çekici yapmaktadır.
Tarihsel olarak Süryanileri incelediğimizde özellikle Hristiyanlığın
ilk yıllarında, başta Bizans olmak üzere, Haçlılar veya Moğollar
döneminde çok acılar çekmişlerdir. Müslüman idaresine girdikten sonra
genel olarak sorunsuz bir dönem yaşayan Süryanilerin cumhuriyet dönemi
dâhil, egemenliği altında bulundukları devletle bir sorunları olmamıştır.
Yalnız milliyetçiliğin Osmanlı topraklarında yayılmaya başladığı ve
Osmanlı’nın
zayıflamaya
başladığı
yıllarda
yaşanan
felaketlerden
genellikle Hristiyanlar suçlanmıştır. Müslümanlar için o dönemde Süryani,
Ermeni, Katolik veya Protestan’dan ziyade, gayrimüslim olan bölgenin
yerel tabiri ile sadece “fılla” vardır. Ermeni isyanı veya Nasturi isyanı
dönemin şartlarında, gayrimüslim olarak görülmüş, hepsi Ermeni gibi
muameleye tabi tutulmuştur. Başlangıçta yaşanan bu durum, Süryanilerin
kendilerinin durumunu Osmanlı yönetimine iletmeleri ile Süryaniler lehine
414
düzelmiş ve koruma altına alınmışlardır. Yalnız buradan Ermenilere
soykırım yapıldı anlamı çıkarılmamalıdır. Burada vurgulanan Osmanlı
yönetiminin Süryanileri ayrı tutmuş olduğudur. Süryaniler Milli Mücadele
süreci dâhil, Türkiye tarihinin bir parçasıdır.
Süryaniler ile Türkiye toplumunun bir sorununun olmaması,
Süryanilerin Türkiye’de sorunları olmadığı anlamına gelmemektedir.
Tarihsel olarak da birçok sıkıntı yaşamışlardır. Fakat yaşanan sıkıntılar
esasında bölgesel, kişisel veya ekonomiktir. Bölgede genel yapının aşiret
sistemi olduğu, aşiretlerin birbirleri ile dahi zaman zaman boğazlaştığı
düşünülürse,
o
coğrafyada
yaşayan
insanlarının
sorunsuz
olması
mümkün değildir. Sorunun büyük çoğunluğunu eğitimsizlik oluşturduğu
bilinse de bugüne kadar yapılan tüm çabalar arzu edilen sonucu
doğurmamıştır. Bugün terörün hâlâ bitmediği Doğu ve Güneydoğu
Anadolu bölgesinde, terör veya diğer sorunlar o bölgede yaşayan herkes
için ortaktır. Kısaca söylemek gerekirse Türk idaresine girdikten sonra
Süryanilere yönelik bir devlet politikası olarak yürütülen olumsuz bir
politika olmamış ve olması da mümkün görülmemektedir.
Ermeni soykırım iddialarında, Ermenilerin Batı dünyasını yanına
çekmek için kendilerini Hristiyan olduğundan dolayı soykırıma uğradıkları
yönündeki bitmeyen senfonilerine, “madem Hristiyan olduğunuz için
soykırıma uğradınız da neden Süryanilere bir şey olmadığı? sorusu”
Ermeni diasporasının elini çok zayıflattığı için uzun zamandır Süryaniler
üzerine yürüttükleri kampanyanın sonuçları, bugün bir kısım Süryaninin
de bu kampanyaya alet olmaları ile alınmaya başlanmıştır. Ermeni
meselesinde düşülen hataların benzerinin emareleri, Süryani konusunda
da görülmektedir. “Seyfo” adıyla sözde soykırıma uğradıklarını iddia
edenlerin seslerinin Avrupa’da duyulmaya başlaması, anıtlar dikip,
konferanslar icra etmeleri, gelecekte telafisi zor sonuçlar doğuracak gibi
görülmektedir. Ermeni meselesinde gelinen nokta, akıldan çıkarılmamalı,
415
doğru
zamanda
doğru
politikalar
üretilerek
proaktif
bir
yaklaşım
sergilenmelidir.
Bugün dünyanın her kıtasında yaşayan Süryanilere yönelik
özellikle
Avrupa’da
Süryaniler
yürütülen
üzerindeki
topraklarında
faaliyetlere
emellerinin
yaptıklarının
baktığımızda,
bitmediğini,
benzerini
Avrupa’nın
geçmişte
Anadolu
devam
ettikleri
yapmaya
görülmektedir. Eskiden emperyalist devletler kapitülasyonlar kapsamında
Osmanlı Devletine baskı yaparlarken, bugün Avrupa Birliği üyeliği veya
azınlıklar
çoğunlukla
Süryaniler,
üzerinden
ekonomik
iltica
baskı
kurmaya
gerekçelerle
edebilmek
adına
çalışmaktadırlar.
gittiklerini
Türkiye
Türkiye’den
değerlendirdiğimiz
aleyhine
söylemlerde
bulunabilmektedirler. Zamanla bu topluluk tarafından da kabullenilen bu
durum, gelecek yıllarda gerek Türkiye, gerekse kendileri aleyhine
kullanılabilecek siyasi bir yanlış olarak görülmelidir. Türkiye’den Avrupa
ülkelerine iltica etmek isteyenlerin sundukları bu gerekçelerin Avrupa
ülkelerince sorgusuz kabul edilmesi de değerlendirilmesi gereken bir
durumdur.
Süryani göçü, Türkiye için bir kayıp olarak görülmelidir. Göç
edenlerin geri döndürülmesi için yapılan çalışmalardan arzu edilen sonuç
alınamamıştır. Süryaniler, göç ettikleri yerlerde başlangıçta zorlansalar da
bir müddet sonra yerlerine alışmakta ve yeni yetişen nesil o şartlarda
büyüdüğü
için
geri
dönmek
istememektedir.
Türkiye
genelinde
Süryanilerin geri dönüşü çok önemli bir sorun olarak yaratılmak istenmiş
olsa da gözlemlediğimiz kadarı ile dönenler, gidenlerin belki de binde biri
bile olamayacaktır. Fakat Türkiye, geri dönüşler için gerekli kolaylığı
göstermek ve uygun şartları da hazırlamak zorundadır.
Türkiye’de dört tane metropolitlik bölgesi bulunmaktadır. İkisi
manastırda, ikisi de kilisede yer alan metropolitlik merkezleri daha çok
turistik amaçlı yerler olarak da ilgi çekicidir. Patriklik merkezinin ülkeyi
416
terk etmesi sonrası metropolitlik sayısı ikiye kadar düşse de 2006 yılından
itibaren dörde yükselmiştir. Toplumun diğer katmanları ile ciddi bir sorunu
görülmeyen Süryaniler, devletin siyasi hayatında ise çok cılız kalmışlardır.
Bazı legal ve illegal örgütlerin Süryani adını kullanarak Türkiye’ye yönelik
hoş karşılanmayan faaliyetlerde bulunması, toplumun kalanı tarafından
endişe ile izlenmektedir. Özellikle Süryani ileri gelenlerinin Türkiye
aleyhine yürütülen bu tür faaliyetlere yönelik tenkit edici açıklamalarda
bulunmaları, toplumun genelini rahatlatacaktır. Süryaniler hakkında zaten
fazla bilgisi olmayan toplumun doğru bilgilendirilmesi sadece Süryaniler
tarafından değil, devletin yetkili organları tarafından da ciddiyet ile ele
alınmalıdır.
Süryanilerin
toplumsal
yaşam
içinde
karşılaştıkları
kendi
kimliklerinden kaynaklı sorunların da çözülmesi gerekmektedir. Gerçi
Süryaniler genel olarak devlet ile bir sorunlarının olmadığını, hatta bazen
diğer topluluk üyelerinin sorunlarını dahi çözücü konumda olduklarını
söyleseler de laik ve demokratik yönetim anlayışı içinde, Süryanilerin
kimliklerinden kaynaklı bir sorunun oluşmadan çözülmesi toplumsal
birlikteliği güçlendirecektir. Bu da devletin oluşturulacağı proaktif politika
ile mümkün olabilecektir.
Ayrıca iç tehdit değerlendirmesinde, geçmiş tecrübeler ışığında
ülke içindeki gayrimüslimlere yaklaşımdaki olumsuz düşünce, yeterince
bilgi sahibi olunmadığında bir paranoyaya dönüşmektedir. Bu anlamı ile
bölgesel hizmet yürüten devlet görevlileri dâhil olmak üzere en az operatif
seviyedeki idarecilerin hem ülke menfaatleri hem de Süryaniler hakkında
doğru bilgilere haiz olması, gerçekçi ve doğru politikaların üretilmesine ve
uygulanmasına imkan sağlayacaktır.
Bunların dışında Diyanet İşleri Başkanlığı Ana Hizmet Birimleri
bünyesinde Türkiye’de yaşayan Hristiyan ve Müslüman mezheplerini de
temsil edecek kısımlar açılabilir. Sadece Türkiye değil dünya üzerindeki
417
diğer dinleri de içerecek şekilde genişletilebilecek olan bu kısımlar
vasıtasıyla ülke içinde tespit edilen sorunlar ve ülke dışında yürütülecek
politikalar için bilimsel bir platform yaratılmış olabilecektir. Ayrıca İlahiyat
Fakülteleri veya çeşitli fakültelerin sosyoloji bölümlerinde özellikle
Süryaniler üzerine kurulacak kürsüler ile üretilecek politiklar, bilimsel
zemine taşınmış olacaktır. Yapılacak bu düzenlemeler ile ulusal ve
uluslararası politikanın akılcı ve bilimsel bir zemine oturması sağlanmış
olacaktır.
Bu perspektife ilave olarak, yaklaşık 500 milyonu Avrupa’da olan
toplam 1,6 milyar nüfusa sahip Hristiyan dünyasının çok minik bir
bölümünü
oluşturan
Süryaniler,
sayısal
olarak
azlıklarına
rağmen
Hristiyan dünyası içinde Kudüs’den sonra en önemli ikinci kilise olarak
kabul edilen Antakya Süryani Kilisesi ile ve Hz. İsa’nın dili olarak kabul
edilen Arami dilinin bir lehçesi olan “Turoyo” dili ile manevi olarak önemli
bir yere sahiptirler. Ayrıca tarihi ve dinî nitelikte öneme sahip kilise ve
manastırlar ile Süryani mimarisi de gerek Hristiyan gerek Süryaniler ve
gerekse tüm dünya için değer niteliğinde kabul edilmektedirler. Sahip
oldukları bu değerlerin kaynağının Anadolu olduğu düşünülürse, özellikle
Hristiyan dünyası için bu imajın geliştirilerek turizm adına daha etkin
değerlendirilmesi faydalı olacaktır.
İdil ilçesinde yürütülen alan çalışması sonrasında elde edilen
bulgular da yukarıda aktarılan düşüncelerimizi destekler niteliktedir.
Genel olarak toplumun sadece bir kesimine yönelik sorun değil,
paylaşılan bölgenin geneline yönelik tespit edilen sorunlar aslında daha
ön planda görülmektedir. Bölgede görülen en önemli sorun; öğretim
eksikliği değil, eğitim eksikliğidir. Eğitimin ise ailede başladığı ve bu
konuda en önemli öğenin kadın olduğu düşünülürse kadınlara yönelik
yapılacak eğitim yatırımlarına öncelik verilmelidir. Aksi takdirde bilgili ama
bilinçsiz bir toplum olarak birbirimiz ile uğraşmaktan öteye gidemeyiz.
418
Topluma yönelik yıkıcı menfi propagandalar daima olmuştur ve
olacaktır. Ebru görünümlü toplumun güzel bir rengi olarak Süryanilere de
menfi yönde propaganda yapılmaktadır. Bu tür toplumsal huzuru bozacak
propagandalara karşı Süryanilere de düşen görevler vardır. Her şeyden
önemlisi var olan sorunların çözüm makamının gene kendimiz olduğu
gerçeğinden hareket ile Süryanilerin de sorunlarının çözümlerini, ülke
içinde aramaları gerekmektedir. Bu konuda Süryaniler ile birlikte toplumun
tüm kesimlerinin, yürütülen bu menfi propagandalara itibar etmeyerek,
birlik ve bütünlük içindeki yaşama arzumuzu toplumun diğer kesimlerine
yansıtmak, gelecekte de birlikte yaşamayı düşünen hepimiz için çok
önemlidir. Türkiye motifini oluşturan her kök düğüm, bu toplumu bir arada
tutan bir değerdir. Çokluğu ve sıklığı bizi güçlü yapmaktadır. Her bir kök
düğüme yönelik tehdit ise daima var olacağından dolayı, unutulmamalıdır
ki bilek olmadan parmaklar işe yaramadığı gibi buğday sapları bir arada
iken kırılmazlar. Yani tüm renkleri ile biz, bizi biz yapan değerler ile
birlikte güçlü ve anlamlıyız.
419
KAYNAKÇA
“A Disastrous Decision of SUA- Where are Standards and Values?”,
Aramnahrin, (Erişim) http://www.aramnahrin.org, 05.03.2009.
ACER, Yücel; “Azınlıklar ve Hakları: Biraz da Hukuk Konuşsun”, Usak
Stratejik Gündem, (Erişim) http://www.usakgundem.com,17 Kasım 2009.
AÇIKSES, Erdal; Amerikalıların Harput'taki Misyonerlik Faaliyetleri,
Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2003.
AINSWORTH, William Francis; Travels and Researches In Asia Minor,
Mesopotamia, Chaldea and Armenia, London, Vol. II, Parker Publishing, 1842.
AKAR, Rıdvan; Varlık Vergisi-Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika
Örneği, İstanbul, Belge Yayınları, 1992.
AKAR, Rıdvan; Aşkale Yolcuları: Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları,
İstanbul, Belge Yayınları, 2000.
AKAR, Rıdvan; "Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları", Modernleşme ve
Çok Kültürlülük, İstanbul, İletişim Yayınları ve Helsinki Yurttaşlar Derneği
Dizisi, 2001.
AKBIYIK, Yaşar; “Kurtuluş Savaşı’nda Güneydoğu Anadolu’da Bölücülük
Faaliyetlerine Karşı Tepkiler”, XII. Türk Tarih Kongresi, Bildiriler, Ankara,
Cilt IV, TTK Yayını, 1994, s. 1312.
AKDEMİR, Samuel; Dini Kurallarımız, İstanbul, Baha Matbaası, 1972.
AKGÜL, Suat; Musul Sorunu ve Nasturi İsyanı, Ankara, Berikan Yayınları,
2004.
AKŞİN, Sina; Türkiye Tarihi, Osmanlı Devleti 1600–1908, Ed. Ayla
Ödekan, Hüseyin G. Yurdaydın, Metin Kunt, İstanbul, Cilt III, Cem Yayınları,
1988.
420
AKTAN, Ali; "Osmanlı Belgelerine Göre Kayseri'deki Gayrimüslim Tebaanın
Durumu", III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Kayseri,
Kayseri ve Yöresi Tarih Araştırmaları Merkezi Yayını, 2000, s. 7-30.
AKTAR, Ayhan; Varlık Vergisi ve "Türkleştirme" Politikaları, İstanbul,
İletişim Yayınları, 2006.
AKTÜRK, Şener; “Perspectives on Assyrian Nationalism”, AINA, (Erişim)
http://www.aina.org, 11 Mart 2010.
AKYOL, Taha; Medine'den Lozan'a, İstanbul, 3. Baskı, Milliyet Yayınları,
1997.
AKYÜZ, Gabriyel; Mardin İli’nin Merkezinde ve Civar Köylerinde ve
İlçelerinde Bulunan Kiliselerin ve Manastırların Tarihi, İstanbul, y.y.,1998.
AKYÜZ, Gabriyel; Deyrulzafaran Manastırı Tarihi, Mardin, y.y.,1998.
AKYÜZ, Gabriyel; Nusaybin’deki Mor Yakup Kilisesi ve Nusaybin Okulu,
Mardin, Resim Matbaacılık, 1998.
AKYÜZ, Gabriyel; Diyarbakır'daki Meryem Ana Kilisesi'nin Tarihçesi: MS
3. Yüzyıl, Mardin, y.y.,1999.
AKYÜZ, Gabriyel; Osmanlı Devletinde Süryani Kilisesi, Mardin, y.y.,2002,
AKYÜZ, Gabriyel; "Nusyabin'deki Mor Yakup Kilisesi Nusaybin’deki Mor Yakup
kilisesi ve Nusaybin Okulu MS 325 ", Geçmişten Günümüze Nusaybin
Sempozumu, Nusaybin, y.y., 2004.
AKYÜZ, Gabriel, AKTAŞ, Ş.; Bakısyan (Alagöz) Köyü'nün Tarihçesi,
Mardin, y.y., 2004
AKYÜZ, Gabriel; Tüm Yönleriyle Süryaniler, Mardin, Kırklar Kilisesi
Yayınları, 2005.
AMAR, Joseph P.; "A Metrical Homily on Holy Mar Ephrem by Mar Jacob of
421
Sarug", Patrologia Orientalis, Vol. 47, Fasc. 1, No 209, 1995, s. 37,48.
ALAN, Gülbadi; “Merzifon Amerikan Koleji ve Anadolu'daki Etkileri”, Kayseri,
Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi,
2002.
ALBAYRAK, Kadir; Keldaniler ve Nasturiler, Ankara, Vadi Yayınları, 1997.
ALBAYRAK, Kadir; “Hindistan Malabar Süryani Kilisesi”, Süryaniler ve
Süryanilik, haz. Ahmet Taşğın, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli, Ankara,
Cilt 1, Orient Yayınları, 2005.
ALBAYRAK,
Kadir;
"Keldaniler",
Türkiye
Diyanet
Vakfı
İslam
Ansiklopedisi, Cilt XXV, Ankara, 2002, s. 208
ALBAYRAK, Mustafa; Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti, İstanbul,
Phoenix Yayınları, 2004.
ALKAN, Hakan; Fener Rum Patrikhanesi, Ankara, Günce Yayınları, 1999.
ALPKAYA, Gökçen; "Uluslar Arası İnsan Hakları Hukuku
Bağlamında
Azınlıklara ilişkin Bazı Gelişmeler", TODAİE İnsan Hakları Yıllığı, Ankara,
Cilt 14, 1992, s. 153-163.
ALTINDAL, Aytunç; Üç İsa, İstanbul, Alfa Yayınları, 2004.
ALTINIŞIK, Kenan; 5500 Yılın Tanıkları Süryaniler, İstanbul, Altan
Matbaacılık, 2004.
ALTINIŞIK, Metin; “İsveç`te Süryani Soykırım Anıtı Mahkemece Engellendi”,
(Erişim) http://www.harbigazete.com, 25 Ağustos 2009.
ALTINOK, Salih; Belgeleriyle 19 ve 20. Yüzyıl Başlarında Ermeni Sorunu,
Ankara, Biz bize Yayınları, 3. Baskı, 2007.
ALTUNDAĞ, Şinasi; “Osmanlı İmparatorluğunun Vergi Sistemi Hakkında
Kısa Araştırma”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
422
Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 2, s. 187-197.
ALTUNPOLAT, Remzi; “Uluslar Arası Hukuk Açısından Lozan Barış
Antlaşması'nın Siyasal Hükümler Işığında Türkiye'de Azınlıklar Sorunu:
Tarihten Güncelliğe”, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2005.
Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt III, Ana
Yayıncılık, 1987.
ANAR, Erol; Öte Kıyıda Yaşayanlar Azınlıklar, Yerli Halklar ve Türkiye,
İstanbul, Belge Yayınları, 1997.
ANAWATİ, George C.; “Factors and Effects of Arabization and Islamization in
Medieval Egypt and Syria”, Islam and Cultural Change in the Middle Ages,
Ed. Speros Vryonis, Wiesbaden-Almanya, 1975, s.17-41.
ANDERSSON, Stefan; Asurlar, çev.Erol Sever, İstanbul, Kaynak Yayınları,
1992.
ANDREWS, Peter Alford; Türkiye’de Etnik Gruplar, çev. Mustafa
Küpüşoğlu, İstanbul, Ant Yayınları, 1992.
ANNEMASSE, “The Assyrian Tragedy”, Assyrian International News
Agency Books Online, Şubat 1934, (Erişim) www.aina.org, 15 Aralık 2008.
ANZERLİOĞLU, Yonca; Nasturiler, Ankara, Tamga Yayıncılık, 2000.
APRIM, Frederick A.; “The Kurds And The Future Of Nineveh Plain (Little
Assyria)”, 2006, (Erişim) http://www.fredaprim.com, 12 Mayıs 2010.
APRİM, Frederick A.;”The Assyrian Statehood:Yesterday’s Denial and
Today’s Moral Obligation”, 2003, (Erişim) http://www.atour.com, 30 Haziran
2009.
423
ARISOY, İbrahim Alper; “Avrupa Birliği ve Azınlıklar”, İzmir, Dokuz Eylül
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
2002.
ARMALE, İshak; Türkiye Mezopotamyasında Mardin, çev. Turan Karataş,
İsveç, Nsibin Yayınevi, 1993.
ARSAVA, Ayşe Füsun; Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslar arası
Belgeler ve Özellikle Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 27.
Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara, AÜSBF Yayınları, 1993.
ASLAN, Yasin; “Ermenistan Faşist Bir Devlettir”, Yankı Dergisi, Sayı1052,
Nisan, 2007.
ASSYRIAN
ACADEMİC
SOCIETY,
“Assyrians
of
Chicago”,
(Erişim)
http://www.aina.org/articles/chicago.htm, 12 Mayıs 2010.
“Assyrianism”, Wapedia, (Erişim) http://wapedia.mobi/en/Assyrianism, 02
Haziran 2010.
ASSAD Assad; “Süryani İsmi Üzerine”, Bahro Süryoyo, Södertalja-İsveç,
Nisan, 1988, s.45.
“Assyrian Genocide Memorial Wall in California”, Stockholm, 23 Şubat 2007,
(Erişim) http://bethnahrain.blogspot.com, 25.08.2009.
ATALAY, Talip; "Lozan Antlaşması Öncesi ve Sonrasında Süryani Eğitim
Kurumları", Khuka, Diyarbakır, Cilt VIII, Sayı 1, Dicle Üniversitesi, Mart 2005,
s. 64.
ATATÜRK, Mustafa Kemal; Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt III, yay.
haz. Ali Sevim, M.Akif Tural, İzzet Öztoprak, Ankara, Atatürk Araştırma
Merkezi Yayınları, 1922.
ATATÜRK, Mustafa Kemal; Nutuk, yay. haz. Zeynep Korkmaz, Ankara,
Atatürk Araştırma Merkezi, 2000.
424
Atatürk'ün Bütün Eserleri (ATABE), Ankara, Cilt 6, Kaynak Yayınları, 2001.
Atatürk'ün Milli Dış Politikası, Ankara, Cilt I, Kültür Bakanlığı, 1994.
ATEŞ, Orhan; “Misyonerlik Faaliyetlerinin Ermeni Boyutu”, Kütahya,
Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, 2002.
ATEŞ, Toktamış; Osmanlı Toplumunun Siyasal Yapısı, İstanbul, Filiz
Yayınları, 1991.
ATMAN, Sabri; Asurlar Süryaniler, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1997.
ATİYA, Aziz Suryal; Mezopotamya'da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri:
Yakubi, Nasturi, Maruni, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1995.
ATİYA, Aziz Suryal; Doğu Hristiyanlığı Tarihi, çev. Nurettin Hiçyılmaz,
İstanbul, Doz Yayınları, 2005.
AUSTİN, H.H.; Baqubah Refugee Camp, The Faith Pres, London, 1920,
(Erişim) http://www.aina.org/books/brc.htm , 21 Mayıs 2009.
AVCI, Mehmet Emin; “Ermeniler`den sonra şimdi de Süryaniler...”, Milli
Gazete, 28.11.2005, (Erişim) http://www.milligazete.com.tr, 25 Ağustos 2009.
AVCIOĞLU, Doğan; Milli Kurtuluş Tarihi 1838'den 1995'e, İstanbul, Tekin
Yayınevi, 1998.
AVRASYA İNCELEMELERİ MERKEZİ; “Ermeni Soykırım Sorunu- Tarihsel
İhmaller Ve Değişen Türk Diplomasisi”, Günlük Bülten, Sayı: 390, 9 Nisan
2010, (Erişim) http://www.avim.org.tr, 25 Ağustos 2009.
AVRUPA KOMİSYONU, "Avrupa Birliği ve İnsan Haklan Politikasının Dış
Boyutu: Roma'dan Maastricht'e ve Ötesi", Avrupa Birliği ve Dünyada İnsan
Hakları, Avrupa Birliği Bülteni, Brüksel-Lüksemburg, 1996, s. 28.
“Avrupa Parlamentosu'nda Türkiye'deki Süryanilerin Hakları Konferansı”,
425
ABHaber, 29.04.2010, (Erişim) http://www.abhaber.com, 20 Mayıs 2010.
AYDIN, Cebrail; Tarihte Süryaniler, İstanbul, Cilt I, Sıralar Matbaası, 1964.
AYDIN, Emanuel; “Süryaniler”, Öz Hikmet, Mardin, Sayı 6, 1955, s.133.
AYDIN, C. Ali; “Türkiye'de Süryaniler”, Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi
Enstitüsü (TODAİE) Uzmanlık Tezi, Ankara, 1993.
AYDIN,
Gabriel;
Deyr’ulzafaran,
Losser
Glanerbrugstr-Holland,
Bar-
Hebraeus Verlag, 1984.
AYDIN, Gülden; “Organik Süryani Şarabı Shiluh”, Hürriyet Gazetesi, 3
Ağustos 2008, (Erişim) http://www.hurriyet.com.tr, 10 Ekim 2009.
AYDIN, Mehmet; Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Konya, Nüve Kültür
Merkezi, 2005.
AYDIN, Suavi; "Türkiye'de Etnik Yapı", Yüzyıl Biterken Cumhuriyet
Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt 12, İletişim Yayınları, 1996, s.
496.
AYDIN, Suavi; Kimlik Sorunu, Ulusallık ve Türk Kimliği, Ankara, Öteki
Yayınları, 1998.
AYDIN Suavi, "Anadolu Hristiyanlığında Dönüşüm Misyoner Faaliyetlerinin
Doğu Hristiyanlığı Üzerindeki Etkisi ve Modernleşme", Uluslararası
Anadolu İnançları Kongresi, Ürgüp/Nevşehir, 25-28 Ekim 2000, s. 73-88.
AYDIN, Suavi, v.d; Mardin: Aşiret-Cemaat-Devlet, İstanbul, Türkiye
Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2000.
AYDIN, Suavi; "Azınlık", Ed. Kudret Emiroğlu ve Suavi Aydın, Antropoloji
Sözlüğü, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 2003.
AYDIN, Zeynep; “Lozanda Farklı Kökenlilere Tanınan Haklar”, Bianet,
İstanbul, 2004, http://bianet.org, Erişim tarihi: 11.05.2009.
426
AYDINGÜN, Ayşegül; Türkiye’ de Bağımsızlık ve Milliyetçilik Anlayışı,
Bilgesam Yayınları, İstanbul, (Erişim) http://www.bilgesam.org, 11 Mayıs
2009.
AYDUSLU İsmail; “Cumhuriyet Döneminde Mardin Ve Yöresinde Süryaniler”,
Manisa, Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, 2005.
AYTEKIN, Hakan; “Aynı Ağacın Altında Buluşmak”, I’nci Uluslararası
Süryani Sempozyumu, Midyat, Mart 2007.
BAKAR, Diran; "Uygulamadan Ayrımcılık Örnekleri ve Azınlık Vakıflarının
Sorunları", Ulusal, Ulusalüstü ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları
(Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Lozan Antlaşması),
Der. İbrahim Kaboğlu İstanbul, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi
Yayınları, 2002, s. 269-270.
BALİ, Rıfat; "II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye'de Azınlıklar-1 Yirmi Kur'a
İhtiyatlar Olayı", Tarih ve Toplum, İstanbul, Sayı 179, İletişim Yayınları,
1998, s.4-18.
BALİ, Rıfat; "Cumhuriyet Döneminde Azınlıklar Politikası", Birikim, Sayı:
115, 1998, s. 83-85.
BARCHARD, David; “Turkey and the West”, Royal Institute of International
Affairs, London, Routledge&Kegan Paul, 1985, s.50.
BARKER, G.; O'nun İzinde, Hristiyanlık Ve Laiklik Tarihi, İstanbul, Zafer
Matbaası, 1985.
BARSAVM, Efram; Zihniyetlerin Bahçesinde Deyruzzafaran Manastırı’nın
Tarihi ve Mardin Abraşiyesi İle Manastırlarının Özet Tarihi, çev.Gabriyel
Akyüz, Ed. İbrahim Özcoşar ve Hüseyin H. Güneş, İstanbul, Mardin Tarihi
İhtisas Kütüphanesi Yayınları, 2006.
427
BARSAVM, Patrik İğnatius Efrem I., Saçılmış İnciler: Süryanilerin Yazınsal
Tarihi, çev. Zeki Demir, İstanbul, y.y., 2005.
BARTH, Fredrik; Etnik Gruplar ve Sınırları: Kültürel Farklılığın Toplumsal
Organizasyonu, çev. Ayhan Kaya ve Seda Gürkan, İstanbul, Bağlam
Yayınları, 2001.
BARUTÇU, Faik Ahmet; Siyasi Anılar 1939-1954, İstanbul, Milliyet Yayınları,
1977.
BAŞLANGIÇ Celal; “Kilisede bir şeyh var!”, Radikal Gazetesi, 30 Ekim 1999,
(Erişim) http://www.radikal.com.tr, 11 Mayıs 2009.
BAUMANN Gerd, The Multicultural Riddle: Rethinking National, Ethnic,
and Religious Identities, New York London, Routledge, 1999.
BAYBURT, Deniz; “Milli Mücadele Dönemi’nde Süryaniler”, Akademik
Bakış, Cilt 3, Sayı 6, 2010, s.54.
BAYRAKTAR, Muharrem; “PKK maşa hedef ise başka”, 29 Kasım 2009,
(Erişim) http://www.kadirga.com.tr, 31 Mayıs 2010.
BAYZAN, Ali Rıza; Misyonerlerin Soykırım Oyunu, İstanbul, IQ Kültür
Sanat Yayıncılık, 2006.
BAYZAN, Ali Rıza; “Soykırım Teslisi, Ermeniler’den Sonra Rum /Pontus Ve
Süryani/Nasturi Soykırım Söylemleri” 2023 Dergisi, Sayı 64, 2006, s.10-23.
BEBİROĞLU, Murat; Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Nizamnameleri,
İstanbul, Akademi Matbaası, 2008.
BEĞDAŞ, Yusuf; "Süryani Kilisesi ve Antakya Kürsüsü", Heto Dergisi,
İstanbul, Sayı 3, 2000, s. 11-12.
BERGHE, Pierre van den; The Ethnic Phenomenon, New York, Elsevier,
1981.
428
BET-BARŞAWMO, Afrem; Tur-Abdin Tarihi, Nsibin, İsveç, aktaran Talip
Atalay, “Lozan Anlaşması Öncesinde ve Sonrasında Süryani Eğitim
Kurumları”, Khuka, Diyarbakır, Cilt VIII, Sayı.1, 2005, s. 63-69.
BETBASOO, Peter; “Assyrian Nationalism: A Mechanism For Survival”,
Assyria Online, (Erişim) http://www.aina.org, 05 Mart 2009.
BETBASOO, Peter; “Brief History of Assyrians”, Assyria Online, (Erişim)
http://www.aina.org. 11 Mayıs 2009.
BEYSANOĞLU, Şevket; Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi,
Ankara, Cilt 2, Diyarbakır Belediyesi Yayınları, 1990.
BİLGE, Yakup; “Süryanilerin Kökeni ve Türkiyeli Süryaniler”, İstanbul,
İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi,1990.
BİLGE, Yakup; Süryanilerin Kökeni ve Türkiyeli Süryaniler, İstanbul, Zafer
Matbaası, 1991.
BİLGE, Yakup; Süryaniler: Anadolu’nun Solan Rengi, İstanbul, Yeryüzü
Yayınları, 1996.
BİLGE, Yakup; Geçmişten Günümüze Süryaniler, İstanbul, Zvi-Geyik
Yayınları, 2001.
BİLGİN Nuri, Cumhuriyet, Demokrasi ve Kimlik Sorunu, İstanbul, Bağlam
Yayınları, 1997.
BİLSEL, M.Cemil; Lozan, İstanbul, Sosyal Yayınlar, C. II, 1998.
BİNARK, İsmet; Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), Ankara,
Osmanlı Arşivi Genel Müdürlüğü, 1995.
BOZKURT, Deniz; Karşılaştırmalı Lozan ve Sevr Barış Antlaşmaları,
Ankara, Umay Kültür Sanat Merkezi Yayınları, 1998.
429
BOZKURT, Gülnihal; Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasi Gelişmelerin
Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu:
1839-1914, Türk Ankara, Tarih Kurumu, 1989.
BOZKURT, Gülnihal; "Türk Hukuk Tarihinde Azınlıklar", AÜHFD, Cilt 43, No
1-4, Ocak-Aralık 1993, s. 52- 53.
BOZKURT, Gülnihal; Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî
Durumu, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1996.
BRAUDE, Benjamin; “Millet Sisteminin İlginç Tarihi”, Osmanlı, Ankara, Cilt 4,
Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 245.
BRAUDE, Benjamin; Christians and Jews In The Otoman Empire, Ed.
Benjamin Braude, Bernard Lewis, New York-ABD, Vol.II, Holmes &Meier
Publishers, 1982.
BRENTJES, Burchard; The Armenians, Assyrians & Kurds:Three
Nations, One Fate?, California-ABD, Rishi Publications, 1997.
BROCK, Sebastian; "An Introduction to Syriac Studies", Der. J.H. Eaton,
Horizons in Semitic Studies: Articles for the Student, Birmingham,
University of Birmingham, Dept. of Theology, 1980, ss.14-15.
BROCK, Sebastian; Süryani Geleneğinde Kutsal Kitap, çev. Circis Bulut,
İstanbul, Zafer Matbaası, 2000.
BRUINESSEN, Martin Van; Ağa, Şeyh, Devlet, çev., Banu Yalkut, İstanbul,
İletişim Yayınları, 2003.
BULAÇ, Ali; Avrupa Birliği ve Türkiye, İstanbul, Eylül Yayınları, 2001.
BULAÇ, Ali; “Patrik İlyas Efendi Meselesi”, Zaman Gazetesi, 17 Aralık 2008,
(Erişim) http://www.zaman.com.tr, 11 Mayıs 2009.
BULUT, Faik; Ortadoğu’nun Solan Renkleri, İstanbul, Berfin Yayınları, 2.
430
Baskı, 2003.
BURROWS, Gideon; Silah Ticareti Kılavuzu, İstanbul, Metis, 2003.
BÜLBÜL, Mustafa; Türkiye’nin Süryanileri, İstanbul, Tasam Yayınları,
2005.
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt II, Gelişim
Yayınları,1986
CABDALKE, Yuhanun Bar Yacqup; Süryani Kadim Kilisesinde Reform
Sorunları Üzerine: Uyarılar, Eleştiriler, Polemikler, çev. Vahap Kelat,
Södertalje-İsveç, Nsibin Yayınevi, 1996.
CELİL, Celilê; XIX. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu'nda Kürtler, çev. Mehmet
Demir, Ankara, ÖzgeYayınları, 1992.
CLARK, Andrew; “Turkey Encourages Assyrian Christians to Return under
EU Pressure”, 8 Ocak 2005, (Erişim) http://www.christiantoday.com, 15 Mart
2009.
COLONIAL OFFICE, The National Archives, “The Situation In Regard To The
Iraq Levies”, Memorandum, C.P. 204 (32), Copy No 43, 12th June 1932,
Catalogue Reference:CAB/24/231.
COMMISSION
OF
THE
EUROPEAN
COMMUNITIES;
Protecting
Language Proves A Challenge for EU Officials, Brussels, April 1997,
(Erişim) http://europa.eu.int, 20 Haziran 2005.
COUNCIL OF EUROPE, “Framework Convention for the Protection of
National Minorities", List of Declarations Made with Respect to Treaty No.
157, (Erişim) http//conventions.coe.int/, 31 Temmuz 2002.
"Conference for Security and Co-operation in Europe 1975 Summit, Final
Act", 1 August 1975, Helsinki, (Erişim) http://www.osce.org,26 Temmuz 2005.
431
CORBALLIS, Michael C. İşaretten Konuşmaya: Dilin Kökeni ve Gelişimi,
çev. Aybek Görey, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2003.
CORNELL Stephen ve HARTMANN Douglas; Ethnicity and Race-Making
Identities in a Changing World, London, Pine Forge, 1998.
CUINET, Vital; La Turquie d'Asie: II. Geographie, Administrative,
Statistique, Descriptive et Raisonnee de Chaque Province de l'Asie Mineure, İstanbul, Isis Press, 2001.
ÇAKAR, Nezihi; “AB Türkiye İlişkilerinin Güvenlik Boyutları”, AGSK, AB ve
NATO İlişkilerinin Geleceği Türkiye’ye Etkileri Sempozyumu, İstanbul,
Ocak 2001, Harp Akademileri Sempozyum Kitabı, HAK Yayını, s. 313 – 317.
ÇAVUŞOĞLU, Naz; "Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve
Sözleşmesi", AÜSBF İnsan Hakları Merkezi Dergisi, Cilt III, No:3, Kasım
1995, s. 30-35;
ÇAVUŞOĞLU, Naz; Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık
Hakları, Su Yayınları, 2001.
ÇAY, M. Abdulhaluk; Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara, Boğaziçi
Yayınları, 1993.
ÇELİK, Mehmet; Antakya Süryani Kilisesi (Kuruluş Dönemi), İstanbul, Cilt
1, Yaylacık Matbaası, 1987.
ÇELİK, Mehmet; Süryani Kilisesi Tarihi, İstanbul, Cilt 1, Yayıncılık
Matbaası, 1988.
ÇELİK, Mehmet; Süryani Tarihi I, Ankara, Ayraç Yayınevi, 1996.
ÇELİK, Mehmet; Ortadoğu Mozayiği Süryaniler-Nasturiler, Elazığ, Fırat
Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Yayınları, 1996.
432
ÇELİK, Mehmet;
Siyasal Sistem Açısından Bizans İmparatorluğunda
Din-Devlet İlişkileri I, İzmir, Akademi Kitabevi Yayınları, 1999.
ÇELİK, Mehmet; Fener Patrikhanesi'nin Ökümeniklik İddiasının Tarihi
Seyri (325-1453), İzmir, Akademi Kitabevi Yayınları, 2000.
ÇELİK, Mehmet; “Süryanilerin Dinsel ve Etnik Kimlikleri”, Avrupa Birliği,
Türkiye ve Süryani Göçü Konulu Sempozyum, İstanbul, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Göç Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi, 26-27 Mayıs 2005.
ÇELİK Mehmet; “Sözde Süryani Soykırımının Ayak Sesleri”, 2023 Dergisi,
Sayı 64, s.7.
ÇELİK, Mehmet; “Türkiye'nin Soykırım Çıkmazları ve Süryanilerin Soykırım
İddiaları”, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Konferansları, Süleymaniye
Kültür Merkezi, 2007.
ÇELİK, Mehmet, KORKMAZ, Mustafa, Edessa’dan Urfa’ya, Ankara, Cilt II,
Atılım Üniversitesi Yayını, 2004.
ÇERME; Vartanuş A.; "Ermeni Katolik Kilisesi'nin Kurucularından Melkon
Tazbazyan'ın Hayatı (1654-1716)", Tarih ve Toplum, Cilt 31, Sayı 184, Nisan
1999, s. 37-43.
ÇETİN, İhsan; “Mihalmilerde Etno-Tarih ve Kimlik Analizleri.”, I’nci Uluslar
Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, 30-31 Mart 2007.
ÇEVİK, Abdülkadir; Politik Psikoloji, Ankara, Dost Kitapevi Yayınları, 2007.
ÇEVİK, Abdülkadir; “Küreşelleşme Ve Kimlik” Polis Dergisi, Sayı: 36,
(Erişim) http://www.egm.gov.tr, 15 Mart 2009.
ÇIKKI, Murat Fuat Naum Faik ve Süryani Rönesansı, haz. Mehmet Şimşek,
İstanbul, Belge Yayınları, 2004.
433
ÇİÇEK, İsa; “Şutos ‘İtoto V-dayroto B-ar‘o D-goluto”, Kolo Suryoyo, Orta
Avrupa Süryani Ortodoks Abraşiyesi Dergisi, Sayı: 123, Süryani Mor
Afrem Manastırı/Losser 1999, s. 59.
ÇİÇEK, Mustafa; “Tanzimat Sonrasında Osmanlı Devletinde Süryani
Cemaati”,
Sakarya,
Sakarya
Üniversitesi,
Sosyal
Bilimler
Enstitüsü,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya, 2003.
ÇİTLİOĞLU, Ercan; Ölümcül Tahterevalli Ermeni ve Kürt Sorunu, Ankara,
2. Baskı, Destek Yayınları, 2007.
DAHWONOYE, Dore d Seryoye Madenhoye w Macerboye; Doğu ve Batı
Süryanileri’nin Altın Çağları, çev. Murat Kara, Södertalje-İsveç, Nsibin
Yayınevi, 1994.
DALKILIÇ, Neslihan, AKSULU, Işık; “Midyat Geleneksel Kent Dokusu Ve
Evleri Üzerine Bir İnceleme”, Gazi Üniversitesi Müh. Mim. Fak. Dergisi,
Ankara, Cilt 19, No 3, s.326.
DALRYMPLE, William; A Journey in the Shadow of Byzantium: From The
Holy Mountain, London, Flamingo Publishing, 1998.
DANIEL, Robert; American Philantrophy in the Near East 1820-1960,
Athens, Ohio University Press, 1970.
DANİŞMEND, İsmail H.; “Süryani Mikail Vakayinamesi”, Türklük, No 1,1939,
s. 73.
DAVIDSON, Jonathan; Symposium on Race and Ethnicity: A Global
Enquiry; Session on Racial and Ethnic Integration in the European
Union, Tufts Unisity, Medford 2 Mart 2001, (Erişim) http://www.eurunion.org,
15 Mayıs 2004.
DEKAK,
Maşallah;
“Türkiye'nin
Gavurları
Avrupa'nın
Müslümanları”,
AKnews, 3 Şubat 2010,(Erişim) http://www.suryaniler.com, 12 Haziran 2010.
434
DEKELAITA,
Robert;
“The
Origins
and
Developments
of
Assyrian
Nationalism”, Chicago/USA, University of Chicago, Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, (Erişim) http://www.aina.org/, 12 Haziran 2010.
DEMİR, Zeki; Süryani Kilisesi ve Kilisesinin Kutsal Yedi Gizi, İstanbul,
Resim Matbaacılık, 2002.
DENİZCİ, Latif; Bir Belge: Kırmızı Kitab, Doğu Strateji ve Tahlil Merkezi,
(Erişim) http://www.akademyayadogru.org, 12 Haziran 2010.
DERİNGİL, Selim; İktidarın Sembolleri Ve İdeoloji: II. Abdülhamid
Dönemi (1876-1909), çev. Gül Çağalı Güven, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları,
2007.
DEVLET ARŞİVLERİ, (Erişim) http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/belge.
asp?kitap=26&belge= 745#secili, 22 Mayıs 2010.
DIAKOV V., KOVALEV, S.; İlkçağ Tarihi, çev. Özdemir İnce, Ankara, Ö.
Yayınları, 1987.
DİNÇ, Ahmet; Babil’de Amerikan Tangosu, İstanbul, Selis Yayıncılık, 2004.
DİNÇ, Ahmet, GÜNEÇ, Sedat; “Yargıtay'ın terör listesine Süryani örgüt de
girdi“, Zaman Gazetesi, 19 Kasım 2006, (Erişim) http://www.zaman.com.tr,
25 Kasım 2006.
“Diözesen der Syrisch-Orthodoxen Kirche von Antiochien”, Suryoyo Online,
(Erişim) http://wwwuser.gwdg.de/~grabo/sok/diozese.htm, 25 Ocak 2010.
DOLAPÖNÜ, Hanna; Zafaran Fidanlığı, Mardin, Hikmet Basımevi, 1955.
DOLAPÖNÜ, Hanna; Deyr-el-umur Tarihi, çev. Cebrail Aydın, Mardin,
Hikmet Aynaz Matbaası, 1961.
DOLAPÖNÜ, Hanna; Tarihte Mardin, İstanbul, Hilal Matbaası, 1972.
DORA, Erol; “AB’ye Katılım Sürecinde Süryaniler ve Çok kültürlülük”, Avrupa
435
Birliği, Türkiye ve Süryani Göçü Konulu Sempozyum, İstanbul, İstanbul
Bilgi Üniversitesi Göç Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi, 2005.
DORU, Nesim; Doğu’dan Batı’ye Köprü Süryaniler: Felsefe ve Çeviri
Geleneği, Ankara, Dipnot Yayınları, 2007.
DOWNEY, Fairfax; Kanuni Sultan Süleyman, çev. Enis Behiç Koryürek,
İstanbul, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1975.
DURAK, Nihat; “Süryani Ortadoks Kilisesinde İbadet”, İstanbul, Marmara
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2000.
DURRENBERGER, E. Paul; "Fieldwork", David Leninson, Ed. Melvin Ember
Encyclopedia of Cultural Anthropology, New York, Vol. 2, Henry Holt and
Camp., 1996.
DURUKAN,
Namık;
“Avrupa
izledi”,
Hürriyet
Gazetesi,
Diyarbakır,
23.02.2001.
DUYGULU; Melih; “Süryanilerde Müzik Kültürü”, Geçmişten Günümüze
Midyat Sempozyumu, Midyat, 19-21 Haziran 2003.
DÜNDAR, Can; “Süryaniler Döner mi?”, Köşe Yazıları, 11.05.2000, (Erişim)
http://www.candundar.com.tr, 11 Kasım 2006.
DÜNDAR, Fuat; Modern Türkiye’nin Şifresi: İttihat ve Terakki’nin Etnisite
Mühendisliği (1913-1918), İstanbul, İletişim Yayınları, 2008.
EDİS, Şeyhmus; “Ustalar dönünce telkâri atölyeleri yeniden canlandı”,
Zaman Gazetesi, 10 Şubat 2008, (Erişim) http://www.zaman.com.tr, 11
Kasım 2006.
EKİNCİ, Tarık Ziya; Avrupa Birliği'nde Azınlıkların Korunması Sorunu,
Türkiye ve Kürtler, İstanbul, Sümer Yayıncılık, 2001.
ELEKDAĞ, Şükrü; “AB’den Türkiye’ye Ermeni Engeli”, Cumhuriyet, 25
436
Nisan 2005, s.6.
ELIOT, Thomas Stearns; Kültür Üzerine Düşünceler, çev. Sevim
Kantarcıoğlu, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1987.
ELVEREN Nesrin; “Süryanilerde Yaşam Pratikleri (Mardin Örneği)”, Aydın,
Adnan Menderes Üniversitesi, Fen-Edebiyet Fakültesi, Sosyoloji Bölümü,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2005.
EMHART, William Chauncey, LAMSA, George M.; The Oldest Christian
People, Newyork, The Macmillan Company Press, 1926.
ERCAN, Yavuz; Kudüs Ermeni Patrikhanesi, Ankara, Türk Tarih Kurumu,
1988.
ERCAN, Yavuz; Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler: Kuruluştan
Tanzirnat’a Kadar Sosyal, Ekonomik ve Hukuki Durumları, Ankara,
Turhan Kitabevi Yayınları, 2001.
ERCAN, Yavuz; Osmanlı İmparatorluğunda Bazı Sorunlar ve Günümüze
Yansımaları, Ankara, M.E.B. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, 2002.
ERDEM, Fazıl Hüsnü, BAĞLI, Mazhar; "Modernleşme ve Ulus-Devlet
Olgusu Kıskacında Süryaniler", IV. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Sivas,
15.10.2003.
ERDİLEK, Neşe; “Süryani Kimliği, Sivil Toplum ve Hukuk”, I’nci
Uluslararası Süryani Sempozyumu, Midyat, Mart 2007.
ERDOĞAN, Birsen; “Uluslar Arası Hukukta Azınlık Haklarının Korunması:
BM ve Avrupa Sistemlerinin İncelenmesi”,Türkiye’de İnsan Hakları,
TODAİE, Ankara, 2000, s. 242.
ERDOST, Muzaffer İlhan; Şemdinli Röportajı, İstanbul, Onur Yayınları,
1987.
437
EREN, M. Cevat; “Tanzimat”, Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi,
Eskişehir, Cilt XI, MEB Yayınları, 1997.
ERGİN, Sedat; “Uyum Paketi'nde Sıkıntılı Başlıklar”, Hürriyet, 06.06.2003
ERGİNER, Gürbüz; “Etno-Kültürel Sınırlar Tur Abdin Süryaniler Örneğinde”,
Ankara, Ankara Üniversitesi Bilimsel Arastırma Projeleri, 2007, s.28.
ERİKSEN, Thomas Hylland; Kültür Terörizmi: Kültürel Arınma Düşüncesi
Üzerine Bir Deneme, çev. A. Önder Otçu, İstanbul, Avesta, 2001.
ERİKSEN, Thomas Hylland; Etnisite ve Milliyetçilik: Antropolojik Bir
Bakış, çev. Ekin Uşaklı, İstanbul, Avesta, 2004.
ERTÜRK, Yaşar; Büyük Oyunun Eski Perdesi Doğu Güneydoğu ve
Musul Üçgeni (1918-1923), İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayınları, 2. Baskı,
2007.
ERYILMAZ, Bilal; Osmanlı Devletinde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi,
İstanbul, Risale Yayınları, 1996.
“EU Conference Calls on Turkey to Recognize Assyrian Genocide”,
Assyrian International News Agency, (Erişim) http://www.aina.org, 03
Nisan 2007.
FAHLBUSCH, Erwin, v.d.; The Encyclopedia Of Christianity, Ed. David B.
Barrett, Michigan-USA, Vol. 5, Wm. B. Eerdmans Publishing, 2003.
FENDOĞLU, Hasan Tahsin; Modernleşme Bağlamında Osmanlı-Amerikan
İlişkileri, İstanbul, Beyan Yayınları, 2000.
FENDOĞLU, Hasan Tahsin; "Amerika Birleşik Devletleri'nin Misyonerleri ve
Osmanlı Devleti", Türkler, Ankara, Cilt 14, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s.
189.
438
FENTON Steve; Etnisite: Irkçılık, Sınıf ve Kültür, çev. Nihat Şad, Ankara,
Phoneix Yayınları, 2001.
FERRARO, Gary; Cultural Anthropology: An Applied Perspective,
Wadsworth Thomson Learning, Belmont, 2001, s. 206-226.
FERRILL, Arther; The Origins of War: From the Stone Age to Alexander
the Great, Boulder, CO, Westview Press, 1997.
FOGGO, Hacer Yıldırım; Kırmızı Püskül: 1843-1846 Nesturi Katliamı,
İstanbul, Chivi yazıları, 2002.
FORTESCUE, A.; Batı Süryaniler´den Melkitler Suryaye Malkaye ya da
Suryoye Malkoye, çev. Meral Ünüvar, ACSA TV, 2009, s. 8, (Erişim)
http://www.acsatv.com, 12 Şubat 2010.
FRYE, Richard N., “Assyria and Syria: Synonyms”, The Journal of Near
Eastern Studies, Harvard University, (Erişim) http://www.aina.org, 11 Nisan
2009.
GABRIEL, Jakop; “Süryani Toplulukları Arasında İletişim ve Bir Sivil Toplum
Deneyimi.”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, Mart 2007.
GANS, Herbert; "Symbolic Ethnicity: The Future of Ethnic Groups and
Culture in America" Making Sense of America: Sociological Analyses
And Essays, Oxford-İngiltere, Rowman&Littlefield Publishers, 1999, s.164189.
GAUNT, David; Massacres, Resistance, Protectors: Muslim-Christian
Relations in Easlern Anatolia during World War I, New Jersey, Gorgias
Press LLC, 2006.
GAVRİYE, Echoule; “20’nci Yüzyılda Süryanilerin Gelişimi; Süryanilerin,
Suriye Devletinin Kuruluş Sürecindeki Rolü”, I’nci Uluslar Arası Süryani
Sempozyumu, Midyat, Mart 2007.
439
GEARY, Grattan; Through Asiatic Turkey, Narrative of a Journey from
Bombay to the Bosphorus, London, S. Low, Marston, Searle & Rivington,
1878.
GENÇKAYA, Ö. Faruk, GEZGÖR, Burcu; “Avrupa Parlamentosu, İnsan
Hakları, Demokrasi ve Türkiye: Başlıca Temalar ve Etkileri”, Yeni Türkiye,
Avrupa Birliği Özel Sayısı, Eylül-Ekim 2000, Sayı:35, s.646-661.
GEMALMAZ,
Mehmet
Semih;
İnsan
Hakları
Belgeleri
(Bölgesel
Sistemler), İstanbul, Alkım Yayınları, 1999.
GIBBON, Edward; Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi,
çev. A.Baltacıgil, Cilt II, İstanbul, B.F.S. Yayınları, 1987.
GIWARGIS, Ashur; “The Assyrian Liberation Movement And the French
Intervention (1919-1922)”, Assyrian International News Agency, (Erişim)
http://www.aina.org, 10 Ocak 2009.
GRIFFITH, Sidney H.; "Julian Saba, 'Father of the Monks' of Syria," Journal
of Early Christian Studies, Sayı 2, 1994, s.201-203.
GORDON, Leland; “American Relations with Turkey 1830-1930”, An
Economic Interpretation, Philadelphia, University of Pennsylvania Press,
1932, s. 228.
GÖKÇEN, Salim; “Dogmatik Yunan Paranoyası ‘Anadolu’da Rum Soykırımı’”,
2023 Dergisi, Sayı 64, 2006, s. 34-39.
GÖLE, Nilüfer; Mühendisler ve İdeoloji, İstanbul, Metis Yayınları, 1998.
GÖRGÜ,
Elif;
Mor
Gabriel
ve
Tur
Abdin-5,
(Erişim)
http://www.tumgazeteler.com, 10 Ocak 2009.
GÖYÜNÇ, Nejat; XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, 1991.
440
GÖYÜNÇ, Nejat; “Osmanlı Devleti'ndeki Ermeniler Hakkında”, Osmanlı
Araştırmaları Vakfı, (Erişim) http://www.osmanli.org.tr, 25 Ağustos 2009.
GRANT, Asahel; Nastûrîler Ya da Kayıp Boylar, çev. Meral Barış, İsveç,
Nsibin Yayınevi, 1994.
GUNTER, Michael M.; "Contemporary Aspects of Armenian Terrorism"
in International Terrorism and the Drug Connection, Ankara, Ankara
University Press, 1984.
GÜLEÇ, Cengiz; “Azınlıklarını Kaybeden Türkiye: Biz ve Ötekiler”, Dosya
Azınlıklar, s.59, (Erişim) www.kurtulushareketi.org, 10 Temmuz 2009.
GÜLER,
Ali;
Osmanlıdan
Cumhuriyete
Azınlıklar,
Ankara,
Tamga
Yayınları, 2000.
GÜLER, Ali; Sevr'den Kopenhag'a Parçalanan Türkiye, Ankara, Ocak
Yayınları, 2000.
GÜNAL, Veysi; Mardin İlinde Kültürel Çekicilikler Ve Turizm Amaçlı
Kullanım Olanakları, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2006.
GÜNALTAY, Şemsettin Yakın Şark, Elam ve Mezopotamya, Ankara,
T.T.K.Y., 1987.
GÜNAY, Tuncer; Misyoner Örgütleri ve Misyoner Faaliyetleri, Ankara,
ATO Yayınları, 2004.
GÜNDÜZ, Şinasi; Din ve İnanç Sözlüğü, Ankara, Vadi Yayınları, 1998,
s.266
GÜNDÜZ, Şinasi; “Harran Süryani Geleneği ve Bilim Mirasına Katkısı”, I nci
Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat, Mart 2007.
GÜNEL, Aziz; Türk Süryaniler Tarihi, Diyarbakır, Oya Matbaası, 1970.
441
GÜNERİ, Hasan; "Azınlık Vakıflarının İncelenmesi", Vakıflar Dergisi,
Ankara, V.G.M.Y., Sayı 10, 1973.
“Güneydoğu
Sorununun
Sosyolojik
Analizi”
Teknik
Rapor,
Ankara,
BİLGESAM Yayınları, Ağustos 2009, (Erişim) http://www.bilgesam.org, 22
Haziran 2010, s.40,82.
GÜRBÜZ, İsa; Röportaj, İDEM, Ekim 2005, (Erişim) http://www.reyono.net,
21 Mayıs 2009.
GÜRÜN, Kamuran;
Ermeni Dosyası, Ankara, 3. Baskı, TTK Basımevi,
1985.
GÜVEN,
Hakan;
“Asıl
dinlerine
dönüyorlar”,
Aksiyon,
Sayı
536,
http://www.aksiyon.com.tr, Erişim tarihi: 05.03.2009.
HABASH, George; "What do the Assyrian Want?", AINA, UK, 1999,
http://www.aina.org, Erişim tarihi: 05.03.2009.
HAMMER, Joseph V.; Büyük Osmanlı Tarihi, İstanbul, Cilt 9, Üçdal
Neşriyat, 1993.
HANIM, Surma; Ninova ve Yakarışı Doğu Asur Kilisesi Gelenekleri ve
Patrik Mar Şamun'un Katli, İstanbul, Avesta Yayınları, 1996.
HARRISON Simon; "Cultural Boundaries", Anthropology Today, No 15,
1999.
HECHTER, Michael; "Racional Choice and the Study of Race and Ethnic
Relations", Ed. John Rex ve David Mason, Theories of Race and Ethnic
Relations, Cambridge, Cambridge University Pres, 1986, s. 264-279.
HELGA,
Anschtz;
“Türkiyedeki
HristiyanGruplar”,
Türkiyedeki
Etnik
Gruplar, Ed. Peter Alford Andrews, İstanbul, Ant Yayınları, 1992.
HELMREICH, Paul C.; Sevr Düzeni, Büyük Güçler, Maşalar, Gizli
442
Antlaşmalar ve Türkiye’nin Taksimi, çev. Şerif Erol, İstanbul, Sabah
Kitapları, 1996.
HEREDOTOS, Heredot Tarihi, çev. Müntekim Ökmen, İstanbul, Remzi
Kitabevi, 1991.
HIDIRŞAH, Yakup; Mezopotamya'da Hristiyan(Süryani, Nasturi, Keldani,
Ermeni) Katliamı ve Kürtler, Belgesel İnceleme, Hannover, 1997, s. 41-44.
HIESER, Hans Lucas; Iskalanmış Barış, İstanbul, İletişim Y., 2005.
HOLLERWEGER, Hans; Canlı Kültür Mirası: Tur Abdin, çev. Sevil Gülçur,
Linz-Avusturya, Trauner Press, 1999.
HOURANI, Albert Habib; Minorities in the Arab World, London, Oxford
University Pres., 1947.
HULL,
Ernest
R.;
“Malabar”,
Catholic
Encyclopedia,
(Erişim)
http://newadvent.org, 15 Nisan 2008.
HUNTINGTON, Samuel; Who Are We?, New York, Simon & Schuster, 2004.
INGOLD, Tim; "Introduction to Culture", Companion Encyclopedia of
Anthropology, London and New York, Routledge, 1998.
IŞIK, İrfan; Birlikte Olduğumuz Halklar, İstanbul, Sorun Yayınları, 2000.
IŞIK, Ramazan; “Maruni Kilisesi”, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2003.
IŞIKTAÇ, Yasemin; Hukukun Kaynağı olarak Örf ve Adet Hukuku,
İstanbul, Filiz Kitabevi, 2004.
İBRAHİM, Saad Eddin; Ethnic Conflict and State-Building in The Arab
World, Oxford, Blackwell Publishers, 1998.
İdil Kaymakamlığı web sitesi, (Erişim) http://idil.gov.tr, 12 Haziran 2010.
443
İLERİ, Cihangir; “Türkiye`de Nasturi Sorunu”, Ankara, Ankara Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2000, s.63.
İLHAN, Suat; Dünya Yeniden Kuruluyor, İstanbul, Ötüken Yayınları, 1999.
İNANÇ, Zeki; Uluslar Arası Belgelerde Azınlık Hakları, Ankara, Ütopya
Yayınevi, 2004.
İNCE, ÖZDEMİR; “’Süryani Soykırımı’na Süryani Yanıtı”, Hürriyet Gazetesi,
10 Eylül 2006.
İNÖNÜ, İsmet; İsmet Paşa’nın Siyasi Ve İçtimai Nutukları, 1920-1933,
Ankara, Başvekalet Matbaası, 1933.
İRİS, Muzaffer; Bütün Yönleriyle Süryaniler, İstanbul, Ekol Yayıncılık,
2003.
İRİS, Muzaffer; “Süryanilerde Göç ve Edebiyat”, I’nci Uluslar Arası Süryani
Sempozyumu, Midyat, Mart 2007.
İRİS,
Muzaffer;
“Adıyaman
Ve
Süryaniler,”
(Erişim)
http://www.
deyrulzafaran.org, 08 Haziran 2008.
İSLAM ANSİKLOPEDİSİ; “Misyonerlik Maddesi”, İstanbul, Cilt 30, Türkiye
Diyanet Vakfı, 2005.
İSLAM ÜLKELERİ ANSİKLOPEDİSİ, İstanbul, Vefa Yayıncılık, 1994.
İŞ, A. Vahap; Midyat Dinler ve Diller Kenti, İstanbul, Hedef Gazetesi ve
Matbaacılık, 2006.
JOSEPH, John; "Assyria and Syria: Synonyms?", Journal of Assyrian
Academic Studies, Vol. XI, No 2, s.37-43.
JOSEPH, John; The Nestorians and Their Muslim Neighbors: A Study of
Western Influence on Their Relations, New Jersey, Princeton University
Press, 1961.
444
KADİR, C.A.; İskenderiye ve Süryani Düşüncesi, çev. Kasım Turhan,
İstanbul, Cilt l, İnsan Yayınları, 1990.
KAFAOĞLU, Arslan Başer; Varlık Vergisi Gerçeği, İstanbul, Kaynak
Yayınları, 2002.
KANTARCI, Şenol; “Tarih Boyutuyla Ermeni Sorunu”, Bilim Ve Aklın
Aydınlığında Eğitim Dergisi, Yıl : 4, Sayı 38, Nisan 2003.
KARACA, Ali; Anadolu Islahâtı ve Ahmet Şâkir Paşa (1838-1899), İstanbul,
Eren Yayıncılık, 1993.
KARAL, Ziya Enver; Osmanlı Tarihi, (1789-1856) Ankara, Cilt 5, Baskı 5,
TTK Yayını, 1988.
KARATAŞ, İsa; "Türkiye'de Süryani Olarak Yaşamak", Birikim Dergisi,
Etnik Kimlik ve Azınlıklar, Mart-Nisan 1995, Sayı 71-72, 1995, s.160.
KARLUK, S.Rıdvan; Avrupa Birliği ve Türkiye, İstanbul, 5. Baskı, Beta
Basım Yayım, 1998.
KAŞGARLI, Mehlika Aktok; Mardin ve Yöresi Halkından Türko-Semitler,
Kayseri, Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1991.
KAPLAN, Evgin; Elçilerin Göbeği Antakya Kilisesi, Mardin, 1982.
KAPTAN, Eyüp; Lozan Konferansı’nda Azınlıklar Sorunu, İstanbul, Harp
Akademileri Basımevi, 2002.
KARACA, Ali; Anadolu Islahâtı ve Ahmet Şâkir Paşa (1838-1899), İstanbul,
Eren Yayıncılık, 1993..
KARPAT, Kemal; Osmanlı Nüfusu (1830-1914): Demografik ve Sosyal
Özellikleri, çev. Bahar Tırnakçı, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt yayınları, 2003.
445
KARPAT, Kemal;"The Syrian Emigration from The Ottoman State, 18701914", Revue D'Hıstoıre Maghrebıne, 10ème Année, Numéros 31-32,
Tunus, 1983, s.287-288, 294.
KAY, Selda Öztürk; “Vatikan`ın Kürtleri -2-“, Yeni Çağ, 19.12.2008.
KAYMAZ, İhsan Şerif; “Aldatılan Bir Halkın Trajedisi: Asurîler (Süryaniler)”,
Akademik Ortadoğu, Cilt I, Sayı 2, 2007, s.119.
KAZICI, Ziya; “Osmanlı Devletinde Dinî Hoşgörü”, Köprü Üç Aylık Fikir
Dergisi, Kış 99, Sayı 65, (Erişim) http://www.koprudergisi.com, 22 Mayıs
2008.
KERİMO, Feyyaz; Naum Faik ve Süryani Rönesansı, haz. Mehmet Şimşek,
İstanbul, Belge Yayınları, 2004.
KESER, Elif; Tur Abdin Süryani Ortodoks Dinî Mimarisi, İstanbul,
TETTVY, 2002.
KESKİN, Funda "Azınlıklar Konusu"in Yaşayan Lozan, Ed. Çağrı Erhan,
Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2003.
KIDD, Ian G. “Posidonius”, The Commentary, Cambridge, Vol.II, Cambridge
University Press, 1999.
KIESER, Hans-Lukas; Doğu Vilayetleri’nde Misyonerlik, Etnik Kimlik ve
Devlet 1839-1938, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005.
KILIÇ, Davut; Osmanlı İdaresinde Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkisi,
Ankara, ASAM Yayını, 2000.
KIWARKIS, Gaby; “Assyrian Paratroopers in Albania and Greece”,
04.06.2008, (Erişim) http://www.assyriatimes.com, 01 Mayıs 2009
KNIGHT, Christopher, LOMAS Robert; The Hiram Key: Pharaohs,
Freemasons and the Discovery of the Secret Scrolls of Jesus, Rockport,
446
Massachusetts- USA, Element Books,1998.
KOCABAŞ, Süleyman; Ermeni Meselesi Nedir, Ne Değildir, İstanbul, Vatan
Yayınları, 2004.
KOCABAŞOĞLU,
Uygur; Anadolu'daki Amerika, 19. Yüzyılda Osmanlı
İmparatorluğundaki Amerikan Misyoner Okulları, İstanbul, Arba Yayınları,
1989.
KOCATÜRK, Utkan; Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk
Günlüğü, Ankara, İş Bankası Yayınları, 1999.
KOÇOĞLU, Yahya; Azınlık Gençleri Anlatıyor, İstanbul, Metis Yayınları,
2001.
KODAMAN, Bayram; "Hamidiye Hafif Süvari Alayları II. Abdulhamid ve
Doğu Anadolu Aşiretleri", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih
Dergisi, İstanbul, Sayı 32, Mart 1979, s. 427- 441.
KOHEN, Sami; “Gerçeğin iki yüzü...”, Milliyet Gazetesi, 12.05.2005.
KOLUMAN, Aziz; Ortadoğu’da Süryanilik (Dini-Sosyal-Kültürel Hayat),
Ankara, ASAM Yayınları, 2001.
KONGAR, Emre; Kültür Üzerine, İstanbul, Çağdaş Yayınları, 1982.
KRAMER, Samuel Noah; Tarih Sümer'de Başlar, çev. Muazzez İlmiye Çığ,
Ankara, T.T.K.Y., 1990.
KUNDA, Joseph; "The Chaldeans", President of Chaldean Culture
Society, Melbourne, Australia, November 1992.
KURBAN, Dilek; “Uluslar arası Azınlık Hakları İlkeleri Çerçevesinde
Türkiye’de Süryaniler”, I’nci Uluslar Arası Süryani Sempozyumu, Midyat,
Mart 2007.
447
KURUBAŞ Erol; “Avrupa Birliği’nin Azınlıklara Yaklaşımı ve Avrupa
Bütünleşmesine Etkileri”, Liberal Düşünce, Ağustos, 2001, s.125-144.
KURUBAŞ, Erol; Asimilasyondan Tanınmaya, Uluslar arası Alanda
Azınlık Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı, Ankara, Asil Yayın Dağıtım,
2004.
KURTCEPHE, İsrafil; “Birinci Dünya Savaşında Bir Süryani Ayaklanması”,
OTAM (Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama
Merkezi Dergisi), Sayı 5, 1993, s.291-296.
KÜÇÜK, Cevdet; "Osmanlılarda Millet Sistemi ve Tanzimat", Tanzimat'tan
Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt 4, İletişim Yayınları,
1985, s. 1010-1011.
KÜÇÜK, Cevdet;
“Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi”, Yeni Türkiye
Dergisi, (Ermeni Özel Sayısı II), Ankara, Cilt 38, 2001, s. 211.
KÜÇÜK, Zeynep; “Mardin ve Çevresinde Süryaniler”, Adana, Çukurova
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
2008, s.17.
LAÇİNER, Sedat; “11 Eylül Olayları (Yeni Terörizm) ve Ermeni Sorunu”,
Stratejik Analiz, Cilt 2, Sayı 19, Kasım 2001.
LAYARD, Austen Henry; Ninova ve Kalıntıları, çev. Zafer Avşar, İstanbul,
Avesta Yayıncılık, 2000.
LATTİMER, Mark; “Peoples under Threat 2009”, State of the World’s
Minorities and Indigenous People, (Erişim) http://www.minorityrights.org,
23 Mart 2010.
LEE, Everett S.; "A Theory of Migration", Demography, 3 (1), Population
Association of America, 1966, (Erişim) http://www.ed.lu.se/edsdcourse, 23
Mart 2010, s. 47-57,
448
LIDDELL, Henry George ve SCOTT Robert; A Greek-English Lexicon,
Oxford, Trustees of Tufts University, 1940, (Erişim) http://artfl.uchicago.edu,
11 Ekim 2008.
MAALOUF, Amin; Ölümcül Kimlikler, çev. Aysel Bora, İstanbul, Yapı Kredi
Yayınları, 2000.
MACLER, Frederic; “Syrians (or Arameans)”, Ed. James Hastings ve John A.
Selbie, Encyclopedia of Religion and Ethics Part 23, Edinburgh, T&T
Clark,1994, s.164-167.
MARDİN, Şerif; “European Culture and The Development of Modern Turkey”,
Turkey and European Community, Ed. Ahmet Evin, Geoéfrey Danton,
Leske, Budrich Opladen 1990, s. 5-6.
MARTYN, Housden; "Ewald Ammende and the Organisation of National
Minorities in Inter-war Europe", German History, Vol.18, Issue 4, 2000,
s.439-460.
MALONEY, George A.; "Eastern Churches", New Catholic Encyclopedia,
Washington, Cilt V, McGraw-Hill, 1967.
MARDEN, C. F.; "Azınlıklar Sosyolojisine Giriş", Ed. O. Türkdoğan, Etnik
Sosyoloji-Türk Etnik Sosyolojisi, İstanbul, Timaş Yayınları, 1997.
MARDİN VALİLİĞİ, Yaşayan Tarih Mardin, İstanbul, Resim Matbaası, 1998.
MATİYEF, K. P. (Bar Matay); Asurlar ve Modern Çağda Asur Sorunu, çev.
Vahap Kelat, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1996.
MEMORANDUM BY THE SECRETARY OF STATE FOR FOREIGN
AFFAİRS, “Future of The Assyrians in Iraq and Syria”, 26 Temmuz 1946,
Copy No.38, CP.(46) 304.
MERAY Seha L.; Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar-Belgeler I, İstanbul,
Yapı Kredi Yayınları, 1993.
449
MERAY Seha L., OLCAY, Osman; Osmanlı İmparatorluğunun Çöküş
Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr Antlaşması, İlgili Belgeler),
Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1977.
MIHOTULİ,
Selahaddin; Arya Uygarlıklarından Kürtlere, İstanbul, Koral
Yayınları, 1992.
MITCHELL, C.W. S. Ephraim's Prose Refutations of Mani, Marcion and
Bardaisan, London, Cilt II, Williams and Norgate Publishing, 1912.
MOLITOR, Joseph; Kildaniler ve Doğu Süryani Kilisesi, çev. Erol
Sever, İstanbul, Yaba Yayınları, 2004.
MOOSA, Matti; The Maronites in History, New York, Second Edition,
Gorgias Press, 2005.
MUHAMMED, Hamidullah; İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul, İrfan
Yayınları, 1993.
MURRE, H.L., BERG, Van Den; "The Patriarchs Of The Church East From
The Fifteenth to Einteenth Centuries", Hugoye: Journal Of Syriac Studies,
Vol.2, No.2, July 1999, (Erişim) http://syrcom.cua.edu, 12 Eylül 2009.
MURRE, H.L., BERG, Van Den; "Religieuze en Etnische İdentiteit van
Syrisch- Orthodoxen uit Turkije en Syrië in Nederland," Der., Frishman, J.,
Jenner, K.D., Wiegers, G.A., Godsdienstvrijheid en de religieuze İdentiteit
van Joden, Moslims en Christenen: Verwachting en Realiteit, Uitgeverij
Kok, Kampen, 2000, (Erişim) https://openaccess.leidenuniv.nl, 11 Şubat
2009, s.144-155.
MUTLU, Şamil; Osmanlı Devleti'nde Misyoner Okulları, İstanbul, Gökkubbe
Yayınları, 2005.
NABY, Eden; “The Assyrians of Iran: Reunification of a ‘Millat,' 1906-1914.”
International Journal of Middle East Studies, Cilt 8, No 2, Nisan 1977,
450
s.247.
NAGEL, Joane; "Constructing Ethnicity: Creating and Recreating Ethnic
Identity and Culture", Social Problems, No 41, 1994, s.152-168.
NAS, Fethi; “Türkiye'de Topluluklar Sosyolojisi: Midyat Örneği”, Muğla, Muğla
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
2003.
NATIONAL INTELLIGENCE COUNCIL, Mapping The Global Future,
Report of the National Intelligence Council’s 2020 Project, Washington, 2004.
NELHANS, Bertil; Asurî, Aramî, Kildani, Süryani Adlandırmalarının Dünü
Bugünü Üzerine, Södertälje-İsveç, Nsibin Yayınları, 1990.
NIKITINE, Basilie; Nesturiler, İstanbul, MEB Yayınları, 1964.
NIKITINE, Basilie; “Kildaniler”, Nsibin Dergisi, İsveç, Haziran 1992.
NIKITINE, Basilie; "Nesturiler", İslam Ansiklopedisi, Cilt IX, M.E.B.Y.,
İstanbul, 1993, s. 209.
NIKITINE, Basilie; Kürtler, İstanbul, Deng Yayınları, 1991.
NYE, Malory; "A Place for Our Gods: Tradition and Change among Hindus in
Edinburgh", Religion and Ethnicity: Minorities and Social Change in
the Metropolis, ed. Rohit Barot, Kok Pharos, Kampen, Hollanda, 1993, s.
123.
OFFICE OF THE UNITED NATIONS HIGH COMMISSIONERS FOR
HUMAN RIGHTS; “United Nations Forum on Minority Issues” 15 ve 16 Aralık
2008,(Erişim)http://www2.ohchr.org, 17 Aralık 2008.
OKAY, Aydemir; “Türk Amerikan İlişkilerinde Ermeni Faktörü”, İstanbul,
Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, 1992.
451
OKUTAN, M. Çağatay; Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları,
İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004.
ORAL, Mustafa; “Mardin’in Son Süryani Kadim Patriği Mar İgnatios III. İlyas
Şakir Efendi”, Makalelerle Mardin IV: Önemli Simalar, Dini Topluluklar,
haz. İbrahim Özcoşar, İstanbul, Mardin İhtisas Kütüphanesi Yayını, 2007, s.
281-282.
ORAN, Baskın; Küreselleşme ve Azınlıklar, Ankara, 4. Baskı, İmaj
Yayınevi, 2001.
ORAN, Baskın; Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, İstanbul, 2.
Baskı, Bilgi Yayınevi, 1991.
ORAN, Baskın; Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Lozan, İç Mevzuat,
İçtihat, Uygulama, İstanbul, TESEV Yayınları, 2004.
ORAN, Baskın; Türk Dış Politikası (Kurtuluş Savaşı'ndan Bugüne
Olgular, Belgeler, Yorumlar), der. Baskın Oran, İstanbul, Cilt I:19191980, İletişim Yayınları, 2001.
ORTAYLI,
İlber;
"Osmanlı
İmparatorluğu'nda
Millet",
Tanzimat'tan
Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, Cilt 4, İletişim Yayınları,
1985.
ORTAYLI, İlber; Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, Ankara,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2000.
ORTAYLI, İlber; “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi”, Türkler, Ankara,
Cilt 10, Yeni Türkiye Yayınları, 2002.
ORTAYLI,
İlber;
Son
İmparatorluk
Osmanlı
(Osmanlıyı
Keşfetmek 2), 2. Baskı, İstanbul, Timaş Yayınları, 2006.
ORTAYLI, İlber; Batılılaşma Yolunda, İstanbul, MK Yayınları, 2007.
Yeniden
452
ÖBERG, Sture; "Spatial and Economic Factors in Future South-North
Migration", The Future Population of the World: What Can We Assume
Today?, der. W. Lutz, London, Earthscan, 1996, s.336-357.
ÖKE, Mim Kemal; Unutulan Savaşın Kronoloji: Kore 1950-53, İstanbul,
Boyut Yayınları, 1990.
ÖKE, Mim Kemal; Ermeni Sorunu, Ankara, TTK Yayını, 1991.
ÖKTE, Faik; Varlık Vergisi Faciası, İstanbul, Nebioğlu Yayınevi, 1951.
ÖKTEM, Emre; ”Türkiye ve Avrupa'da İslam, Devlet ve Modern Toplum
Türkiye’deki Gayri Müslim Cemaatlerin Durumu”, Konrad Adenauer
Vakfı, (Erişim) http://www.konrad.org.tr, 11 Mayıs 2010.
ÖYMEN, Onur; Ulusal Çıkarlar: Küreselleşme Çağında Ulus-Devleti
Korumak, İstanbul, 2.Baskı, Remzi Kitapevi, 2005.
ÖZAKINCI, Cengiz; Neveser, İstanbul, Filika Yayınları, 2004.
ÖZALP, Güven; “Soykırım'ı tanıyın' şartı”, Radikal Gazetesi, 05.09.2006,
(Erişim) http://www.radikal.com.tr, 05 Eylül 2006.
ÖZBAY, Kemal; Süryaniler, Kadim Süryaniler ve Türkiye’deki Durumları,
İstanbul, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Yayın Tarihi Enstitüsü, Baha
Matbaası, 1975.
ÖZBUDUN, Sibel, BALKI, Şafak; Antropoloji: Kuramlar/Kuramcılar,
Ankara, Dipnot Yayınları, 2005.
ÖZBUDUN, Sibel; Kültür Hâlleri, Ankara, Ütopya, 2002.
ÖZCAN, Azmi; BUZPINAR, Ş. Tufan; “Tanzimat, Islahat ve Misyonerlik 18581880”, İstanbul Araştırmaları, İstanbul, İstanbul Araştırmaları Merkezi,
Sayı:1, Bahar, 1997, s.63-65.
ÖZCAN, Zafer; “Dinî liderler 'barış duası' için buluştu”, Zaman Gazetesi, 16
453
Ocak 2004.
ÖZCOŞAR, İbrahim; “Osmanlı Devleti'nde Millet Sistemi ve Süryani Kadimler” ,
Geçmişten Günümüze Nusaybin Sempozyumu, Mardin, 2004.
ÖZCOŞAR, İbrahim; “19. Yüzyılda Mardin Süryanileri”, Kayseri, Erciyes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2006.
ÖZCOŞAR, İbrahim; "Süryani-Müslüman İlişkileri", der. İbrahim Özcoşar,
Makalerle Mardin IV: Önemli Simalar Dini Topluluklar, Mardin, Mardin
Tarihi İhtisas Kütüphanesi, 2007.
ÖZCOŞAR, İbrahim; Bir Yüzyıl Bir Sancak Bir Cemaat 19 yüzyılda Mardin
Süryanileri, Ankara, Beyan Yayınları, 2008.
ÖZCOŞAR, İbrahim; 19. Yüzyılda Misyonerlik Faaliyetlerinin Süryani
Kadimler Üzerindeki Etkileri, Mevzuat Dergisi, Yıl 11, Sayı 133, Ocak 2009,
(Erişim) http://www.mevzuatdergisi.com, 28 Şubat 2009.
ÖZCOŞAR, İbrahim; “19.Yüzyılda ABD Misyonerlerinin Mardin Süryanilerine
Yönelik Faaliyetleri”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 18,
Güz 2006, (Erişim) www.e-sosder.com, 22 Mart 2009.
ÖZDEMİR, Bülent; 19. Yüzyılda Mardin Süryanileri, İstanbul, Beyan
Yayınları, 2008.
ÖZDEMİR, Bülent; “Süryani Diasporası, Kimlik ve Soykırım İddiaları”, Tarihçi
Gözüyle, (Erişim) http://tarihcigozuyle.blogspot.com, 21 Kasım 2006.
ÖZDEMİR, Bülent; Süryanilerin Dünü Bugünü: I. Dünya Savaşı’nda
Süryaniler, Ankara, TTK Yayınları, 2008.
ÖZDEK, Yasemin; Uluslararası Politika ve İnsan Hakları, Ankara, Öteki
Yayınevi, 2000.
ÖZİPEK, Bekir Berat; “Gayrimüslimlerin İnsan Hakları Sorununu Tartışmak:
454
Kaygılar ve Sorular”, (Erişim) http://www.rightsagenda.org, 11 Haziran 2010
ÖZMEN, Abdurrahim; “Tur Abdin Süryanileri Örneğinde Etno-Kültürel
Sınırlar”,
Ankara,
Ankara
Üniversitesi,
Sosyal
Bilimler
Enstitüsü,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2006.
ÖZTEMİR, B.Murat; Yezidiler ve Süryaniler, İstanbul, Ekin Yayınları, 1988.
ÖZTEMİZ, Mutay; “II. Abdülhamit'ten Günümüze Sosyolojik, Siyasal Ve
Hukuki
Açıdan
Süryaniler”,
İstanbul,
Mimar
Sinan
Güzel
Sanatlar
Üniversitesi, Aralık 2007.
ÖZTÜRK, Levent; Asr-ı; Saadet’ten Haçlı Seferlerine Kadar İslam
Toplumunda Gayrimüslimler, İstanbul, İz Yayıncılık, 1998.
ÖZTÜRK, Levent; İslam Dünyasında Hristiyanlar, İstanbul, İz Yay, 1988.
ÖZTÜRK, Said; “Osmanlı Hoşgörüsü”,(Erişim)http://www.akademiktarih.com,
10 Nisan 2008.
ÖZTÜRK, Ünal; “Soykırım demeyen Türk adayı seçim listesinden attılar”,
Hürriyet Gazetesi, 23.05.2003, (Erişim) http://hurarsiv.hurriyet.com.tr, 25
Ağustos 2009.
ÖZTÜRKATALAY, Latif; Mardin ve Mardinliler, İstanbul, Kendi Yayını,
1995.
PAKALIN, M. Zeki; Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü,
İstanbul, Cilt II, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1993.
PALMER, Andrew; Monk and Mason on the Tigris Frontier: The Early
History of Tur'Abdin, London, Cambridge University Press, 1990.
PALVA, Heikki; Dün'den Bugüne Doğu ve Batı Süryanileri, Södertaljeİsveç, Nsibin Yayınevi, 1990.
PARPOLA, Simo; "Assyrian Identity in Ancient Times and Today", Journal
455
of Assyrian Academic Studies, (Erişim) http://www.nineveh.com., 11 Nisan
2009, s.14.
PARRY, Oswald; Six Months In A Syrian Monastery, London, Horace Cox,
1895.
PAZARCI, Hüseyin; Uluslararası Hukuk Dersleri, Ankara, 5. Baskı, Turhan
Kitabevi, 1998.
POLATOĞLU, Eren; “Azınlık Hakları Yönünden AB Hukuku”, Türkiye ve
Siyaset, Temmuz/Ağustos 2001, s. 79.
POLATOĞLU, İlknur Haydar; Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar,
Ankara,1. Baskı, Kültür Bakanlığı Yayını, 1990.
POLITICAL INTELLIGENCE DEPARTMENT, “Settlement of Turkey and
Arabian Peninsula”, Momerandum, National Archives, Foreign Office,
Special I, Catalogue Reference CAB/24/72.
PRECHEURS, Fr. Hyac. Simon des Fr.; 1915: Bir Papazın Günlüğü,
çev. Mehmet Baytimur, İstanbul, Peri Yayınları, 2008.
PREECE, Jennifer Jackson; Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus-Devletler
Sistemi, çev. Ayşegül Demir, İstanbul, Donkişot Yayınları, 2001.
QUSSANİ, Gabriel; "The Modern Chaldeans and Nestorians, and the Study
of Syriac among Them." Journal of the American Oriental Society, Cilt 22,
1901, (Erişim) http://www.suryaniler.com, 10 Kasım 2009, s. 80,
RABBAN, R.; "Chaldean Rite", New Catholic Encyclopedia, Washington,
Vol. III, 1967, s.427-428.
RABO,
Gabriel;
“Kilisede
Halay
İstanbul
Keldanileri”,
(Erişim)
http://f16.parsimony.net, 11 Ekim 2003.
RABO, Gabriel; “Süryani Diasporasında Kiliseler ve Toplumsal Kuruluşlar”,
456
çev.
Edip
Bayındır,
Avrupa
Birliği,
Türkiye
ve
Süryani
Göçü
Sempozyumu, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi, 26 Mayıs 2005.
RAGIN, Charles C., HEIN Jeremy; "The Comparative Study of Ethnicity:
Methodological and Conceptual Issues", Race and Ethnicity in Research
Methods, ed. John H. Stanfield ve Rutledge M. Dennis, London, Sage
Publications, 1993, s. 254-272.
RAVENSTEİN, Ernst Georg; "The Laws of Migration", Journal of the
Royal Statistical Society, Vol.48, No.2,1885, s.167-227.
REHMAN,
Javaid;
Ulusalüstü
“Uluslararası
Hukukta
Azınlık
Hakları",
Ulusal,
ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları (Birleşmiş
Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Lozan Antlaşması), haz.
İbrahim Kaboğlu, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Yayını, 2002, s. 99109.
“Resolution on a Community Charter of Regional Languages and Cultures
and on Charter of Rights to Ethnic Minorities”, Official Journal of the
European Communities, No C287, 1981, s. 106.
“Resolution on the Languages and Cultures of Regional and Ethnic Minorities
in
the
European
Conımunity”,
Official
Journal
of
the European
Communities, No. C 318, 1987, s. 160.
"Resolution on the Role of Public Service Television in a Multi-media
Society", Ofîicial Journal of the European Communities, No. C 320, 1996,
s. 180.
"Resolution on Human Rights in the World in 1997 and 1998 and European
Union
Human
Rights
Policy",
Official
Communities, No. C 98 ,1999, s. 270.
Journal
of
the
European
457
“Resolution on Racism, Xenophobia, and Anti-semitism and on Further Steps
to Combat Racial Discrimination”, Official Journal of the European
Communities, No. C 98 ,1999, s. 488.
REYNA Yuda, ZONANA, Ester Moreno; Son Yasal Düzenlemelere Göre
Cemaat Vakıfları, İstanbul, Gözlem Yayınları, 2003.
ROOSENS, Eugeen E.; Creating Ethnicity: The Process of Ethnogenesis,
Newbury Park, California, Sage Publications, 1989.
ROTH, Klaus; “Folklor and Nationalism: The German Example and Its
Implications for the Balkans”, Ethnologia Balkanica, Publisher Waxmann
Verlag, Issue 2, 1998, s.69-79.
SABAR, Yona; “From Tel-Kepe (“ A Pile of Stones”) in Iraqi Kurdistan to
Providence, Rhode Island: The Story of a Chaldean Immigrant to the U.S.A.
in 1927.” Journal of American Oriental Society, Issue 98, No 4, Aralık
1978, s. 410-415.
SARIKÇIOĞLU, Ekrem; Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta, 4.
Basım, Fakülte Kitabevi, 2002.
SARIHAN, Zeki; Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Cilt IV, TTK Yayınları, 1994.
SARNA, Jonathan; "From Immigrants to Ethnics: A New Teory of
Ethnicization", Ethnicity, Issue 5, 1978, s. 370-378.
SAMCUN, Surma d Bayt Mar; Doğu Asur Kilisesi Gelenekleri, çev. Meral
Barış, İsveç, Nsibin Yayınevi, 1993.
SATILMIŞ, Selahattin; “XIX. Yüzyılda Hakkâri’de Hristiyan Bir Cemaat:
Nesturiler (İdari, İktisadi ve Sosyal Durumları)”, Afyon Kocatepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 8 , Sayı 2, 2006, s.104.
SAWME, Samuel; “Sydney’de Süryani Soykırım Anıtı”,
(Erişim) http://www.seyfocenter.se, 25 Ağustos 2009.
Seyfo Centre,
458
SAWME, Tuma Bar; Dünden Bugüne İstanbul Süryanileri, Nsibin
Yayınları, 1. Baskı, Araştırma Dizisi:1, 1991.
SAYIN, Ümit; “Bayram Değil; Seyran Değil Stratejik Müttefiklerimiz Bizi
Neden Parçalıyor?” Netpano,(Erişim)http://www.netpano.com, 22 Mart 2009.
SCHAEFER, Richard T.; “What is a Minority Group?” Racial and Ethnic
Groups, 1993, Dayton Law School, (Erişim) http://academic.udayton.edu/
race/01race/minor01.htm, 20 Haziran 2010, s. 5-10.
SCHULZE, Kirsten E.,STOKES, Martin, CAMPBELL, Colm; Ortadoğu’da
Milliyetçilik, Azınlıklar ve Diasporalar, çev.Ahmet Fethi, İstanbul, Sarmal
Yayınevi, 1999.
SELDEN, John; De Diis Syris Syntagmata II, William Stansby, London,
1617, http://books.google.com.tr., Erişim tarihi: 22.03.2006.
SERTOĞLU, Midhat; Süryani Türklerinin Siyasi ve İçtimai Tarihi, İstanbul,
Baha Matbaası, 1974.
SEVER, Erol; Asur Tarihi, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1996.
SEZAL, İhsan; “An Overall View of Structural Changes in Turkey: The
Republican Era (1923-93)”, Uludağ Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt 1, Sayı 1,
1984, s. 198-199.
SEZER, Sema; “Fransa’daki Çöp Evler ve Tetikte Bekleyen Pontus-Süryani
Soykırımları”, Stratejik Analiz, Kasım 2006, s.42.
SEZGİN, Rahime, UÇAR, Murat; ”Süryaniler... Azınlık mı, değil mi?” ,
Aksiyon, Sayı 378, 02 Mart 2002, (Erişim) http://www.osmanli.org.tr, 25
Ağustos 2009.
SHAMSADI, Muhammed; “Unholy spiritual product of the West”, Aramnahrin
Sitesi, (Erişim) http://www.aramnahrin.org, 02 Eylül 2009.
459
SHAPERA, Aprim; “A Forgotten History”, Current Affairs, London, (Erişim)
http://www.bethsuryoyo.com, 05 Mart 2009.
SHAW, Stanford J.; Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, çev.
Mehmet Harmancı, İstanbul, E. Yayınları, 1994.
SHEDD, William A.; “The Syrians Of Persia And Eastern Turkey”, Bulletin
Of The American Geographical Society, Vol. XXXV, No 1, 1903, s.1
SIRMA, İhsan Süreyya; Sömürü Ajanı ve İngiliz Misyonerleri, İstanbul, 12.
Baskı, Beyan Yayını, 1993.
SMITH, Anthony D.; National Identity: Ethnonationalism in Comparative
Perspective, Harmondsworth, Penguin Books, 1991.
SMITH, Anthony D.; Millî Kimlik çev. B. Sina Şener, İstanbul, İletişim
Yayınları, 1994.
SMITH, Anthony D.; Ulusların Etnik Kökeni, çev. S. Bayramoğlu ve H.
Kendir, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2002.
SEIDLER, Grzegorz Leopold; Bizans Siyasal Düşüncesi, çev. Mete
Tunçay, Ankara, V Yayınları, 1986.
SEYFELİ, Canan; İstanbul Ermeni Patrikliği, Ankara, Andaç Yayınları,
2005.
SONYEL, Salahi R.; “Büyük Devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu Parçalama
Çabalarında HristiyanAzınlıkların Rolü”, Belleten, Cilt XLIX, Sayı 195, T.T.K.,
Aralık, 1986, s.652.
SONYEL, Salahi R.; The Assyrians of Turkey: Victims of Major Power
Policy, Ankara, TTK, 2001.
SÖNMEZOĞLU, Faruk; Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul, Der
Yayınları, 2000.
460
STENDER, Wolfram; "Etnik Uyanışlar", Varlık, çev. Yeşim Tükel, No 120,
2001, s. 18.
STOUFFER, S.A.; "Intervening Opportunities: a Theory Relating Mobility
and Distance", American Sociological Review, Issue 5, No 6, 1940,
s.845-867.
SÜSLÜ, Azmi; Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Ankara, Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Yayını, 1990.
SÜSLÜ, Azmi; “Atatürk ve Azınlıklar”, Uluslararası İkinci Atatürk
Sempozyumu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk
Araştırma Merkezi, 9-11 Eylül 1991, s.138.
SÜSLÜ, Azmi; Türk Tarihinde Ermeniler (Temel Kitap), Ankara, Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayını, 1995.
ŞAHİN, Naci; "Ermeni Sorunu ve Birinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Doğu
Anadolu'da Ermeni Faaliyetleri" Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Yayınları, Cilt VII, Haziran
2005, s.117-141.
ŞEKER, Mehmet; Anadolu’da Bir Arada Yaşama Tecrübesi, Ankara,
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2000.
ŞENER, Ş. Cemal; Türkiye’de Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar, İstanbul,
Etik Yayınları, 2004.
ŞENER, Ş. Cemal; “Süryaniler”, Haber Akademi, 29 Ağustos 2007, (Erişim)
http://www.haberakademi.net, 05 Ekim 2007.
ŞİMŞEK, Mehmet; Süryaniler ve Diyarbakır, İstanbul, Kent Yayınları, 2.
Baskı, 2006.
ŞİMŞEK, Mehmet; “1912’de Şark Yıldızı Gazetesi”, Toplumsal Tarih, Sayı
128,
Ağustos
2004,
(Erişim)
http://www.suryoyo.uni-goettingen.de/
461
library/1912 sarkyildizi.pdf, 09 Eylül 2009.
ŞİMŞEK,
Mehmet;
Nizamnamesi”
“Süryani
SBArD
Kadim
(Sosyal
Ortodoks
Bilimler
Kilisesi
Araştırma
Patrikhane
Dergisi),
Dicle
Üniversitesi Yayınları, Yıl:III, S.:6, Eylül 2005, s.725-742.
ŞİMŞEK, Mehmet; “Süryani Ortodoks Kilisesi Hiyerarşi”, Deyrulzafaran
Manastırı, (Erişim) http://www.deyrulzafaran.org, 13 Mayıs 2006.
ŞİMŞEK, Ufuk; “Milliyetçilikler ve Milletin Oluşumu Üzerine Bir İnceleme”,
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 13, Sayı 2,
2009, s.82-84.
ŞİMŞİR, Bilal N.; "Türk- Amerikan ilişkilerinin yeniden kurulması ve Ahmet
Muhtar Bey'in Washington Büyükelçiliği 1920-1927", Belleten, Ankara, Cilt
XLI, No.162, 1977, s.341.
ŞİMŞİR, Bilal N.; “Ermeni Propagandasının Amerikan Boyutu Üzerine”, Tarih
Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Erzurum
8-12 Ekim 1984, Ankara, 1985, s.92.
ŞİRAZİ, Serdar; “Malankara Süryani Ortodoks Kilisesi Tarihi”, İDEM, Nisan
2005, (Erişim) http://www.reyono.net, 05 Ekim 2009.
TAMKE, Martin; Daheim und in der Fremde: Beiträge zur Jüngeren
Geschichte und Gegenwartslage der Orientalischen Christen, Hamburg,
2002, (Erişim) http://books.google.com.tr, 11 Temmuz 2009.
TAPLAMACIOĞLU, Mehmet; Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Ankara, y.y.,
1966.
TAŞĞIN, Ahmet; “Anadolu'nun Yok Olmaya Yüz Tutan Zenginliklerinden:
Süryaniler”, VI. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Genel Konular
Seksiyon Bildirileri (İçel 18-22 Haziran 2001) , Ankara, Kültür Bakanlığı
Yayınları, 2002, s. 205-227.
462
TAŞĞIN, Ahmet, Eyyüp Tanrıverdi ve Canan Seyfeli; Süryaniler ve
Süryanilik, Ankara, Cilt I-II-III-IV, Orient Yayınları, 2005.
TAŞĞIN, Ahmet; “Avrupa’ya Süryani Göçü: İsa’nın Doğulu ve Batılı
Çocuklarının Karşılaşması”, I’nci Uluslararası Süryani Sempozyumu,
Midyat, Mart 2007.
TAYFUR, Kemal; “Avrupalı Olmak”, Atlas Dergisi, İstanbul, Sayı:141, Doğan
Burda Rizzoli Dergi Yayıncılık, 2004, s.129.
TEPEYRAN, Ebubekir Hazım; Hatıralar, İstanbul, Pera Yayınları, 1998.
TEZCAN, Durmuş, ERDEM, M.Ruhan, Sancaktar OĞUZ; Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Ankara, Adalet Bakanlığı Yayınları,
2004.
The Assyrian Academic Society, “Assyrians of Chicago”, Assyrian
International News Agency, (Erişim) http://www.aina.org 12 Mayıs 2010.
THERNSTROM, Stephan; “Assyrians”, Harvard Encyclopedia of American
Ethnic Groups, USA, Harvard University Press, 1994, s. 161.
TIGLAT, Ninib; “Lozan Dün Bugün Yarın”, Renyo Hiro, Sayı 10, Seri No 57,
Ekim 2002, s.55-57.
TRASK, Roger Reed; “The Relations of the United States and Turkey 19271939”, Pennsylvania-ABD, The Pennsylvania State University, A Thesis in
History, Submitted For The Degree of Doctor of Philosophy, 1959.
TOGGENBURG, Gabriel; “A Rough Orientation Through a Delicate
Relationship: The European Union's Endeavours for (its) Minorities”,
European Integration online Papers (EIoP), Vol. 4, No 16, 2000, (Erişim)
http://eiop.or.at/eiop/texte/2000-016a.htm, 15 Nisan 2005.
TOLUNER, Sevin; "Lozan Azınlıkların Korunması Rejimi ve Batı Trakya
Türkleri", Cumhuriyet'in 75.Yıl Armağanı, İstanbul, İstanbul Üniversitesi
463
Yayınları, 1999, s. 219-247.
TONKİN, E., MCDONALD M., CHAPMAN, M; History and Ethnicity,
Routledge, London ve New York, 1989.
TOY, Crawford Howell, BARTON, George A.; “Semitic Languages”, The
Jewish Encyclopedia, (Erişim) http://www.jewishencyclopedia.com, 11
Nisan 2009.
TOYNBEE, Arnold; Hristiyanlık ve Dünya Dinleri, çev. Mehmet Aydın,
Konya, Din Bilimleri Yayını, 2000.
TUNÇ, Hasan; “Uluslararası Sözleşmelerde Azınlık Hakları Sorunu ve
Türkiye”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt VIII, Sayı I-II,
Haziran-Aralık 2004.
TUNCAY, Mete; T.C.'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931),
Ankara, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1992.
TURAN, Ömer; "Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Türkiye'de Protestan Misyonerlik
Faaliyetleri", Osmanlı, Ankara, Cilt 2, Yeni Türkiye Yayınları, 2000, s. 204.
TÜMER Günay; “Günümüzde Doğu Hristiyanlığı”, Asrımızda HristiyanMüslüman Münasebetleri, İstanbul, Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi, 1993,
s. 127.
TÜMER Günay; Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara, Ocak
Yayınları, 1997.
Türkçe Sözlük, Ankara,Türk Dil Kurumu Yayını, 1974.
TÜRKDOĞAN, Orhan; Etnik Sosyoloji, İstanbul, TİMAS Yayınları, 1999.
TÜRKOĞLU, Ali Ekber; “Geçmişte ve Günümüzde Antakya’da Hristiyanlık”,
Adana, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, 2006.
464
TVEDTNES, John A.; "The Origin of the Name 'Syria'”, Journal of Near
Eastern Studies, The University of Chicago Press, Vol. 40, 1981, s.139-140.
ULUADA Meltem; “Geçmişten Günümüze Ermeni Meselesi ve Sözde
Soykırımın Uluslararası Kriterler Açısından Değerlendirilmesi”, Ankara, Atılım
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
2006.
URAS, Esat; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul, Belge
Yayınevi, 2. Baskı, 1987.
ÜRER, Levent; Azınlıklar ve Lozan Tartışmaları, İstanbul, Derin Yayınevi,
2003.
VAHAPOĞLU, M. Hidayet; Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı
Okullar (Yönetimleri Açısından), Ankara, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü
Yayınları, 1990.
VERGİN Nur; "Din ve Devlet İlişkileri: Düşüncenin 'Bitmeyen Senfoni'si",
Türkiye Günlüğü, Sayı 29, 1994, s 11-17.
WERDA, Joel E.; The Flickering Light of Asia, Chicago, 2nd Edition, 1990.
WHITE, George; Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji
Hatıraları, çev. Tarık Yüksel, İstanbul, Endürün Yayını, 1995.
WIGRAM, William Ainger; The Assyrians and Their Neigbours, London,
G.Bell&Sons, 1929.
WIGRAM, W. A., WIGRAM T. A.; İnsanlığın Beşiği: Kürdistan'da Yaşam,
çev. İbrahim Bingöl, İstanbul, Avesta Yayınevi, 2004.
YACOUP, Joseph; The Assyrian Question, Chicago, Alpha Graphic, 1986.
YAKUP, İgnatius III.; Antakya Süryani Ortodoks Kilisesi, çev. Melek
Sevinç, Hollanda, y.y.,1985.
465
YANCEY, William, ERIKSON, Eugene, JULIANI, Richard; "Emergent
Ethnicity: A Review and Reformulation", American Sociological Review,
Vol. 41, No.3, 1976, s. 391-402.
YANIKDAĞ,
Tülin;
“Azınlık
Kavramı
ve
Azınlık
Hakları”
Bilgesam,
20.04.2010, (Erişim) http://www.bilgesam.org , 22 Nisan 2010.
YANG, Philip Q.; Ethnic Studies: Issues and Approaches, New York,
State University of New York Press, 2000.
YAVUZ, Ahmet; Lozan Barış Konferansı Tutanakları, Ankara, Dışişleri
Bakanlığı, 1969.
YELDA; İstanbul’da ve Diyarbakır'da Azalırken, İstanbul, Belge Yayınları,
1996.
YILDIRIM, Münir; Yunanistan ve Ortodoks Kilisesi, Ankara, Andaç
Yayınları, 2005.
YILDIZ, Ahmet; "Ne Mutlu Türküm Diyebilene", Türk Ulusal Kimli ğinin
Etno-Seküler Sınırları (1919-1938), İstanbul, 2. Baskı, İletişim Yayınları,
2004.
YILMAZ, Aytekin; Etnik Ayrımcılık, Türkiye, İngiltere, Fransa, İspanya,
Ankara, Vadi Yayınları, 1994.
YILMAZ, Önder; “Dışişleri: Azınlık Sayısı 89 bin”, Milliyet Gazetesi, 12 Aralık
2008.
YILMAZÇELİK, İbrahim; XIX. Yüyılın İlk Yarısında Diyarbakır, Ankara, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, 1995.
YINANÇ, Refet v.d.; Iraklı Sığınmacılar ve Türkiye, (1988-1991), Tanmak
Yayınları, Ankara, 1992.
466
YINGER, Milton; "Ethnicity", Annual Review of Sociology, Ohio,
Department of Sociology and Anthropology, Vol.11, 1985, s.151-180.
YOHANNAN, Abraham; The Death of A Nation, New York-London, The
Knickerbocker Press, 1916.
YONAN, Gabriele; Asur Soykırımı: Unutulan Bir Holocaust, çev. Erol
Sever, İstanbul, Pencere Yayınları, 1999.
YONAN, Rosie Malek; “Assyrian Author Testifies Before House Committee
on Condition of Assyrians in Iraq”, Assyrian International News Agency,
(Erişim) http://www.aina.org, 30 Haziran 2009.
YÜRÜKEL, Sefa; “Türkiye'yi Suçlayan Soykırım İddiaları Planlı”, 14.03.2005,
(Erişim) http://www.acikistihbarat.com, 25 Ağustos 2009.
“72nd Assyrian American National Convention”, Christians of Iraq, (Erişim)
http://www.christiansofiraq.com/, 25 Ağustos 2009.
456
EKLER
EK 1 ANKET FORMUNUN ANALİZ İÇİN KODLANMIŞ HALİ
......... /............./ 2007
Değerli Katılımcı,
Bu ankette yer alacak olan değerlendirmeleriniz, Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Uluslar Arası İlişkiler Bölümünde yapmakta olduğum “Geçmişten
Günümüze Süryaniler Ve Süryanilerin Türkiye’ye Etkileri: İdil Örneği ” konulu
doktora çalışmasında kullanılacaktır; Başka bir amaç için kullanılmayacaktır.
Türkiye Cumhuriyetinin bugüne gelişinde, içindeki tüm unsurların olumlu veya
olumsuz katkı ve etkilerinin olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Bu tez çalışması ile
Türkiye Cumhuriyeti içinde yaşayan ve yeterince tanınmayan Süryanilerin bu süreç
içindeki yeri tanımlanmaya çalışılacaktır.
İçinde bulunduğunuz toplumda sizin değer yargılarınız, Süryaniler hakkında
bilgileriniz ve Türkiye Cumhuriyetinin bugüne gelişi hakkında görüşlerinizi belirlemek
amacı ile uygulanan bu anket aşağıdaki bölümlerden oluşmaktadır;
A. Kişisel ve Genel Bilgiler; Gizlilik sebebi ile adınızın ve soyadınızın
yazılması istenmemiştir.
B. Süryaniler ve Süryanilik Hakkında Bilgiler; sizin Süryaniler ve Süryanilik
hakkındaki
bilgileriniz
anketin
anlamlılığını
ve
geçerliliğini
değerlendirmede
kullanılmak üzere hazırlanmıştır.
C. Süryanilerin Türkiye Cumhuriyeti İçindeki Konumları; Sizin yaşadığınız
ortamda karşılaştığınız sorunları tespit etmek amacı ile hazırlanmıştır.
Ç. Türkiye Cumhuriyetinin Bugüne Gelişinde Süryanilerin Etkileri; Sizin
Türkiye’nin sorunlarına ilginizi, katkınızı ve düşüncelerinizi belirlemek amacı ile
hazırlanmıştır.
Anket formunun cevaplandırılmasında göstereceğiniz dikkat ve samimiyet
araştırmanın zamanında tamamlanması ve gerçeği yansıtması bakımından önem
taşımaktadır. Size yardımcı olması bakımından bölüm başlarında sorulara ne şekilde
cevap vereceğiniz açıklanmıştır. Göstereceğiniz ilgiden ve ayıracağınız zamandan
dolayı teşekkür ederim.
Bilgi için irtibat: gokhansari@yahoo.it
Saygılarımla,
Gökhan SARI
457
A. KİŞİSEL ve GENEL BİLGİLER
Aşağıdaki 1 ile 14 arasındaki sorularda, size uygun olan seçeneği “X” ile işaretleyiniz;
1. Cinsiyet
( 1 ) Erkek
2. Yaş Gurubu
( 1 ) 12–25
( 2 ) Bayan
( 2 ) 26–40
( 3 ) 41–60
( 4 ) 60 yaş sonrası
( 3 ) Dul
( 4 ) Ayrı yaşıyorum
3. Medeni durumunuz nedir?
( 1 ) Evli
( 2 ) Bekâr
4. Eğitim Durumunuz nedir?
( 1 ) İlkokul
( 2 ) Ortaokul
( 3 ) Lise
( 4 ) Üniversite
( 5 ) Fy/Cy
5. Sosyo - Ekonomik Düzeyiniz nedir?
( 1 ) 500 YTL ve altı
( 3 ) 1000 YTL – 2000 YTL
( 2 ) 500 YTL – 1000 YTL
( 4 ) 2000 YTL ve üstü ( 5 ) Fy/Cy
6. Mesleğiniz nedir?
( 1 ) Çiftçi
( 2 ) Memur
( 5 ) Öğrenci
( 6 ) Diğer
( 3 ) Serbest meslek
( 7 ) Fy/Cy
7. Kendinizi hangi cemaate bağlı olarak görürsünüz?
( 1 ) Süryani
( 2 ) Ermeni
( 3 ) Müslüman
( 5 ) Rum
( 4 ) Ev hanımı
( 4 ) Yahudi
8. Ailenizin ve akrabalarınızın çoğunluğu nerede ikamet etmektedir?
( 1 ) Türkiye
( 2 ) Ortadoğu
( 3 ) Asya
( 4 ) Avrupa
( 5 ) Amerika
( 6 ) Afrika
( 7 ) Fy/Cy
9. Akrabalarınızdan Avrupa’da yaşayanlar varsa en çok hangi ülkede
yaşamaktadırlar?
( 1 ) Almanya ( 2 ) Hollanda
( 3 ) Belçika
( 4 ) Fransa
( 5 ) İsviçre
( 6 ) İsveç
( 7 ) Diğer
10. Türkçe dışında bildiniz lisan var mı? Varsa belirtiniz.
( 1 ) Süryanice ( 2 ) Kürtçe
( 3 ) Almanca
( 5 ) Diğer
( 6 ) Fy/Cy
( 4 ) Arapça
11. Aileniz dışında ilk eğitiminizi kimden aldınız?
( 1 ) Devletin İlköğretim Okulunda ( 2 ) Dini bir merkezde (Kilise, Camii vb.)
( 3 ) Özel İlköğretim Okulunda
( 4 ) Yurt dışında bir okulda ( 5 ) Fy/Cy
12. Süryanice bilginiz aşağıdakilerden hangisine uyar?
( 1 ) Sadece okuyabilirim
( 2 ) Sadece konuşabilirim
( 3 ) Konuşabilirim ama yazamam
( 4 ) Bilmiyorum
( 5 ) Konuşabilirim ve yazabilirim
( 6 ) Okuyabilir/konuşabilirim
13. İkamet adresiniz aşağıdakilerden hangisidir?
( 1 ) Öğündük Köyü ( 2 ) Haberli Köyü
( 3 ) Sarıköy
( 5 ) Midyat
( 6 ) Mardin
( 7 ) Almanya
14. Askerlik yaptınız mı?
( 1 ) Evet
( 2 ) Hayır
( 3 ) Fy/Cy
( 4 ) İdil Merkez
( 8 ) Fy/Cy
458
B. SÜRYANİLER VE SÜRYANİLİK HAKKINDA BİLGİLERİN BELİRLENMESİ
Bu bölümde; sizin Süryaniler ve Süryanilik hakkındaki bilgileriniz tespit
Hiç
Katılmıyorum
Biraz
Katılmıyorum
Kararsızım
Biraz
Katılıyorum
Tamamen
Katılıyorum
edilmeye çalışılmıştır. Her soruya ne derecede katıldığınızı belirten ifadeyi
(Hiç katılmıyorum, Biraz katılmıyorum, Kararsızım, Biraz katılıyorum,
Tamamen katılıyorum) seçerek “X” ile işaretleyiniz.
1
Süryanilerin Türkiye’de tanınmadıklarını düşünüyorum.
1
2
3
4
5
2
Dünyadaki Süryanilerin çoğunluğu Türkiye dışında
yaşar.
Süryanilerin çoğunluğu Güneydoğu’da olmak üzere
Türkiye’ye dağınık bir şekilde ve bulundukları yerlerde
çoğunluk nüfusunu oluşturmayacak şekilde yaşarlar.
Süryaniler, gayri Müslim olmasına rağmen Lozan
Antlaşmasında azınlık statüsü almamıştır.
Süryanilere ait televizyon kanalı, internet sitesi ve
gazeteleri takip etmeye çalışıyorum.
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
6
Süryanilere Yakubi de denir.
1
2
3
4
5
7
Süryaniler, Keldaniler, Maruniler, Nasturiler, Asurîler ve
Aramiler aynı etnik grubun dini fraksiyonlarıdır..
1
2
3
4
5
8
Süryanilik, etnik bir kimliktir.
1
2
3
4
5
9
Süryanilik, dini bir kimliktir.
1
2
3
4
5
10
Hz. Meryem; Hz. İsa’nın annesidir ama tanrısal bir yönü
yoktur.
1
2
3
4
5
11
Süryaniler, diğer dinlere mensup kişilerle de evlilik
yapabilir.
1
2
3
4
5
12
Süryaniler, günah itirafı (günah çıkarma) yaparlar.
1
2
3
4
5
13
Süryani çocukları da sünnet olabilir.
1
2
3
4
5
14
Süryaniler de oruç tutarlar.
1
2
3
4
5
15
Süryaniler sadece Hristiyan dini Gregoryen Ortodoks
inancına mensuptur
1
2
3
4
5
16
Süryaniler, Ermeni kiliselerini kendi kiliseleri gibi
kullanabilirler.
Süryaniler, diğer Hristiyan mezheplerine
kıyaslandığında Müslüman ibadet sistemine en yakın
gruptur.
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
Süryaniler, daha çok tarım ve ticaret ile uğraşırlar.
1
2
3
4
5
S.No
3
4
5
17
18
Süryaniler/Süryanilik Hakkında Konular
459
C. SÜRYANİLERİN
BELİRLENMESİ
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ
İÇİNDEKİ
KONUMLARININ
Bu bölümde; sizin yaşadığınız ortamda karşılaştığınız sorunlara ne derecede
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21 Diğer sorunlar (Lütfen varsa yazınız)
Tamamen
Katılıyorum
Yaşadığım köy/ilçenin sorunları diğer köy/ilçelerin yerel
idarecilerle yaşadığı sorunlarından daha fazladır.
Yaşadığım köy/ilçede yılda en az bir defa yerel idare ile sorun
yaşarım.
Yerel idareciler bana diğerlerine uyguladıklarından farklı
muamele uyguluyorlar.
Yerel idarecilerle kişisel sebeplere dayanan bir sorun
yaşadım.
Köyümle ilgili sorunların çözümünde yerel idare yetersiz
kalmaktadır.
Yaşadığım bölgede siyasi idarenin görevlerini layığı ile
yaptığını düşünüyorum.
Yaşadığım bölgede görev yapan kolluk kuvvetlerinin
görevlerini layığı ile yaptığını düşünüyorum.
Karşılaştığım sorunların çözümünde en etkili makamların yurt
dışında bulunduğunu düşünüyorum.
İnancımdan dolayı bana ülkemde farklı muamele yapıldığını
düşünüyorum.
Yaşadığım köy/ilçede yılda en az bir defa benim inanç
sisteminden olmayan insanlarla sorun yaşarım.
Süryanilerin ibadetlerini rahatça yapamadıklarını
düşünüyorum.
Benimle aynı inancı paylaşan insanlar/köyler arasında
dayanışma diğer insanlar/köyler ile olan dayanışmadan daha
kuvvetlidir.
Kendimi dini kimlik olarak bulunduğum coğrafyadan farklı
hissediyorum.
Kendimi etnik kimlik olarak bulunduğum coğrafyadan farklı
hissediyorum.
Benim köyümle diğer köyler arasında geçmişe dayalı husumet
vardır.
Kendimi bulunduğum toplum içinde baskı altında
hissediyorum.
Türkiye’de kendimi güvende hissediyorum.
Kendimi bulunduğum coğrafyanın bir parçası olarak
görüyorum.
Yurt dışında yaşayan Süryanilerin benim düşüncelerimi daha
rahat dile getirdiklerini düşünüyorum.
Yurt dışında yaşayan Süryaniler kendilerinin çıkarları için bizi
kullanmaya çalıştıklarını düşünüyorum.
Biraz
Katılıyorum
1
Kararsızım
Sorun Sebebi Olan Konu
Biraz
Katılmıyorum
S.No
Hiç
Katılmıyorum
katıldığınız sorulmaktadır. Her soruya ne derecede katıldığınızı belirten ifadeyi (Hiç
katılmıyorum, Biraz katılmıyorum, Kararsızım, Biraz katılıyorum, Tamamen
katılıyorum) seçerek “X” ile işaretleyiniz.
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
(1)
Fy/
Cy
……………………
……………………
……
460
Ç. TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN BUGÜNE GELİŞİNDE SÜRYANİLERİN ETKİLERİ
Bu bölümde; sizin Türkiye’nin sorunlarına ilginiz, düşünceleriniz ve
Süryanilerin Türkiye’ye etkileri tespit edilmeye çalışılmıştır. Her soruya ne derecede
katıldığınızı belirten ifadeyi (Hiç katılmıyorum, Biraz katılmıyorum, Kararsızım, Biraz
Tamamen
Katılıyorum
3
Süryanilerin, Türkiye devletini kuran diğer unsurlar gibi asli unsur
olduğunu düşünüyorum.
Süryanilerin, Ermeniler, Rumlar veya Yahudiler gibi azınlık
statüsünde olması gerektiğini düşünüyorum.
Biraz
Katılıyorum
2
Süryaniler bu toplumun bir parçası olarak Türkiye Cumhuriyetinin
bugüne gelişinde önemli katkıları olduğunu düşünüyorum.
Kararsızım
1
Süryanilerin Etkileri Hakkında Konular
Biraz
Katılmıyorum
S.No
Hiç
Katılmıyorum
katılıyorum, Tamamen katılıyorum) seçerek “X” ile işaretleyiniz.
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
4
Yurt dışına giden Süryanilerin daha çok siyasi ve güvenlik sebepleri
ile gittiklerini düşünüyorum.
1
2
3
4
5
5
Yurt dışına giden Süryanilerin daha çok ekonomik sebepler ile
gittiklerini düşünüyorum.
1
2
3
4
5
6
Yurt dışına giden Süryanilerin yurt dışında daha huzurlu ve mutlu
olduklarını düşünüyorum.
1
2
3
4
5
7
Yurt dışına giden Süryanilerin tekrar Türkiye’ye dönmek istediklerini
düşünüyorum.
1
2
3
4
5
8
Yurt dışına giden Süryanilerin yurt dışında Türkiye karşıtı tutum
takındıklarını düşünüyorum.
1
2
3
4
5
9
Süryanilerin özellikle Avrupa ülkeleri tarafından Türkiye’ye karşı bir
koz olarak kullanıldığını düşünüyorum.
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
11 altında olduklarını ve bazı haklardan faydalanamadıklarını iddia
1
2
3
4
5
12
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
1
2
3
4
5
10 Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesi gerektiğini düşünüyorum.
Avrupa Birliğinin ve bazı kişilerin Süryanilerin Türkiye’de baskı
13
etmelerinden rahatsız oluyorum.
Geçmişte devlet otoritesinin zayıf olduğu dönemlerde bölgesel
olarak Süryani ve civar köyler arasında karşılıklı öldürme
olaylarının olduğunu düşünüyorum.
Birinci dünya savaşı sırasında devlet politikası olarak Süryanilerin
katledildiğini düşünüyorum.
Türkiye’deki terör olayları ve karışıklıkların gerisinde yatan sebebin
14 yurt dışı kaynaklı olduğunu düşünüyorum.
Türkiye için en büyük tehlikenin etnik bölücülük yapmak olduğunu
15 düşünüyorum.
Süryanilerin de bölücü terör örgütleri ile bir bağlantısı olduğunu
16 düşünüyorum.
Akrabalarımdan veya tanıdıklarımdan Kıbrıs veya Kore savaşına
17 katılıp şehit veya gazi olanlar vardır.
Süryanilerin özellikle son 10 yıl içinde daha huzurlu bir ortam içinde
18 yaşadıklarını düşünüyorum.
Süryanilerin Türkiye’ye daha çok ticari alanda önemli katkılar
19 sağladığını düşünüyorum.
20
21
22
Süryanilerin Türkiye’nin kültür yapısına önemli katkılarda
bulunduklarını düşünüyorum.
Süryanilerin Türkiye’nin mimari yapısına önemli katkılarda
bulunduklarını düşünüyorum.
Süryanilerin Türkiye’nin uluslar arası saygınlığına önemli katkılarda
bulunduklarını düşünüyorum.
461
EK 2. ANKETLERE VERILEN CEVAPLAR
Ankette sorulan sorular bölümlerine göre yatay sütünda, uygulanan 114
anket ise dikey sütünda cevapları ile birlikte verilmiştir. Verilen cevaplar
uygulanan anketteki kodları ile verilmiştir. (1) ilk şık, (2) ikinci şıkkın cevap
olarak verildiğini göstermektedir.
A. KİŞİSEL VE GENEL BİLGİLER
462
463
B. SÜRYANİLER VE SÜRYANİLİK HAKKINDA BİLGİLERİN BELİRLENMESİ
464
465
C.
SÜRYANİLERİN
BELİRLENMESİ
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ
İÇİNDEKİ
KONUMLARININ
466
467
Ç. TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN BUGÜNE GELİŞİNDE SÜRYANİLERİN ETKİLERİ
468
469
ÖZET
[SARI, Gökhan].[ Geçmişten Günümüze Süryaniler ve Süryanilerin Türkiye’ye
Etkileri: İdil Örneği]. Ankara, [2011].
Bu tez çalışmasında etno-dinsel bir topluluk olarak Süryanilerin içinde
bulunduğu kimlik çatışması ve bu çatışmanın Türkiye’ye yansımaları çeşitleri
boyutları ile ele alınmıştır.
Süryani kimliği üzerinden yapılan ‘Asur’ milliyetçiliğinin, Ermeni
meselesi ile olan ilişkisi, etnik azınlık ve göçmen psikolojisi çerçevesinde
Türkiye’nin uluslararası ilişkilerine etkisi incelenmeye çalışılmıştır.
Kavramsal ve kuramsal olarak öncelikle konunun özünü oluşturan
etnisite, etnik kimlik, kültürel kimlik ve bu kimliklerin Süryaniler ile olan ilişkisi
azınlık kavramı içinde incelenmiştir.
Etimolojik olarak ele alınan Süryaniler ve Süryanilik kavramlarının
Süryani kimliğine yönelik etkisi bilimsel bir zeminde tartışılmıştır. Etnik ve
dinsel esaslar çerçevesinde Süryani toplumunun bu yönü aynı ekolden gelen
diğer
topluluklar
üzerinden
sorgulanmış
ve
ilişkiselliği
açıklanmaya
çalışılmıştır.
Süryanilerin tarihsel arka planı incelenerek günümüze gelene kadar
karşılaştıkları sorunların bugün ile ilişkisi ele alınarak bugünkü sorunların
gerçekliliği ve geçerliliği test edilmeye çalışılmıştır. Özellikle Ermeni meselesi
ışığında
değerlendirilen
Süryani
meselesinin
projeksiyonu,
geleceğe
yansıtılmak istenmiştir.
Dünya üzerinde geniş bir alana yayılmış olan Süryanilerin potansiyeli
değerlendirilmiş, göç ve göçün Süryaniler üzerinde yarattığı etkinin
Türkiye’nin dış politikasına nasıl bir yansıması olacağı değerlendirilmiştir.
470
Süryanilerin, Türkiye Cumhuriyeti içindeki durumları ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin
bugüne
gelişindeki
etkilerinin
ne
olduğu,
Süryanilik
hakkındaki bilgileri ile ilişkiselliği, İdil ilçesinde uygulanan anket ile test
edilmeye çalışılmıştır.
Sonuçta, Türkiye’nin değerlerinden biri olan Süryanilerin, özellikle
Türkiye’nin dış politikasında aktif olarak kullanılabilecek niteliklerinin olduğu,
yurt dışında Türkiye aleyhine gelişen ‘sözde’ soykırım gibi iddilara karşı bir
kanıt niteliği taşıdığı tespit edilmiştir. Ayrıca, Süryanilere ait sanat ve
mimarinin de Anadolu kültüründe değerlendirilmesinin sağlayacağı proaktif
bir politika geliştirilmesinin uygun olacağı belirlenmiştir.
Anahtar Sözcükler
1. Süryani
2. Asuri
3. Nasturi
4. Ermeni
5. Azınlık
6. Etnisite
471
ABSTRACT
[SARI, Gökhan].[ The Syrıans and The Syrıan Influence Over Turkey
From Past To Present:Idil Town Case]. Ankara, [2011].
In this thesis, the identity in ethno-religious conflict as a community of
Syrians and types of reflections in Turkey with the dimensions of this conflict
are discussed.
The Syrian identity through the 'Assyrian' nationalism, its relationship
with the Armenian question, Turkey's international relations under the impact
of the psychology of ethnic minorities and immigrants have been studied.
Primarily as a conceptual and theoretical issues constitute the core of
ethnicity, ethnic identity, cultural identity and the identities of the relationship
with the Syrians were in the concept of minority.
The etymological approach on the identity of the Syrian, Syrians and
Syriacism were examined, resting on the Syriac identity of these concepts
were investigated for the debate on scientific grounds. On the Syriac
community in the framework of the principles of ethnic and religious
communities in this direction from the same ecology have tried to explain
over the questioned and relationality.
Syrians until the present day by examining the historical background of
the relationship between the problems faced today were examined, and the
reliability and validity of today's problems were tested. In particular, the issue
of Syrian evaluated in light of the Armenian Question was asked portrayed in
the projection for the future.
472
The potentials of the Syrians who are spread over a large area in the
world were assessed, the impact of migration and immigration over the
Syrians was investigated in the perspective of the foreign policy of Turkey.
What the situation and effects of Syrians on the Republic of Turkey will
be tested with the relationality of information about Syriacism by a
questionnaire which applied to the town of Idil.
As a conclusion, it is evaluated that Syrians as one of the values of
Turkey, especially have very essential qualifications for international policy
and have the quality of evidence against Turkey 'so-called' genocide claims.
In addition, the Syrian art and architecture of the Anatolian culture can be
evaluated in accordance with the development of a proactive policy to be
determined.
Keywords
1. Syrian
2. Assyrian
3. Nestorian
4. Armenian
5. Minorities
6. Etnisity
Download